|
- When we arrived at Yasser Arafat's headquarters to bring him food and water, a tank pointed its gun at us.
- Yaser Arafat'a yiyecek ve su götürmek için karargâhına vardığımızda bir tank silahını bize doğrulttu.
- Moreover, a lack of finances is often the reason why people have no food.
- Dahası, insanların yiyecek bulamamasının nedeni genellikle mali yetersizliktir.
- We need to teach them to grow their own food, create their own employment and sustain their own economies.
- Onlara kendi yiyeceklerini yetiştirmeyi, kendi istihdamlarını yaratmayı ve kendi ekonomilerini sürdürmeyi öğretmeliyiz.
- Yes, European consumers are entitled to be able to choose what food they buy and eat.
- Evet, Avrupalı tüketiciler hangi gıdayı satın alacaklarını ve yiyeceklerini seçme hakkına sahiptir.
- How are the hungry to export food to Europe when they have nothing to eat themselves?
- Kendileri yiyecek bir şey bulamazken açlar Avrupa'ya nasıl gıda ihraç edecekler?
- That is why we have food that is virtually free.
- Bu yüzden elimizde neredeyse bedava olan yiyecekler var.
- The virus can travel with returning players and fans in food and on their footwear.
- Virüs, geri dönen oyuncular ve taraftarlarla birlikte yiyeceklerde ve ayakkabılarında seyahat edebilir.
- Firstly, all the best thinking on diabetes is that special food should not be targeted at diabetics.
- Öncelikle, diyabet konusundaki en iyi düşünce, özel yiyeceklerin diyabetlileri hedef almaması gerektiğidir.
- That should give us some food for thought.
- Bu bize düşünmek için biraz yiyecek vermelidir.
- The population inland is denied any food or medicine.
- İç kesimlerdeki nüfusa yiyecek veya ilaç verilmiyor.
- Moreover, a lack of finances is often the reason why people have no food.
- Ayrıca, insanların yiyecek bulamamasının nedeni genellikle maddi yetersizliktir.
- We must reiterate that when we eat animals, we are eating the food that they themselves consumed.
- Hayvanları yediğimizde, onların kendi tükettikleri yiyecekleri yediğimizi yinelemeliyiz.
- I think food should always be provided, no matter what.
- Bence ne olursa olsun yiyecek her zaman sağlanmalıdır.
- Let us just think about the food we eat, for example.
- Örneğin sadece yediğimiz yiyecekleri düşünelim.
- We mainly eat tasty food, even if we know it is unhealthy.
- Sağlıksız olduğunu bilsek bile ağırlıklı olarak lezzetli yiyecekler yiyoruz.
- It is, of course, extremely difficult to deny hungry people food.
- Elbette aç insanları yiyecekten mahrum etmek son derece zordur.
- These birds have to have this special food.
- Bu kuşların bu özel yiyeceğe sahip olması gerekiyor.
- In principle, there is food for everyone.
- Prensip olarak, herkes için yiyecek vardır.
- We consider bans on food made to look like tobacco to be a case of unnecessary regulation.
- Tütüne benzeyen yiyeceklerin yasaklanmasını gereksiz bir düzenleme olarak görüyoruz.
- I think food should always be provided, no matter what.
- Ne olursa olsun her zaman yiyecek temin edilmesi gerektiğini düşünüyorum.
- It is our responsibility to liberate them from the need to spend every day in search of food.
- Onları her gün yiyecek aramak zorunda kalmaktan kurtarmak bizim sorumluluğumuzdur.
- In Zimbabwe, the stores were plundered as soon as the food arrived.
- Zimbabve'de yiyecekler gelir gelmez depolar yağmalandı.
- And it is not he who withholds food from his political opponents, but the enemies of Zimbabwe.
- Ve siyasi muhaliflerinden yiyecek esirgeyen kendisi değil, Zimbabve'nin düşmanlarıdır.
- There is nothing more important than the safety of the food and the drink that they and their families partake of.
- Kendilerinin ve ailelerinin tükettiği yiyecek ve içeceklerin güvenliğinden daha önemli bir şey yoktur.
- That should give us politicians, and indeed everyone involved, food for thought.
- Bu, biz politikacılara ve aslında ilgili herkese düşünmek için yiyecek vermelidir.
- The noise makes it difficult for the whales to orient themselves, form herds, mate and find food.
