yalnızca - Türkisch Englisch Wörterbuch
Verlauf

yalnızca



Bedeutungen von dem Begriff "yalnızca" im Englisch Türkisch Wörterbuch : 29 Ergebniss(e)

Türkisch Englisch
Common Usage
yalnızca only adv.
yalnızca solely adv.
yalnızca merely adv.
yalnızca just adv.
General
yalnızca bare adj.
yalnızca nothing but adv.
yalnızca alone adv.
yalnızca solo adv.
yalnızca exclusively adv.
yalnızca purely adv.
yalnızca but adv.
yalnızca outright adv.
yalnızca on one's own adv.
yalnızca sheer adv.
yalnızca all [obsolete] adv.
yalnızca wholly adv.
yalnızca onely [obsolete] adv.
yalnızca sole adv.
yalnızca soly adv.
yalnızca soly adv.
yalnızca strictly adv.
yalnızca none but conj.
yalnızca except conj.
yalnızca saving conj.
Phrases
yalnızca nothing else expr.
Colloquial
yalnızca all adj.
yalnızca just a mere expr.
Trade/Economic
yalnızca purely adv.
Slang
yalnızca jus (just) adv.

Bedeutungen, die der Begriff "yalnızca" mit anderen Begriffen im Englisch Türkisch Wörterbuch erhalten hat: 500 Ergebniss(e)

Türkisch Englisch
General
iki kez tekrarlanması gereken bir harfin yalnızca bir kez yazılması haplography n.
yalnızca ünvanı olan kimse titular n.
yalnızca başarılı rekabetçinin ödüllendirildiği çekişme winner takes all n.
yalnızca vergi iade tax only refund n.
gerçeği, tüm gerçeği ve yalnızca gerçeği the truth, the whole truth and nothing but the truth n.
kuzey afrika'da erkeklerin başlarına sardıkları ve yalnızca gözlerini açıkta bırakan sargı cheich n.
kuzey afrika'da erkeklerin başlarına sardıkları ve yalnızca gözlerini açıkta bırakan sargı cheche n.
kuzey afrika'da erkeklerin başlarına sardıkları ve yalnızca gözlerini açıkta bırakan sargı tagelmust n.
hıristiyan bazilikalarında kutsal yönü belirleyen (doğu) apsisin önünde yer alan, yalnızca ruhban sınıfının kullanabildiği kutsal mekan bema n.
elizabet ingiltere'sinde yalnızca üst sosyal konumdaki kişilerin giyebildikleri kırmızı renkli kostüm crimson clothing n.
insan davranışının yalnızca bireyin genleri ve bir takım psikolojik faktörlerin etkisiyle oluştuğuna ve kontrol edildiğine inanan görüş biodeterminism n.
yalnızca unvandan ibaret olma titularity n.
kıyafetleri yalnızca yıkayan çamaşırhane bagwash n.
yalnızca başında durulduğunda yapılan iş eyeservice n.
yalnızca mevcut kurallara göre davranan kimse jobsworth n.
yalnızca birkaç yüz mikrometrelik çapı bulunan ve kan gibi sıvılarda süspansiyon halinde tutulabilen çok küçük kabarcık microbubble n.
yalnızca hava ile yaşamanın mümkün olduğuna inanan kimse breatharian n.
kafanın kenarlarındaki saçların kazınıp yalnızca orta kısımdaki saçların bırakıldığı bir saç kesimi mohawk haircut n.
yalnızca ay'ın evreleri ile belirlenen ve doğrudan gözlemlenebilen ay moon month n.
yalnızca sözle teselli eden kimse lip comforter n.
(yalnızca ay ışığında) uyurgezerlik lunambulism n.
doğal dünyayı yalnızca bir araştırma nesnesi olarak görme objectification n.
yalnızca etkileri gözlenip neden olan etkenleri ve doğası belirlenemeyen nitelikler occult qualities n.
yan masrafları bulunan, yalnızca görüntüde hediye olan şey gift horse n.
yalnızca vulkanizasyon için gerekli maddeleri bulunduran kauçuk bileşimi gum n.
yalnızca vulkanizasyon için gerekli maddeleri içeren kauçuk bileşimi pure gum n.
yalnızca vulkanizasyon için gerekli maddeleri içeren kauçuk bileşimi high gum n.
yalnızca telefonla çağırıldığında müşteri taşıma yetkisi olduğu halde yoldan da müşteri alan taksi gypsy n.
yalnızca telefonla çağırıldığında müşteri taşıma yetkisi olduğu halde yoldan da müşteri alan taksi gypsy cab n.
