1 |
looking |
bakış |
n. |
|
- Denmark is also a country in which people have a very special way of looking at aid to developing countries.
- Danimarka aynı zamanda gelişmekte olan ülkelere yardım konusunda çok özel bir bakış açısına sahip bir ülkedir.
- But Pepperberg says working with the parrot has already changed the way of looking at animals.
- Ancak Pepperberg, papağanla çalışmanın hayvanlara bakış açısını çoktan değiştirdiğini söylüyor.
- That's one way of looking at it, I suppose.
- Bu da bir bakış açısı sanırım.
- Your way of looking at something depends on your situation.
- Bir şeye bakış açınız durumunuza bağlıdır.
- Tom certainly has a different way of looking at things.
- Tom'un olaylara farklı bir bakış açısı olduğu kesin.
- A person's way of looking at something depends on his situation.
- Bir kişinin bir şeye bakışı içinde bulunduğu duruma bağlıdır.
- Your way of looking at something depends on your situation.
- Bir şeye bakış şeklin senin durumuna bağlıdır.
Show More (4)
|
2 |
looking |
(belirtilen şekilde) görünen |
adj. |
|
- This is what must be done to bring that hope into what looks a little like political talk.
- Biraz siyasi bir söylem gibi görünen bu konuya umut katmak için yapılması gereken budur.
- There may be a killer who looks harmless in any social network.
- Herhangi bir sosyal ağda zararsız görünen bir katil olabilir.
- People used to think that women who looked odd were witches.
- İnsanlar tuhaf görünen kadınların cadılar olduğunu düşünürlerdi.
- What specifically looks wrong?
- Özellikle yanlış görünen ne?
Show More (1)
|