- Gürültü, balinaların yönlerini bulmalarını, sürü oluşturmalarını, çiftleşmelerini ve yiyecek bulmalarını zorlaştırır.
- When food stores close, they go to work, stealing food for resale on the black market.
- Yiyecek dükkanları kapandığında, karaborsada yeniden satmak için yiyecek çalarak işe koyuldular.
- Matt thought the pills were space food.
- Matt hapların uzaylı yiyeceği olduğunu sanmış.
- Many foods were only available on the black market.
- Birçok yiyecek sadece karaborsada satılıyordu.
- Certainly, if you prepare food properly, you won't need these.
- Elbette, eğer yiyecekleri düzgün bir şekilde hazırlarsanız, bunlara ihtiyacınız olmayacaktır.
- So you figured you'd eat our food and then rob us?
- Yiyeceğimizi yiyip, sonra da bizi soymayı düşündün yani?
- Matt thought the pills were space food.
- Matt hapları uzaylıların yiyeceği sandı.
- It may help break down food and support digestion.
- Yiyeceklerin parçalanmasına ve sindirimin desteklenmesine yardımcı olabilir.
- Early man had to compete with the whole animal world for his food.
- İlk insanlar yiyecek için tüm hayvan dünyasıyla rekabet etmek zorundaydı.
- Snakes can't chew, so they swallow their food whole.
- Yılanlar çiğneyemez, bu yüzden yiyeceklerini bütünüyle yutarlar.
- Food doesn't actually cause these problems.
- Yiyecekler aslında bu sorunlara neden olmaz.
- Early man had to compete with the whole animal world for his food.
- İlk insanların yiyecek için hayvan dünyasının bütünüyle rekabet etmesi gerekmekteydi.
- Bacteria help break down the zebra's food before the body can absorb it.
- Bakteriler zebranın yiyeceklerini vücut emmeden önce parçalamaya yardımcı olur.
- Early man had to compete with the whole animal world for his food.
- İlk insan, yiyeceği için tüm hayvanlar alemi ile rekabet etmek zorundaydı.
- Just three days after dying, the enzymes that help break down a person's food begin to eat that person's body.
- Öldükten sadece üç gün sonra, yiyecekleri parçalamaya yardımcı enzimler, ölen kişinin vücudunu yemeye başlar.
- This type of fat helps break down food.
- Bu tür yağlar yiyeceklerin parçalanmasına yardımcı olur.
- Even after working so hard they are not given sufficient water & food.
- Bu kadar ağır işler yapmalarına rağmen, onlara yeterince yiyecek ve su verilmedi.
- Drinking sufficient water boosts your metabolism and helps the body properly break down the food.
- Yeterli su içmek metabolizmanızı hızlandırır ve vücudun yiyecekleri düzgün bir şekilde parçalamasına yardımcı olur.
- We manage to trade the remaining décor for food and supplies.
- Kalan süslemeleri de yiyecek ve erzakla takas edebiliyoruz.
- During the war, they bought food on the black market.
- Savaş sırasında karaborsadan yiyecek satın aldılar.
- All night outside with no food, freezing, and he didn't even catch a cold.
- Bütün gece dışarıdaydık, yiyecek bir şey yoktu, donuyorduk ve o üşütmedi bile.
- Our digestive bacteria and the enzymes in our food break down the laetrile and release cyanide.
- Sindirim bakterilerimiz ve yiyeceklerimizdeki enzimler, laetrili parçalar ve siyanürü serbest bırakır.
- Even after working so hard they are not given sufficient water & food.
- Bu kadar ağır çalıştıktan sonra bile yeterli su ve yiyecek verilmiyor.
- And you come down in the night and steal food that should go to the children!
- Ve siz gecenin bir yarısı aşağı inip çocukların hakkı olan yiyecekleri çalıyorsunuz!
- Let us plan to go somewhere and eat these or those foods tomorrow.
- Yarın bir yere gidip şu veya bu yiyecekleri yemeyi planlayalım.
- Snakes can't chew, so they swallow their food whole.
- Yılanlar çiğneyemedikleri için yiyeceklerini bütün olarak yutarlar.
- We manage to trade the remaining décor for food and supplies.
- Geriye kalan dekoru yiyecek ve malzeme karşılığında takas etmeyi başarıyoruz.