(yalnızca fransızcadan alınan kalıp ifadelerde) fikir ide n.
yalnızca bir kez gerçekleşen şey one-shot n.
yalnızca bir kez yapılan şey one-shot n.
yalnızca bir kez kullanılan şey one-shot n.
yalnızca bir konuyu düşünebilme one-track mind n.
canlının yalnızca gelişiminin erken bir safhasında veya atalarında işlevini koruyan parçasının kalıntıları rudiment n.
ayakları yalnızca ayak ucundan ve topuktan saran alçak topuklu bir ayakkabı court n.
kafanın iki yanının tıraşlanıp yalnızca ortada şerit bırakılan bir saç şekli iroquois n.
yalnızca kendi çıkarını düşünen kimse politician n.
insan davranışının yalnızca bireyin genleri ve birtakım psikolojik faktörlerin etkisiyle oluştuğuna ve kontrol edildiğine inanan görüş biological determinism n.
yalnızca bir ucundan girilebilen geçit cul n.
yalnızca eğlendiren şey pap n.
yalnızca ödül için yarışan kimse pothunter n.
yalnızca oy kullanan firma yönetim kurulu üyesi corporate member n.
yalnızca ön tarafında numara bulunan kitap sayfası folio n.
yalnızca ön tarafından numaralandırılmış olan kitap sayfasına ait numara folio n.
isa'nın yalnızca cennetlik kimseleri günahlarından arındırıp kurtaracağı öğretisine inanan kimse partialist n.
isa'nın yalnızca cennetlikleri günahlarından arındırıp kurtaracağı öğretisi particularism n.
yalnızca düz oval zemine işlenen ve arka kısmı hafif yuvarlak olan mücevher scaraboid n.
yalnızca kendini düşünme self-involvement n.
vücudun yalnızca bir bölümünü örten ve genellikle takım olmayan parçalarla kombinlenen kadın giysisi separates n.
kişinin yalnızca sermayesini sunduğu ortaklık biçimi silent partnership n.
(yalnızca fırça darbesi ile yazılmış) gravür veya baskı provası skeleton proof n.
misafirlerin yiyecek ve içeceklerin yalnızca kokularıyla yetinmek zorunda kaldığı ziyafet smell-feast n.
yalnızca erkeklere açık konser smoker [uk] n.
genellikle yalnızca yeşil ve kırmızı renklerinden oluşan ufak gökkuşağı supernumerary rainbow n.
yalnızca kendi yetenekleriyle idare etmek zorunda kalmak be thrown back on one's own resources v.
yalnızca birinin kullanılacağı iki rezervasyon yaptırmak double-book v.
yalnızca bir dil konuşan monolingual adj.
yalnızca kendi çıkarlarını düşünen small adj.
yalnızca kendi çıkarlarını düşünen small-minded adj.
yalnızca kendi çıkarlarını düşünen thinking only of one's own interests adj.
genellikle yalnızca programcılar veya yöneticiler tarafından erişilebilen bir yazılım sistemi ile ilgili back-end adj.
(bazı dini topluluklarda) yalnızca sandalet giyen barefoot adj.
(bazı dini topluluklarda) yalnızca sandalet giyen barefooted adj.
yalnızca siyahilerle ilgili black-on-black adj.
(pul koleksiyonculuğu) yalnızca koleksiyonerler için basılan bir seriye ait bogus adj.
yalnızca görünüşte doğru olan fair adj.
yalnızca iyi havada kullanılan fair-weather adj.
yalnızca kendi çabasına ve kaynaklarına güvenen bootstrap adj.
yalnızca hava ile yaşamanın mümkün olduğuna inanmaya ait breatharian adj.
yalnızca hava ile yaşamanın mümkün olduğuna inanma ile ilgili breatharian adj.
yalnızca üyeliğe kabul edilen kimselerce bilinen veya uygulanan ritüeli bulunan mystic adj.
yalnızca üyeliğe kabul edilen kimselerce bilinen veya uygulanan ritüeli bulunan mystical adj.
yalnızca döllenmeden sonra gelişebilen gamic adj.
yalnızca sağ gözü olan right-eyed adj.
yalnızca bolluk zamanındayken ve zorluk veya tehlike yokken faal, etkili, elverişli veya sadık olan fair-weather adj.
(gıda etiketinde) yalnızca süt yağı içeren dairy [uk] adj.
yalnızca masa başı iş yapan deskbound adj.
yalnızca tek seferlik mevcut olan one-shot adj.
yalnızca bir kez gerçekleşen one-shot adj.
yalnızca bir kez sergilenen one-shot adj.
yalnızca bir kez üretilen one-shot adj.
yalnızca bir kez sahnelenen one-shot adj.
yalnızca bir kez yapılan one-time adj.
yalnızca bir kez gerçekleşen one-time adj.
yalnızca bir boyutu olan one-dimensional adj.
duygusal olarak yalnızca tek bir erkeğe bağlı one-man adj.
yalnızca tek bir erkekle romantik ilişki yaşayan one-man adj.
iki kişinin yalnızca birbiriyle kurduğu ilişkiye dair one-one [us] adj.
yalnızca tek seferlik mevcut olan one-shot adj.
yalnızca bir kez gerçekleşen one-shot adj.
yalnızca bir kez gerçekleşen onetime adj.
yalnızca bir kez yapılan onetime adj.
yalnızca bir kez gerçekleşen one-time adj.
yalnızca bir kez yapılan one-time adj.
kısıtlı dikkati yalnızca bir şeye yönlendiren one-track adj.
kendini yalnızca bir şeye kaptıran one-track adj.
yalnızca bir tarafta bulunan one-way adj.
mümkün olan iki veya daha fazla yöntemden yalnızca biri işe yarayan one-way adj.
duygusal olarak yalnızca tek bir kadına bağlı one-woman adj.
yalnızca tek bir kadınla romantik ilişki yaşayan one-woman adj.
yalnızca belirli bir grubun bildiği in adj.
yalnızca nitelikli veya onaylanan kimselere açık clubby adj.
yalnızca rüyalarda var olan dreamt adj.
yalnızca bireyin zihninde bulunan internal adj.
yalnızca üyelerin anlayabileceği intramural adj.
yalnızca üyeleri kapsayan intramural adj.
