|
Kategori |
İngilizce |
Türkçe |
|
Common Usage |
|
1 |
Yaygın Kullanım |
mean i.
|
ortalama |
|
The study involved 30 patients with a mean age of 39.5 years.
Çalışmaya yaş ortalaması 39,5 olan 30 hasta katılmıştır.
More Sentences
|
2 |
Yaygın Kullanım |
mean f.
|
demek istemek |
|
What I mean is, I don’t enjoy the same activities as I did when I was younger.
Demek istediğim şu ki, gençken yaptığım aktivitelerden artık zevk almıyorum.
More Sentences
|
3 |
Yaygın Kullanım |
mean f.
|
kastetmek |
|
‘Do you mean me?’ "Yes, you, the girl in the pink dress".
Beni mi kastediyorsun? "Evet, seni, pembe elbiseli kızı".
More Sentences
|
4 |
Yaygın Kullanım |
mean f.
|
anlamına gelmek |
|
The green traffic light means permission to pass.
Yeşil ışık geçiş izni anlamına gelir.
More Sentences
|
5 |
Yaygın Kullanım |
mean s.
|
aşağılık |
|
You people are really mean.
Siz insanlar gerçekten aşağılıksınız.
More Sentences
|
6 |
Yaygın Kullanım |
mean s.
|
adi |
|
What a mean fellow!
Ne adi bir adam!
More Sentences
|
General |
|
7 |
Genel |
mean f.
|
kastetmek |
|
‘Do you mean me?’ "Yes, you, the girl in the pink dress".
Beni mi kastediyorsun? "Evet, seni, pembe elbiseli kızı".
More Sentences
|
8 |
Genel |
mean f.
|
ifade etmek |
|
Does the name Marisol Smith mean anything to you?
Marisol Smith ismi size bir şey ifade ediyor mu?
More Sentences
|
9 |
Genel |
mean f.
|
amaçlamak |
|
We need the profession of driver to be enhanced; that is what the Directive is meant to do.
Şoförlük mesleğinin geliştirilmesine ihtiyacımız var; Yönerge de bunu amaçlıyor.
More Sentences
|
10 |
Genel |
mean f.
|
demek |
|
That means democracy in politics, economics, social and defence issues.
Bu da siyaset, ekonomi, sosyal ve savunma konularında demokrasi demektir.
More Sentences
|
11 |
Genel |
mean f.
|
düşünmek |
|
She meant this gift for you.
Bu hediyeyi senin için düşündü.
More Sentences
|
12 |
Genel |
mean f.
|
demek istemek |
|
What I mean is, I don’t enjoy the same activities as I did when I was younger.
Demek istediğim şu ki, gençken yaptığım aktivitelerden artık zevk almıyorum.
More Sentences
|
13 |
Genel |
mean f.
|
anlamına gelmek |
|
The green traffic light means permission to pass.
Yeşil ışık geçiş izni anlamına gelir.
More Sentences
|
14 |
Genel |
mean f.
|
demek olmak |
|
It means that Percy was planning on ripping off the Russians this whole time.
Demek oluyor ki Percy onca zamandır Rusları kazıklamayı planlıyordu.
More Sentences
|
15 |
Genel |
mean f.
|
anlam ifade etmek |
|
It will also, however, mean something for the present Member States.
Ancak bu aynı zamanda mevcut Üye Devletler için de bir anlam ifade edecektir.
More Sentences
|
16 |
Genel |
mean f.
|
istemek |
|
I’m sure he didn’t mean to hurt your feelings.
Duygularını incitmek istemediğine eminim.
More Sentences
|
17 |
Genel |
mean f.
|
anlamında olmak |
|
Look, Jack, this may mean nothing.
Bak Jack, bunun hiçbir anlamı olmayabilir.
More Sentences
|
18 |
Genel |
mean f.
|
ciddi olmak |
|
I doubt that Tom really meant what he said.
Tom'un söylediklerinde ciddi olduğundan şüpheliyim.
More Sentences
|
19 |
Genel |
mean f.
|
niyetinde olmak |
|
Does it mean that the Council does not intend to respect its commitments or does it intend to concoct an excuse?
Bu, Konsey'in taahhütlerine uyma niyetinde olmadığı ya da bir bahane uydurma niyetinde olduğu anlamına mı geliyor?
More Sentences
|
20 |
Genel |
mean f.
|
ciddi olmak |
|
I doubt that Tom really meant what he said.
Tom'un söylediklerinde ciddi olduğundan şüpheliyim.
More Sentences
|
|
21 |
Genel |
mean f.
|
sonucunu doğurmak |
|
The merger will mean the opening of several offices across the USA.
Birleşme, ABD genelinde birkaç ofisin açılması sonucunu doğuracaktır.
More Sentences
|
22 |
Genel |
mean f.
|
gerçekten kastetmek |
|
Parents should mean it if they say ‘no’ to children.
Ebeveynler çocuklarına 'hayır' derken bunu gerçekten kastetmelidirler.
More Sentences
|
23 |
Genel |
mean f.
|
göstermek |
|
Dark skies mean that it will rain soon.
Karanlık gökyüzü yakında yağmur yağacağını gösterir.
More Sentences
|
24 |
Genel |
mean f.
|
… bedel olmak |
|
He said to her, "You mean the world to me."
Ona "Sen benim için dünyalara bedelsin" dedi.
More Sentences
|
25 |
Genel |
mean f.
|
söylemek |
|
Do you mean we are less useful than packaging, than the paper which surrounds all the products sold?
Ambalajdan, satılan tüm ürünleri çevreleyen kağıttan daha az yararlı olduğumuzu mu söylüyorsunuz?
More Sentences
|
26 |
Genel |
mean s.
|
zor |
|
No mean task for the Council and the Commission, in fact.
Aslında Konsey ve Komisyon için hiç de zor bir görev değil.
More Sentences
|
27 |
Genel |
mean s.
|
kötü davranan |
|
Why is Tom being so mean to us?
Tom neden bize bu kadar kötü davranıyor?
More Sentences
|
28 |
Genel |
mean s.
|
pinti |
|
She’s too mean to buy a gift for her husband.
Kocasına hediye alamayacak kadar pinti biri.
More Sentences
|
29 |
Genel |
mean s.
|
acımasız |
|
The terms that we have offered the applicant states are unimaginative and mean.
Başvuran devletlere sunduğumuz şartlar hayal gücünden yoksun ve acımasızdır.
More Sentences
|
30 |
Genel |
mean s.
|
zalim |
|
My dear child, stay down here, otherwise the mean geese will bite you to death.
Sevgili çocuğum, burada kal, yoksa zalim kazlar seni ölümüne ısırır.
More Sentences
|
31 |
Genel |
mean s.
|
huysuz |
|
Is your dog mean?
Köpeğin huysuz mu?
More Sentences
|
32 |
Genel |
mean s.
|
kaba |
|
Tom was very mean to Mary.
Tom, Mary'ye karşı çok kabaydı.
More Sentences
|
33 |
Genel |
mean s.
|
kötü |
|
Tom was a mean man before his daughter was born.
Tom, kızı doğmadan önce kötü bir adamdı.
More Sentences
|
34 |
Genel |
mean s.
|
cimri |
|
You're a mean old woman.
Sen cimri yaşlı bir kadınsın.
More Sentences
|
35 |
Genel |
mean s.
|
kötü |
|
Tom was a mean man before his daughter was born.
Tom, kızı doğmadan önce kötü bir adamdı.
More Sentences
|
36 |
Genel |
mean s.
|
fena |
|
Tom has a mean streak.
Tom'un damarı tuttu mu fenadır.
More Sentences
|
37 |
Genel |
mean s.
|
ayıp |
|
Making fun of someone's appearance is mean behavior.
Birinin dış görünüşüyle dalga geçmek ayıp bir davranıştır.
More Sentences
|
38 |
Genel |
mean s.
|
perişan |
|
They walked briskly through the mean and dirty streets of New York.
New York'un perişan ve kirli sokaklarında hızlı adımlarla yürüdüler.
More Sentences
|
Idioms |
|
39 |
Deyim |
mean s.
|
nefis |
|
Does the term self-preservation mean anything to you?
Nefsini koruma terimi sana bir şey ifade ediyor mu?
More Sentences
|
Technical |
|
40 |
Teknik |
mean f.
|
anlamına gelmek |
|
The green traffic light means permission to pass.
Yeşil ışık geçiş izni anlamına gelir.
More Sentences
|
|
41 |
Teknik |
mean f.
|
demek olmak |
|
It means that Percy was planning on ripping off the Russians this whole time.
Demek oluyor ki Percy onca zamandır Rusları kazıklamayı planlıyordu.
