|
Category |
Turkish |
English |
|
Common Usage |
|
1 |
Common Usage |
haklı |
right adj.
|
|
If I am wrong, let him put this on the record today, and if I am right let him support our amendments.
Eğer yanılıyorsam, bunu bugün kayıtlara geçirsin ve eğer haklıysam değişikliklerimizi desteklesin.
More Sentences
|
General |
|
2 |
General |
haklı |
legitimate adj.
|
|
There is a legitimate hope that the first European legislation on renewable energy will soon come into force.
Yenilenebilir enerjiye ilişkin ilk Avrupa mevzuatının yakında yürürlüğe gireceğine dair haklı bir umut var.
More Sentences
|
3 |
General |
haklı |
just adj.
|
|
Fortunately, the just resistance of the repressed Iraqi people is developing against this occupation.
Neyse ki, baskı altındaki Irak halkının bu işgale karşı haklı direnişi gelişmektedir.
More Sentences
|
4 |
General |
haklı |
rightful adj.
|
|
They do indeed have a rightful place amongst us.
Gerçekten de aramızda haklı bir yere sahipler.
More Sentences
|
5 |
General |
haklı |
right adj.
|
|
We are right to condemn the clearly disproportionate brutality of the methods used by the Russian authorities.
Rus yetkililer tarafından kullanılan yöntemlerin açıkça orantısız vahşetini kınamakta haklıyız.
More Sentences
|
6 |
General |
haklı |
valid adj.
|
|
With all due respect, I think they both had valid points.
Kusura bakmayın ama bence ikisinin de haklı olduğu noktalar var.
More Sentences
|
Idioms |
|
7 |
Idioms |
haklı |
in the right expr.
|
|
You always insist that you are in the right.
Her zaman haklı olduğun konusunda ısrar ediyorsun.
More Sentences
|
Trade/Economic |
|
8 |
Trade/Economic |
haklı |
right adj.
|
|
Rapporteur Maaten was right to commit himself to that cause.
Raportör Maaten kendini bu davaya adamakta haklıydı.
More Sentences
|
Law |
|
9 |
Law |
haklı |
justifiable adj.
|
|
Nor are the Israeli attacks justifiable.
İsrail saldırıları da haklı gösterilemez.
More Sentences
|
10 |
Law |
haklı |
legitimate adj.
|
|
Mr Pirker raised some legitimate objections with regard to the agency and the danger of duplicating it.
Sayın Pirker, ajansla ilgili olarak bazı haklı itirazlarda bulundu ve ajansın çoğaltılması tehlikesini dile getirdi.
More Sentences
|
11 |
Law |
haklı |
justified adj.
|
|
This summary would have been fully justified, since Greece has presided over the Eurogroup for the past six months.
Yunanistan son altı aydır Eurogroup'a başkanlık ettiği için bu özet tamamen haklı olacaktır.
More Sentences
|
Religious |
|
12 |
Religious |
haklı |
just adj.
|
|
We support the just demands of the workers and their movement.
İşçilerin ve hareketlerinin haklı taleplerini destekliyoruz.
More Sentences
|
General |
|
13 |
General |
haklı |
debito n.
|
|
14 |
General |
haklı |
fair adj.
|
|
15 |
General |
haklı |
eligible adj.
|
|
16 |
General |
haklı |
righteous adj.
|
|
17 |
General |
haklı |
dejure adj.
|
|
18 |
General |
haklı |
impartial adj.
|
|
19 |
General |
haklı |
reasonable adj.
|
|
20 |
General |
haklı |
rightwise adj.
|
|
|
21 |
General |
haklı |
off adj.
|
|
22 |
General |
haklı |
de jure adv.
|
|
Colloquial |
|
23 |
Colloquial |
haklı |
juste adj.
|
|
Law |
|
24 |
Law |
haklı |
cogent adj.
|
|
25 |
Law |
haklı |
rightful adj.
|
|
26 |
Law |
haklı |
dejure adj.
|
|
|
Category |
Turkish |
English |
|
General |
|
1 |
General |
haklı çıkarma |
justification n.
|
|
This should not be imputed to the rapporteur, nor is it a justification of Saddam Hussein.