(hayvan figürü) yukarı kalkık ve yalnızca üst kısmı görünen issuant adj.
yalnızca en güçlünün başarılı olacağı (rekabet) darwinian adj.
yalnızca acil ihtiyaçlarla ilgili day-to-day adj.
yalnızca acil arzularla ilgili day-to-day adj.
yalnızca yerel çıkarlara hizmet eden parish pump adj.
yalnızca düz oval zemine işlenen ve arka kısmı hafif yuvarlak olan bir mücevhere ait scaraboid adj.
yalnızca düz oval zemine işlenen ve arka kısmı hafif yuvarlak olan bir mücevheri oluşturan scaraboid adj.
yalnızca kendini düşünen selfish adj.
yalnızca duyu modalitesi ile deneyimlenebilecek olana yönelmiş sensate adj.
yalnızca fiziken var olan shadow adj.
yalnızca elle çizilen free-handed adj.
yalnızca tatlı suya alışkın olan fresh-water adj.
yalnızca kenarları saydam olan subtranslucent adj.
yalnızca kenarları şeffaf subtranslucent adj.
yalnızca nadiren only rarely adv.
yalnızca kısmen meanly [obsolete] adv.
yalnızca o değil öbürü de not...but conj.
yalnızca biri tarafından anlamı veren ön ek mon- pref.
yalnızca birinden anlamı veren ön ek mon- pref.
tek seferde yalnızca bir tane anlamı veren ön ek mon- pref.
her seferinde yalnızca bir kez anlamı veren ön ek mono- pref.
yalnızca anlamına gelen ön ek soli- pref.
Phrasals
'-e kadar soyunmak (üzerinde yalnızca bazı kıyafetleri kalana kadar soyunmak) strip down (to) v.
-e kadar soymak (üzerinde yalnızca bazı kıyafetleri kalana kadar soymak) strip down (to) v.
Phrases
birçok seçenekten yalnızca/sadece biri just one option among many n.
bir şarkıyı yalnızca duyup/dinleyip (çalma) by ear adv.
yalnızca/ancak/sadece (bir şey) (yapabilmek/yapmak) can but expr.
yapacağı yalnızca/sadece/ancak (bir şey) (olmak/kalmak) can but expr.
bu belge yalnızca bilgi amaçlıdır this document is for information purpose only expr.
yalnızca irade gücüyle by sheer force of will expr.
yalnızca ikimiz only two of us expr.
yalnızca/sadece … için olsa bile even if only expr.
yalnızca/sadece … için de olsa even if only expr.
yalnızca/sadece … için bile olsa even if only expr.
yalnızca/sadece … için dahi olsa even if only expr.
Proverb
güzellik yalnızca dış görünüştedir beauty is only skin deep
samimiyetsiz/iki yüzlü insanlar yalnızca iyi günde dostluk eder a false friend and a shadow stay only while the sun shines
yalnızca kendini düşünen biri kısır kalır/gelişemez a man wrapped up in himself makes a very small bundle
şans, yalnızca hazır olan zihinlere güler chance favors the prepared mind
yalnızca aptallar ve atlar çalışır only fools and horses work
yalnızca iyiler erken ölür only the good die young
Colloquial
cinsiyetini yalnızca/özellikle erkek ya da yalnızca/özellikle kadın olarak tanımlayan kimse binary n.
yalnızca şans pure luck n.
yalnızca kısmen işe yaramak only do so much v.
yalnızca tek bir kelimenin parçası olan (bulmaca karesi) unchecked adj.
yalnızca kendini düşünen full of oneself adj.
yalnızca kendinden konuşan full of oneself adj.
yalnızca güzel değil zeki de not just a pretty face expr.
yalnızca parmağının ucuyla alman yeterli just a dab'll do ya expr.
yalnızca kendine (all) to yourself expr.
(yalnızca) tanrı/allah bilir lord (only) knows (what, where, why) expr.
(bana sorma) ben yalnızca bir çalışanım (don't ask me,) I only work here expr.
yalnızca (bir şey) all of (something) expr.
yalnızca (bir şey) all of (something) expr.
yalnızca (bir şey) nothing more than (something) expr.
Idioms
yalnızca peşin parayla çalışma cash only n.
bir şeyin yalnızca bir bölümü the half of it n.
yalnızca yarısı the half of it n.
herkese yalnızca bir tane one per customer n.
herkese yalnızca bir tane one to a customer n.
yalnızca en gerekli eşyalar bare necessities n.
yalnızca bir insan vücudu flesh and blood n.
yalnızca insan flesh and blood n.
yalnızca iş gücü olarak kullanılanlar hewers of wood and drawers of water n.
bir işin yalnızca geliriyle gideriyle ilgilenen kimse a bean counter n.
yalnızca sağladığı kazancı düşünen kimse a bean counter n.
yalnızca belli bir sendikanın üyelerinin çalışabildiği fabrika, işyeri a closed shop n.
yalnızca kendini düşünmek be full of oneself v.
yalnızca kendinden konuşmak be full of oneself v.
yalnızca aletleri kullanarak uçmak be flying blind v.