More Sentences
|
42 |
Teknik |
mean f.
|
demek istemek |
|
What I mean is, I don’t enjoy the same activities as I did when I was younger.
Demek istediğim şu ki, gençken yaptığım aktivitelerden artık zevk almıyorum.
More Sentences
|
43 |
Teknik |
mean s.
|
ortalama |
|
The study involved 30 patients with a mean age of 39.5 years.
Çalışmaya yaş ortalaması 39,5 olan 30 hasta katılmıştır.
More Sentences
|
Construction |
|
44 |
İnşaat |
mean i.
|
ortalama |
|
The study involved 30 patients with a mean age of 39.5 years.
Çalışmaya yaş ortalaması 39,5 olan 30 hasta katılmıştır.
More Sentences
|
Statistics |
|
45 |
İstatistik |
mean i.
|
ortalama |
|
The study involved 30 patients with a mean age of 39.5 years.
Çalışmaya yaş ortalaması 39,5 olan 30 hasta katılmıştır.
More Sentences
|
Linguistics |
|
46 |
Dilbilim |
mean i.
|
ortalama |
|
The study involved 30 patients with a mean age of 39.5 years.
Çalışmaya yaş ortalaması 39,5 olan 30 hasta katılmıştır.
More Sentences
|
Meteorology |
|
47 |
Meteoroloji |
mean i.
|
ortalama |
|
The study involved 30 patients with a mean age of 39.5 years.
Çalışmaya yaş ortalaması 39,5 olan 30 hasta katılmıştır.
More Sentences
|
Common Usage |
|
48 |
Yaygın Kullanım |
mean i.
|
orta |
|
49 |
Yaygın Kullanım |
mean s.
|
alçak |
|
General |
|
50 |
Genel |
mean i.
|
orta nokta |
|
51 |
Genel |
mean i.
|
orta noktada veya orta noktanın yakınında olan şey |
|
52 |
Genel |
mean i.
|
(konfüçyüsçülük'te) ihtiyat ve ölçülülük eylemlerinin geliştirilmesinde uçlar arasındaki ılımlı eylemi izleme |
|
53 |
Genel |
mean i.
|
(budizm'de) orta yol |
|
54 |
Genel |
mean i.
|
(budizm'de) vurdumduymazlık ve çilecilik arasındaki ılımlı yol |
|
55 |
Genel |
mean i.
|
ılımlılık |
|
56 |
Genel |
mean i.
|
ölçülülük |
|
57 |
Genel |
mean i.
|
ara bağlantı unsuru |
|
58 |
Genel |
mean i.
|
kararında olan şey |
|
59 |
Genel |
mean i.
|
iki uç arasında yer alan unsur |
|
60 |
Genel |
mean i.
|
amaca götüren şey |
|
61 |
Genel |
mean i.
|
eylemi tamamlamaya yönelik araç |
|
62 |
Genel |
mean i.
|
sonuca götüren şey |
|
63 |
Genel |
mean f.
|
demeye gelmek |
|
64 |
Genel |
mean f.
|
niyet etmek |
|
65 |
Genel |
mean f.
|
niyetlenmek |
|
66 |
Genel |
mean f.
|
kurmak |
|
67 |
Genel |
mean f.
|
tasarlamak |
|
68 |
Genel |
mean f.
|
sonucu doğurmak |
|
69 |
Genel |
mean f.
|
önem taşımak |
|
70 |
Genel |
mean f.
|
önemli olmak |
|
71 |
Genel |
mean f.
|
sözünün eri olmak |
|
72 |
Genel |
mean f.
|
şakası olmamak |
|
73 |
Genel |
mean f.
|
belirli bir kaderi seçmek |
|
74 |
Genel |
mean f.
|
kıymetinde olmak |
|
75 |
Genel |
mean f.
|
üretmek |
|
76 |
Genel |
mean f.
|
sebebiyet vermek |
|
77 |
Genel |
mean f.
|
kehanette bulunmak |
|
78 |
Genel |
mean f.
|
delalet etmek |
|
79 |
Genel |
mean f.
|
çok önemli olmak |
|
80 |
Genel |
mean f.
|
anlamı olmak |
|
|
81 |
Genel |
mean s.
|
süfli |
|
82 |
Genel |
mean s.
|
pespaye |
|
83 |
Genel |
mean s.
|
vasati |
|
84 |
Genel |
mean s.
|
sefil |
|
85 |
Genel |
mean s.
|
ahlaksız |
|
86 |
Genel |
mean s.
|
değersiz |
|
87 |
Genel |
mean s.
|
utangaç |
|
88 |
Genel |
mean s.
|
orantılı |
|
89 |
Genel |
mean s.
|
tehlikeli |
|
90 |
Genel |
mean s.
|
kibritçi |
|
91 |
Genel |
mean s.
|
bayağı |
|
92 |
Genel |
mean s.
|
kötü (davranış) |
|
93 |
Genel |
mean s.
|
rezil |
|
94 |
Genel |
mean s.
|
şahsiyetsiz |
|
95 |
Genel |
mean s.
|
yoksul |
|
96 |
Genel |
mean s.
|
aşağı |
|
97 |
Genel |
mean s.
|
vasat |
|
98 |
Genel |
mean s.
|
eli sıkı |
|
99 |
Genel |
mean s.
|
keyifsiz |
|
100 |
Genel |
mean s.
|
kılıksız |
|
101 |
Genel |
mean s.
|
hasis |
|
102 |
Genel |
mean s.
|
kanı bozuk |
|
103 |
Genel |
mean s.
|
kubat |
|
104 |
Genel |
mean s.
|
keyifsiz |
|
105 |
Genel |
mean s.
|
rahatsız |
|
106 |
Genel |
mean s.
|
kirli |
|
107 |
Genel |
mean s.
|
pis |
|
108 |
Genel |
mean s.
|
eli sıkı |
|
109 |
Genel |
mean s.
|
bencil |
|
110 |
Genel |
mean s.
|
küstah |
|
111 |
Genel |
mean s.
|
başbelası |
|
112 |
Genel |
mean s.
|
zapt edilemez |
|
113 |
Genel |
mean s.
|
başa çıkılmaz |
|
114 |
Genel |
mean s.
|
çekingen |
|
115 |
Genel |
mean s.
|
mahcup |
|
116 |
Genel |
mean s.
|
çetin |
|
117 |
Genel |
mean s.
|
budala |
|
118 |
Genel |
mean s.
|
aptal |
|
119 |
Genel |
mean s.
|
salak |
|
120 |
Genel |
mean s.
|
ahmak |
|
121 |
Genel |
mean s.
|
özsaygısı azalmış |
|
122 |
Genel |
mean s.
|
mahcup |
|
123 |
Genel |
mean s.
|
utanç duyan |
|
124 |
Genel |
mean zf.
|
alçakça |
|
125 |
Genel |
mean zf.
|
adice |
|
126 |
Genel |
mean zf.
|
kepaze gibi |
|
Irregular Verb |
|
127 |
Irregular Verb |
mean f.
|
meant - meant |
|
Colloquial |
|
128 |
Konuşma Dili |
mean s.
|
terbiyesiz |
|
Idioms |
|
129 |
Deyim |
mean s.
|
çok iyi |
|
130 |
Deyim |
mean s.
|
muhteşem |
|
131 |
Deyim |
mean s.
|
sağlam |
|
Technical |
|
132 |
Teknik |
mean i.
|
iki şeyin ortası |
|
133 |
Teknik |
mean i.
|
iki seyin ortası |
|
134 |
Teknik |
mean s.
|
vasat |
|
Math |
|
135 |
Matematik |
mean i.
|
bir kümenin elemanlarının tümünü bir mantığa göre temsil eden ve bulundukları aralıkta yer alan türdeş çokluk |
|
136 |
Matematik |
mean i.
|
beklenen değer |
|
137 |
Matematik |
mean i.
|
aritmetik ortalama |
|
138 |
Matematik |
mean i.
|
bir değişkenin verilen limitler arasındaki ortalama değeri |
|
139 |
Matematik |
mean i.
|
bir orantının ortanca iki teriminden her biri |
|
Music |
|
140 |
Müzik |
mean i.
|
14. yüzyıl koro müziğinde orta ses |
|
141 |
Müzik |
mean i.
|
armonili müzikal bir bestede alto veya tenor gibi orta kısma verilen ad |
|
142 |
Müzik |
mean i.
|
birbirine eşlik eden viyolalardan alto olanı |
|
143 |
Müzik |
mean i.
|
viyolanın orta tellerinden birisi |
|
Slang |
|
144 |
Argo |
mean s.
|
harika |
|
145 |
Argo |
mean s.
|
mükemmel |
|
146 |
Argo |
mean s.
|
şahane |
|
|
Kategori |
İngilizce |
Türkçe |
|
General |
|
1 |
Genel |
mean well f.
|
niyeti iyi olmak |
|
I know you mean well.
