|
- The dog's attack really frightened us.
- Köpeğin saldırısı bizi gerçekten korkuttu.
- So we still have a lot of work to do on this subject, but this should not frighten us.
- Dolayısıyla bu konuda daha yapacak çok işimiz var ama bu bizi korkutmamalı.
- The aim is to try to frighten the Palestinians into moving and to force them to flee.
- Amaç Filistinlileri korkutarak harekete geçmeye ve kaçmaya zorlamaktır.
- Nevertheless, past scandals have unsettled and frightened consumers enormously.
- Bununla birlikte, geçmişte yaşanan skandallar tüketicileri son derece tedirgin etmiş ve korkutmuştur.
- They forecast all the things which seem to frighten him today.
- Bugün onu korkutuyor gibi görünen her şeyi öngörüyorlar.
- The aim is to try to frighten the Palestinians into moving and to force them to flee.
- Amaç Filistinlileri korkutarak göç etmeye ve kaçmaya zorlamaktır.
- Tom frightened Mary.
- Tom Mary'yi korkuttu.
- You've frightened her.
- Onu korkuttun.
- You frightened Tom.
- Sen Tom'u korkuttun.
- I think I frightened Tom.
- Sanırım Tom'u korkuttum.
- The townsfolk were frightened by the earthquake.
- Deprem kent sakinlerini korkuttu.
- You frightened Tom.
- Tom'u korkuttun.
- I was frightened at the sight.
- Gördüğüm manzara beni korkuttu.
- Something frightened him.
- Bir şey onu korkuttu.
- I was much frightened at the sight.
- Gördüğüm manzara beni çok korkuttu.
- You frightened them.
- Sen onları korkuttun.
- You've frightened him.
- Sen onu korkuttun.
- Women frighten me.
- Kadınlar beni korkutur.
- Horror movies frighten me.
- Korku filmleri beni korkutur.
- People with Mohawk haircuts frighten me!
- Mohawk saç kesimi olan insanlar beni korkutuyor!
- You've frightened me.
- Beni korkuttun.
- The sudden noise frightened her.
- Ani gürültü onu korkutmuştu.
- The voices coming from the jungle frightened the explorers.
- Ormandan gelen sesler kaşifleri korkuttu.
- Tom didn't frighten me.
- Tom beni korkutmadı.
- Horror movies frighten me.
- Korku filmleri beni korkutuyor.
- Does that frighten you?
- Seni korkutuyor mu?
- Women frighten me.
- Kadınlar beni korkutuyor.
- Something frightened Tom.
- Bir şey Tom'u korkuttu.
- His action frightened us.
- Davranışı bizi korkuttu.
- Tom frightens me.
- Tom beni korkutuyor.
- I spoke to him kindly so as not to frighten him.
- Korkutmamak için onunla nazik şekilde konuştum.
- Something frightened her.
- Bir şey onu korkuttu.
- Does that frighten you?
- Bu seni korkutuyor mu?
- We were all frightened by this teacher.
- Bu öğretmen hepimizi korkuttu.
- I hope Tom won't frighten Mary.
- Tom'un Mary'yi korkutmayacağını umuyorum.
- Marriage frightens some people.
- Evlilik bazı insanları korkutur.
- Your threats don't frighten us.
- Tehditleriniz bizi korkutmuyor.
- Tom frightened me.
- Tom beni korkuttu.
- Don't let them frighten you.
- Seni korkutmalarına izin verme.
- You frightened her.
- Onu korkuttun.
- Something frightened me.
- Bir şey beni korkuttu.
- I didn't mean to frighten you.
- Seni korkutmak istemedim.
- The big dog frightened the baby.
- Büyük köpek bebeği korkuttu.
- The dog frightened the children away.
- Köpek çocukları korkutup kaçırdı.
- The explosion frightened the villagers.
- Patlama köylüleri korkuttu.
- Your threats don't frighten me.
- Tehditlerin beni korkutmuyor.
- Tom didn't think that would frighten Mary.
- Tom bunun Mary'yi korkutacağını düşünmedi.
- Tom didn't think that would frighten Mary.
- Tom, Mary'yi korkutacağını düşünmedi.
- Something frightened us.
- Bir şey bizi korkuttu.
- The noise frightened the baby.
- Ses bebeği korkuttu.
- Do they frighten you?
- Onlar seni korkutuyorlar mı?
- The townsfolk were frightened by the earthquake.
- Kasaba halkı deprem tarafından korkutuldu.
- Do I frighten you?
- Seni korkutuyor muyum?
- He was frightened by the sight.
- Gördüğü manzara onu korkuttu.
- Don't let them frighten you.
- Onların seni korkutmasına izin verme.
- You frightened him.
- Sen onu korkuttun.
- Don't try to frighten me.
- Beni korkutmaya çalışma.
- You frightened her.
- Sen onu korkuttun.
- Nothing much really frightens me.
- Beni korkutan pek bir şey yok.
- I'm sorry, I didn't mean to frighten you.
- Üzgünüm, seni korkutmak istemedim.
- I'm sorry I frightened you.
- Seni korkuttuğum için özür dilerim.
- What frightened Tom?
- Tom'u ne korkuttu?
- Your threats don't frighten us.
- Tehditlerin bizi korkutmuyor.
- You've frightened them.
- Onları korkuttun.
- Severe weather frightens people.
- Şiddetli hava insanları korkutur.
- I didn't want to frighten you.
- Seni korkutmak istemedim.
- Tom doesn't frighten me.
- Tom beni korkutmuyor.
- I'm sorry if I frightened you.
- Sizi korkuttuysam özür dilerim.
- You've frightened her.
- Sen onu korkuttun.
- You've frightened Tom.
- Tom'u korkuttun.
- I'm sorry, I didn't mean to frighten you.
- Özür dilerim, seni korkutmak istememiştim.
- Something frightened them.
- Bir şey onları korkuttu.
- Nothing much really frightens me.
- Hiçbir şey beni gerçekten korkutmuyor.
- You've frightened them.
- Sen onları korkuttun.
- Don't let Tom frighten you.
- Tom'un seni korkutmasına izin verme.
- I'm sorry I frightened you.
- Seni korkuttuğum için üzgünüm.
- I spoke to him kindly so as not to frighten him.
- Onu korkutmamak için nazikçe konuştum.
- Do they frighten you?
- Onlar seni korkutuyor mu?
- You've frightened me.
- Sen beni korkuttun.
- The sudden noise frightened her.
- Ani ses onu korkuttu.
- You've frightened us.
- Sen bizi korkuttun.
- For her, floods frighten less than earthquakes.
- Onun için seller depremlerden daha az korkutuyor.
- Your threats don't frighten me.
- Senin tehditlerin beni korkutmuyor.
- The thunder frightened the students.
- Gök gürültüsü öğrencileri korkuttu.
- You've frightened us.
- Bizi korkuttun.
- Don't let her frighten you.
- Onun seni korkutmasına izin verme.
- You frightened them.
- Onları korkuttun.
- You frightened him.
- Onu korkuttun.
- I'm sorry if I frightened you.
- Seni korkuttuysam üzgünüm.
- Don't try to frighten me.
- Beni korkutmaya çalışmayın.
- You've frightened him.
- Onu korkuttun.
- Tom was frightened by the storm.
- Fırtına Tom'u korkuttu.
Show More (89)
|