- It may help break down food and support digestion.
- Yiyeceklerin parçalanmasına yardımcı olabilir ve sindirimi destekleyebilir.
- All night outside with no food, freezing, and he didn't even catch a cold.
- Gece boyunca dışarıda yiyecek bir şey olmadan o dondurucu soğukta nezle bile olmamış.
- Snakes can't chew, so they swallow their food whole.
- Yılanlar çiğneyemezler, bu yüzden yiyeceklerini bütün olarak yutarlar.
- We manage to trade the remaining décor for food and supplies.
- Kalan süslemeleri yiyecek ve erzakla takas etmeyi başarabiliyoruz.
- No one else was nice enough to give me some food.
- Başka kimse bana yiyecek verme nezaketinde bulunmadı.
- In addition, eat slowly to give your stomach ample time to digest the food.
- Ayrıca, midenize yiyecekleri sindirmesi için yeterince zaman tanımak için yavaş yiyin.
- A new day will come, and there will be food.
- Yiyecek konusunda, yarına Allah kerim.
- I don't have enough food.
- Yeterince yiyeceğim yok.
- Do we have any food?
- Hiç yiyeceğimiz var mı?
- Tom brought plenty of food.
- Tom bol miktarda yiyecek getirdi.
- We got more food.
- Daha fazla yiyeceğimiz var.
- Please eat only soft foods.
- Lütfen sadece yumuşak yiyecekler ye.
- She gave him some food.
- Ona biraz yiyecek verdi.
- I needed to buy food for the party.
- Parti için yiyecek satın almam gerekiyordu.
- There's plenty of food in the house.
- Evde bol yiyecek var.
- I like raw food.
- Çiğ yiyecekleri severim.
- Don't bring any food inside the laboratory.
- Laboratuvara yiyecek getirmeyin.
- Is the food at the restaurant halal?
- Restorandaki yiyecek helal mi?
- What kind of food do you not like to eat?
- Ne tür yiyecekleri yemeyi sevmiyorsun?
- Spicy food makes me hiccup.
- Baharatlı yiyecekler beni hıçkırtır.
- I need to buy some food.
- Biraz yiyecek almam lazım.
- I have a ton of food in my pantry.
- Kilerimde bir ton yiyecek var.
- We have food in abundance.
- Bol miktarda yiyeceğimiz var.
- Nobody can exist without food.
- Yiyecek olmadan kimse var olamaz.
- Will you please stop talking about food?
- Lütfen yiyecek hakkında konuşmayı keser misin?
- I have food.
- Yiyeceğim var.
- Nowadays, most foods are full of chemicals.
- Günümüzde çoğu yiyecek kimyasallarla dolu.
- What kind of food do you have?
- Ne tür yiyecekleriniz var?
- Tom wanted me to buy some food for him.
- Tom onun için biraz yiyecek almamı istedi.
- You can cook delicious food in an old pan.
- Eski bir tencerede lezzetli yiyecekler pişirebilirsiniz.
- Our food supplies will last till April.
- Yiyecek stoklarımız Nisan ayına kadar yetecek.
- Tom bought a lot of food.
- Tom birçok yiyecek satın aldı.
- Their food ran out.
- Yiyecekleri bitti.
- It's my favorite food.
- Bu benim favori yiyeceğim.
- I need food.
- Yiyeceğe ihtiyacım var.
- She went out to buy some food.
- Biraz yiyecek almak için dışarı çıktı.
- What's your favorite cold weather food?
- Soğuk havalarda en sevdiğiniz yiyecek nedir?
- Food prices are at their highest level since the United Nations Food and Agriculture Organization began keeping records in 1990.
- Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Kurumu 1990'da kayıt tutmaya başladığından beri, yiyecek fiyatları en yüksek seviyesindedir.
- Everyone has received a sufficient amount of food and clothing.
- Herkes yeterli miktarda yiyecek ve giyecek aldı.
- My stomach is often a bit upset after eating spicy food.
- Baharatlı yiyecekler yedikten sonra midem genellikle biraz rahatsız oluyor.
- I'll take him some food.
- Ona biraz yiyecek götüreceğim.
- Grandma went to the market to buy food for the family.
- Büyükannem aileye yiyecek almak için markete gitti.
- Is it you who'll buy the food?
- Yiyeceği alacak olan sen misin?