Bu ne raportöre atfedilmeli ne de Saddam Hüseyin'in haklı çıkarılması anlamına gelmelidir.
More Sentences
|
2 |
General |
haklı göstermek |
justify v.
|
|
Henry had to justify going over budget at the board meeting.
Henry yönetim kurulu toplantısında bütçeyi aşmasını haklı göstermek zorundaydı.
More Sentences
|
3 |
General |
haklı olmak |
be right v.
|
|
Taro insisted that he was right.
Taro haklı olduğu konusunda ısrar etti.
More Sentences
|
4 |
General |
haklı çıkarmak |
vindicate v.
|
|
The EU can now vindicate its claim to a place on the world stage by brokering this strategy.
AB şimdi bu stratejiye aracılık ederek dünya sahnesinde yer alma iddiasını haklı çıkarabilir.
More Sentences
|
5 |
General |
haklı çıkarmak |
justify v.
|
|
Being under stress doesn't justify your rudeness towards everyone.
Stres altında olmanız herkese karşı kabalığınızı haklı çıkarmaz.
More Sentences
|
6 |
General |
haklı çıkmak |
be justified v.
|
|
Their apprehensions were justified.
Onların endişeleri haklı çıktı.
More Sentences
|
7 |
General |
haklı çıkmak |
be proved right v.
|
|
Tom was proven right.
Tom haklı çıktı.
More Sentences
|
8 |
General |
haklı olarak |
deservedly adv.
|
|
He is deservedly popular.
O haklı olarak popülerdir.
More Sentences
|
9 |
General |
haklı olarak |
justly adv.
|
|
The European Union can be justly proud of its efforts to meet the commitments entered into at Kyoto.
Avrupa Birliği, Kyoto'da üstlendiği taahhütleri yerine getirme çabalarından haklı olarak gurur duyabilir.
More Sentences
|
10 |
General |
haklı olarak |
rightly adv.
|
|
As Prime Minister Rasmussen rightly said, enlargement is not yet completely in the bag.
Başbakan Rasmussen'in de haklı olarak ifade ettiği üzere, genişleme henüz tamamen çantada keklik değildir.
More Sentences
|
11 |
General |
haklı olarak |
justifiably adv.
|
|
The justifiably devastating comments in the media speak volumes.
Medyada yer alan haklı olarak yıkıcı yorumlar çok şey anlatıyor.
More Sentences
|
12 |
General |
haklı olarak |
properly adv.
|
|
People are, quite properly, proud of their homes.
İnsanlar haklı olarak evleriyle gurur duyuyorlar.
More Sentences
|
Phrases |
|
13 |
Phrases |
haklı olarak |
with good reason expr.
|
|
In this connection, the Court said that we had gone too far, with good reason, in my view.
Bu bağlamda Mahkeme, bana göre haklı olarak, çok ileri gittiğimizi söyledi.
More Sentences
|
14 |
Phrases |
son derece haklı |
quite right expr.
|
|
The European Council was quite right to resist the temptation to deconstruct the Convention's work.
Avrupa Konseyi, Konvansiyon'un çalışmalarını yapısöküme uğratma eğilimine direnmekte son derece haklıydı.
More Sentences
|
|
Idioms |
|
15 |
Idioms |
haklı olmak |
have a point (there) v.
|
|
You do have a point there.
Haklı olduğun bir nokta var.
More Sentences
|
16 |
Idioms |
(biri) haklı |
(one) has a point (there) expr.
|
|
Of course you have a point about climate.
İklim konusunda elbette haklısınız.
More Sentences
|
Speaking |
|
17 |
Speaking |
kim haklı? |
who's right? expr.
|
|
Check out the video and decide for yourself who's right.
