|
Kategori |
İngilizce |
Türkçe |
|
General |
|
1 |
Genel |
be a cliché f.
|
klişe olmak |
|
2 |
Genel |
aid and abet someone [cliché] f.
|
birine yardım etmek |
|
3 |
Genel |
aid and abet someone [cliché] f.
|
birini kışkırtmak |
|
4 |
Genel |
aid and abet someone [cliché] f.
|
birini teşvik etmek |
|
5 |
Genel |
aid and abet someone [cliché] f.
|
birini dolduruşa getirmek |
|
6 |
Genel |
aid and abet someone [cliché] f.
|
birini kızıştırmak |
|
7 |
Genel |
aid and abet someone [cliché] f.
|
birinin suçuna ortak olmak |
|
8 |
Genel |
aid and abet someone [cliché] f.
|
birine yardım etmek |
|
9 |
Genel |
aid and abet someone [cliché] f.
|
birini kışkırtmak |
|
10 |
Genel |
aid and abet someone [cliché] f.
|
birini teşvik etmek |
|
11 |
Genel |
aid and abet someone [cliché] f.
|
birini dolduruşa getirmek |
|
12 |
Genel |
aid and abet someone [cliché] f.
|
birini kızıştırmak |
|
13 |
Genel |
aid and abet someone [cliché] f.
|
birinin suçuna ortak olmak |
|
Phrasals |
|
14 |
Öbek Fiiller |
circle gets the square [cliché] f.
|
doğruya doğru |
|
|
15 |
Öbek Fiiller |
circle gets the square [cliché] f.
|
çok doğru |
|
16 |
Öbek Fiiller |
circle gets the square [cliché] f.
|
hakkın var |
|
Proverb |
|
17 |
Atasözü |
comedy equals tragedy plus time [cliché]
|
komedi eşittir trajedi artı zaman |
|
18 |
Atasözü |
comedy equals tragedy plus time [cliché]
|
trajedi artı zaman eşittir komedi |
|
19 |
Atasözü |
comedy equals tragedy plus time [cliché]
|
trajik, zor, rahatsız edici her şey üzerinden yeterince zaman geçtikten sonra mizahın konusu olabilir |
|
20 |
Atasözü |
humor equals tragedy plus time [cliché]
|
mizah eşittir trajedi artı zaman |
|
21 |
Atasözü |
humor equals tragedy plus time [cliché]
|
trajedi artı zaman eşittir mizah |
|
22 |
Atasözü |
humor equals tragedy plus time [cliché]
|
trajik, zor, rahatsız edici her şey üzerinden yeterince zaman geçtikten sonra mizahın konusu olabilir/komediye dönüşebilir |
|
23 |
Atasözü |
humor equals tragedy plus time [cliché]
|
komedi, üzerinden yeterince zaman geçmiş trajedidir |
|
24 |
Atasözü |
humor equals tragedy plus time [cliché]
|
mizah, trajedi artı zamandır |
|
25 |
Atasözü |
better (be) safe than sorry [cliché]
|
korkulu rüya görmektense uyanık yatmak iyidir |
|
26 |
Atasözü |
better (be) safe than sorry [cliché]
|
sonradan dizini dövmektense önceden önlem almak/dikkatli olmak iyidir |
|
27 |
Atasözü |
better (be) safe than sorry [cliché]
|
pişman olacağına sağlamcı davran |
|
28 |
Atasözü |
you learn something new every day [cliché]
|
her gün yeni bir şey öğrenirsin |
|
Colloquial |
|
29 |
Konuşma Dili |
is that a (something) in your pocket or are you just pleased to see me [cliché] expr.
|
cebinde (bir şey) mi var yoksa beni gördüğüne mi heyecanlandın |
|
30 |
Konuşma Dili |
is that a (something) in your pocket or are you just pleased to see me [cliché] expr.
|
cebinde muz, silah, salatalık mı taşıyorsun yoksa beni gördüğüne çok mu sevindin |
|
31 |
Konuşma Dili |
is that a (something) in your pocket or are you just pleased to see me [cliché] expr.
|
cebinde (bir şey) mi var yoksa beni gördün diye ereksiyon mu oldun |
|
32 |
Konuşma Dili |
pobody's nerfect (an intentional spoonerism of "nobody's perfect") [cliché] expr.
|
hatasız kul olmaz |
|
33 |
Konuşma Dili |
pobody's nerfect (an intentional spoonerism of "nobody's perfect") [cliché] expr.
|
kimse mükemmel değildir |
|
34 |
Konuşma Dili |
pobody's nerfect (an intentional spoonerism of "nobody's perfect") [cliché] expr.
|
herkes hata yapar |
|
|
35 |
Konuşma Dili |
pobody's nerfect (an intentional spoonerism of "nobody's perfect") [cliché] expr.
|
herkesin kusurları vardır |
|
36 |
Konuşma Dili |
(do) (you) come here often? [cliché] expr.
|
buraya sık gelir misin? (cinsel/romantik anlamda hoşlanılan kimseyle muhabbete girmek için sorulan soru) |
|
37 |
Konuşma Dili |
(I'll) see you in hell! [cliché] expr.
|
cehennemde görüşürüz |
|
38 |
Konuşma Dili |
(I'll) see you in hell! [cliché] expr.
|
cehenneme git |
|
39 |
Konuşma Dili |
(I'll) see you in hell! [cliché] expr.
|
cehenneme kadar yolun var |
|
40 |
Konuşma Dili |
(it's all) greek to (one) [cliché ] expr.
|
(birine) çok yabancı |
|
41 |
Konuşma Dili |
(it's all) greek to (one) [cliché ] expr.
|
(birinin) anlayamayacağı bir şey |
|
42 |
Konuşma Dili |
(it's all) greek to (one) [cliché ] expr.
|
(birinin) anlaması imkansız bir şey |
|
43 |
Konuşma Dili |
(it's all) greek to (one) [cliché ] expr.
|
(birinin) anlayabileceği bir şey değil |
|
44 |
Konuşma Dili |
because is why [cliché] expr.
|
çünkü öyle gerekiyor |
|
45 |
Konuşma Dili |
because is why [cliché] expr.
|
çünkü öyle |
|
46 |
Konuşma Dili |
because is why [cliché] expr.
|
nedeni yok |
|
47 |
Konuşma Dili |
because is why [cliché] expr.
|
öyle işte |
|
48 |
Konuşma Dili |
because reasons [cliché] expr.
|
çünkü öyle gerekiyor |
|
49 |
Konuşma Dili |
because reasons [cliché] expr.
|
çünkü öyle |
|
50 |
Konuşma Dili |
because reasons [cliché] expr.