(yarış atı) tek bir atın katıldığı bir yarışta kazanmak için yalnızca hipodromu baştan başa yürümek walk over the course v.
hep/yalnızca doğru yolu seçmek keep on the straight and narrow v.
hep/yalnızca doğru yolu seçmek keep to straight and narrow v.
hep/yalnızca doğru yolu seçmek stay on the straight and narrow v.
yalnızca insan olmak be flesh and blood v.
yalnızca kafasının içinde olmak/kurmak be all in the mind v.
yalnızca kafasının içinde olmak/kurmak be all in one's the mind v.
yalnızca kafasının içinde olmak/kurmak be all in somebody's mind v.
yalnızca kafasının içinde olmak/kurmak be all in the mind v.
yalnızca belli bir grupla görüşmek circle the wagons v.
yalnızca bir çanta/bavul eşyayla hayatını sürdürmek live out of one's suitcase v.
yalnızca bir çanta/bavul eşyayla hayatını sürdürmek live out of a suitcase v.
gözü yalnızca (bir şeyi) görmek only have eyes for (something) v.
yalnızca kendiyle ve kendi problemleriyle ilgilenmek see no further than (the end of) (one's) (own) nose v.
yalnızca küçük işlerde başarılı penny wise adj.
yalnızca ona ait to call one's own expr.
insan yalnızca bir kere ölür a man can only die once expr.
yalnızca bir hayal (no more than) the man in the moon expr.
yalnızca bir hayal ürünü (no more than) the man in the moon expr.
bir şeyin yalnızca dış görünüşünü düzeltmek hiçbir şeyi değiştirmez nail polish on a hangnail expr.
(yalnızca) zaman gösterir (only) time will tell expr.
(yalnızca) zaman gösterecek (only) time will tell expr.
(yalnızca) zaman gösterir time (alone) will tell expr.
(yalnızca) zaman gösterecek time (alone) will tell expr.
reçetesiz satılmasına rağmen eczacı tarafından hazırlanan/yalnızca yetkili kişinin erişebileceği alanda bulunan (ilaçlar) behind the counter expr.
yalnızca güzel değil zeki de more than just a pretty face expr.
Speaking
beni yalnızca tanrı yargılayabilir only god can judge me expr.
beni yalnızca tanrı yargılar only god can judge me expr.
doğruyu yalnızca doğruyu the whole truth nothing but the truth expr.
tanrı'nın huzurunda yalnızca gerçeği söyleyeceğinize yemin eder misiniz? do you swear to tell the truth the whole truth nothing but the truth so help you god? expr.
yalnızca birlikte olalım istiyorum I just want us to be together expr.
yalnızca ben me only expr.
yalnızca bir kez oynadık we only played it once expr.
Trade/Economic
yalnızca bağlı satış kapsamında bulunan ürün veya satın alma hakkı tie-in n.
abd'de belirli hükümet sözleşmelerinin yalnızca küçük işletmelere verilebileceğini belirten yasal düzenleme set-aside program n.
avrupa ortak pazarı veya yalnızca ortak pazar european common market n.
birbiriyle iş yapan birbirine akrabalık ortaklık vb bağlarla bağlı bulunmayan kimselerin bağımsız biçimde hareket ederek yalnızca kendi çıkarlarını düşünecekleri kuralı arm's length principle n.
fiyat politikasının yalnızca en az tercih edilen müşterilerin işlem yapmasına yol açması durumu complete specialization n.
vadesi belli olmayan ve yalnızca faizi ödenen devlet tahvili consolidated annuities n.
yalnızca kar edildiğinde faiz ödenmesini gerektiren tahviller income bond n.
yalnızca referans kolaylığı (sağlaması) için for ease of reference only n.
yalnızca bir gün için geçerli borsa emri day order n.
yalnızca alınan para barren money n.
yalnızca gidiş ücreti single fare n.
yalnızca zarar olasılığıyla ilgili bulunan risk pure risk n.
yalnızca bankalarda bozdurulabilen çek crossed cheque n.
yalnızca asıl borçlu tarafından ödenebilen ciro edilebilir senet obligatory bill n.
yalnızca belirli zamanlarda içki satmak için verilen ruhsat occasional licence [uk] n.
yalnızca koleksiyoncuların kullandığı, andorra'ya özgü bir değer birimi diner n.
vergiden muaf şekilde ithal edilen ve yalnızca gümrüksüz satış mağazalarında satılabilen ticari mallar duty-free goods n.
koruyucu gümrük vergilerinden muaf olup yalnızca gelir amaçlı gümrük tarifelerine tabi olan uluslararası ticaret free trade n.
(ödemenin yalnızca banka yoluyla yapılabileceğini göstermek için) çeke iki paralel çizgi çizmek cross [uk] v.
yalnızca masraf veya kazançlarla ilgili bottom-line adj.
yalnızca düşük değerli paralara sahip olan obolary [obsolete] adj.
şirketler mukayyidi'ne yalnızca satış amacıyla tescil edilmiş (şirket) off the shelf adj.
aynı anda yalnızca bir kişinin tükettiği (mal) rivalrous adj.
yalnızca tek bir şirketin ürünlerini satan (perakende satış yeri) solus adj.
Law
yalnızca sendika üyeleri adına toplu görüşme bargaining for members only n.
yalnızca taşınır malları miras alan kimse heir [scotland] n.
