| 1 |
backbone |
bel kemiği |
n. |
|
- Regional integration is the backbone of the European Union.
- Bölgesel entegrasyon Avrupa Birliği'nin bel kemiğidir.
- Article 9 is the backbone of this directive.
- Madde 9 bu direktifin bel kemiğini oluşturmaktadır.
- They are the backbone of the European economy.
- Onlar Avrupa ekonomisinin bel kemiğidir.
- In spite of everything, industry is the backbone of the European economy.
- Her şeye rağmen sanayi Avrupa ekonomisinin bel kemiğidir.
- It proves that they have little affinity with European small- and medium-sized enterprises, the backbone of our economy.
- Ekonomimizin bel kemiği olan Avrupalı küçük ve orta ölçekli işletmelerle çok az yakınlıkları olduğunu kanıtlıyor.
- After all, freedom of opinion and independent journalism are the backbone of democracy.
- Ne de olsa fikir özgürlüğü ve bağımsız gazetecilik demokrasinin bel kemiğidir.
- These industries are the backbone of our economy.
- Bu sektörler ekonomimizin bel kemiğidir.
- Invertebrates have no backbone or spinal column.
- Omurgasızların hiçbir omurgası veya bel kemiği yoktur.
Show More (5)
|
| 2 |
backbone |
belkemiği |
n. |
|
- Her backbone was broken in the crash.
- Kazada kızın belkemiği kırıldı.
- That was the task of the UN founders and of the UN Charter, which now forms the backbone of any international order.
- Bu, BM kurucularının ve artık her türlü uluslararası düzenin belkemiğini oluşturan BM Şartı'nın göreviydi.
- Hence the need for the four recommendations, which are the backbone of the report.
- Raporun belkemiğini oluşturan dört tavsiyeye duyulan ihtiyaç da buradan kaynaklanmaktadır.
- Small and very small family companies are the backbone of the Turkish private sector.
- Küçük ve çok küçük aile şirketleri, Türk özel sektörünün belkemiğidir.
- The customs union continues to form the backbone of the relationship between the EU and Turkey.
- Gümrük birliği, AB ve Türkiye arasındaki ilişkinin belkemiğini oluşturmaya devam etmektedir.
Show More (2)
|
| 3 |
backbone |
omurga |
n. |
|
- There is no backbone, and no teeth.
- Omurga ve diş yok.
- Tom has no backbone.
- Tom'un omurgası yok.
Show More (-1)
|
| 4 |
backbone |
yürek (cesaret) |
n. |
|
- John doesn't have the backbone to stand up against the manager.
- John'da müdüre karşı gelecek yürek yok.
Show More (-2)
|