- They paid five dollars for the food.
- Onlar yiyecek için beş dolar ödedi.
- Do you have enough food?
- Yeterince yiyeceğin var mı?
- We import a large quantity of food.
- Büyük miktarda yiyecek ithal ediyoruz.
- Food and cookware are stored in kitchen cabinets.
- Yiyecek ve tencere mutfak dolaplarında saklanır.
- Food shipments were blocked.
- Yiyecek sevkiyatı engellendi.
- I have to buy some food.
- Biraz yiyecek almak zorundayım.
- Is there much food in the refrigerator?
- Buzdolabında çok yiyecek var mı?
- There's no food left in the house.
- Evde yiyecek kalmamış.
- Nobody can exist without food.
- Hiç kimse yiyecek olmadan yaşayamaz.
- We got lost in the desert with no water or food.
- Su ya da yiyecek olmadan çölde kaybolduk.
- There are abundant food supplies.
- Bol miktarda yiyecek kaynağı var.
- I need to buy the food.
- Yiyecekleri benim almam lazım.
- Do you have a food allergy?
- Yiyecek alerjiniz var mı?
- A blender lets you mix different foods together.
- Bir blender farklı yiyecekleri birbirine karıştırmanızı sağlar.
- Maria doesn't eat food that's sold on the street.
- Maria sokakta satılan yiyecekleri yemiyor.
- Fresh food is wonderful.
- Taze yiyecekler harikadır.
- The men had little to do except hunt for food.
- Erkeklerin yiyecek aramaktan başka yapacakları pek bir şey yoktu.
- Food has been in short supply.
- Yiyecek yetersiz.
- What's your favorite winter food?
- Favori kış yiyeceğin nedir?
- Organic food is healthier.
- Organik yiyecekler daha sağlıklıdır.
- None of the food was left.
- Hiç yiyecek kalmadı.
- Wine helps digest food.
- Şarap yiyeceği sindirmeye yardımcı olur.
- I want to buy food.
- Yiyecek almak istiyorum.
- We don't have any food.
- Hiç yiyeceğimiz yok.
- You can't just leave us here with no food and water.
- Bizi burada yiyecek ve su olmadan yalnız bırakamazsın.
- Why is there no food in my refrigerator?
- Neden buzdolabımda hiç yiyecek yok?
- I don't like salty food.
- Ben tuzlu yiyecekleri sevmem.
- What foods should a diabetic not eat?
- Bir diyabet hastası hangi yiyecekleri yememelidir?
- The city supplied food for the children.
- Şehir, çocuklar için yiyecek sağladı.
- He has a large store of food.
- Büyük bir yiyecek deposu var.
- We still need to buy food for tonight's party.
- Bizim hala bu geceki parti için yiyecek almamız gerekiyor.
- We have plenty of food.
- Bol yiyeceğimiz var.
- They soon used up their food supplies.
- Yiyecek stoklarını kısa sürede tükettiler.
- It's almost impossible to avoid eating genetically modified food.
- Genetiği değiştirilmiş yiyecekleri yemekten kaçınmak neredeyse imkansız.
- We often eat foods which are harmful to our health without knowing it.
- Çoğu zaman farkında olmadan sağlığımıza zararlı yiyecekler yiyoruz.
- We don't have enough food.
- Yeterince yiyeceğimiz yok.
- The lions fought with each other to get food.
- Aslanlar yiyecek almak için birbirleriyle savaştılar.
- I wish I'd brought more food.
- Keşke daha fazla yiyecek getirseydim.
- They need food and water.
- Onların yiyeceğe ve suya ihtiyacı var.
- Tom warned Mary not to eat the food.
- Tom Mary'yi yiyeceği yememesi konusunda uyardı.
- The Red Cross constantly supplies food to the disaster areas.
- Kızıl Haç felaket bölgelerine sürekli yiyecek sağlıyor.
- The food didn't go to waste.
- Yiyecek boşa gitmedi.
- What are some foods you usually eat with your children?
- Genellikle çocuklarınızla birlikte yediğiniz yiyecekler nelerdir?
- They provided food for the war victims.
- Savaş kurbanları için yiyecek sağladılar.
- Tom didn't need to buy so much food.
- Tom'un o kadar çok yiyecek almasına gerek yoktu.
- They sell many types of food and grocery products.
