1 |
steady |
istikrarlı |
adj. |
|
- They are making steady progress and that is borne out by the outcome of the meetings of 16 November.
- İstikrarlı bir ilerleme kaydedilmektedir ve 16 Kasım'daki toplantıların sonuçları da bunu göstermektedir.
- Firstly, as has been mentioned a number of times today, we are now on the brink of a slow but steady economic downturn.
- İlk olarak, bugün birçok kez dile getirildiği üzere, şu anda yavaş ama istikrarlı bir ekonomik gerilemenin eşiğindeyiz.
- In the last ten years, there has been a steady growth in temporary work in the European Union.
- Son on yılda, Avrupa Birliği'nde geçici işlerde istikrarlı bir büyüme yaşandı.
- The steady increase in the number of complaints is the best proof that the Ombudsman is better and better known.
- Şikayet sayısındaki istikrarlı artış, Ombudsmanın daha iyi ve daha iyi tanındığının en iyi kanıtıdır.
- That way we will create the right conditions for social unity, steady development and belief in the future.
- Bu şekilde toplumsal birlik, istikrarlı kalkınma ve geleceğe olan inanç için doğru koşulları yaratmış olacağız.
- Mr Pirker's proposal responds to the steady increase in the production and trade in synthetic drugs.
- Bay Pirker'in önerisi sentetik uyuşturucu üretimi ve ticaretindeki istikrarlı artışa yanıt vermektedir.
- As we say in my country, 'slow and steady wins the race'.
- Ülkemde dediğimiz gibi, 'yavaş ve istikrarlı olan yarışı kazanır'.
- The need for steady, long-term progress must not distract us from the huge and immediate humanitarian challenge.
- İstikrarlı ve uzun vadeli ilerleme ihtiyacı, dikkatimizi büyük ve acil insani sorunlardan uzaklaştırmamalıdır.
- We know it is a slow, but steady process.
- Bunun yavaş ama istikrarlı bir süreç olduğunu biliyoruz.
- Slow and steady, but the kid's made some progress.
- Yavaş ve istikrarlı olsa da çocuk biraz ilerleme kaydetti.
- You've got to get a steady job.
- İstikrarlı bir iş bulmak zorundasın.
- David has never had a steady job, but he's always managed to make ends meet.
- David'in hiç istikrarlı bir işi olmadı fakat her zaman geçimini sağlayabildi.
- Slow but steady wins the race.
- Yavaş ama istikrarlı olan yarışı kazanır.
- Fadil never had a steady job.
- Fadıl'ın hiç istikrarlı bir işi olmadı.
- Slow and steady wins the race.
- Yavaş ve istikrarlı olan yarışı kazanır.
- This is going to require a long steady effort.
- Bu uzun ve istikrarlı bir çaba gerektirecek.
- Slow but steady progress always wins.
- Yavaş ama istikrarlı ilerleme her zaman kazanır.
- Slow but steady progress always wins.
- Yavaş ama istikrarlı ilerleme her zaman kazandırır.
- Drive at a steady speed.
- İstikrarlı bir hızda sür.
- There was a steady increase in population.
- Nüfusta istikrarlı bir artış oldu.
- There was steady economic improvement.
- İstikrarlı ekonomik gelişme vardı.
- Tom doesn't have a steady girlfriend.
- Tom'un istikrarlı bir kız arkadaşı yok.
- Tom has never had a steady job.
- Tom'un asla istikrarlı bir işi olmadı.
- There was steady economic improvement.
- İstikrarlı bir ekonomik gelişme vardı.
Show More (21)
|
2 |
steady |
düzenli |
adj. |
|
- She wants more cooperation and more supervision, but as part of a steady process and not all at once.
- Bir anda değil de düzenli bir sürecin parçası olarak daha fazla iş birliği ve daha fazla denetim istiyor.
- Tom has never had a steady job.
- Tom'un hiç düzenli bir işi olmadı.
- But for your steady support, my mission would have resulted in failure.
- Eğer senin düzenli desteğin olmasa, benim misyonum başarısızlıkla sonuçlanırdı.
- I never had a steady job.
- Hiç düzenli bir işim olmadı.
- Tom needs to get a steady job.
- Tom'un düzenli bir işe ihtiyacı var.
- Fadil never had a steady job.
- Fadıl'ın hiç düzenli bir işi olmamıştı.
- You've got to get a steady job.
- Düzenli bir iş bulmalısın.
- You need to find yourself a steady job.
- Kendine düzenli bir iş bulmalısın.
- David has never had a steady job, but he's always managed to make ends meet.
- David'in hiçbir zaman düzenli bir işi olmadı, ama her zaman iki yakasını bir araya getirmeyi başardı.
- I've never had a steady job.