(ingiliz hukuku'nda eskiden) manevi hakların yalnızca senetle devredilmesi grant n.
orijinal üyelerinden geriye yalnızca küçük bir kısım kaldığından temsiliyet gücünü veya otoritesini kaybetmiş yasama organı rump n.
(rekabet piyasasında) yalnızca birkaç alıcının olması oligopsony n.
hukukta kullanılan kelime ve ifadelerin yalnızca mutlak anlamlarını kabul etme constructionism n.
yalnızca miras bırakanın fürularına aktarılabilen arazi mülkiyeti fee tail n.
yalnızca miras bırakanın fürularına aktarılabilen arazi fee tail n.
yalnızca ingiliz barosunda görev alma yetkisi veren dört kuruluştan biri inns of court n.
ihtilaflı konuların yalnızca bir kısmını kapsayan hüküm partial verdict n.
kamuya mal oluşu nedeniyle yalnızca aleyhine kanıt sunulması halinde dava açılabilen kimse public figure n.
velayetin yalnızca ufak bir bölümünü içeren noncustodial adj.
yalnızca bir kişinin eylemini içeren one-sided adj.
yalnızca olağan sebeplerle ve hakimin takdirine bağlı olmaksızın verilecek şekilde as of course adv.
Politics
işçi sınıflarının mücadelesinin yalnızca yaşam standartlarını iyileştirmek için iktisadi bir mücadele olmasını, siyasi reformların yapılmaması gerektiğini savunan görüş economism n.
biyoterörizm vakalarında yalnızca enfekte olan kişilerin ve temaslıların aşılandığı savunma stratejisi ring containment n.
yalnızca abd hükümetinin desteklediği banknot paraları kullanan kimse greenbacker n.
yalnızca bir dönemlik hizmet vermesi beklenen parlamento üyesi oncer [australia] n.
1900'de avrupa'nın başlıca devletleri, abd ve japonya arasında yapılan ve doğu'da yalnızca çin'e karşı ortak hareket edileceğini ifade eden anlaşma concert of the powers n.
siyasetçinin ima yolu ile yalnızca belirli bir kesime dokundurduğu beyan dog-whistle n.
yalnızca kısa vadede gerçekleşmesi mümkün görülen hedefler için çalışan siyasi parti üyesi possibilist n.
yalnızca borcu veren ülkenin ürünlerini veya hizmetlerini alma koşuluyla para alan tied adj.
yalnızca yetkili personel tarafından erişilebilen top-secret adj.
yalnızca yetkili personel tarafından bilinen top-secret adj.
yalnızca yetkili personel tarafından erişilebilen top secret adj.
yalnızca yetkili personel tarafından bilinen top secret adj.
yalnızca siyahiler için jim-crow adj.
Media
yalnızca yan bantları yayılan genlik modülasyonlu dalga suppressed carrier modulation n.
Technical
master kilit sistemi içerisinde bir alt-grup kilitten yalnızca birini açmak üzere ayarlanmış anahtar change key n.
su ve gider bağlantısı olmayan, içerisinde yalnızca atık maddeyi kimyasal olarak etkisizleştirmek üzere sıvı dezenfektan bulunan klozet chemical closet [brit] n.
su ve gider bağlantısı olmayan, içerisinde yalnızca atık maddeyi kimyasal olarak etkisizleştirmek üzere sıvı dezenfektan bulunan klozet chemical toilet [usa] n.
yalnızca cam kırığı harmanı verme charging cullet only n.
aynı anda yalnızca tek kişinin geçebildiği u veya v şeklinde bir kapı düzeneği kissing gate n.
açıldığında yalnızca belirlenen miktar kadar sıvıyı akıtan vana measuring faucet n.
sekstanta benzeyip yalnızca 45 derecelik bir açıya sahip, navigasyonda kullanılan bir alet octant n.
kanıtlamaya çalışmaksızın dış nesnelerin gerçekliğini yalnızca fikirlere dayandırarak kabul eden düşünürler cosmothetic idealists n.
yalnızca belirli moleküllerin geçişine izin veren bir zar türü selectively permeable membrane n.
yalnızca sistemin mevcut durumuna bakılarak tahminlerin yapıldığı olasılıksal ve stokastik bir modele ait markovian adj.
yalnızca sistemin mevcut durumuna bakılarak tahminlerin yapıldığı olasılıksal ve stokastik bir model ile ilişkili markovian adj.
yalnızca tek bir darbe kullanan radar iletimi ile ilişkili monopulse adj.
yalnızca hesaplama yapılan (laboratuvar) dry adj.
yalnızca bir kısmı oksijenli olan semioxygenated adj.
Computer
programlanır yalnızca okunur bellek programmable read-only memory n.
silinir programlanır yalnızca okunur bellek erasable programmable read-only memory n.
yalnızca güvenlik duvarı firewall only n.
yalnızca kanatlar flaps only n.
yalnızca benim öğelerim only my items n.
yalnızca canlandırmalar animations only n.
yalnızca disketli sistem diskette-only system n.
yalnızca modem modem only n.
yalnızca g/ç modu i/o only mode n.
yalnızca tablolar only the tables n.
yalnızca hatalar errors only n.
yalnızca düğme button only n.
yalnızca kodlar scripts only n.
yalnızca alt anahtarlar subkeys only n.
yalnızca başlık title only n.
yalnızca istemci client-only n.
yalnızca metni koru keep text only n.
yalnızca en uzunu largest only n.
yalnızca ağ network only n.
yalnızca bir only one n.
yalnızca başlık heading only n.
yalnızca metin ve artalan renkleri only text and background colors n.
yalnızca ileti message only n.