|
nedeni yok |
|
51 |
Konuşma Dili |
because reasons [cliché] expr.
|
öyle işte |
|
52 |
Konuşma Dili |
ding, ding, ding, we have a winner! [cliché] expr.
|
ve işte kazanan! |
|
53 |
Konuşma Dili |
ding, ding, ding, we have a winner! [cliché] expr.
|
yarışmanın kazananı belli oldu! |
|
54 |
Konuşma Dili |
ding, ding, ding, we have a winner! [cliché] expr.
|
ve doğru cevap! |
|
55 |
Konuşma Dili |
ding, ding, ding, we have a winner! [cliché] expr.
|
doğru cevap, kazandınız! |
|
56 |
Konuşma Dili |
ding, ding, ding, we have a winner! [cliché] expr.
|
soruyu bildiniz ve kazandınız! |
|
57 |
Konuşma Dili |
do not try this at home [cliché] expr.
|
bunu evde denemeyin |
|
58 |
Konuşma Dili |
do not try this at home [cliché] expr.
|
bunu evde denemeyiniz |
|
59 |
Konuşma Dili |
do not try this at home [cliché] expr.
|
bunu kendiniz denemeyiniz |
|
60 |
Konuşma Dili |
eat at joe's [cliché] expr.
|
restoranımıza bekleriz |
|
61 |
Konuşma Dili |
eat at joe's [cliché] expr.
|
restoran reklamı yapmak için kullanılan standart bir ifade |
|
62 |
Konuşma Dili |
(It) (just) goes without saying [cliché] expr.
|
söylemeye gerek yok |
|
63 |
Konuşma Dili |
(It) (just) goes without saying [cliché] expr.
|
gayet açık ki |
|
64 |
Konuşma Dili |
(It) (just) goes without saying [cliché] expr.
|
(şunu) söylemeye gerek bile yok |
|
65 |
Konuşma Dili |
(It) (just) goes without saying [cliché] expr.
|
tabii ki |
|
66 |
Konuşma Dili |
how's the weather up there? [cliché] expr.
|
orada/yukarıda havalar nasıl? |
|
67 |
Konuşma Dili |
if you ain't dutch, you ain't much [cliché] [humorous] expr.
|
hollandalı değilsen hiçbir şey değilsin |
|
68 |
Konuşma Dili |
if you ain't dutch, you ain't much [cliché] [humorous] expr.
|
hollandalı değilsen pek bir şey değilsin |
|
69 |
Konuşma Dili |
if you ain't dutch, you ain't much [cliché] [humorous] expr.
|
hollandalı değilsen pek işe yaramazsın |
|
70 |
Konuşma Dili |
if you're not dutch, you're not much [cliché] expr.
|
hollandalı değilsen hiçbir şey değilsin |
|
71 |
Konuşma Dili |
if you're not dutch, you're not much [cliché] expr.
|
hollandalı değilsen pek bir şey değilsin |
|
72 |
Konuşma Dili |
if you're not dutch, you're not much [cliché] expr.
|
hollandalı değilsen pek işe yaramazsın |
|
73 |
Konuşma Dili |
ikiwisi (I'll know it when I see it) [cliché] expr.
|
görmeden bilemem |
|
74 |
Konuşma Dili |
is that the time? [cliché] expr.
|
saat kaç olmuş! |
|
|
75 |
Konuşma Dili |
is that the time? [cliché] expr.
|
saat o kadar olmuş mu? |
|
76 |
Konuşma Dili |
is that the time? [cliché] expr.
|
saat o kadar geç mi olmuş? |
|
77 |
Konuşma Dili |
is that the time? [cliché] expr.
|
saat ne kadar ilerlemiş! |
|
78 |
Konuşma Dili |
is that the time? [cliché] expr.
|
saat ne kadar geç olmuş! |
|
79 |
Konuşma Dili |
my eyes are up here [cliché] expr.
|
gözlerim yukarıda |
|
80 |
Konuşma Dili |
my eyes are up here [cliché] expr.
|
(vücudumun başka bir noktasına, göğüslerime bakakaldın ama) gözlerim burada |
|
81 |
Konuşma Dili |
my eyes are up here [cliché] expr.
|
(baktığın yere dikkat et) gözlerim üst tarafta |
|
82 |
Konuşma Dili |
n'est-ce pas [cliché] expr.
|
değil mi? |
|
83 |
Konuşma Dili |
n'est-ce pas [cliché] expr.
|
öyle değil mi? |
|
84 |
Konuşma Dili |
temper temper [cliché] expr.
|
sakin ol |
|
85 |
Konuşma Dili |
temper temper [cliché] expr.
|
sinirlenme |
|
86 |
Konuşma Dili |
temper temper [cliché] expr.
|
kızma |
|
87 |
Konuşma Dili |
temper temper [cliché] expr.
|
hiddetlenme |
|
88 |
Konuşma Dili |
that's for me to know and you to find out [cliché] expr.
|
biliyorum ama söylemem |
|
89 |
Konuşma Dili |
that's for me to know and you to find out [cliché] expr.
|
biliyorum ama bu cevabı sen kendin bul |
|
90 |
Konuşma Dili |
that's for me to know and you to find out [cliché] expr.
|
cevabı ben biliyorum ama sen sabret ve öğren |
|
91 |
Konuşma Dili |
who is guarding the guards? [cliché] expr.
|
baştakileri kim denetliyor? |
|
92 |
Konuşma Dili |
who is guarding the guards? [cliché] expr.
|
yetkilileri kim kontrol ediyor? |
|
93 |
Konuşma Dili |
who is watching the watchers? [cliché] expr.
|
baştakileri kim denetliyor? |
|
94 |
Konuşma Dili |
who is watching the watchers? [cliché] expr.
|
yetkilileri kim kontrol ediyor? |
|
95 |
Konuşma Dili |
who watches the watchers? [cliché] expr.
|
baştakileri kim denetleyecek/denetliyor? |
|
96 |
Konuşma Dili |
who watches the watchers? [cliché] expr.
|
yetkilileri kim kontrol edecek/ediyor? |
|
97 |
Konuşma Dili |
x's and y's and z's, oh my! [cliché] expr.
|
aman tanrım, çok fazla x, y ve z! |
|
98 |
Konuşma Dili |
x's and y's and z's, oh my! [cliché] expr.
|
aman tanrım, ne çok x, y ve z! |
|
99 |
Konuşma Dili |
you won't get away with it [cliché] expr.
|
paçayı kurtaramayacaksın |
|
100 |
Konuşma Dili |
you won't get away with it [cliché] expr.