Videoyu izleyin ve kimin haklı olduğuna kendiniz karar verin.
More Sentences
|
Law |
|
18 |
Law |
haklı görülebilir |
justifiable adj.
|
|
Income support independent of production may be justifiable; export subsidies are not.
Üretimden bağımsız gelir desteği haklı görülebilir; ancak ihracat sübvansiyonları haklı görülemez.
More Sentences
|
Technical |
|
19 |
Technical |
haklı çıkarmak |
justify v.
|
|
We must state that poverty, injustice or conflict are not causes which can justify barbarism.
Yoksulluk, adaletsizlik veya çatışmanın barbarlığı haklı çıkaracak nedenler olmadığını belirtmeliyiz.
More Sentences
|
General |
|
20 |
General |
kendini haklı çıkarma |
self justification n.
|
|
21 |
General |
haklı olma |
conviction n.
|
|
22 |
General |
haklı neden |
cause n.
|
|
23 |
General |
haklı düşünürlük |
fair mindedness n.
|
|
24 |
General |
haklı sebep |
justification n.
|
|
25 |
General |
haklı çıkarma |
vindication n.
|
|
26 |
General |
haklı neden |
warrant n.
|
|
27 |
General |
haklı neden |
warranty n.
|
|
28 |
General |
haklı olarak kabul edilme |
recognition n.
|
|
29 |
General |
haklı gurur |
proper pride n.
|
|
30 |
General |
haklı çıkarma |
justifying n.
|
|
31 |
General |
haklı savaş |
just war n.
|
|
32 |
General |
haklı neden |
justification n.
|
|
33 |
General |
haklı sebep |
justified reason n.
|
|
34 |
General |
haklı sebep |
valid reason n.
|
|
35 |
General |
haklı bir sebep olmaksızın sona erdirme |
termination without good cause n.
|
|
36 |
General |
haklı gerekçe |
reasonable grounds n.
|
|
37 |
General |
kendini haklı çıkarıcı |
self-justifier n.
|
|
38 |
General |
kendini haklı çıkaran |
self-justifier n.
|
|
39 |
General |
haklı gösterme |
apologia n.
|
|
40 |
General |
haklı çıkarma |
vindicativeness n.
|
|
41 |
General |
haklı çıkaran |
vindicator n.
|
|
42 |
General |
haklı utanç |
pudor n.
|
|
43 |
General |
haklı çıkarmak |
right v.
|
|
44 |
General |
haklı göstermek |
legitimize v.
|
|
45 |
General |
haklı çıkarmak |
legitimize v.
|
|
46 |
General |
haklı çıkarmak |
legitimate v.
|
|
47 |
General |
haklı çıkarmak |
prove somebody right v.
|
|
48 |
General |
haklı çıkarmak |
excuse v.
|
|
49 |
General |
haklı olduğunu ispat etmek |
deraign v.
|
|
50 |
General |
haklı çıkarmak |
legitimatize v.
|
|
51 |
General |
haklı bulmak |
recognize v.
|
|
52 |
General |
haklı gururunu yaşamak |
feel right proud of v.
|
|
53 |
General |
haklı çıkarmak |
warrant v.
|
|
54 |
General |
haklı çıkmak |
turn out to be right v.
|
|
|
55 |
General |
haklı olmak |
be in the right v.
|
|
56 |
General |
kendi açısından haklı olmak |
have right on one's side v.
|
|
57 |
General |
haklı göstermek |
warrant v.
|
|
58 |
General |
korkularında haklı olmak |
be right to fear v.
|
|
59 |
General |
iddiaları haklı kılmak |
enforce one's claims v.
|
|
60 |
General |
yerden göğe kadar haklı olmak |
be absolutely right v.
|
|
61 |
General |
haklı gururunu yaşamak |
take justified pride of v.
|
|
62 |
General |
haklı gururunu yaşamak |
have justified pride of v.
|
|
63 |
General |
haklı olduğunu kanıtlamak |
prove one's case v.