- Çok çeşitli yiyecek ve bakkaliye ürünü satıyorlar.
- Organic food tastes better.
- Organik yiyeceklerin tadı daha güzel.
- What foods can't you cook well?
- Hangi yiyecekleri iyi pişiremezsiniz?
- I hardly ever throw food away.
- Ben yiyecekleri hemen hemen hiç çöpe atmam.
- In many parts of the world, there isn't enough food to meet everyone's needs.
- Dünyanın birçok yerinde, herkesin ihtiyacını karşılayacak kadar yiyecek yok.
- Let's talk about food.
- Yiyecek hakkında konuşalım.
- Do you have any questions about the food?
- Yiyecekler hakkında herhangi bir sorunuz var mı?
- This isn't food.
- Bu yiyecek değil.
- We cannot exist without food.
- Yiyecek olmadan var olamayız.
- I wonder whether there's enough food for everybody.
- Herkese yetecek kadar yiyecek olup olmadığını merak ediyorum.
- We only have enough food to feed three people.
- Sadece üç kişiyi doyuracak kadar yiyeceğimiz var.
- Studies show that once the basic needs of shelter and food are met, additional wealth adds very little to happiness.
- Araştırmalar, barınma ve yiyecek gibi temel ihtiyaçlar karşılandıktan sonra, ek zenginliğin mutluluğa çok az katkıda bulunduğunu gösteriyor.
- What foods are you allergic to?
- Hangi yiyeceklere alerjiniz var?
- How much food do we have left?
- Ne kadar yiyeceğimiz kaldı?
- How much money did you spend on food last week?
- Geçen hafta yiyeceğe ne kadar para harcadın?
- They could not get enough food.
- Yeterince yiyecek bulamadılar.
- Day will come, and there will be food.
- Gün gelecek ve yiyecek olacak.
- I think we'd better buy more food.
- Sanırım daha fazla yiyecek alsak iyi olur.
- If you only knew how hard we worked to give you this food, you wouldn't say that.
- Eğer sadece bu yiyeceği sana vermek için nasıl sıkı çalıştığımızı bilsen, bunu söylemezsin.
- Tom asked Mary why she was buying so much food.
- Tom Mary'ye niçin o kadar çok yiyecek aldığını sordu.
- What food don't you like?
- Hangi yiyecekten hoşlanmazsın?
- Tom left some food for Mary.
- Tom Mary için biraz yiyecek bıraktı.
- We must provide food and clothes for the victims.
- Mağdurlar için yiyecek ve giyecek sağlamalıyız.
- What are some foods you usually eat with a knife and fork?
- Genellikle bıçak ve çatalla yediğiniz bazı yiyecekler nelerdir?
- Tom is out of food, isn't he?
- Tom yiyeceğini tüketti, değil mi?
- He had no money and so could not buy any food.
- Parası yoktu bu yüzden hiç yiyecek alamadı.
- He did not know what to do with the extra food.
- Fazladan yiyeceklerle ne yapacağını bilmiyordu.
- I've made a list of foods that I can't eat.
- Yiyemeyeceğim yiyeceklerin bir listesini yaptım.
- Steak and caviar are my favorite foods.
- Biftek ve havyar favori yiyeceklerimdir.
- Her favourite food as a child was pizza.
- Çocukken onun en sevdiği yiyecek pizzaydı.
- They sell many types of food and grocery products.
- Birçok çeşit yiyecek ve market ürünü satıyorlar.
- She provided me with some food.
- Bana biraz yiyecek sağladı.
- Tom didn't have any money, so he couldn't buy any food.
- Tom'un hiç parası yoktu, bu yüzden yiyecek alamadı.
- They all come here to buy food.
- Onların hepsi buraya yiyecek satın almak için geliyorlar.
- Food and clothes are necessities of life.
- Yiyecek ve giyecek hayatın gerekleridir.
- Tom had no money and couldn't buy any food.
- Tom'un hiç parası yoktu ve yiyecek alamıyordu.
- He provided food and clothes for his family.
- Ailesi için yiyecek ve giyecek sağladı.
- I shouldn't eat food that has sugar in it.
- İçinde şeker olan yiyecekleri yememeliyim.
- Your food is getting cold.
- Yiyeceğin soğuyor.
- They supplied the villagers with food.
- Köylülere yiyecek sağladılar.