özel biçimlendirme olmaksızın yalnızca ascii karakterleri içeren metin dosyası ascii text file n.
bloglar, vikiler, forumlar gibi etkileşimli deneyimlerin yalnızca bilgiye erişimden daha önemli bir rol oynadığı internet türü web 2.0 n.
yalnızca başka sitelere verilen bağlantılardan oluşan internet sitesi link farm n.
aynı dilin diğer versiyonlarından yalnızca küçük farklar gösteren programlama dili versiyonu dialect n.
bilgisayarda yalnızca giriş doldurmak için kullanılan uydurma veri dummy n.
yalnızca tek bir yüz ile kayıt yapan disk single-sided disk n.
yalnızca okunur read-only adj.
ekranın yalnızca bir kısmını kaplayan windowed adj.
yalnızca belirli bir sürümün dosya ve ayarlarını içeren (sürüm paketi veya yazılım kurulumu) fresh adj.
yalnızca menüdeki menu only expr.
yalnızca yükselt upgrade only expr.
yalnızca biçimlendirme formatting only expr.
yalnızca metin için text only expr.
yalnızca tanım definition only expr.
yalnızca önizleme preview-only expr.
yalnızca ayar settings only expr.
yalnızca sözcükler words only expr.
yalnızca üstbilgi headers only expr.
yalnızca dosyala file only expr.
yalnızca yükle download only expr.
yalnızca sağ sayfa right page only expr.
yalnızca çalışır olduğunda only when up expr.
yalnızca 1. sayfa 1st page only expr.
yalnızca da ea only expr.
yalnızca sahipleri owners only expr.
yalnızca bana gönderilen sent only to me expr.
yalnızca adres address only expr.
yalnızca gösterilecek show only expr.
yalnızca geri çekme recall-only expr.
yalnızca latince metin latin text only expr.
yalnızca bootp bootp only expr.
yalnızca dhcp dhcp only expr.
yalnızca geniş flatbed only expr.
yalnızca eş peer only expr.
yalnızca üst sayfa top page only expr.
yalnızca klasik classic only expr.
yalnızca sağa right only expr.
yalnızca bu anahtar this key only expr.
yalnızca anahat olarak as outline only expr.
yalnızca belgeler documents only expr.
yalnızca görüntüle display only expr.
yalnızca iletiler messages only expr.
yalnızca truetype truetype only expr.
yalnızca bit eşlem bitmap only expr.
yalnızca dosya files only expr.
yalnızca kullanıcılar only users expr.
yalnızca microsoft microsoft only expr.
yalnızca üstbilgi header only expr.
yalnızca dahili kullanım için office use only expr.
yalnızca metni sakla keep text only expr.
yalnızca yetkililer authorized only expr.
yalnızca faksla fax only expr.
yalnızca bütünlük integrity only expr.
yalnızca renk color only expr.
yalnızca dtr dtr only expr.
yalnızca benim için my use only expr.
yalnızca hata günlüğünü tut log errors only expr.
yalnızca özet summary only expr.
yalnızca birincil primary only expr.
yalnızca ses audio only expr.
yalnızca sol sayfa left page only expr.
yalnızca güvenli only secure expr.
yalnızca özellikler properties only expr.
yalnızca metin text only expr.
yalnızca davet et invite only expr.
yalnızca bizim için just us chumps expr.
yalnızca gruplar only groups expr.
yalnızca yapı structure only expr.
yalnızca resim picture only expr.
yalnızca satır başı cr cr only expr.
yalnızca tam sözcükleri bul find whole words only expr.
yalnızca tıklatıldığında only on mouse click expr.
yalnızca üstbilgiler headers only expr.
yalnızca fotoğraf photo only expr.
yalnızca ilk sayfa first page only expr.
yalnızca kuyruk tail only expr.
yalnızca hücrelerde in cells only expr.
yalnızca sola left only expr.
yalnızca ilk harf büyük title case expr.
yalnızca görünür hücreler visible cells only expr.
yalnızca içerik contents only expr.
yalnızca dosyaları göster show files only expr.
yalnızca görüntü video only expr.
yalnızca doğrudan direct only expr.
yalnızca ilk harfler büyük title case expr.
yalnızca paragraf paragraph only expr.
yalnızca karşıdan yükle download only expr.
yalnızca kendilerine ait olanlar only their own expr.
yalnızca insan sesi voice only expr.
yalnızca geri çek recall-only expr.
yalnızca en büyüğe largest only expr.
yalnızca güvenli olmayan only unsecure expr.
yalnızca siyah ve beyaz pure black and white expr.
yalnızca statik static only expr.
yalnızca delta crl delta crl only expr.
Informatics
yazılımın yalnızca programcıların veya yöneticilerin erişebildiği kısmıyla ilgili back-end adj.
Telecom
tek seferde yalnızca bir mesajın iletimine imkan tanıyan dar frekans aralıklı bir iletim tekniği baseband n.
aynı anda yalnızca tek yönde telekomünikasyona izin veren simplex adj.