|
|
64 |
General |
kendini haklı görmek |
feel justified v.
|
|
65 |
General |
haklı bulmak |
recognise v.
|
|
66 |
General |
haklı çıkarmak |
legitimatise v.
|
|
67 |
General |
yeniden haklı göstermek |
rejustify v.
|
|
68 |
General |
delille haklı çıkarmak |
vindicate v.
|
|
69 |
General |
haklı göstermek |
honest [obsolete] v.
|
|
70 |
General |
haklı çıkarmak |
honest [obsolete] v.
|
|
71 |
General |
haklı olduğunu ispatlamak |
right v.
|
|
72 |
General |
haklı olarak ileri sürmek |
command v.
|
|
73 |
General |
haklı çıkarılabilir |
justifiable adj.
|
|
74 |
General |
haklı çıkaran |
vindicative adj.
|
|
75 |
General |
haklı çıkaran |
vindicatory adj.
|
|
76 |
General |
haklı olarak |
manifold adj.
|
|
77 |
General |
haklı olabilen |
rightable adj.
|
|
78 |
General |
haklı hale getirilmiş |
righteoused [obsolete] adj.
|
|
79 |
General |
daha haklı |
righter adj.
|
|
80 |
General |
aşırı haklı |
overrighteous adj.
|
|
81 |
General |
haklı olarak |
well adv.
|
|
82 |
General |
haklı olarak |
meritedly adv.
|
|
83 |
General |
haklı olarak |
de jure adv.
|
|
84 |
General |
haklı olarak |
rightfully adv.
|
|
85 |
General |
haklı olarak |
with justification adv.
|
|
86 |
General |
pek haklı olarak |
in all conscience adv.
|
|
87 |
General |
haklı olarak |
justifiedly adv.
|
|
88 |
General |
haklı olarak |
righteously adv.
|
|
89 |
General |
haklı olarak |
by right adv.
|
|
90 |
General |
haklı sebeplerle |
for justifiable reasons adv.
|
|
91 |
General |
haklı nedenlerle |
for justifiable reasons adv.
|
|
92 |
General |
haklı çıkararak |
vindicatorily adv.
|
|
93 |
General |
haklı bir şekilde |
justifiably adv.
|
|
94 |
General |
haklı olarak |
rightwise [rare] adv.
|
|
95 |
General |
haklı olarak |
rightwisely adv.
|
|
Phrasals |
|
96 |
Phrasals |
haklı çıkarmak |
stand up for v.
|
|
97 |
Phrasals |
haklı çıkarmak |
account for v.
|
|
98 |
Phrasals |
bir şeyi(düşünceyi vb) bir açıklamayla/gerekçeyle doğrulamak/haklı göstermek |
justify something by something v.
|
|
99 |
Phrasals |
(birine bir şeyi) haklı göstermeye çalışmak |
justify (something) to (one) v.
|
|
100 |
Phrasals |
(birine karşı bir şeyi) haklı çıkarmaya çalışmak |
justify (something) to (one) v.
|
|
101 |
Phrasals |
bir şeyi (düşünceyi bir şey yaparak) doğrulamak/haklı göstermek |
justify (something) by (doing something) v.
|
|
102 |
Phrasals |
bir şeyi (düşünceyi bir şey yaparak) haklı çıkarmak |
justify (something) by (doing something) v.
|
|
103 |
Phrasals |
ile/yaparak doğrulamak/haklı göstermek |
justify by v.
|
|
104 |
Phrasals |
ile/yaparak haklı çıkarmak |
justify by v.
|
|
105 |
Phrasals |
-e karşı haklı çıkarmaya çalışmak |
justify to v.
|
|
106 |
Phrasals |
'-e haklı göstermeye çalışmak |
justify to v.
|
|
Phrases |
|
107 |
Phrases |
haklı olarak |
for good reason expr.