|
yakayı sıyıramayacaksın |
|
101 |
Konuşma Dili |
you won't get away with it [cliché] expr.
|
bu yanına kar kalmaz |
|
102 |
Konuşma Dili |
you won't get away with it [cliché] expr.
|
kaçışın/kurtuluşun yok |
|
103 |
Konuşma Dili |
you won't get away with this [cliché] expr.
|
paçayı kurtaramayacaksın |
|
104 |
Konuşma Dili |
you won't get away with this [cliché] expr.
|
yakayı sıyıramayacaksın |
|
105 |
Konuşma Dili |
you won't get away with this [cliché] expr.
|
bu yanına kar kalmaz |
|
106 |
Konuşma Dili |
you won't get away with this [cliché] expr.
|
kaçışın/kurtuluşun yok |
|
107 |
Konuşma Dili |
you'll never get away with it [cliché] expr.
|
kaçışın/kurtuluşun yok |
|
108 |
Konuşma Dili |
you'll never get away with it [cliché] expr.
|
paçayı kurtaramayacaksın |
|
109 |
Konuşma Dili |
you'll never get away with it [cliché] expr.
|
yakayı sıyıramayacaksın |
|
110 |
Konuşma Dili |
you'll never get away with it [cliché] expr.
|
yaptığın cezasız kalmayacak |
|
111 |
Konuşma Dili |
you'll never get away with it [cliché] expr.
|
yaptığın yanına kar kalmayacak |
|
112 |
Konuşma Dili |
you'll never get away with this [cliché] expr.
|
kaçışın/kurtuluşun yok |
|
113 |
Konuşma Dili |
you'll never get away with this [cliché] expr.
|
paçayı kurtaramayacaksın |
|
114 |
Konuşma Dili |
you'll never get away with this [cliché] expr.
|
yakayı sıyıramayacaksın |
|
115 |
Konuşma Dili |
you'll never get away with this [cliché] expr.
|
yaptığın cezasız kalmayacak |
|
116 |
Konuşma Dili |
you'll never get away with this [cliché] expr.
|
yaptığın yanına kar kalmayacak |
|
Idioms |
|
117 |
Deyim |
a gentleman and a scholar [cliché] i.
|
beyefendi bir insan |
|
118 |
Deyim |
a gentleman and a scholar [cliché] i.
|
takdire şayan bir kişi |
|
119 |
Deyim |
a gentleman and a scholar [cliché] i.
|
saygıdeğer bir kişi |
|
120 |
Deyim |
rising tide [cliché] i.
|
yukarı doğru bir meyil |
|
121 |
Deyim |
rising tide [cliché] i.
|
yükselme |
|
122 |
Deyim |
rising tide [cliché] i.
|
yükseliş |
|
123 |
Deyim |
rising tide [cliché] i.
|
yukarı doğru bir dalgalanma |
|
124 |
Deyim |
rising tide [cliché] i.
|
güçlü/ciddi bir yükseliş |
|
125 |
Deyim |
rising tide [cliché] i.
|
yükselen grafik/oran |
|
126 |
Deyim |
a sign of things to come [cliché] i.
|
gelecekte olacakların işareti |
|
127 |
Deyim |
a sign of things to come [cliché] i.
|
olacak şeylerin işareti |
|
128 |
Deyim |
a sign of things to come [cliché] i.
|
olacakların habercisi |
|
129 |
Deyim |
a sign of things to come [cliché] i.
|
olacakların alameti |
|
130 |
Deyim |
a sign of things to come [cliché] i.
|
ileride olacakların göstergesi |
|
131 |
Deyim |
a sign of things to come [cliché] i.
|
ileride neyin popüler olacağına dair bir işaret |
|
132 |
Deyim |
a cast of thousands [cliché] i.
|
binlerce insan |
|
133 |
Deyim |
a cast of thousands [cliché] i.
|
büyük bir kalabalık |
|
134 |
Deyim |
a cast of thousands [cliché] i.
|
büyük bir güruh |
|
135 |
Deyim |
a cast of thousands [cliché] i.
|
çok büyük bir grup insan |
|
136 |
Deyim |
the dictates of conscience [cliché] i.
|
vicdana yön veren ilkeler |
|
137 |
Deyim |
the dictates of conscience [cliché] i.
|
kişinin doğru bildiği ilkeler bütünü |
|
138 |
Deyim |
the dictates of conscience [cliché] i.
|
vicdanın direktifleri |
|
139 |
Deyim |
the dictates of conscience [cliché] i.
|
vicdanın sesi |
|
140 |
Deyim |
the dictates of conscience [cliché] i.
|
vicdani değerler |
|
141 |
Deyim |
the dictates of conscience [cliché] i.
|
vicdanen doğru olduğuna inanılan/doğru bulunan şeyler |
|
142 |
Deyim |
the dictates of conscience [cliché] i.
|
vicdanın dedikleri |
|
143 |
Deyim |
the dictates of conscience [cliché] i.
|
vicdanın emri |
|
144 |
Deyim |
unmitigated disaster [cliché] i.
|
tam bir felaket |
|
145 |
Deyim |
unmitigated disaster [cliché] i.
|
tam bir facia |
|
146 |
Deyim |
unmitigated disaster [cliché] i.
|
felaketin/facianın daniskası |
|
147 |
Deyim |
unmitigated disaster [cliché] i.
|
tam bir afet |
|
148 |
Deyim |
unmitigated disaster [cliché] i.
|
tam bir yıkım |
|
149 |
Deyim |
unmitigated disaster [cliché] i.
|
tam bir talihsizlik |
|
150 |
Deyim |
fickle fortunes [cliché] i.
|
değişken durumlar/sonuçlar |
|
151 |
Deyim |
fickle fortune [cliché] i.
|
değişken durumlar/sonuçlar |
|
152 |
Deyim |
god's (own) country [cliché] i.
|
el değmemiş doğa |
|
153 |
Deyim |
god's (own) country [cliché] i.
|
güzel kırsal bölge |
|
154 |
Deyim |
god's (own) country [cliché] i.
|
uzak, kıyıda köşede kalmış yerler |
|
155 |
Deyim |
god's (own) country [cliché] i.
|
doğal ve sakin yerler |
|
156 |
Deyim |
gottle of geer [cliché] i.
|
karnından konuşanları taklit/temsil etmek için kullanılan bir ifade |
|
157 |
Deyim |
offer one cannot refuse [cliché] i.
|
birinin reddedemeyeceği teklif |
|
158 |
Deyim |
do not pass go, do not collect $200 [cliché] f.
|
doğruca bir yere gitmek |
|
159 |
Deyim |
do not pass go, do not collect $200 [cliché] f.