Niyetinin iyi olduğunu biliyorum.
More Sentences
|
2 |
Genel |
mean business f.
|
ciddi olmak |
|
We must show we mean business.
Ciddi olduğumuzu göstermeliyiz.
More Sentences
|
3 |
Genel |
mean something f.
|
manidar olmak |
|
It meant something to me.
O benim için manidar oldu.
More Sentences
|
4 |
Genel |
in the mean zf.
|
bu arada |
|
However, we would like your word in the mean time that this directive will actually be adopted.
Ancak bu arada bu yönergenin gerçekten kabul edileceğine dair söz vermenizi istiyoruz.
More Sentences
|
Phrasals |
|
5 |
Öbek Fiiller |
mean (something) by (something) f.
|
(başka bir şey) demek istemek |
|
Let me explain what I mean by that remark.
Bu sözle ne demek istediğimi açıklamama izin verin.
More Sentences
|
6 |
Öbek Fiiller |
mean (something) by (something) f.
|
(başka bir şey) kastetmek |
|
Moreover, what is meant by 'essentially'?
Dahası, 'esasen' ile ne kastedilmektedir?
More Sentences
|
7 |
Öbek Fiiller |
mean by f.
|
ile (bir şey) kastetmek |
|
What is meant by lessening the intensity of the conflict in Chechnya?
Çeçenistan'daki çatışmanın yoğunluğunun azaltılması ile kastedilen nedir?
More Sentences
|
8 |
Öbek Fiiller |
mean to f.
|
niyet etmek |
|
Tom didn't mean to shoot anyone.
Tom kimseyi vurmaya niyet etmedi.
More Sentences
|
9 |
Öbek Fiiller |
mean to f.
|
istemek |
|
The President meant to say that he now declares this amendment admissible.
Başkan, bu değişikliğin kabul edilebilir olduğunu beyan ettiğini söylemek istemiştir.
More Sentences
|
Phrases |
|
10 |
İfadeler |
must not mean expr.
|
anlamına gelmemeli |
|
More Europe' must not mean more of an omnipresent, overbearing Europe.
Daha fazla Avrupa' her yerde hazır ve nazır bir Avrupa anlamına gelmemelidir.
More Sentences
|
Colloquial |
|
11 |
Konuşma Dili |
mean business f.
|
ciddi olmak |
|
We must show we mean business.
Ciddi olduğumuzu göstermeliyiz.
More Sentences
|
12 |
Konuşma Dili |
mean (one) no harm f.
|
(birine) zarar vermek istememek |
|
We meant no harm.
Zarar vermek istemedik.
More Sentences
|
13 |
Konuşma Dili |
mean to say f.
|
kastetmek |
|
What I meant to say was that I didn't want to do that.
Kastettiğim şey, bunu yapmak istemediğimdi.
More Sentences
|
Idioms |
|
14 |
Deyim |
mean well f.
|
iyi niyet göstermek |
|
I'm sure you meant well.
İyi niyet gösterdiğinden eminim.
More Sentences
|
15 |
Deyim |
mean well f.
|
niyeti iyi olmak |
|
I know you mean well.
Niyetinin iyi olduğunu biliyorum.
More Sentences
|
General |
|
16 |
Genel |
mean water level i.
|
ortalama su düzeyi |
|
17 |
Genel |
emotional mean i.
|
duygusal ortalama |
|
18 |
Genel |
mean time to repair i.
|
ortalama onarım zamanı |
|
19 |
Genel |
greenwich mean time i.
|
milletlerarası saat |
|
20 |
Genel |
mean solar time i.
|
ortalama güneş zamanı |
|
21 |
Genel |
mean height i.
|
ortalama yükseklik |
|
22 |
Genel |
mean sun i.
|
ortalama güneş |
|
23 |
Genel |
mean square value i.
|
ortalama kareler değeri |
|
24 |
Genel |
mean latitude i.
|
ortalama enlem |
|
25 |
Genel |
mean time between failure i.
|
arıza arası ortalama zaman |
|
26 |
Genel |
mean calorie i.
|
ortalama kalori |
|
27 |
Genel |
greenwich mean time i.
|
greenwich ortalama zamanı |
|
28 |
Genel |
mean sea level i.
|
denizin kabarması ve çekilmesi seviyeleri ortasında kalan deniz seviyesi |
|
29 |
Genel |
mean daily temperature i.
|
günlük ortalama sıcaklık |
|
30 |
Genel |
mass mean diameter i.
|
kütle ortalama çapı |
|
31 |
Genel |
mean anomaly i.
|
ortalama anomali |
|
32 |
Genel |
mean effective pressure i.
|
ortalama etkili basınç |
|
33 |
Genel |
mean distance i.
|
ortalama uzaklık |
|
34 |
Genel |
mean depth i.
|
ortalama derinlik |
|
35 |
Genel |
mean noon i.
|
ortalama öğle |
|
36 |
Genel |
mean time i.
|
ortalama zaman |
|
37 |
Genel |
mean solar day i.
|
ortalama güneş günü |
|
38 |
Genel |
mean velocity i.
|
ortalama hız |
|
39 |
Genel |
mean stress i.
|
ortalama gerilim |
|
40 |
Genel |
mean sea level i.
|
ortalama deniz seviyesi |
|
41 |
Genel |
mean pole i.
|
ortalama kutup |
|
42 |
Genel |
mean temperature i.
|
ortalama sıcaklık |
|
43 |
Genel |
mean curvature i.
|
ortalama eğrilik |
|
44 |
Genel |
mean sidereal time i.
|
ortalama yıldız zamanı |
|
45 |
Genel |
mean sea level i.
|
orta deniz seviyesi |
|
46 |
Genel |
mean reversion i.
|
ortalamaya dönme |
|
47 |
Genel |
mean diameter i.
|
ortalama çap |
|
48 |
Genel |
mean free time i.
|
ortalama serbest zaman |
|
49 |
Genel |
golden mean i.
|
ılımlılık |
|
50 |
Genel |
mean time clock i.
|
ortalama zaman saati |
|
51 |
Genel |
mean value theorem i.
|
ortalama değer teoremi |
|
52 |
Genel |
geometric mean i.
|
geometrik ortalama |
|
53 |
Genel |
golden mean i.
|
ılım |
|
54 |
Genel |
golden mean i.
|
itidal |
|
55 |
Genel |
mean-time clock i.
|
ortalama zaman saati |
|
56 |
Genel |
weighted mean i.
|
ağırlıklı ortalama |
|
57 |
Genel |
golden mean i.
|
ölçülük |
|
58 |
Genel |
happy mean i.
|
tam ortası |
|
59 |
Genel |
greenwich mean time i.
|
greenwich saati |
|
60 |
Genel |
local mean time i.
|
mahalli vasati zaman |
|
61 |
Genel |
mean of results i.
|
sonuçların ortalaması |
|
62 |
Genel |
mean of results i.
|
sonuç ortalaması |
|
63 |
Genel |
harmonic mean i.
|
harmonik ortalama |
|
64 |
Genel |
mean age i.
|
ortalama yaş |
|
65 |
Genel |
mean [obsolete] i.
|
aracı |
|
66 |
Genel |
mean [obsolete] i.
|
arabulucu |
|
67 |
Genel |
mean [obsolete] i.
|
çöpçatan |
|
68 |
Genel |
mean [obsolete] i.
|
elçi |
|
69 |
Genel |
mean [obsolete] i.
|
uygun koşul |
|
70 |
Genel |
mean [obsolete] i.
|
fırsat |
|
71 |
Genel |
mean [obsolete] i.
|
ara |
|
72 |
Genel |
mean [obsolete] i.
|
ara zamanı |
|
73 |
Genel |
mean-spiritedness i.
|
kötü niyetli olma özelliği |
|
74 |
Genel |
mean-spiritedness i.
|
aşağılık olma özelliği |
|
75 |
Genel |
mean-spiritedness i.
|
cimri olma özelliği |
|
76 |
Genel |
lmt (local mean time) i.
|
mahalli vasati saat |
|
77 |
Genel |
come to mean f.
|
demeğe gelmek |
|
78 |
Genel |
mean business f.
|
çok ciddi olmak |
|
79 |
Genel |
mean everything to (me/him/her) f.
|
çok şey ifade etmek |
|
80 |
Genel |
mean for f.