Mechanic
yalnızca operatör bastığında çalışmaya izin veren güvenlik anahtarı dead man's handle n.
yalnızca operatör bastığında çalışmaya izin veren güvenlik anahtarı dead man's pedal n.
(dişli) yalnızca dişlerin ucu birbirine değecek şekilde yanlış kapanmak butt v.
Textile
yalnızca gerekli olan birkaç parçadan oluşan giysi ve aksesuar koleksiyonu capsule wardrobe n.
yalnızca tabaklanan deri ile ilgili russet adj.
Architecture
triglife benzeyip yalnızca iki oyuğu olan çıkıntılı ve süslü cephe diglyph n.
genellikle bölmesiz geniş mekanlar için kullanılan ve yalnızca kendi ağırlığını taşıyan betonarme kubbeli veya kemer çatı shell n.
Dyeing
her türlü uygulamada yalnızca tek bir rengi veya tonu veren (boya) monogenetic adj.
Automotive
silinebilir programlanabilir yalnızca okunur bellek erasable programmable read-only memory n.
yalnızca okunur bellek programmable read only memory n.
Transportation
yalnızca belirli bir tonajda yük elde edildiğinde çalışan yük treni tonnage train n.
Traffic
otoyol ve caddelerde yalnızca otobüslerin kullanımı için özeleştirilmiş şerit bus only lane n.
otoyol ve caddelerde yalnızca otobüslerin kullanımı için özeleştirilmiş şerit bus lane n.
Railway
trenleri yalnızca tek yönde çalışan (demiryolu) one-track adj.
Aeronautic
yalnızca kargo taşıyan uçak all cargo aircraft n.
yalnızca pilot gücüyle hareket eden bir uçak aviette n.
sokakta yalnızca yük, yolcu bırakıp almak için kullanılan alan loading zone n.
son derece tehlikeli kabul edilip yalnızca yüksek güvenlikli kargo uçaklarıyla taşınabilen kargo controlled dangerous air cargo n.
yalnızca aletleri kullanarak uçmak fly blind v.
Marine
rehni yalnızca yük olan deniz ödüncü respondentia n.
normalde yalnızca iki sıra dikişle birleştirilen iki yelken bezinin birleştiği yerde yapılan ekstra orta dikiş monk's seam n.
normalde yalnızca iki sıra dikişle birleştirilen iki yelken bezinin birleştiği yerde yapılan ekstra orta dikiş monk seam n.
yalnızca gündüz görülebilen yön bulma işareti veya yapısı daymark n.
yalnızca gündüz görülebilen yön bulma işareti veya yapısı daymark n.
(denizaltı) suyun üzerinde yalnızca boru tertibatı görünecek şekilde dizel motorlarla çalışmak snorkel v.
(gemide) yalnızca safra olan in ballast trim adj.
yalnızca köşelerden bağlanan (yelken) flying adj.
yalnızca tatlı suda seyretmeye alışkın freshwater adj.
Mining
yalnızca bir kez haddelenen demir çubuk muck bar n.
Medical
yalnızca üç renk gören kimse trichromat n.
yalnızca kız çocuğu doğurma thelytocia n.
yalnızca bir taraftaki vertebral laminanın çıkarılması hemilaminectomy n.
yalnızca bir taraftaki omur lamının çıkarılması hemilaminectomy n.
yalnızca solunumsal hareketlilik hissetmesi ile oksijeni muhafaza eden bir alet demand oxygen delivery device n.
yalnızca tek tarafından açılan fistül incomplete fistula n.
yalnızca dıştan iyileşen yara sursanure [obsolete] n.
(kan örneği) yalnızca mikroskobik incelemeyle saptanabilir occult adj.
(kan örneği) yalnızca kimyasal analizle saptanabilir occult adj.
Anatomy
yalnızca bir ucu açık olan kese benzeri yapı cul de sac n.
Psychology
yalnızca belirli şeyleri hatırlama yetisi selective memory n.
yalnızca psikolojik test verilerinden elde edilen blind adj.
Physiology
kalbin yalnızca bir karıncığının kasılması hemisystole n.
yalnızca kaba uyaranlara yanıt veren (deri hassasiyeti) protopathic adj.
Pathology
ebeveynlerden yalnızca birinin doğurgan olduğu melezlerde görülen kısırlık dysgenesis n.
yalnızca insanlarda görülen hafif semptomlu bir grip türü influenza b n.
yalnızca insanlarda görülen hafif seyirli bir grip türü influenza c n.
gözün üç ana renkten yalnızca ikisini görebilmesi dichromacy n.
gözün üç ana renkten yalnızca ikisini görebilmesi dichromasy n.
gözün üç ana renkten yalnızca ikisini görebilmesi dichromia n.
üç ana renkten yalnızca ikisini görebildiği bir renk körlüğü dichromation n.
üç ana renkten yalnızca ikisinin görülebilmesi dichromism n.
hastanın yalnızca dik dururken nefes alabildiği bir solunum yolu rahatsızlığı orthopny n.
yalnızca iki ana rengi ve karışımlarını algılayabilen dichromatic adj.
yalnızca iki ana rengi görebilen dichromatic adj.
Pharmaceutics
yalnızca ağızdan alınan bir nonsteroidal antiinflamatuvar ilaç diclofenac sodium n.