|
|
Proverb |
|
108 |
Proverb |
sert bir eylemi haklı çıkarmak için bahane bulmak kolaydır |
it is easy to find a stick to beat a dog
|
|
Colloquial |
|
109 |
Colloquial |
haklı görülebilecek yalan |
white lie n.
|
|
110 |
Colloquial |
yaptığını haklı çıkarmak |
justify what one is doing v.
|
|
111 |
Colloquial |
haklı olduğunu göster |
show me you're right expr.
|
|
Idioms |
|
112 |
Idioms |
haklı tutuklama |
a righteous collar n.
|
|
113 |
Idioms |
haklı gözaltı |
a righteous collar n.
|
|
114 |
Idioms |
haklı tutuklama |
righteous collar n.
|
|
115 |
Idioms |
haklı gözaltı |
righteous collar n.
|
|
116 |
Idioms |
haklı dava |
deserving cause n.
|
|
117 |
Idioms |
ününün haklı nedeni |
someone's claim to fame n.
|
|
118 |
Idioms |
haklı değerleri/amacı olan dava |
deserving cause n.
|
|
119 |
Idioms |
(birinin) yaptığı deliliğin/çılgınlığın haklı nedeni |
(a) method in (one's) madness n.
|
|
120 |
Idioms |
(birinin) yaptığı deliliğin/çılgınlığın haklı nedeni |
(a) method to (one's) madness n.
|
|
121 |
Idioms |
(birinin) yaptığı deliliğin/çılgınlığın haklı nedeni |
method in (one's) madness n.
|
|
122 |
Idioms |
(birinin) yaptığı deliliğin altında yatan mantıklı/haklı neden/amaç |
method in (one's) madness n.
|
|
123 |
Idioms |
en haklı durum |
the high ground n.
|
|
124 |
Idioms |
birini haklı bulmak |
acknowledge someone to be right v.
|
|
125 |
Idioms |
haklı kabul etmek |
give the benefit of the doubt v.
|
|
126 |
Idioms |
haklı çıkartmak |
lend credence to v.
|
|
127 |
Idioms |
yaptığı deliliğin/çılgınlığın haklı bir nedeni olmak |
be method in one's madness v.
|
|
128 |
Idioms |
yaptığı deliliğin/çılgınlığın haklı bir nedeni olmak |
have method in one's madness v.
|
|
129 |
Idioms |
haklı çıkartmak |
lend support to (something) v.
|
|
130 |
Idioms |
haklı bulmak |
acknowledge to be right v.
|
|
131 |
Idioms |
(önce yargılanmak/eleştirilmektense) haklı kabul edilmek |
have the benefit of the doubt v.
|
|
132 |
Idioms |
(aksi bir kanıt olmadığı sürece) haklı kabul etmek |
give/have the benefit of the doubt v.
|
|
133 |
Idioms |
(yeterli bilgi/kanıt yokken) haklı kabul edilmek |
get the benefit of the doubt v.
|
|
134 |
Idioms |
yaptığı deliliğin/çılgınlığın haklı bir nedeni olmak |
have (a) method in (one's) madness v.
|
|
135 |
Idioms |
yaptığı deliliğin/çılgınlığın haklı bir nedeni olmak |
have (a) method to (one's) madness v.
|
|
136 |
Idioms |
haklı olmak |
have a point v.
|
|
137 |
Idioms |
haklı taraf kazandı |
the affirmative has it expr.
|
|
138 |
Idioms |
haklı olarak |
fair and square expr.
|
|
139 |
Idioms |
haklı olarak |
by rights expr.
|
|
140 |
Idioms |
haksızken haklı duruma gelmiş |
more sinned against than sinner expr.
|
|
Speaking |
|
141 |
Speaking |
adam haklı beyler |
he's got a point, guys expr.
|
|
142 |
Speaking |
bu seni haklı kılar mı? |
does that make you right? expr.
|
|
143 |
Speaking |
baban haklı |
your father is right expr.
|
|
144 |
Speaking |
bazen haklı olduklarını düşünüyorum |
sometimes I think maybe they're right expr.