|
yapmak (bir şeyi biri için) |
|
81 |
Genel |
mean for f.
|
yöneltmek (sözü birine) |
|
82 |
Genel |
mean business f.
|
niyetli olmak |
|
83 |
Genel |
come to mean f.
|
anlamına gelmek |
|
84 |
Genel |
mean for f.
|
hazırlamak (bir şeyi biri için) |
|
85 |
Genel |
mean business f.
|
şaka yapmamak |
|
86 |
Genel |
not mean to do so f.
|
böyle yapmak istememek |
|
87 |
Genel |
not mean to do so f.
|
böyle olmasını istememek |
|
88 |
Genel |
not mean to do so f.
|
böyle olsun istememek |
|
89 |
Genel |
not mean to do so f.
|
öyle olsun istememek |
|
90 |
Genel |
not mean to do so f.
|
öyle yapmak istememek |
|
91 |
Genel |
not mean to do so f.
|
öyle olmasını istememek |
|
92 |
Genel |
mean more than (that) f.
|
daha öte anlam taşımak |
|
93 |
Genel |
mean more than (that) f.
|
daha öte bir anlam taşımak |
|
94 |
Genel |
mean a lot f.
|
çok şey ifade etmek |
|
95 |
Genel |
be supposed to mean f.
|
...demek olmak |
|
96 |
Genel |
be supposed to mean f.
|
...anlamına gelmek |
|
97 |
Genel |
mean [obsolete] f.
|
konuşmak |
|
98 |
Genel |
mean [obsolete] f.
|
anlatmak |
|
99 |
Genel |
mean [obsolete] f.
|
bir fikri savunmak |
|
100 |
Genel |
mean [obsolete] f.
|
sanmak |
|
101 |
Genel |
mean [scotland] f.
|
şikayet etmek |
|
102 |
Genel |
mean [scotland] f.
|
yakınmak |
|
103 |
Genel |
mean [scotland] f.
|
matem tutmak |
|
104 |
Genel |
mean [scotland] f.
|
içerlemek |
|
105 |
Genel |
mean [scotland] f.
|
merhamet etmek |
|
106 |
Genel |
mean [scotland] f.
|
acımak |
|
107 |
Genel |
mean [scotland] f.
|
şikayet olarak dile getirmek |
|
108 |
Genel |
mean [scotland] f.
|
sızlanmak |
|
109 |
Genel |
mean [obsolete] f.
|
aracılık etmek |
|
110 |
Genel |
mean [obsolete] f.
|
ara bulmak |
|
111 |
Genel |
mean proportional s.
|
orta orantılı |
|
112 |
Genel |
mean-spirited s.
|
kötü kalpli |
|
113 |
Genel |
mean-spirited s.
|
kötü niyetli |
|
114 |
Genel |
mean-minded s.
|
zalim |
|
115 |
Genel |
mean-minded s.
|
kaba |
|
116 |
Genel |
mean-minded s.
|
anlayışsız |
|
117 |
Genel |
mean-minded s.
|
acımasız |
|
118 |
Genel |
mean-minded s.
|
insafsız |
|
119 |
Genel |
mean [uk] s.
|
ortak olarak düzenlenen veya yapılan |
|
120 |
Genel |
mean [obsolete] s.
|
mesafe olarak ortada bulunan |
|
121 |
Genel |
mean-spiritedly zf.
|
kötü niyetli bir biçimde |
|
122 |
Genel |
mean [obsolete] zf.
|
ılımlı olarak |
|
123 |
Genel |
mean [obsolete] zf.
|
bir dereceye kadar |
|
124 |
Genel |
mean [obsolete] zf.
|
nispeten daha az |
|
125 |
Genel |
mean [obsolete] zf.
|
arasına denk gelecek şekilde |
|
126 |
Genel |
mean time zf.
|
aynı anda |
|
127 |
Genel |
mean time zf.
|
bu süre içerisinde |
|
128 |
Genel |
mean time zf.
|
tam bu sırada |
|
129 |
Genel |
in the mean space [obsolete] zf.
|
aynı anda |
|
130 |
Genel |
in the mean space [obsolete] zf.
|
bu sırada |
|
131 |
Genel |
in the mean space [obsolete] zf.
|
bu esnada |
|
132 |
Genel |
in the mean space [obsolete] zf.
|
bu arada |
|
133 |
Genel |
in the mean space [obsolete] zf.
|
aynı zamanda |
|
134 |
Genel |
gmt (greenwich mean time) kısalt.
|
greenwich ortalama zamanı |
|
135 |
Genel |
rms ( root-mean-square) kısalt.
|
ortalama karekök |
|
Phrasals |
|
136 |
Öbek Fiiller |
mean (something) by (something) f.
|
sözlerinin altında başka bir anlam gizli olmak |
|
137 |
Öbek Fiiller |
mean (something) by (something) f.
|
kinayeli/üstü kapalı konuşmak |
|
138 |
Öbek Fiiller |
mean by something f.
|
(başka bir şey) demek istemek |
|
139 |
Öbek Fiiller |
mean by something f.
|
(başka bir şey) kastetmek |
|
140 |
Öbek Fiiller |
mean by something f.
|
sözlerinin altında başka bir anlam gizli olmak |
|
141 |
Öbek Fiiller |
mean by something f.
|
kinayeli/üstü kapalı konuşmak |
|
142 |
Öbek Fiiller |
mean something as something f.
|
manasında/anlamında olmak |
|
143 |
Öbek Fiiller |
mean (something) as (something else) f.
|
(bir şeyi bir şey) olarak kastetmek |
|
144 |
Öbek Fiiller |
mean (something) as (something else) f.
|
(bir şey) söyleyerek/yaparak (bir şey) kastetmek |
|
145 |
Öbek Fiiller |
mean (something) as (something else) f.
|
(bir şey) söylemekteki/yapmaktaki maksadı (bir şey) olmak |
|
146 |
Öbek Fiiller |
mean (something) as (something else) f.
|
(bir şey) söylemekteki/yapmaktaki niyeti (bir şey) olmak |
|
147 |
Öbek Fiiller |
mean as f.
|
manasında/anlamında olmak |
|
148 |
Öbek Fiiller |
mean by f.
|
ile (bir şey) demek istemek |
|
149 |
Öbek Fiiller |
mean to f.
|
niyetlenmek |
|
150 |
Öbek Fiiller |
mean to f.
|
niyetinde olmak |
|
Phrases |
|
151 |
İfadeler |
no mean cook expr.
|
çok iyi bir aşçı |
|
152 |
İfadeler |
don’t be mean, go green expr.
|
duyarsız olma, çevreci ol |
|
153 |
İfadeler |
do it like you mean it expr.
|
hakkını vererek yap |
|
154 |
İfadeler |
I mean expr.
|
şunu demek istiyorum ki |
|
155 |
İfadeler |
numbers mean nothing expr.
|
rakamların hiçbir önemi yok |
|
156 |
İfadeler |
numbers mean nothing expr.
|
sayıların hiçbir önemi yok |
|
Proverb |
|
157 |
Atasözü |
treat them mean keep them keen
|
seversen üzülürsün üzersen sevilirsin |
|
158 |
Atasözü |
treat them mean keep them keen
|
ilgi gösterme ilgi duysun |
|
Colloquial |
|
159 |
Konuşma Dili |
mean statement i.
|
zehir zemberek açıklama |
|
160 |
Konuşma Dili |
mean business f.
|
bir işin üzerine ciddiyetle eğilmek |
|
161 |
Konuşma Dili |
mean business f.
|
bir işi ciddiye almak |
|
162 |
Konuşma Dili |
mean nothing f.
|
hiçbir anlam ifade etmemek |
|
163 |
Konuşma Dili |
mean business f.
|
niyeti ciddi olmak |
|
164 |
Konuşma Dili |
not mean diddly f.
|
bir şey/anlam ifade etmemek |
|
165 |
Konuşma Dili |
not mean diddly f.
|
bir değeri olmamak |
|
166 |
Konuşma Dili |
not mean diddly f.
|
bir anlamı olmamak |
|
167 |
Konuşma Dili |
mean (one) no harm f.
|
(birini) üzmek istememek |
|
168 |
Konuşma Dili |
mean (one) no harm f.
|
(birini) kırmak istememek |
|
169 |
Konuşma Dili |
mean (one) no harm f.
|
(birini) olumsuz etkilemek istememek |
|
170 |
Konuşma Dili |
not mean (one) any harm f.
|
(birine) zarar vermek istememek |
|
171 |
Konuşma Dili |
not mean (one) any harm f.
|
(birini) üzmek istememek |
|
172 |
Konuşma Dili |
not mean (one) any harm f.