|
hiçbir yere takılmadan bir yere gitmek |
|
160 |
Deyim |
do not pass go, do not collect $200 [cliché] f.
|
oyalanmadan bir yere gitmek |
|
161 |
Deyim |
do not pass go, do not collect $200 [cliché] f.
|
dosdoğru bir yere gitmek |
|
162 |
Deyim |
do not pass go, do not collect $200 [cliché] f.
|
sağa sola takılmadan bir yere gitmek |
|
163 |
Deyim |
do not pass go, do not collect $200 [cliché] f.
|
direkt bir yere gitmek |
|
164 |
Deyim |
do not pass go, do not collect $200 [cliché] f.
|
doğruca bir şey yapmak |
|
165 |
Deyim |
do not pass go, do not collect $200 [cliché] f.
|
direkt bir şey yapmak |
|
166 |
Deyim |
do not pass go, do not collect $200 [cliché] f.
|
hiç oyalanmadan bir şey yapmak |
|
167 |
Deyim |
do not pass go, do not collect $200 [cliché] f.
|
hemen bir şey yapmak |
|
168 |
Deyim |
do not pass go, do not collect two hundred dollars [cliché] f.
|
doğruca bir yere gitmek |
|
169 |
Deyim |
do not pass go, do not collect two hundred dollars [cliché] f.
|
hiçbir yere takılmadan bir yere gitmek |
|
170 |
Deyim |
do not pass go, do not collect two hundred dollars [cliché] f.
|
oyalanmadan bir yere gitmek |
|
171 |
Deyim |
do not pass go, do not collect two hundred dollars [cliché] f.
|
dosdoğru bir yere gitmek |
|
172 |
Deyim |
do not pass go, do not collect two hundred dollars [cliché] f.
|
sağa sola takılmadan bir yere gitmek |
|
173 |
Deyim |
do not pass go, do not collect two hundred dollars [cliché] f.
|
direkt bir yere gitmek |
|
174 |
Deyim |
do not pass go, do not collect two hundred dollars [cliché] f.
|
doğruca bir şey yapmak |
|
175 |
Deyim |
do not pass go, do not collect two hundred dollars [cliché] f.
|
direkt bir şey yapmak |
|
176 |
Deyim |
do not pass go, do not collect two hundred dollars [cliché] f.
|
hiç oyalanmadan bir şey yapmak |
|
177 |
Deyim |
do not pass go, do not collect two hundred dollars [cliché] f.
|
hemen bir şey yapmak |
|
178 |
Deyim |
aid and abet someone [cliché] f.
|
birine yardım etmek |
|
179 |
Deyim |
aid and abet someone [cliché] f.
|
birini yanlış bir şey yapmaya teşvik etmek |
|
180 |
Deyim |
aid and abet someone [cliché] f.
|
birini azmettirmek |
|
181 |
Deyim |
beg, borrow, or steal [cliché] f.
|
altından girip üstünden çıkmak |
|
182 |
Deyim |
beg, borrow, or steal [cliché] f.
|
her ne şekilde/ne yoldan olursa olsun yapmak/elde etmek |
|
183 |
Deyim |
beg, borrow, or steal [cliché] f.
|
her yolu denemek |
|
184 |
Deyim |
blow to smithereens [cliché] f.
|
(patlama sonrası) paramparça olmak |
|
185 |
Deyim |
blow to smithereens [cliché] f.
|
havaya uçmak |
|
186 |
Deyim |
do not pass go [cliché] f.
|
doğruca gitmek |
|
187 |
Deyim |
do not pass go [cliché] f.
|
hiçbir yere takılmadan gitmek |
|
188 |
Deyim |
do not pass go [cliché] f.
|
oyalanmadan gitmek/yapmak |
|
189 |
Deyim |
do not pass go [cliché] f.
|
dosdoğru gitmek |
|
190 |
Deyim |
do not pass go [cliché] f.
|
sağa sola takılmadan gitmek |
|
191 |
Deyim |
do not pass go [cliché] f.
|
direkt gitmek/yapmak |
|
192 |
Deyim |
do not pass go [cliché] f.
|
hemen gitmek/yapmak |
|
193 |
Deyim |
run it up the flagpole (and see who salutes) [cliché] f.
|
deneyip tepkileri ölçmek/görmek |
|
194 |
Deyim |
run it up the flagpole (and see who salutes) [cliché] f.
|
deneyip kabul görüp görmediğini ölçmek |
|
195 |
Deyim |
run it up the flagpole (and see who salutes) [cliché] f.
|
deneyip kimlerin kabul ettiğini görmek |
|
196 |
Deyim |
run it up the flagpole (and see who salutes) [cliché] f.
|
nabız yoklamak |
|
197 |
Deyim |
run it up the flagpole (and see who salutes) [cliché] f.
|
nabız yoklaması yapmak |
|
198 |
Deyim |
good as gold [cliché] s.
|
iyi |
|
199 |
Deyim |
good as gold [cliché] s.
|
terbiyeli |
|
200 |
Deyim |
good as gold [cliché] s.
|
uslu |
|
201 |
Deyim |
good as gold [cliché] s.
|
uysal |
|
202 |
Deyim |
hungry as a bear [cliché] s.
|
kurt gibi aç |
|
203 |
Deyim |
hungry as a hunter [cliché] s.
|
kurt gibi aç |
|
204 |
Deyim |
made for each other [cliché] s.
|
birbiri için yaratılmış |
|
205 |
Deyim |
made for each other [cliché] s.
|
birbirleri için yaratılmış |
|
206 |
Deyim |
much sought after (cliché) s.
|
çok rağbette olan |
|
207 |
Deyim |
much sought after (cliché) s.
|
çok rağbet gören |
|
208 |
Deyim |
(just) crazy enough to work [cliché] expr.
|
işe yarayabilecek kadar saçma |
|
209 |
Deyim |
(just) crazy enough to work [cliché] expr.
|
işe yarayabilecek kadar uçuk |
|
210 |
Deyim |
(just) crazy enough to work [cliché] expr.
|
işe yarayabilecek kadar alışılmışın dışında |
|
211 |
Deyim |
(just) crazy enough to work [cliché] expr.
|
işe yarayabilecek kadar çılgınca |
|
212 |
Deyim |
(just) crazy enough to work [cliché] expr.
|
çılgınca/saçma olsa da işe yarama olasılığı olan |
|
213 |
Deyim |
(just) crazy enough to work [cliché] expr.
|
sıra dışı/alışılmamış olsa da işe yaraması muhtemel |
|
214 |
Deyim |
crazy enough (that) it just might work [cliché] expr.