- A giraffe extends its neck to get food.
- Bir zürafa yiyeceğini almak için boynunu uzatır.
- I don't want any more food.
- Daha fazla yiyecek istemiyorum.
- Tom said Mary shouldn't eat any of the food in the refrigerator.
- Tom, Mary'nin buzdolabındaki yiyeceklerden hiçbirini yememesi gerektiğini söyledi.
- Food is essential to life.
- Yiyecek yaşam için gereklidir.
- They did not have much food to eat.
- Yemek için fazla yiyecekleri yoktu.
- That amount of food will last them for a week.
- Bu kadar yiyecek onlara bir hafta yetecektir.
- Tom was not used to eating Japanese food.
- Tom Japon yiyecekleri yemeğe alışkın değildi.
- Food is essential for survival.
- Yiyecek hayatta kalmak için gereklidir.
- I heard that one way to stay healthy is to avoid eating any food with unpronounceable ingredients.
- Sağlıklı kalmanın bir yolunun, telaffuz edilemeyen malzemeler içeren yiyecekleri yemekten kaçınmak olduğunu duydum.
- Provide starving people with food.
- Açlıktan ölen insanlara yiyecek sağla.
- You have some food in your teeth.
- Senin dişlerinde biraz yiyecek var.
- I have to get some food.
- Biraz yiyecek almak zorundayım.
- We need to buy some food for our party.
- Bizim, partimiz için biraz yiyecek satın almamız gerekir.
- We need food, clothes and a home in order to live.
- Yaşamak için yiyeceğe, giyeceğe ve bir eve ihtiyacımız var.
- We need food, clothing, and shelter to live.
- Bizim yiyeceğe, giyeceğe ve yaşanacak barınağa ihtiyacımız var.
- Deep-fried food is delicious.
- Derin yağda kızartılmış yiyecekler lezzetlidir.
- We'll bring plenty of food.
- Bol miktarda yiyecek getireceğiz.
- We need more food.
- Daha fazla yiyeceğe ihtiyacımız var.
- Tom always checks to verify that no dyes are in any food he buys.
- Tom her zaman satın aldığı yiyeceklerde boya maddesi olup olmadığını kontrol eder.
- I have some food.
- Biraz yiyeceğim var.
- Autumn is when food is especially delicious.
- Sonbahar, yiyeceklerin özellikle lezzetli olduğu zamandır.
- Lack of food made them very hungry.
- Yiyecek yokluğu onları çok acıktırdı.
- It looks like Tom got sick from eating the spoiled food.
- Görünüşe göre Tom bozuk yiyecekleri yediği için hastalanmış.
- Get me some food.
- Bana biraz yiyecek getirin.
- High calorie foods are bad for my health.
- Yüksek kalorili yiyecekler sağlığım için kötüdür.
- We eat many kinds of food.
- Biz birçok çeşit yiyecek yeriz.
- Food spoils quickly in hot weather.
- Yiyecekler sıcak havada hızlıca bozulur.
- Do Tom and Mary like the same kind of food?
- Tom ve Mary aynı tür yiyecekleri mi severler?
- I remember when food was cheap.
- Yiyeceklerin ucuz olduğu zamanları hatırlıyorum.
- If we pay the rent to the landlady, we won't have any money for food; we are between the devil and the deep blue sea.
- Biz ev sahibesine kirayı ödersek, yiyecek için hiç paramız olmayacak; iki arada bir derede.
- Don't bring food inside the tent.
- Çadırın içine yiyecek getirmeyin.
- He didn't know what to do with the extra food.
- Fazla yiyeceği ne yapacağını bilmiyordu.
- All the food was gone.
- Tüm yiyecek bitti.
- He tried different kinds of foods one after another.
- Birbiri ardına farklı türde yiyecekler denedi.
- Sami's kitchen was loaded with food.
- Sami'nin mutfağı yiyecekle doluydu.
- They are always hard up for food.
- Her zaman yiyecek bulmakta zorlanıyorlar.
- We have no more food.
- Başka yiyeceğimiz yok.
- Get her some food.
- Ona biraz yiyecek getirin.
- The food disagreed with Tom.
- Yiyecek Tom'a dokundu.
- Tom wanted me to buy some food for Mary.
- Tom, Mary için biraz yiyecek satın almamı istedi.