|
(birini) kırmak istememek |
|
173 |
Konuşma Dili |
not mean (one) any harm f.
|
(birini) olumsuz etkilemek istememek |
|
174 |
Konuşma Dili |
mean nothing to somebody f.
|
biri için hiçbir şey ifade etmemek |
|
175 |
Konuşma Dili |
mean nothing to somebody f.
|
biri için önemli olmamak |
|
176 |
Konuşma Dili |
mean nothing to somebody f.
|
biri için önemsiz olmak |
|
177 |
Konuşma Dili |
mean nothing to somebody f.
|
biri için bir önemi olmamak |
|
178 |
Konuşma Dili |
mean nothing to somebody f.
|
birinin sevdiği biri olmamak |
|
179 |
Konuşma Dili |
mean nothing to somebody f.
|
birinin gözünde bir değeri olmamak |
|
180 |
Konuşma Dili |
mean something f.
|
bir şey ifade etmek |
|
181 |
Konuşma Dili |
mean something f.
|
bir anlam ifade etmek |
|
182 |
Konuşma Dili |
mean something f.
|
bir anlamı olmak |
|
183 |
Konuşma Dili |
mean something (to someone) f.
|
(birine) iyi hissettirmek |
|
184 |
Konuşma Dili |
mean something (to someone) f.
|
(birine) iyi gelmek |
|
185 |
Konuşma Dili |
be no mean... f.
|
bir şeyin çok iyi bir örneği olmak |
|
186 |
Konuşma Dili |
be no mean... f.
|
çok başarılı olmak |
|
187 |
Konuşma Dili |
be no mean... f.
|
kayda değer biri/bir şey olmak |
|
188 |
Konuşma Dili |
mean to (do something) f.
|
(bir şey yapmaya) niyet etmek |
|
189 |
Konuşma Dili |
mean to (do something) f.
|
(bir şey yapmaya) niyetlenmek |
|
190 |
Konuşma Dili |
mean to (do something) f.
|
(bir şey yapmak) istemek |
|
191 |
Konuşma Dili |
mean to (do something) f.
|
(bir şey yapma) niyetinde olmak |
|
192 |
Konuşma Dili |
mean to (do something) f.
|
(bir şey yapmak) zorunda olmak |
|
193 |
Konuşma Dili |
mean to (one) f.
|
(biri) için önemli/değerli olmak |
|
194 |
Konuşma Dili |
mean to (one) f.
|
(biri) için bir anlam ifade etmek |
|
195 |
Konuşma Dili |
mean to (one) f.
|
(biri) için bir anlamı olmak |
|
196 |
Konuşma Dili |
mean to do f.
|
yapmak istemek |
|
197 |
Konuşma Dili |
mean to do f.
|
yapmaya niyetlenmek |
|
198 |
Konuşma Dili |
mean to do f.
|
yapmaya niyet etmek |
|
199 |
Konuşma Dili |
mean to do f.
|
yapma niyetinde olmak |
|
200 |
Konuşma Dili |
mean to do f.
|
yapmak zorunda olmak |
|
201 |
Konuşma Dili |
mean to say f.
|
demeye çalışmak |
|
202 |
Konuşma Dili |
mean to say f.
|
demek istemek |
|
203 |
Konuşma Dili |
in the mean time zf.
|
bu arada |
|
204 |
Konuşma Dili |
well... /I mean that expr.
|
efendime söyleyeyim |
|
205 |
Konuşma Dili |
really I mean it expr.
|
gerçekten samimi söylüyorum |
|
206 |
Konuşma Dili |
wdym (what do you mean) expr.
|
ne demek istiyorsun? |
|
207 |
Konuşma Dili |
mean enough to steal a penny off a dead man's eyes [uk] expr.
|
çok cimri |
|
208 |
Konuşma Dili |
mean enough to steal a penny off a dead man's eyes [uk] expr.
|
çok pinti |
|
209 |
Konuşma Dili |
mean enough to steal a penny off a dead man's eyes [uk] expr.
|
eli sıkı |
|
210 |
Konuşma Dili |
mean enough to steal a penny off a dead man's eyes [uk] expr.
|
eli cebine gitmeyen |
|
211 |
Konuşma Dili |
mean enough to steal a penny off a dead man's eyes [uk] expr.
|
günahını vermeyen |
|
212 |
Konuşma Dili |
mean enough to steal a penny off a dead man's eyes [uk] expr.
|
cebinde akrep olan |
|
213 |
Konuşma Dili |
mean enough to steal a penny off a dead man's eyes [uk] expr.
|
üç kuruşun/üçün beşin hesabını yapan |
|
214 |
Konuşma Dili |
mean enough to steal a penny off a dead man's eyes [uk] expr.
|
üç kuruşa tamah eden |
|
215 |
Konuşma Dili |
not mean diddly expr.
|
tamamen önemsiz |
|
216 |
Konuşma Dili |
not mean diddly expr.
|
bir önemi yok |
|
217 |
Konuşma Dili |
(do) you mean to tell me (that) (something is the case)? expr.
|
bana (…) mi söylemeye çalışıyorsun? |
|
218 |
Konuşma Dili |
(do) you mean to say (that) (something is the case)? expr.
|
(bir şey) mi demeye çalışıyorsun? |
|
219 |
Konuşma Dili |
(do) you mean to say (that) (something is the case)? expr.
|
yani (bir şey) mi demek istiyorsun? |
|
220 |
Konuşma Dili |
(do) you mean to say (that) (something is the case)? expr.
|
(bir şey olduğunu) mu ima ediyorsun? |
|
221 |
Konuşma Dili |
(do) you mean to say (that) (something is the case)? expr.
|
yani (bir şey) mi diyorsun? |
|
222 |
Konuşma Dili |
(do) you mean to say (that) (something is the case)? expr.
|
yani (bir şey) olduğunu mu söylüyorsun? |
|
223 |
Konuşma Dili |
you mean to tell me something expr.
|
bir şey mi demeye çalışıyorsun? |
|
224 |
Konuşma Dili |
you mean to tell me something expr.
|
bir şey mi kastediyorsun? |
|
225 |
Konuşma Dili |
I see what you mean expr.
|
ne demek istediğini anlıyorum |
|
226 |
Konuşma Dili |
I see what you mean expr.
|
ne demek istediğini anladım |
|
227 |
Konuşma Dili |
I know (just) what you mean expr.
|
(kesinlikle) anlıyorum/katılıyorum |
|
228 |
Konuşma Dili |
I know (just) what you mean expr.
|
ne demek istediğini (tam olarak) anlıyorum |
|
229 |
Konuşma Dili |
I know (just) what you mean expr.
|
ben de (tam olarak) öyle düşünüyorum |
|
230 |
Konuşma Dili |
if you see what I mean expr.
|
bilmem anlatabiliyor muyum? |
|
231 |
Konuşma Dili |
if you see what I mean expr.
|
anlarsın ya |
|
232 |
Konuşma Dili |
if you see what I mean expr.
|
demek istediğimi anlıyorsan eğer |
|
233 |
Konuşma Dili |
iswym (I see what you mean) expr.
|
ne demek istediğini anlıyorum |
|
234 |
Konuşma Dili |
iswym (I see what you mean) expr.
|
ne demek istediğini anladım |
|
235 |
Konuşma Dili |
iykwim (if you know what I mean) expr.
|
bilmem anlatabiliyor muyum? |
|
236 |
Konuşma Dili |
iyswim (if you see what I mean) expr.
|
bilmem anlatabiliyor muyum? |
|
237 |
Konuşma Dili |
ykwim (you know what I mean) expr.
|
ne demek istediğimi biliyorsun |
|
238 |
Konuşma Dili |
ykwim (you know what I mean) expr.
|
neden bahsettiğimi biliyorsun |
|
239 |
Konuşma Dili |
you mean to tell me expr.
|
bana (…) mi söylemeye çalışıyorsun? |
|
240 |
Konuşma Dili |
you mean to tell me expr.
|
(…) mı demeye çalışıyorsun? |
|
Idioms |
|
241 |
Deyim |
no mean feat i.
|
büyük bir başarı |
|
242 |
Deyim |
no mean feat i.
|
büyük başarı |
|
243 |
Deyim |
no mean something i.
|
hatırı sayılır bir şey |
|
244 |
Deyim |
golden mean i.
|
orta yol |
|
245 |
Deyim |
mean streak i.
|
sert/haşin huy veya karakter |
|
246 |
Deyim |
lean, mean (something) machine i.
|
(bir şey) makinası |
|
247 |
Deyim |
lean, mean (something) machine i.