|
o kadar saçma ki işe yarayabilir |
|
215 |
Deyim |
crazy enough (that) it just might work [cliché] expr.
|
o kadar sıra dışı bir fikir ki işe yarayabilir |
|
216 |
Deyim |
crazy enough (that) it just might work [cliché] expr.
|
çok uçuk bir fikir ama işe de yarayabilir |
|
217 |
Deyim |
crazy enough (that) it just might work [cliché] expr.
|
çılgınca bir fikir ama işe yarayabilir |
|
218 |
Deyim |
crazy enough (that) it just might work [cliché] expr.
|
saçma bir fikir ama işe de yarayabilir |
|
219 |
Deyim |
crazy enough (that) it just might work [cliché] expr.
|
işe yarayabilecek kadar saçma |
|
220 |
Deyim |
crazy enough (that) it just might work [cliché] expr.
|
işe yarayabilecek kadar uçuk |
|
221 |
Deyim |
crazy enough (that) it just might work [cliché] expr.
|
işe yarayabilecek kadar alışılmışın dışında |
|
222 |
Deyim |
crazy enough (that) it just might work [cliché] expr.
|
işe yarayabilecek kadar çılgınca |
|
223 |
Deyim |
crazy enough (that) it just might work [cliché] expr.
|
çılgınca/saçma olsa da işe yarama olasılığı olan |
|
224 |
Deyim |
crazy enough (that) it just might work [cliché] expr.
|
sıra dışı/alışılmamış olsa da işe yaraması muhtemel |
|
225 |
Deyim |
crazy enough (that) it might actually work [cliché] expr.
|
o kadar saçma ki aslında işe yarayabilir |
|
226 |
Deyim |
crazy enough (that) it might actually work [cliché] expr.
|
o kadar sıra dışı bir fikir ki aslında işe yarayabilir |
|
227 |
Deyim |
crazy enough (that) it might actually work [cliché] expr.
|
çok uçuk bir fikir ama işe de yarayabilir |
|
228 |
Deyim |
crazy enough (that) it might actually work [cliché] expr.
|
çılgınca bir fikir ama işe yarayabilir |
|
229 |
Deyim |
crazy enough (that) it might actually work [cliché] expr.
|
saçma bir fikir ama işe de yarayabilir |
|
230 |
Deyim |
crazy enough (that) it might actually work [cliché] expr.
|
aslında işe yarayabilecek kadar saçma |
|
231 |
Deyim |
crazy enough (that) it might actually work [cliché] expr.
|
aslında işe yarayabilecek kadar uçuk |
|
232 |
Deyim |
crazy enough (that) it might actually work [cliché] expr.
|
aslında işe yarayabilecek kadar alışılmışın dışında |
|
233 |
Deyim |
crazy enough (that) it might actually work [cliché] expr.
|
aslında işe yarayabilecek kadar çılgınca |
|
234 |
Deyim |
crazy enough (that) it might actually work [cliché] expr.
|
çılgınca/saçma olsa da aslında işe yarama olasılığı olan |
|
235 |
Deyim |
crazy enough (that) it might actually work [cliché] expr.
|
sıra dışı/alışılmamış olsa da aslında işe yaraması muhtemel |
|
236 |
Deyim |
crazy enough (that) it might just work [cliché] expr.
|
o kadar saçma ki işe yarayabilir |
|
237 |
Deyim |
crazy enough (that) it might just work [cliché] expr.
|
o kadar sıra dışı bir fikir ki işe yarayabilir |
|
238 |
Deyim |
crazy enough (that) it might just work [cliché] expr.
|
çok uçuk bir fikir ama işe de yarayabilir |
|
239 |
Deyim |
crazy enough (that) it might just work [cliché] expr.
|
çılgınca bir fikir ama işe yarayabilir |
|
240 |
Deyim |
crazy enough (that) it might just work [cliché] expr.
|
saçma bir fikir ama işe de yarayabilir |
|
241 |
Deyim |
crazy enough (that) it might just work [cliché] expr.
|
işe yarayabilecek kadar saçma |
|
242 |
Deyim |
crazy enough (that) it might just work [cliché] expr.
|
işe yarayabilecek kadar uçuk |
|
243 |
Deyim |
crazy enough (that) it might just work [cliché] expr.
|
işe yarayabilecek kadar alışılmışın dışında |
|
244 |
Deyim |
crazy enough (that) it might just work [cliché] expr.
|
işe yarayabilecek kadar çılgınca |
|
245 |
Deyim |
crazy enough (that) it might just work [cliché] expr.
|
çılgınca/saçma olsa da işe yarama olasılığı olan |
|
246 |
Deyim |
crazy enough (that) it might just work [cliché] expr.
|
sıra dışı/alışılmamış olsa da işe yaraması muhtemel |
|
247 |
Deyim |
so crazy (that) it just might work [cliché] expr.
|
o kadar saçma ki işe yarayabilir |
|
248 |
Deyim |
so crazy (that) it just might work [cliché] expr.
|
o kadar sıra dışı bir fikir ki işe yarayabilir |
|
249 |
Deyim |
so crazy (that) it just might work [cliché] expr.
|
çok uçuk bir fikir ama işe de yarayabilir |
|
250 |
Deyim |
so crazy (that) it just might work [cliché] expr.
|
çılgınca bir fikir ama işe yarayabilir |
|
251 |
Deyim |
so crazy (that) it just might work [cliché] expr.
|
saçma bir fikir ama işe de yarayabilir |
|
252 |
Deyim |
so crazy (that) it just might work [cliché] expr.
|
işe yarayabilecek kadar saçma |
|
253 |
Deyim |
so crazy (that) it just might work [cliché] expr.
|
işe yarayabilecek kadar uçuk |
|
254 |
Deyim |
so crazy (that) it just might work [cliché] expr.
|
işe yarayabilecek kadar alışılmışın dışında |
|
255 |
Deyim |
so crazy (that) it just might work [cliché] expr.
|
işe yarayabilecek kadar çılgınca |
|
256 |
Deyim |
so crazy (that) it just might work [cliché] expr.
|
çılgınca/saçma olsa da işe yarama olasılığı olan |
|
257 |
Deyim |
so crazy (that) it just might work [cliché] expr.
|
sıra dışı/alışılmamış olsa da işe yaraması muhtemel |
|
258 |
Deyim |
so crazy (that) it just might work [cliché] expr.
|
o kadar alışılmışın dışında ki işe bile yarayabilir |
|
259 |
Deyim |
so crazy (that) it just might work [cliché] expr.
|
o kadar alışılmadık bir fikir ki işe yarama olasılığı bile var |
|
260 |
Deyim |
so crazy (that) it just might work [cliché] expr.
