1 |
crumble |
parçalanmak |
v. |
|
- The old stone wall was crumbling away at its corners.
- Eski taş duvar köşelerinden parçalanıyordu.
- The country started to crumble with WW II.
- Ülke İkinci Dünya Savaşı'yla birlikte parçalanmaya başladı.
- In previous crises, the resolve of some has quickly crumbled.
- Önceki krizlerde bazılarının kararlılığı hızla parçalanmıştır.
- Then, the whole chunk of ice can crumble in all at once.
- O zaman bütün buz kütlesi bir anda parçalanabilir.
- Sami didn't want his marriage to crumble.
- Sami evliliğinin parçalanmasını istemedi.
- Sami didn't want his marriage to crumble.
- Sami evliliğinin parçalanmasını istemiyordu.
Show More (3)
|
2 |
crumble |
ufalamak |
v. |
|
- Add the crumbled bread into the mixture.
- Ufalanmış ekmeği karışıma ekleyin.
- She crumbled a biscuit.
- Bisküviyi ufaladı.
- Why are you crumbling this bread?
- Neden bu ekmeği ufalıyorsun?
Show More (0)
|
3 |
crumble |
parçalamak |
v. |
|
- Where did you crumble them?
- Onları nerede parçaladın?
- She crumbled a biscuit.
- O bir bisküviyi parçaladı.
- Where did you crumble them?
- Onları nerede parçaladınız?
Show More (0)
|
4 |
crumble |
çökmek |
v. |
|
- The airline market is an example of how national egoism is crumbling.
- Havayolu piyasası, ulusal egoizmin nasıl çöktüğünün bir örneğidir.
- Our infrastructure is crumbling.
- Altyapımız çöküyor.
Show More (-1)
|
5 |
crumble |
kırıntı turta |
n. |
|
- Her favourite dessert is blackberry crumble.
- En sevdiği tatlı böğürtlenli kırıntı turta.
Show More (-2)
|