|
(bir şey) uzmanı |
|
248 |
Deyim |
lean, mean (something) machine i.
|
(bir şeyde) çok iyi/verimli bir alet, kimse |
|
249 |
Deyim |
lean, mean (something) machine i.
|
sıkı bir çalışmaya hazır ve nazır kimse, alet |
|
250 |
Deyim |
the happy/golden mean i.
|
tam ortasında/arasında kalan bir şey |
|
251 |
Deyim |
the happy/golden mean i.
|
ılımlı/ölçülü bir şey |
|
252 |
Deyim |
mean something f.
|
bir şey ifade etmek |
|
253 |
Deyim |
mean something f.
|
bir anlama gelmek |
|
254 |
Deyim |
mean something f.
|
(biri için) değerli olmak |
|
255 |
Deyim |
mean something f.
|
(biri için) çok şey ifade etmek |
|
256 |
Deyim |
mean all the world to somebody f.
|
dünyalara değişmemek |
|
257 |
Deyim |
mean all the world to somebody f.
|
çok sevilmek |
|
258 |
Deyim |
mean all the world to somebody f.
|
her şeyden daha fazla sevilmek |
|
259 |
Deyim |
mean all the world to somebody f.
|
dünyalara bedel/değer olmak |
|
260 |
Deyim |
mean all the world to somebody f.
|
biri için çok kıymetli olmak |
|
261 |
Deyim |
be/mean (all) the world to somebody f.
|
dünyalara değişmemek |
|
262 |
Deyim |
be/mean (all) the world to somebody f.
|
çok sevmek |
|
263 |
Deyim |
be/mean (all) the world to somebody f.
|
her şeyden daha fazla sevmek |
|
264 |
Deyim |
be/mean (all) the world to somebody f.
|
dünyalara bedel/değer olmak |
|
265 |
Deyim |
be/mean (all) the world to somebody f.
|
biri için çok kıymetli/önemli/değerli olmak |
|
266 |
Deyim |
be/mean (all) the world to somebody f.
|
çok değer vermek |
|
267 |
Deyim |
mean the world to (someone) f.
|
dünyalara değişmemek |
|
268 |
Deyim |
mean the world to (someone) f.
|
çok sevmek |
|
269 |
Deyim |
mean the world to (someone) f.
|
her şeyden daha fazla sevmek |
|
270 |
Deyim |
mean the world to (someone) f.
|
dünyalara bedel/değer olmak |
|
271 |
Deyim |
mean the world to (someone) f.
|
biri için çok kıymetli/önemli/değerli olmak |
|
272 |
Deyim |
mean the world to (someone) f.
|
çok değer vermek |
|
273 |
Deyim |
mean the world to (someone) f.
|
dünya bir yana o bir yana |
|
274 |
Deyim |
mean the world to (someone) f.
|
minnettar olmak |
|
275 |
Deyim |
mean the world to (someone) f.
|
gönülden borçlu olmak |
|
276 |
Deyim |
mean the world to (someone) f.
|
çok teşekkür etmek |
|
277 |
Deyim |
mean the world to (someone) f.
|
dünyalara bedel/değer olmak |
|
278 |
Deyim |
mean the world to (someone) f.
|
biri için çok kıymetli/önemli/değerli/anlamlı olmak |
|
279 |
Deyim |
do/mean something for the best f.
|
iyi niyetle yapmak/söylemek |
|
280 |
Deyim |
do/mean something for the best f.
|
sonucu iyi/olumlu olur umuduyla yapmak/söylemek |
|
281 |
Deyim |
do/mean something for the best f.
|
sonucu iyi/olumlu olur niyetiyle yapmak/söylemek |
|
282 |
Deyim |
do/mean something for the best f.
|
iyi niyetli/olumlu düşünerek yapmak/söylemek |
|
283 |
Deyim |
do/mean something for the best f.
|
niyeti iyi olmak/kötü olmamak |
|
284 |
Deyim |
do/mean something for the best f.
|
iyi/olumlu sonuçlanmasını umarak yapmak/söylemek |
|
285 |
Deyim |
mean (something) for the best f.
|
iyi niyetle yapmak/söylemek |
|
286 |
Deyim |
mean (something) for the best f.
|
sonucu iyi/olumlu olur umuduyla yapmak/söylemek |
|
287 |
Deyim |
mean (something) for the best f.
|
sonucu iyi/olumlu olur niyetiyle yapmak/söylemek |
|
288 |
Deyim |
mean (something) for the best f.
|
iyi niyetli/olumlu düşünerek yapmak/söylemek |
|
289 |
Deyim |
mean (something) for the best f.
|
niyeti iyi olmak/kötü olmamak |
|
290 |
Deyim |
mean (something) for the best f.
|
iyi/olumlu sonuçlanmasını umarak yapmak/söylemek |
|
291 |
Deyim |
mean something special for someone f.
|
birine özel anlam ifade etmek |
|
292 |
Deyim |
mean all the world to f.
|
dünyaya bedel olmak |
|
293 |
Deyim |
mean no offense f.
|
kötü (bir) niyeti olmamak |
|
294 |
Deyim |
run lean and mean f.
|
verimli bir şekilde çalışmak |
|
295 |
Deyim |
mean/do something for the best f.
|
bir şeyi iyiliğine söylemek/yapmak |
|
296 |
Deyim |
mean/do something for the best f.
|
bir şeyi iyilik olsun diye söylemek/yapmak |
|
297 |
Deyim |
mean/do something for the best f.
|
bir şeyi yardımı dokunsun diye söylemek/yapmak |
|
298 |
Deyim |
mean/do something for the best f.
|
bir şeyi yardım olsun diye söylemek/yapmak |
|
299 |
Deyim |
not mean any offense f.
|
kötü niyetle söylememek |
|
300 |
Deyim |
not mean any offense f.
|
kötü niyetle yapmamak |
|
301 |
Deyim |
not mean any offense f.
|
kötü bir niyeti olmamak |
|
302 |
Deyim |
not mean any offense f.
|
kırmak/incitmek istememek |
|
303 |
Deyim |
not mean any offense f.
|
kıracak bir şey söylemek/yapmak istememek |
|
304 |
Deyim |
mean (something) for the best f.
|
iyi niyetle söylemek |
|
305 |
Deyim |
mean (something) for the best f.
|
sonucu iyi olur umuduyla söylemek |
|
306 |
Deyim |
mean (something) for the best f.
|
iyi niyetli düşünerek söylemek |
|
307 |
Deyim |
mean (something) for the best f.
|
niyeti iyi olmak |
|
308 |
Deyim |
mean (something) for the best f.
|
niyeti kötü olmamak |
|
309 |
Deyim |
be no mean (something) f.
|
oldukça önemli (bir şey) olmak |
|
310 |
Deyim |
be no mean (something) f.
|
epeyce zor (bir şey) olmak |
|
311 |
Deyim |
be no mean (something) f.
|
kayda değer (bir şey) olmak |
|
312 |
Deyim |
be no mean (something) f.
|
çok iyi (bir şey) olmak |
|
313 |
Deyim |
be no mean (something) f.
|
harika (bir şey) olmak |
|
314 |
Deyim |
be no mean (something) f.
|
yabana atılmayacak (bir şey) olmak |
|
315 |
Deyim |
be no mean (something) f.
|
yabana atılır (bir şey) olmamak |
|
316 |
Deyim |
be no mean feat f.
|
büyük bir başarı olmak |
|
317 |
Deyim |
be no mean feat f.
|
büyük başarı olmak |
|
318 |
Deyim |
be no mean feat f.
|
yabana atılmayacak şey olmak |
|
319 |
Deyim |
be no mean feat f.
|
yabana atılır şey olmamak |
|
320 |
Deyim |
mean nothing to somebody f.
|
biri için hiçbir şey ifade etmemek |
|
321 |
Deyim |
mean nothing to somebody f.
|
biri için önemli olmamak |
|
322 |
Deyim |
mean nothing to somebody f.
|
biri için bir anlam ifade etmemek |
|
323 |
Deyim |
mean nothing to somebody f.
|
biri için önemsiz olmak |
|
324 |
Deyim |
mean nothing to somebody f.
|
biri için bir önemi olmamak |
|
325 |
Deyim |
mean nothing to somebody f.
|
birinin sevdiği biri olmamak |
|
326 |
Deyim |
mean nothing to somebody f.
|
birinin gözünde bir değeri olmamak |
|
327 |
Deyim |
mean the world to somebody f.
|
dünyalara değişmemek |
|
328 |
Deyim |
mean the world to somebody f.
|
çok sevmek |
|
329 |
Deyim |
mean the world to somebody f.