|
|
145 |
Speaking |
bana kızgın olmakta çok haklı |
she has every right to be angry at me expr.
|
|
146 |
Speaking |
bazen haklı olduklarını da düşünmüyor değilim |
sometimes I think maybe they're right expr.
|
|
147 |
Speaking |
bu seni haklı mı kılıyor? |
does that make you right? expr.
|
|
148 |
Speaking |
deliliğinin/çılgınlığının bir mantığı/(haklı bir) nedeni var |
there's a method to somebody's madness expr.
|
|
149 |
Speaking |
deliliğinin/çılgınlığının bir mantığı/(haklı bir) nedeni var |
there's method in somebody's madness expr.
|
|
150 |
Speaking |
haklı değil miyim? |
am I right? expr.
|
|
151 |
Speaking |
haklı çıkacağım hiç aklıma gelmezdi |
i did not think that i would be right expr.
|
|
152 |
Speaking |
o haklı |
he is right expr.
|
|
153 |
Speaking |
sanırım haklı olabilirsiniz |
I think you might be right expr.
|
|
154 |
Speaking |
yaşlısın diye haklı olman gerekmiyor |
just because you're older it doesn't mean you 're right expr.
|
|
Trade/Economic |
|
155 |
Trade/Economic |
geri satın alma haklı hisse senedi |
callable stock n.
|
|
156 |
Trade/Economic |
geri satın alma haklı hisse senedi |
callable preferred stock n.
|
|
157 |
Trade/Economic |
haklı nedenle/gerekçeyle fesih |
rightful termination n.
|
|
158 |
Trade/Economic |
haklı nedenle/gerekçeyle fesih |
termination with a valid reason n.
|
|
159 |
Trade/Economic |
haklı hisse |
fair share n.
|
|
160 |
Trade/Economic |
haklı neden |
justification n.
|
|
161 |
Trade/Economic |
haklı sebeple fesih |
rightful termination n.
|
|
162 |
Trade/Economic |
haklı çıkma |
justification n.
|
|
163 |
Trade/Economic |
haklı gösterme |
justification n.
|
|
164 |
Trade/Economic |
haklı sebeple fesih |
termination with a valid reason n.
|
|
165 |
Trade/Economic |
rüçhan haklı sözleşme |
preferential agreement n.
|
|
Law |
|
166 |
Law |
mahkemenin yaralı tarafı normaldekinin üç katı haklı bulması |
treble damages n.
|
|
167 |
Law |
adalet mekanizmasının haklı nedenlere dayanmadan yavaş ilerlemesi |
undue delay n.
|
|
168 |
Law |
bir istirdat davasında sanık olan kişinin makul gerekçeler göstererek haklı olduğunu iddia ettiği defii |
avowry n.
|
|
169 |
Law |
bir istirdat davasında haklı olduğunu iddia eden davalı |
avowant n.
|
|
170 |
Law |
davada haklı çıkan taraf |
prevailing party n.
|
|
171 |
Law |
eşlerden birinin diğerini haklı bir gerekçe olmadan terketmesi |
malicious abandonment n.
|
|
172 |
Law |
haklı çıkarma |
legitimization n.
|
|
173 |
Law |
haklı iddia |
just claim n.
|
|
174 |
Law |
haklı sebebe dayanmaksızın fesih |
termination for convenience n.
|
|
175 |
Law |
haklı çıkaran |
legitimizer n.
|
|
176 |
Law |
haklı sebep |
valid ground n.
|
|
177 |
Law |
haklı çıkarma |
legitimatizing n.
|
|
178 |
Law |
haklı çıkarıcı |
justifier n.
|
|
179 |
Law |
haklı nedenlere dayanan korku |
well-founded fear n.
|
|
180 |
Law |
haklı çıkarma |
legitimising n.
|
|
181 |
Law |
haklı çıkarma |
legitimatising n.
