wear - Englisch Türkisch Sätze
Englisch Türkisch
wear giymek v.
  • She wore a long silver dress to the ball.
  • Baloda uzun gümüş rengi bir elbise giymişti.
  • They still have to wear the burkha, which is medieval.
  • Hâlâ burka giymek zorundalar, ki bu ortaçağdan kalma bir şey.
  • It is not enough to wear the clothes of Europe.
  • Avrupa'nın kıyafetlerini giymek yeterli değil.
Show More (1344)
wear takmak (gözlük/kolye/küpe vb'ni) v.
  • The Sikh and Hindu minorities will be required to wear a yellow identification sign on their clothes.
  • Sih ve Hindu azınlıkların kıyafetlerine sarı bir kimlik işareti takmaları gerekecektir.
  • Will we be discussing the issue of women wearing the headscarf?
  • Kadınların başörtüsü takması konusunu tartışacak mıyız?
  • I wear another hat as the Chairman of the committee, thereby keeping an eye on the rapporteur.
  • Komite Başkanı olarak bir şapka daha takıyorum ve böylece raportöre göz kulak oluyorum.
Show More (618)
wear kullanmak v.
  • Mary usually wears bright red lipstick.
  • Mary genellikle parlak kırmızı ruj kullanır.
  • Do you wear contacts?
  • Lens kullanıyor musunuz?
  • Alice is wearing a sweet-smelling perfume.
  • Alice güzel kokan bir parfüm kullanıyor.
Show More (11)
wear yıpratmak v.
  • Your jeans seem rather worn.
  • Kot pantolonun oldukça yıpranmış görünüyor.
  • Don't wear yourself out.
  • Kendini yıpratma.
  • Children wear you out.
  • Çocuklar sizi yıpratır.
Show More (4)
wear taşımak v.
  • An engine that has never misfired and never stopped, and I believe that you can wear that badge with pride.
  • Hiç teklememiş ve hiç durmamış bir motor ve bu rozeti gururla taşıyabileceğinize inanıyorum.
  • I don't wear a gun.
  • Ben silah taşımıyorum.
  • I don't wear a gun.
  • Ben silah taşımam.
Show More (0)
wear takınmak v.
  • She wore a permanent smile on her face.
  • Yüzüne daimi bir gülümseme takınmıştı.
  • She wore a sad expression.
  • Üzgün bir ifade takındı.
Show More (-1)
wear (saç) şeklinde yapmak v.
  • Jenny usually wore her hair in a loose bun.
  • Jenny genellikle saçını gevşek bir topuz şeklinde yapardı.
Show More (-2)
wear giyim n.
  • He prefers smart-casual wear for the office.
  • Ofiste spor-şık giyimi tercih ediyor.
Show More (-2)
wear yıpranma n.
  • His leather jacket showed signs of wear.
  • Deri ceketinde yıpranma belirtileri vardı.
Show More (-2)
wear kullanma n.
  • You should get years of wear out of that ottoman.
  • O sediri yıllarca kullanmanız mümkün olacaktır.
Show More (-2)
wear aşınma n.
  • Three axles give better circulating conditions and cause less wear on roads.
  • Üç dingil daha iyi dolaşım koşulları sağlar ve yollarda daha az aşınmaya neden olur.
Show More (-2)
wear solmak v.
  • The novelty wears off in time.
  • Her yenilik zamanla solar.
Show More (-2)