|
her şeyden daha fazla sevmek |
|
330 |
Deyim |
mean the world to somebody f.
|
biri için dünyalara bedel/değer olmak |
|
331 |
Deyim |
mean the world to somebody f.
|
biri için çok kıymetli/önemli/değerli olmak |
|
332 |
Deyim |
mean the world to somebody f.
|
dünyalar kadar sevmek |
|
333 |
Deyim |
mean the world to somebody f.
|
çok değer vermek |
|
334 |
Deyim |
follow the golden mean f.
|
ölçülü olmak |
|
335 |
Deyim |
follow the golden mean f.
|
aşırıya kaçmamak |
|
336 |
Deyim |
follow the golden mean f.
|
belli sınırlar içerisinde kalmak |
|
337 |
Deyim |
mean no harm f.
|
zarar vermek istememek |
|
338 |
Deyim |
mean no harm f.
|
üzmek istememek |
|
339 |
Deyim |
mean no harm f.
|
kırmak istememek |
|
340 |
Deyim |
mean no harm f.
|
olumsuz etkilemek istememek |
|
341 |
Deyim |
mean nothing to (one) f.
|
(birine) hiçbir anlam ifade etmemek |
|
342 |
Deyim |
mean nothing to (one) f.
|
(biri) için hiçbir şey ifade etmemek |
|
343 |
Deyim |
mean nothing to (one) f.
|
(biri) için önemsiz olmak |
|
344 |
Deyim |
mean nothing to (one) f.
|
(biri) için bir önemi olmamak |
|
345 |
Deyim |
mean nothing to (one) f.
|
(biri) için önemli olmamak |
|
346 |
Deyim |
mean nothing to (one) f.
|
(birinin) gözünde bir değeri olmamak |
|
347 |
Deyim |
mean the world to (one) f.
|
(onun için) bir başka olmak |
|
348 |
Deyim |
a mean (something) s.
|
muhteşem |
|
349 |
Deyim |
a mean (something) s.
|
sağlam |
|
350 |
Deyim |
a mean (something) s.
|
nefis |
|
351 |
Deyim |
lean and mean s.
|
sıkı bir çalışmaya hazır ve nazır |
|
352 |
Deyim |
a mean something zf.
|
muhteşem |
|
353 |
Deyim |
a mean something zf.
|
başarılı |
|
354 |
Deyim |
a mean something zf.
|
sağlam |
|
355 |
Deyim |
a mean something zf.
|
nefis |
|
356 |
Deyim |
no mean expr.
|
çok iyi |
|
357 |
Deyim |
no mean expr.
|
harika |
|
358 |
Deyim |
mean as a junkyard dog expr.
|
kavgacı |
|
359 |
Deyim |
mean as a junkyard dog expr.
|
kindar |
|
360 |
Deyim |
as mean as a junkyard dog expr.
|
kavgacı |
|
361 |
Deyim |
as mean as a junkyard dog expr.
|
kindar |
|
362 |
Deyim |
lean and mean expr.
|
kollarını sıvamış bekliyor |
|
363 |
Deyim |
no mean expr.
|
mükemmel |
|
364 |
Deyim |
the end justifies the mean expr.
|
sonuç yöntemin haklılığını ortaya koyar |
|
365 |
Deyim |
no mean expr.
|
yabana atılmayacak |
|
366 |
Deyim |
as mean as a junkyard dog expr.
|
zalim |
|
367 |
Deyim |
mean as a junkyard dog expr.
|
zalim |
|
368 |
Deyim |
no mean something expr.
|
yabana atılmayacak bir şey |
|
369 |
Deyim |
no mean expr.
|
yabana atılır değil |
|
370 |
Deyim |
no mean something expr.
|
yabana atılacak bir şey değil |
|
371 |
Deyim |
no mean something expr.
|
yabana atılmayacak (başarı vs) |
|
372 |
Deyim |
mean enough to steal a penny off a dead man's eyes [uk] expr.
|
çok cimri |
|
373 |
Deyim |
mean enough to steal a penny off a dead man's eyes [uk] expr.
|
pintinin önde gideni |
|
374 |
Deyim |
mean enough to steal a penny off a dead man's eyes [uk] expr.
|
canını alırsın parasını alamazsın |
|
375 |
Deyim |
mean enough to steal a penny off a dead man's eyes [uk] expr.
|
günahını vermez |
|
Speaking |
|
376 |
Konuşma |
what does your name mean? i.
|
adın/ismin ne anlama geliyor |
|
377 |
Konuşma |
what does it mean f.
|
bu ne demek |
|
378 |
Konuşma |
what does your name mean? expr.
|
adın ne anlama geliyor? |
|
379 |
Konuşma |
what does your name mean? expr.
|
adının anlamı ne? |
|
380 |
Konuşma |
what does your name mean? expr.
|
adının anlamı nedir? |
|
381 |
Konuşma |
what does your name mean? expr.
|
adınız ne anlama geliyor? |
|
382 |
Konuşma |
i don't mean to complain expr.
|
amacım şikayet etmek değil |
|
383 |
Konuşma |
it doesn't mean what you think expr.
|
anlamı düşündüğün gibi değil |
|
384 |
Konuşma |
I didn't mean to expr.
|
bunu yapmak istememiştim |
|
385 |
Konuşma |
you mean a lot expr.
|
benim için değerlisin |
|
386 |
Konuşma |
why does it mean so much to you? expr.
|
bu senin için neden bu kadar önemli? |
|
387 |
Konuşma |
do you mean that in a good way? expr.
|
bunu iyi anlamda mı söylüyorsun? |
|
388 |
Konuşma |
I mean what i say expr.
|
bu konuda ciddiyim |
|
389 |
Konuşma |
d'you know what i mean? expr.
|
bilmem anlatabildim mi? |
|
390 |
Konuşma |
what does this word mean? expr.
|
bu kelime/sözcük ne demek/ne anlama geliyor? |
|
391 |
Konuşma |
I didn't mean it expr.
|
böyle olmasını istemedim |
|
392 |
Konuşma |
what he says one minute doesn't mean anything the next expr.
|
bir dakika önce söylediği bir dakika sonrasını tutmuyor |
|
393 |
Konuşma |
that doesn't mean she doesn't care expr.
|
bu onun aldırmadığı anlamına gelmiyor |
|
394 |
Konuşma |
what's that supposed to mean? expr.
|
bu da ne demek şimdi? |
|
395 |
Konuşma |
what does success mean to you? expr.
|
başarı senin ne için ne anlam ifade ediyor? |
|
396 |
Konuşma |
you mean this one? expr.
|
bunu mu kastediyorsun? |
|
397 |
Konuşma |
that doesn't mean he doesn't care expr.
|
bu onun aldırmadığı anlamına gelmiyor |
|
398 |
Konuşma |
does this mean anything to you? expr.
|
bu size bir şey ifade ediyor mu? |
|
399 |
Konuşma |
what you say one minute doesn't mean anything the next expr.
|
bir dakika önce söylediğin bir dakika sonrasını tutmuyor |
|
400 |
Konuşma |
you mean a lot to me expr.
|
benim için değerlisin |
|
401 |
Konuşma |
what she says one minute doesn't mean anything the next expr.
|
bir dakika önce söylediği bir dakika sonrasını tutmuyor |
|
402 |
Konuşma |
I didn't mean to do it expr.
|
bunu yapmak istememiştim |
|
403 |
Konuşma |
did you mean me? expr.
|
beni mi kastettin? |
|
404 |
Konuşma |
I don't mean today expr.
|
bugün demiyorum |
|
405 |
Konuşma |
that doesn't mean she doesn't care expr.
|
bu onun umursamadığı anlamına gelmiyor |
|
406 |
Konuşma |
call me I mean it expr.
|
beni ara ama mutlaka |
|
407 |
Konuşma |
what does that mean? expr.
|
bunun anlamı ne? |
|
408 |
Konuşma |
I didn't mean to say that expr.
|
ben öyle demek istemedim |
|
409 |
Konuşma |
does this mean anything to you? expr.
|
bunun sizin için bir anlamı var mı? |
|
410 |
Konuşma |
I don't mean to make a comparison expr.
|
benzetmek/ karşılaştırmak gibi olması |
|
411 |
Konuşma |
what does success mean to you? expr.
|
başarı senin için ne anlama geliyor? |
|
412 |
Konuşma |
that doesn't mean he doesn't care expr.
|
bu onun aldırmadığı anlamına gelmez |
|
413 |
Konuşma |
you do not mean anything at all to me expr.
|
benim için (artık) hiçbir anlam ifade etmiyorsun |
|
414 |
Konuşma |
what do you mean by that? expr.
