1 |
excite |
heyecanlandırmak |
v. |
|
- A good wage can excite any employee.
- İyi bir ücret her çalışanı heyecanlandırabilir.
- Red dresses always excite me.
- Kırmızı elbiseler beni her zaman heyecanlandırır.
- I have been involved in lots of digs all over Italy but nothing has excited me as much as this.
- İtalya'nın dört bir yanında pek çok kazıya katıldım ama hiçbiri beni bu kadar heyecanlandırmadı.
- I have been involved in lots of digs all over Italy but nothing has excited me as much as this.
- İtalya'nın her yerinde birçok kazıya katıldım fakat hiçbir şey beni bu kadar heyecanlandırmamıştır.
- I have been involved in lots of digs all over Italy but nothing has excited me as much as this.
- İtalya'nın dört bir yanında çok sayıda kazıya katıldım, ancak hiçbiri beni bu kadar heyecanlandırmamıştı.
Show More (2)
|
2 |
excite |
uyandırmak (bir duygu/tepki) |
v. |
|
- The news excited her curiosity.
- Bu haber onun merakını uyandırdı.
- His story excited everyone's curiosity.
- Onun hikayesi herkesin merakını uyandırdı.
- His story excited everyone's curiosity.
- Hikayesi herkesin merakını uyandırdı.
- Her story excited curiosity in the children.
- Onun hikayesi çocuklarda merak uyandırdı.
- Her story excited curiosity in the children.
- Hikayesi çocuklarda merak uyandırdı.
Show More (2)
|
3 |
excite |
uyarmak |
v. |
|
- Electricity can be used to excite muscles.
- Kasları uyarmak için elektrik kullanılabilir.
Show More (-2)
|
4 |
excite |
tahrik etmek |
v. |
|
- Sami's violent sexual urges were excited by porn websites.
- Sami'nin şiddet içeren cinsel dürtüleri porno siteleri tarafından tahrik ediliyordu.
Show More (-2)
|