|
|
182 |
Law |
haklı nedenlere dayanan zulüm korkusu |
well-founded fear of persecution n.
|
|
183 |
Law |
haklı sebep kuralı |
rule of reason n.
|
|
184 |
Law |
haklı gerekçeyle fesih |
termination for good cause n.
|
|
185 |
Law |
haklı çıkarma |
legitimizing n.
|
|
186 |
Law |
haklı çıkan taraf |
prevailing party n.
|
|
187 |
Law |
haklı çıkaran |
legitimiser n.
|
|
188 |
Law |
haklı gerekçe |
valid ground n.
|
|
189 |
Law |
haklı çıkarma |
legitimating n.
|
|
190 |
Law |
haklı nedenler |
cogent grounds n.
|
|
191 |
Law |
haklı sebebe dayanarak fesih |
termination for default n.
|
|
192 |
Law |
haklı sebep |
just cause n.
|
|
193 |
Law |
haklı sebepler |
cogent grounds n.
|
|
194 |
Law |
haklı çıkarma |
legitimisation n.
|
|
195 |
Law |
ilk bakışta haklı görülen dava |
prima facie case n.
|
|
196 |
Law |
(nefsi müdafaa veya görev sırasında) gerçekleştirilen haklı/yasal adam öldürme |
lawful killing n.
|
|
197 |
Law |
(nefsi müdafaa veya görev sırasında) gerçekleştirilen haklı/yasal adam öldürme |
justifiable homicide n.
|
|
198 |
Law |
haklı çıkarıcı |
justificator n.
|
|
199 |
Law |
haklı sebeple fesih |
termination for good cause n.
|
|
200 |
Law |
haklı çıkarmak |
legitimise v.
|
|
201 |
Law |
haklı çıkarmak |
legitimatize v.
|
|
202 |
Law |
haklı çıkarmak |
legitimatise v.
|
|
203 |
Law |
kararı haklı bulmak |
find the decision justified v.
|
|
204 |
Law |
kararı haklı bulmak |
find a decision justified v.
|
|
205 |
Law |
haklı çıkaran |
justificatory adj.
|
|
206 |
Law |
haklı çıkmış |
legitimised adj.
|
|
207 |
Law |
haklı çıkaran |
justificative adj.
|
|
208 |
Law |
haklı çıkmış |
legitimized adj.
|
|
209 |
Law |
haklı gerekçelerle |
good cause appearing expr.
|
|
Politics |
|
210 |
Politics |
haklı savaş |
just war n.
|
|
211 |
Politics |
haklı savaş |
justified war n.
|
|
212 |
Politics |
haklı sebep |
valid reason n.
|
|
213 |
Politics |
haklı savunma |
necessary defense n.
|
|
214 |
Politics |
haklı savunma |
necessary defence n.
|
|
215 |
Politics |
kanuna aykırılığı haklı kılan kanun hükmü |
enabling clause n.
|
|
Military |
|
216 |
Military |
ipek barut haklı kese |
powder silk n.
|
|
217 |
Military |
tam barut haklı atım |
full service round n.
|
|
Latin |
|
218 |
Latin |
haklı savaş |
bellum iustum n.
|
|
219 |
Latin |
haklı savaş doktrini |
jus ad bellum n.
|
|
220 |
Latin |
haklı savaş açma nedeni |
casus belli n.
|
|
221 |
Latin |
haklı savaş |
jus ad bellum n.
|
|
Archaic |
|
222 |
Archaic |
tartışmada haklı çıkmak |
conclude v.
|
|
Slang |
|
223 |
Slang |
öfkeli, kendisini her durumda haklı gören ve hafif ırkçı orta yaşlı beyaz kadınlar için kullanılan aşağılayıcı argo terim |
karen n.
|
|
224 |
Slang |
bu görüşü haklı buluyorum (sanal ortamda) |
qft (quoted for truth) expr.
|
|
Star Wars |
|
225 |
Star Wars |
haklı mandalore |
mandalore the vindicated n.
|
|