|
öyle çılgın bir fikir ki belki de işe yarar |
|
261 |
Deyim |
so crazy (that) it might actually work [cliché] expr.
|
o kadar saçma ki aslında işe yarayabilir |
|
262 |
Deyim |
so crazy (that) it might actually work [cliché] expr.
|
o kadar sıra dışı bir fikir ki aslında işe yarayabilir |
|
263 |
Deyim |
so crazy (that) it might actually work [cliché] expr.
|
çok uçuk bir fikir ama işe de yarayabilir |
|
264 |
Deyim |
so crazy (that) it might actually work [cliché] expr.
|
çılgınca bir fikir ama işe yarayabilir |
|
265 |
Deyim |
so crazy (that) it might actually work [cliché] expr.
|
saçma bir fikir ama işe de yarayabilir |
|
266 |
Deyim |
so crazy (that) it might actually work [cliché] expr.
|
aslında işe yarayabilecek kadar saçma |
|
267 |
Deyim |
so crazy (that) it might actually work [cliché] expr.
|
aslında işe yarayabilecek kadar uçuk |
|
268 |
Deyim |
so crazy (that) it might actually work [cliché] expr.
|
aslında işe yarayabilecek kadar alışılmışın dışında |
|
269 |
Deyim |
so crazy (that) it might actually work [cliché] expr.
|
aslında işe yarayabilecek kadar çılgınca |
|
270 |
Deyim |
so crazy (that) it might actually work [cliché] expr.
|
çılgınca/saçma olsa da aslında işe yarama olasılığı olan |
|
271 |
Deyim |
so crazy (that) it might actually work [cliché] expr.
|
sıra dışı/alışılmamış olsa da aslında işe yaraması muhtemel |
|
272 |
Deyim |
so crazy (that) it might actually work [cliché] expr.
|
o kadar alışılmışın dışında ki aslında işe bile yarayabilir |
|
273 |
Deyim |
so crazy (that) it might actually work [cliché] expr.
|
o kadar alışılmadık bir fikir ki aslında işe yarama olasılığı bile var |
|
274 |
Deyim |
so crazy (that) it might actually work [cliché] expr.
|
öyle çılgın bir fikir ki belki de işe yarar |
|
275 |
Deyim |
so crazy (that) it might just work [cliché] expr.
|
o kadar saçma ki işe yarayabilir |
|
276 |
Deyim |
so crazy (that) it might just work [cliché] expr.
|
o kadar sıra dışı bir fikir ki işe yarayabilir |
|
277 |
Deyim |
so crazy (that) it might just work [cliché] expr.
|
çok uçuk bir fikir ama işe de yarayabilir |
|
278 |
Deyim |
so crazy (that) it might just work [cliché] expr.
|
çılgınca bir fikir ama işe yarayabilir |
|
279 |
Deyim |
so crazy (that) it might just work [cliché] expr.
|
saçma bir fikir ama işe de yarayabilir |
|
280 |
Deyim |
so crazy (that) it might just work [cliché] expr.
|
işe yarayabilecek kadar saçma |
|
281 |
Deyim |
so crazy (that) it might just work [cliché] expr.
|
işe yarayabilecek kadar uçuk |
|
282 |
Deyim |
so crazy (that) it might just work [cliché] expr.
|
işe yarayabilecek kadar alışılmışın dışında |
|
283 |
Deyim |
so crazy (that) it might just work [cliché] expr.
|
işe yarayabilecek kadar çılgınca |
|
284 |
Deyim |
so crazy (that) it might just work [cliché] expr.
|
çılgınca/saçma olsa da işe yarama olasılığı olan |
|
285 |
Deyim |
so crazy (that) it might just work [cliché] expr.
|
sıra dışı/alışılmamış olsa da işe yaraması muhtemel |
|
286 |
Deyim |
so crazy (that) it might just work [cliché] expr.
|
o kadar alışılmışın dışında ki işe bile yarayabilir |
|
287 |
Deyim |
so crazy (that) it might just work [cliché] expr.
|
o kadar alışılmadık bir fikir ki işe yarama olasılığı bile var |
|
288 |
Deyim |
so crazy (that) it might just work [cliché] expr.
|
öyle çılgın bir fikir ki belki de işe yarar |
|
289 |
Deyim |
houston, we have a problem [cliché] expr.
|
bir sorunumuz var |
|
290 |
Deyim |
houston, we have a problem [cliché] expr.
|
bir sıkıntımız var |
|
291 |
Deyim |
houston, we have a problem [cliché] expr.
|
beklenmedik bir problemimiz/sıkıntımız var |
|
292 |
Deyim |
houston, we have a problem [cliché] expr.
|
öngöremediğimiz bir problemimiz/sıkıntımız var |
|
293 |
Deyim |
(good) black don't crack [cliché] expr.
|
siyahiler genç kalır |
|
294 |
Deyim |
(good) black don't crack [cliché] expr.
|
siyahiler yaşlanmaz |
|
295 |
Deyim |
(good) black don't crack [cliché] expr.
|
siyahiler genç gösterir |
|
296 |
Deyim |
(good) black don't crack [cliché] expr.
|
siyahiler yaşlanma belirtilerini göstermez |
|
297 |
Deyim |
(good) black don't crack [cliché] expr.
|
siyahilerin cildi bozulmaz |
|
298 |
Deyim |
(something) does not compute [cliché] expr.
|
(bir şey) anlaşılmıyor |
|
299 |
Deyim |
(something) does not compute [cliché] expr.
|
(bir şey) bir şey ifade etmiyor |
|
300 |
Deyim |
(something) does not compute [cliché] expr.
|
(bir şey) bir anlam ifade etmiyor |
|
301 |
Deyim |
(something) does not compute [cliché] expr.
|
(bir şey) anlamlı gelmiyor |
|
302 |
Deyim |
(something) does not compute [cliché] expr.
|
biri (bir şeyi) idrak edemiyor |
|
303 |
Deyim |
(something) does not compute [cliché] expr.
|
biri (bir şeyi) kavrayamıyor/algılayamıyor |
|
304 |
Deyim |
a heartbeat away from being (something) [cliché] expr.
|
(bir şey) olmaktan birinin ölümü kadar uzak |
|
305 |
Deyim |
a heartbeat away from being (something) [cliché] expr.
|
(bir şey) olmaktan bir yöneticinin düşüşü/ölümü kadar uzak |
|
306 |
Deyim |
a heartbeat away from being (something) [cliché] expr.
|
bir yönetici öldüğünde/düştüğünde bir şey olacak |
|
307 |
Deyim |
a heartbeat away from being (something) [cliché] expr.