- Hiç düzenli bir işim olmadı.
- Do you have a steady boyfriend?
- Düzenli bir erkek arkadaşın var mı?
- The immigrants entered the country in a steady flow.
- Göçmenler ülkeye düzenli bir akışla girdiler.
- When was the last time you had a steady job?
- En son ne zaman düzenli bir işiniz oldu?
- I have a steady girlfriend.
- Düzenli bir kız arkadaşım var.
- Tom doesn't have a steady girlfriend.
- Tom'un düzenli bir kız arkadaşı yok.
Show More (12)
|
3 |
steady |
sabit |
adj. |
|
- No loss of pigment since yesterday and vital signs are steady.
- Dünden beri pigment kaybı yok ve yaşam belirtileri sabit.
- He maintained a steady speed on the highway.
- Otobanda sabit bir hızda kaldı.
- Tom has a steady girlfriend.
- Tom'un sabit bir kız arkadaşı var.
- Hold this ladder steady.
- Bu merdiveni sabit tutun.
- Drive at a steady speed.
- Sabit hızda sür.
- He was walking up the hill at a steady pace.
- O sabit bir hızda tepeye yürüyordu.
- Please hold this ladder steady.
- Lütfen bu merdiveni sabit tut.
- Please hold this ladder steady.
- Lütfen bu merdiveni sabit tutun.
- This table isn't steady.
- Bu masa sabit değil.
- He was walking up the hill at a steady pace.
- Tepeye doğru sabit bir tempoda yürüyordu.
- He maintained a steady speed on the highway.
- Otoyolda sabit bir hızda ilerliyordu.
Show More (8)
|
4 |
steady |
sürekli |
adj. |
|
- But for your steady support, my mission would have resulted in failure.
- Sizin sürekli desteğiniz olmasaydı, görevim başarısızlıkla sonuçlanacaktı.
- There was a steady increase in population.
- Nüfusta sürekli bir artış vardı.
- I never had a steady job.
- Asla sürekli bir işim olmadı.
- Do you have a steady girlfriend?
- Sürekli çıktığın bir kız arkadaşın var mı?
- Do you have a steady boyfriend?
- Sürekli görüştüğün bir erkek arkadaşın var mı?
Show More (2)
|
5 |
steady |
sağlam |
adj. |
|
- In the days and weeks ahead, we need steady nerves and an effective United Nations.
- Önümüzdeki günlerde ve haftalarda sağlam sinirlere ve etkili bir Birleşmiş Milletlere ihtiyacımız var.
- This bridge looks steady.
- Bu köprü sağlam görünüyor.
- Is this ladder steady enough?
- Bu merdiven yeterince sağlam mı?
Show More (0)
|
6 |
steady |
sabit (bakış) |
adj. |
|
- He noticed her steady gaze from across the room.
- Onun sabit bakışlarını odanın diğer ucundan fark etmişti.
- Only a steady hand can draw all these small details.
- Sadece sabit bir el, bütün bu küçük detayları çizebilir.
Show More (-1)
|
7 |
steady |
düzenli ilişki içinde |
adv. |
|
- She has been going steady with Tim for years.
- Tim ile yıllardan beri düzenli ilişki içerisinde.
Show More (-2)
|
8 |
steady |
yaslanmak |
v. |
|
- He steadied himself against the railing.
- Korkuluklara yaslandı.
Show More (-2)
|
9 |
steady |
dikkat |
interj. |
|
- Steady! You nearly dropped it.
- Dikkat! Neredeyse düşürüyordun.
Show More (-2)
|
10 |
steady |
istikrarını korumak |
v. |
|
- The Euro steadied against the dollar.
- Euro, dolar karşısında istikrarını korumuştur.
Show More (-2)
|
11 |
steady |
devamlı |
adj. |
|
- Our website offers a steady stream of scientific articles.
- Web sitemiz devamlı olarak bilimsel makale akışı sunmaktadır.
Show More (-2)
|
12 |
steady |
yatıştırmak |
v. |
|
- First, take five deep breaths to steady your nerves.
- Öncelikle sinirlerinizi yatıştırmak için beş kez derin nefes alın.
Show More (-2)
|
13 |
steady |
dengeli |
adj. |
|
- He is a steady young fellow.
- O dengeli genç bir adam.
Show More (-2)
|
14 |
steady |
kararlı |
adj. |
|
- The audio-visual sector in Turkey is characterised by rapid and steady growth.
- Türkiye'de görsel-işitsel sektörün özelliği, hızlı ve kararlı bir büyümedir.
Show More (-2)
|
15 |
steady |
sakinleştirmek |
v. |
|
- Tom steadied himself.
- Tom kendini sakinleştirdi.
Show More (-2)
|