|
bununla ne demek istiyorsun? |
|
415 |
Konuşma |
you know what I mean? expr.
|
beni/dediğimi anlıyor musun? |
|
416 |
Konuşma |
I don't mean to intrude expr.
|
burnumu sokmak istemem |
|
417 |
Konuşma |
what is that supposed to mean? expr.
|
bu ne demek oluyor? |
|
418 |
Konuşma |
what does that mean? expr.
|
bu ne demek oluyor? |
|
419 |
Konuşma |
what does that mean exactly? expr.
|
bu tam olarak ne anlama geliyor? |
|
420 |
Konuşma |
you mean nothing at all to me expr.
|
benim için (artık) hiçbir anlam ifade etmiyorsun |
|
421 |
Konuşma |
it has to mean something expr.
|
bir anlamı olmalı |
|
422 |
Konuşma |
that doesn't mean he doesn't care expr.
|
bu onun umursamadığı anlamına gelmiyor |
|
423 |
Konuşma |
do you know what i mean? expr.
|
beni/dediğimi anlıyor musun? |
|
424 |
Konuşma |
I didn't mean to do it expr.
|
bunu yapmak istemedim |
|
425 |
Konuşma |
it doesn't mean a thing expr.
|
bir anlam ifade etmiyor |
|
426 |
Konuşma |
does that mean anything to you? expr.
|
bunun senin için bir anlamı var mı? |
|
427 |
Konuşma |
what does this word mean? expr.
|
bu kelimenin/sözcüğün anlamı nedir? |
|
428 |
Konuşma |
what does it mean expr.
|
bunun anlamı nedir |
|
429 |
Konuşma |
that doesn't mean he doesn't care expr.
|
bu onun umursamadığı anlamına gelmez |
|
430 |
Konuşma |
I didn't mean it expr.
|
bunu demek istemedim |
|
431 |
Konuşma |
I don't mean it expr.
|
bunu demek istemedim |
|
432 |
Konuşma |
that does not mean i'm going there expr.
|
bu oraya gideceğim anlamına gelmez |
|
433 |
Konuşma |
what's that supposed to mean? expr.
|
bu da ne demek oluyor? |
|
434 |
Konuşma |
what does that mean? expr.
|
bu ne demek? |
|
435 |
Konuşma |
that doesn't mean she doesn't care expr.
|
bu onun umursamadığı anlamına gelmez |
|
436 |
Konuşma |
if you know what i mean expr.
|
bilmem anlatabiliyor muyum? |
|
437 |
Konuşma |
that doesn't mean she doesn't care expr.
|
bu onun aldırmadığı anlamına gelmez |
|
438 |
Konuşma |
I don't mean maybe! expr.
|
belki demiyorum! |
|
439 |
Konuşma |
did he mean me? expr.
|
beni mi kastetti? |
|
440 |
Konuşma |
that's the sort of thing i mean expr.
|
böyle bir şey demek istiyorum |
|
441 |
Konuşma |
what do you mean you don't know? expr.
|
bilmiyorum da ne demek? |
|
442 |
Konuşma |
I mean it expr.
|
çok ciddiyim |
|
443 |
Konuşma |
I mean expr.
|
demek istiyorum ki |
|
444 |
Konuşma |
what I intended to say; what I mean expr.
|
demek istediğim |
|
445 |
Konuşma |
I mean it expr.
|
cidden |
|
446 |
Konuşma |
if you know what I mean expr.
|
demek istediğimi anlıyorsan eğer |
|
447 |
Konuşma |
you can't mean i·t expr.
|
ciddi olamazsın |
|
448 |
Konuşma |
I mean expr.
|
demek istediğim |
|
449 |
Konuşma |
what I mean is… expr.
|
demek istediğim şu ki |
|
450 |
Konuşma |
do you know what i mean? expr.
|
dediğimi anlıyor musun? |
|
451 |
Konuşma |
I mean it expr.
|
ciddiyim |
|
452 |
Konuşma |
you know what I mean? expr.
|
dediğimi anlıyor musun? |
|
453 |
Konuşma |
I mean expr.
|
demek istediğim |
|
454 |
Konuşma |
I mean it expr.
|
doğru söylüyorum |
|
455 |
Konuşma |
I mean it! expr.
|
ciddiyim |
|
456 |
Konuşma |
what I mean expr.
|
demek istediğim |
|
457 |
Konuşma |
I don't mean maybe! expr.
|
ciddiyim! |
|
458 |
Konuşma |
I mean expr.
|
demek istedim |
|
459 |
Konuşma |
I'm laughing but I don't mean it expr.
|
gülüyorum ama komik olduğundan değil |
|
460 |
Konuşma |
I mean expr.
|
efendime söyleyeyim |
|
461 |
Konuşma |
you can't mean that! expr.
|
hadi canım! |
|
462 |
Konuşma |
hope this doesn't mean something bad's going to happen expr.
|
hayırdır inşallah |
|
463 |
Konuşma |
what does your name mean? expr.
|
ismin ne anlama geliyor? |
|
464 |
Konuşma |
what does your name mean? expr.
|
isminiz ne anlama geliyor? |
|
465 |
Konuşma |
what does your name mean? expr.
|
isminin anlamı nedir? |
|
466 |
Konuşma |
what does your name mean? expr.
|
isminin anlamı ne? |
|
467 |
Konuşma |
we didn't mean it expr.
|
isteyerek yapmadık |
|
468 |
Konuşma |
let me explain what i mean expr.
|
izin verirseniz ne demek istediğimi açıklayayım |
|
469 |
Konuşma |
I didn't mean that expr.
|
o anlamda demedim |
|
470 |
Konuşma |
you know what i mean! expr.
|
ne dediğimi anladın! |
|
471 |
Konuşma |
I don't know what you mean expr.
|
ne kastettiğini bilmiyorum |
|
472 |
Konuşma |
I did not mean that expr.
|
o anlamda demedim |
|
473 |
Konuşma |
I didn't mean that expr.
|
o anlamda söylemedim |
|
474 |
Konuşma |
what do you mean? expr.
|
nasıl yani? |
|
475 |
Konuşma |
I did not mean that expr.
|
o anlamda söylemedim |
|
476 |
Konuşma |
what do you mean you don't know? expr.
|
nasıl bilmiyorsun? |
|
477 |
Konuşma |
how do you mean? expr.
|
neyi kastediyorsunuz? |
|
478 |
Konuşma |
what do you mean? expr.
|
ne demek istiyorsun? |
|
479 |
Konuşma |
what does it mean? expr.
|
ne demek? |
|
480 |
Konuşma |
do you know what i mean? expr.
|
ne demek istediğimi anladın mı? |
|
481 |
Konuşma |
I didn't mean it that way expr.
|
o anlamda söylememiştim |
|
482 |
Konuşma |
you know what i mean expr.
|
ne demek istediğimi biliyorsun |
|
483 |
Konuşma |
what do you mean? expr.
|
ne demek istiyorsunuz? |
|
484 |
Konuşma |
how do you mean? expr.
|
ne demek istiyorsun? |
|
485 |
Konuşma |
I don't know what you mean expr.
|
ne demek istediğini anlamıyorum |
|
486 |
Konuşma |
I have no idea what you mean expr.
|
ne dediğin hakkında hiçbir fikrim yok |
|
487 |
Konuşma |
I can't say I know what you mean expr.
|
ne demek istediğini anladığımı pek söyleyemem |
|
488 |
Konuşma |
what do you mean what happened? expr.
|
ne demek ne oldu? |
|
489 |
Konuşma |
I didn't mean to upset you expr.
|
niyetim sizi üzmek değildi |
|
490 |
Konuşma |
you are mean expr.
|
kötüsün |
|
491 |
Konuşma |
I don't mean it expr.
|
onu demek istemedim |
|
492 |
Konuşma |
I didn't mean to offend anyone expr.
|
kimseyi incitmek istememiştim |
|
493 |
Konuşma |
how do you mean? expr.
|
ne demek istiyorsunuz? |
|
494 |
Konuşma |
what did you mean? expr.
|
ne demek istediniz? |
|
495 |
Konuşma |
I didn't mean that expr.
|
onu kastetmedim |
|
496 |
Konuşma |
I know what you mean expr.
|
ne demek istediğini anladım |
|
497 |
Konuşma |
why does it mean that? expr.
|
niye öyle bir anlama gelsin ki? |
|
498 |
Konuşma |
I didn't mean that expr.
|
onu demek istemedim |
|
499 |
Konuşma |
what do you mean? expr.
|
ne demek istedin? |
|
500 |
Konuşma |
what is this supposed to mean expr.
|
ne demek şimdi bu |
|