|
(bir şey) olmanın eşiğinde |
|
308 |
Deyim |
a heartbeat away from being (something) [cliché] expr.
|
(bir şey) olması yakın |
|
309 |
Deyim |
a heartbeat away from being (something) [cliché] expr.
|
(bir şey olmasının) eli kulağında |
|
310 |
Deyim |
a poor thing, but mine own [cliché] expr.
|
azıcık aşım, ağrısız başım |
|
311 |
Deyim |
a poor thing, but mine own [cliché] expr.
|
tuzsuz aşım, dertsiz başım |
|
312 |
Deyim |
a poor thing, but mine own [cliché] expr.
|
az olsun, benim olsun |
|
313 |
Deyim |
an apple a day [cliché] expr.
|
günde bir elma (doktoru uzak tutar) |
|
314 |
Deyim |
an apple a day [cliché] expr.
|
günde bir elma (sağlığa iyi gelir) |
|
315 |
Deyim |
an apple a day [cliché] expr.
|
sağlıklı alışkanlıklar ileride yaşanacak sağlık problemlerini önler |
|
316 |
Deyim |
an apple a day [cliché] expr.
|
günde bir elma (doktoru uzak tutar) |
|
317 |
Deyim |
an apple a day [cliché] expr.
|
günde bir elma (sağlığa iyi gelir) |
|
318 |
Deyim |
an apple a day [cliché] expr.
|
sağlıklı alışkanlıklar ileride yaşanacak sağlık problemlerini önler |
|
319 |
Deyim |
better than a kick in the teeth [cliché] expr.
|
hiç yoktan iyidir |
|
320 |
Deyim |
better than a kick in the teeth [cliché] expr.
|
idare eder |
|
321 |
Deyim |
better than a kick in the teeth [cliché] expr.
|
daha kötü olabilirdi |
|
322 |
Deyim |
better than a kick in the teeth [cliché] expr.
|
daha kötüsü de olabilirdi |
|
323 |
Deyim |
better than a poke in the eye (with a sharp stick) [cliché] expr.
|
hiç yoktan iyidir |
|
324 |
Deyim |
better than a poke in the eye (with a sharp stick) [cliché] expr.
|
daha kötü olabilirdi |
|
325 |
Deyim |
better than a poke in the eye (with a sharp stick) [cliché] expr.
|
daha kötüsü de olabilirdi |
|
326 |
Deyim |
sorry for being a wet blanket [cliché] expr.
|
rahatsızlık verdiğim için üzgünüm |
|
327 |
Deyim |
sorry for being a wet blanket [cliché] expr.
|
keyfinizi kaçırdığım için üzgünüm |
|
328 |
Deyim |
sorry for being a wet blanket [cliché] expr.
|
oyunbozanlığım için özür dilerim |
|
329 |
Deyim |
sorry for being a wet blanket [cliché] expr.
|
eğlencenizi böldüğüm için üzgünüm |
|
330 |
Deyim |
sorry for being a wet blanket [cliché] expr.
|
hevesinizi kırdığım için özür dilerim |
|
331 |
Deyim |
sorry to be a wet blanket [cliché] expr.
|
rahatsızlık verdiğim için üzgünüm |
|
332 |
Deyim |
sorry to be a wet blanket [cliché] expr.
|
keyfinizi kaçırdığım için üzgünüm |
|
333 |
Deyim |
sorry to be a wet blanket [cliché] expr.
|
oyunbozanlığım için özür dilerim |
|
334 |
Deyim |
sorry to be a wet blanket [cliché] expr.
|
eğlencenizi böldüğüm için üzgünüm |
|
335 |
Deyim |
sorry to be a wet blanket [cliché] expr.
|
hevesinizi kırdığım için özür dilerim |
|
336 |
Deyim |
che sara, sara [cliché] expr.
|
olacağı varsa olur |
|
337 |
Deyim |
che sara, sara [cliché] expr.
|
olacaksa olur |
|
338 |
Deyim |
che sara, sara [cliché] expr.
|
olacakla öleceğe çare yoktur |
|
339 |
Deyim |
che sara, sara [cliché] expr.
|
olacakla öleceğe çare yok |
|
340 |
Deyim |
che sara, sara [cliché] expr.
|
her şey olacağına varır |
|
341 |
Deyim |
che sara, sara [cliché] expr.
|
kısmetse olur |
|
342 |
Deyim |
computer says no [cliché] expr.
|
bilgisayar hayır diyor |
|
343 |
Deyim |
computer says no [cliché] expr.
|
genelde devlet daireleri veya müşteri temsilciliklerinde esnek ve akla yatkın olmayan reddedilme/bir şeylerin kabul edilmeme durumunu belirten bir ifade |
|
344 |
Deyim |
denial ain't (just) a river in egypt [cliché] expr.
|
külahıma anlat |
|
345 |
Deyim |
denial ain't (just) a river in egypt [cliché] expr.
|
at yalanı sevsinler inananı |
|
346 |
Deyim |
denial ain't (just) a river in egypt [cliché] expr.
|
yalandan kim ölmüş |
|
347 |
Deyim |
denial is not (just) a river in egypt [cliché] expr.
|
külahıma anlat |
|
348 |
Deyim |
denial is not (just) a river in egypt [cliché] expr.
|
at yalanı sevsinler inananı |
|
349 |
Deyim |
denial is not (just) a river in egypt [cliché] expr.
|
yalandan kim ölmüş |
|
350 |
Deyim |
I wouldn't touch it with a ten-foot pole [cliché] expr.
|
ona tırnağımın ucuyla bile dokunmam/dokunmazdım |
|
351 |
Deyim |
I wouldn't touch it with a ten-foot pole [cliché] expr.
|
ona asla bulaşmam/bulaşmazdım |
|
352 |
Deyim |
I wouldn't touch it with a ten-foot pole [cliché] expr.
|
onunla işim olmaz |
|
353 |
Deyim |
I wouldn't touch it with a ten-foot pole [cliché] expr.
|
benden uzak olsun |
|
354 |
Deyim |
I wouldn't touch it with a ten-foot pole [cliché] expr.
|
ona bir metre bile yaklaşmam/yaklaşmazdım |
|
355 |
Deyim |
I wouldn't touch it with a ten-foot pole [cliché] expr.
|
hiç işim olmaz |
|
356 |
Deyim |
it's grim up north [cliché] expr.
|
kuzeyde hayat zor |
|
357 |
Deyim |
it's grim up north [cliché] expr.
|
ingiltere'nin kuzeyi'nde yaşamak zor |
|
358 |
Deyim |
it's what's inside that counts [cliché] expr.