Optics
yalnızca özel bir açıdan bakılınca görünecek şekilde çarpıtılmış görüntü oluşturmakta kullanılan optik cihaz anamorphoser n.
yalnızca özel bir açıdan bakılınca görünecek şekilde çarpıtılmış görüntü üretmekte kullanılan mercek anamorphote lens n.
yalnızca sınırlı bir dalga boyu aralığında kullanılan optik parça monochromat n.
gözün yalnızca tek bir meridyeninde miyopluk bulunması myopic astigmatism n.
yalnızca iki optik yüzeyi bulunan (mercek) simple adj.
Veterinary
yalnızca buğday kepeği yiyen atlarda kandaki fosfor miktarının düşük olmasından kaynaklanan osteofibroz hastalığı miller's disease n.
Printing
(dizgi makinesi matrisi) yalnızca elle yerleştirilebilen pi adj.
Math
(diferansiyel denklemin değişkenlerini) bağımsız ve bağımlı değişkenlerin diferansiyelleri yalnızca bu değişkenlerin fonksiyonları olacak şekilde yazmak separate v.
yalnızca tek bir argümenti olan monadal adj.
yalnızca tam sayı içeren (kesir) simple adj.
(ölçümler) yalnızca yüzey alanını kapsayan superficial adj.
Geometry
yalnızca güç açısından ölçekteş olan iki çizginin toplamı olan bir çizgiyle ilgili bimedial adj.
yalnızca tepede temas edip ortak kenarı bulunmayan ve genelde toplamı 180 derece olmayan (iki doğrunun kesişimiyle oluşan iki açı) opposite adj.
Logic
yalnızca her iki terimin de doğru olması durumunda doğru değeri veren mantık işleci and n.
iki girdiden yalnızca biri doğru olduğunda çıktısı doğru olan mantıksal operatör xor n.
matematiğin sonsuz kümelerin özelliklerini net şekilde kavrayamayacağı ve yalnızca kanıtlanabilir önermelerin doğru olarak ileri sürülebileceği teorisi intuitionalism n.
yalnızca kanıtlanabilir önermelerin doğru olarak ileri sürülebileceği görüşüyle mantık ve matematiğin yeniden şekillendirilmesi intuitionalism n.
matematiğin sonsuz kümelerin özelliklerini net şekilde kavrayamayacağı ve yalnızca kanıtlanabilir önermelerin doğru olarak ileri sürülebileceği teorisi intuitionism n.
yalnızca kanıtlanabilir önermelerin doğru olarak ileri sürülebileceği görüşüyle mantık ve matematiğin yeniden şekillendirilmesi intuitionism n.
yalnızca sonlu adım içeren unsurların matematiğin alanına girdiği görüşü finitism n.
sınıfın yalnızca bir kısmını konu alan önerme particular proposition n.
doğruluğu veya yanlışlığı yalnızca deneyle ispatlanabilir olan (önerme) contingent adj.
Physics
aktif bir iş yapmayıp yalnızca basınç oluşturan kuvvet vis mortua n.
Chemistry
maddeleri birbirinden ayrılmış ve yalnızca ateşleme ile kimyasal olarak birleşen fünye chemical fuze n.
yalnızca kimyasal etki ile ilişkili ışın dizini chemical spectrum n.
yalnızca türevlerinin formunda mevcut olan bir asit allophanic acid n.
yalnızca bir tane asidik hidrojen atomu içeren asit monacid n.
yalnızca bir amido grubu içeren amido bileşiği monamide n.
yalnızca tek bir asidik hidrojen atomuna sahip atom monoacid n.
yalnızca su ile tepkimeye giren bir enzim hydrolytic ferment n.
tuz veya ester oluşturmak üzere yalnızca bir monobazik asit molekülü ile reaksiyona giren monacid adj.
yalnızca bir molekül kalınlığında olan monomolecular adj.
yalnızca iki orbital içeren (molekül) dicyclic adj.
yalnızca tuzları bilinen varsayımsal bir altın sülfasidine ait veya ilgili sulphauric adj.
Biology
canlı organizmaların yalnızca başka canlı organizmalardan türeyebileceği ilkesi biogenesis n.
kalıtsal özelliklerin yalnızca hücre plazması yoluyla iletildiği teorisi blastogenesis n.
genetik özelliklerin yalnızca dişiler aracılığıyla kalıtılması hologyny n.
yalnızca düşük tuz konsantrasyonlarına dayanabilen halofit glycophyte n.
eş kalıtsal bir organizmada yalnızca ikisi bulunabilen üç veya daha fazla alelden oluşan dizilere verilen ad multiple allele n.
eş kalıtsal bir organizmada yalnızca ikisi bulunabilen üç veya daha fazla alelden oluşan dizi multiple factor n.
yalnızca antijen hususunda birbirinden ayrılan mikroorganizmalar grubu serogroup n.
yalnızca dişi döl veren thelytokous adj.
yalnızca dişi yavru doğuran thelytokous adj.
yalnızca dişi döl veren thelyotokous adj.
yalnızca dişi yavru doğuran thelyotokous adj.
yalnızca konakçı türler dışındaki hücrelerde çoğalan xenotropic adj.
yalnızca erkek soyundan kalıtılan holandric adj.
yalnızca dişilerde sonraki nesillere geçen hologynic adj.