|
önemli olan kişiliktir |
|
359 |
Deyim |
it's what's inside that counts [cliché] expr.
|
önemli olan insanın içinde sahip olduğudur |
|
360 |
Deyim |
it's what's inside that counts [cliché] expr.
|
önemli olan insanın kişiliği, zekası ve yetenekleridir |
|
361 |
Deyim |
it's what's inside that counts [cliché] expr.
|
önemli olan kişinin manevi özellikleridir |
|
362 |
Deyim |
it's what's inside that counts [cliché] expr.
|
önemli olan özünde nasıl biri olduğundur |
|
363 |
Deyim |
it's what's inside that counts [cliché] expr.
|
önemli olan işlevi |
|
364 |
Deyim |
it's what's inside that counts [cliché] expr.
|
önemli olan sağladığı hizmet |
|
365 |
Deyim |
it's what's inside that counts [cliché] expr.
|
önemli olan içerisinde ne olduğu/içerisinin nasıl olduğu |
|
366 |
Deyim |
it's what's inside that counts [cliché] expr.
|
önemli olan ne sunduğu |
|
367 |
Deyim |
it's what's on the inside that counts [cliché] expr.
|
önemli olan kişiliktir |
|
368 |
Deyim |
it's what's on the inside that counts [cliché] expr.
|
önemli olan insanın içinde sahip olduğudur |
|
369 |
Deyim |
it's what's on the inside that counts [cliché] expr.
|
önemli olan insanın kişiliği, zekası ve yetenekleridir |
|
370 |
Deyim |
it's what's on the inside that counts [cliché] expr.
|
önemli olan kişinin manevi özellikleridir |
|
371 |
Deyim |
it's what's on the inside that counts [cliché] expr.
|
önemli olan özünde nasıl biri olduğundur |
|
372 |
Deyim |
it's what's on the inside that counts [cliché] expr.
|
önemli olan işlevi |
|
373 |
Deyim |
it's what's on the inside that counts [cliché] expr.
|
önemli olan sağladığı hizmet |
|
374 |
Deyim |
it's what's on the inside that counts [cliché] expr.
|
önemli olan içerisinde ne olduğu/içerisinin nasıl olduğu |
|
375 |
Deyim |
it's what's on the inside that counts [cliché] expr.
|
önemli olan ne sunduğu |
|
376 |
Deyim |
life imitates art [cliché] expr.
|
hayat sanatı taklit eder |
|
377 |
Deyim |
life imitates art [cliché] expr.
|
hayat sanata benzer |
|
378 |
Deyim |
life imitates art [cliché] expr.
|
bazen hayat sanatta tasvir edildiği gibidir |
|
379 |
Deyim |
lights, camera, action [cliché] expr.
|
ışık, kamera, oyun |
|
380 |
Deyim |
might and main [cliché] expr.
|
tüm gücü |
|
381 |
Deyim |
might and main [cliché] expr.
|
var gücü |
|
382 |
Deyim |
might and main [cliché] expr.
|
olanca kuvveti |
|
383 |
Deyim |
save it for the judge [cliché] expr.
|
bunları hakime anlatırsın |
|
384 |
Deyim |
save it for the judge [cliché] expr.
|
derdini hakime anlatırsın |
|
385 |
Deyim |
save it for the judge [cliché] expr.
|
bunları mahkemede anlatırsın |
|
386 |
Deyim |
save it for the judge [cliché] expr.
|
derdini mahkemede anlatırsın |
|
387 |
Deyim |
save it for the judge [cliché] expr.
|
derdini hakime/mahkemede anlat |
|
388 |
Deyim |
tell it to the judge [cliché] expr.
|
hakime anlat |
|
389 |
Deyim |
tell it to the judge [cliché] expr.
|
hakime anlatırsın |
|
390 |
Deyim |
tell it to the judge [cliché] expr.
|
mahkemede anlatırsın |
|
391 |
Deyim |
the british are coming [cliché] expr.
|
ingilizler geliyor |
|
392 |
Deyim |
the british are coming [cliché] expr.
|
düşman geliyor/yaklaşıyor |
|
393 |
Deyim |
the british are coming [cliché] expr.
|
felaket geliyor/yaklaşıyor |
|
394 |
Deyim |
women and children first [cliché] expr.
|
kadınlar ve çocuklar önden |
|
395 |
Deyim |
women and children first [cliché] expr.
|
önce kadınlar ve çocuklar |
|
396 |
Deyim |
ye olde [cliché] expr.
|
eski |
|
397 |
Deyim |
your chariot awaits [cliché] expr.
|
araç hazır |
|
398 |
Deyim |
your chariot awaits [cliché] expr.
|
aracınız hazır |
|
Printery |
|
399 |
Matbaa |
cliché [uk] i.
|
klişe plaka |
|
400 |
Matbaa |
cliché [uk] i.
|
elektrikli klişe plaka |
|
401 |
Matbaa |
cliché [uk] i.
|
klişe plaka taklidi |
|
Slang |
|
402 |
Argo |
blithering idiot [cliché] i.
|
su katılmamış salak |
|
403 |
Argo |
blithering idiot [cliché] i.
|
tam salak |
|
404 |
Argo |
blithering idiot [cliché] i.
|
su katılmamış geri zekalı |
|
405 |
Argo |
blithering idiot [cliché] i.
|
akılsız laf ebesi |
|
406 |
Argo |
is that a (something) in your pocket, or are you just happy to see me? [cliché] expr.
|
cebinde (bir şey) mi var yoksa beni gördüğüne mi heyecanlandın? |
|
407 |
Argo |
is that a (something) in your pocket, or are you just happy to see me? [cliché] expr.
|
cebinde muz, silah, salatalık mı taşıyorsun yoksa beni gördüğüne çok mu sevindin? |
|
408 |
Argo |
is that a (something) in your pocket, or are you just happy to see me? [cliché] expr.
|
cebinde (bir şey) mi var yoksa beni gördün diye ereksiyon mu oldun? |
|
409 |
Argo |
(totally) tubular [cliché] expr.
|
(gerçekten) muhteşem |
|
410 |
Argo |
(totally) tubular [cliché] expr.
|
(gerçekten) harika |
|
411 |
Argo |
(totally) tubular [cliché] expr.
|
korkunç (iyi/güzel) |
|
412 |
Argo |
(totally) tubular [cliché] expr.
|
dehşet (iyi/güzel) |
|
413 |
Argo |
(totally) tubular [cliché] expr.
|
(gerçekten) müthiş |
|
414 |
Argo |
(totally) tubular [cliché] expr.
|
süper |
|