- What kinds of Japanese food do you like?
- Hangi tür Japon yiyeceklerini seversin?
- The heron had to hunt for food every day.
- Balıkçıl her gün yiyecek aramak zorundaydı.
- I think I'll buy some more food.
- Sanırım biraz daha yiyecek satın alacağım.
- Food and blankets were given to the refugees.
- Mültecilere yiyecek ve battaniye verildi.
- I need to buy some food.
- Biraz yiyecek almalıyım.
- I provided him with food.
- Ona yiyecek sağladım.
- Salt helps to preserve food from decay.
- Tuz yiyeceği çürümekten korumak için yardımcı olur.
- What kind of food does Tom like?
- Tom ne tür yiyecekten hoşlanır?
- I need to get more food.
- Daha fazla yiyecek almalıyım.
- We're buying food for them.
- Biz onlar için yiyecek satın alıyoruz.
- They did not have much food to eat.
- Yiyecek fazla yiyecekleri yoktu.
- Is there any chance that you have eaten any of the contaminated food?
- Kirlenmiş yiyeceklerden yemiş olma ihtimaliniz var mı?
- We weren't given food or water.
- Bize yiyecek ya da su verilmedi.
- They took food and clothing.
- Yiyecek ve giyecek aldılar.
- Are there any foods you didn't like as a child that you like now?
- Çocukken sevmeyip şimdi sevdiğin yiyecekler var mı?
- I think I'll buy some more food.
- Sanırım biraz daha yiyecek alacağım.
- They supplied the war victims with food.
- Savaş kurbanlarına yiyecek temin ettiler.
- Tom made it clear that he didn't like the food.
- Tom yiyecekten hoşlanmadığını açıkça belirtti.
- Tom had no money and couldn't buy any food.
- Tom'un hiç parası yoktu ve hiç yiyecek satın alamadı.
- Day will come, and there will be food.
- Yiyecek konusunda, yarına Allah kerim.
- Thank you for buying food.
- Yiyecek aldığın için sana teşekkür ederim.
- They need food and water.
- Yiyecek ve suya ihtiyaçları var.
- You shouldn't be so picky about food.
- Yiyecek hakkında bu kadar seçici olmamalısın.
- Tom didn't need to buy so much food.
- Tom'un bu kadar çok yiyecek almasına gerek yoktu.
- We have a surplus of food.
- Yiyecek fazlamız var.
- That fat girl consumes too much sugary food.
- O şişman kız çok fazla şekerli yiyecek tüketiyor.
- He had no money and so could not buy any food.
- Hiç parası yoktu ve bu yüzden yiyecek alamadı.
- The government provided us with food.
- Hükümet bize yiyecek sağladı.
- Tom has to buy some food.
- Tom biraz yiyecek almak zorunda.
- Some kinds of food make us thirsty.
- Kimi yiyecekler bizleri susatırlar.
- She gave him money as well as food.
- Ona hem para hem de yiyecek verdi.
- Must get some food.
- Biraz yiyecek almalıyım.
- Someone tried to poison our dog's food.
- Birisi köpeğimizin yiyeceğine zehir katmaya çalıştı.
- I stole some food because I was very hungry.
- Çok aç olduğum için biraz yiyecek çaldım.
- Tom asked Mary what kind of food she liked.
- Tom Mary'ye ne tür yiyeceklerden hoşlandığını sordu.
- This food is both nutritious and delicious.
- Bu yiyecek hem besleyici hem de lezzetli.
- I'm searching for food.
- Ben yiyecek arıyorum.
- Everybody needs food, don't they?
- Herkesin yiyeceğe ihtiyacı var, değil mi?
- Are you allergic to any foods?
- Alerjin olan bir yiyecek var mı?
- The organization furnished the refugees with food.
- Örgüt, mültecilere yiyecek sağladı.
- How long can we go without food?
- Yiyecek olmadan ne kadar gidebiliriz?
- Tom ate some spoiled food and became sick.
- Tom biraz bozulmuş yiyecek yedi ve hastalandı.
- If you get hungry, there's food in the fridge.
- Eğer acıkırsan, buzdolabında yiyecek var.
- Is it safe to eat food that has dropped on the floor?
- Yere düşen yiyecekleri yemek güvenli midir?
- There's no food.
- Yiyecek yok.
- Some food is pretty bland without salt.
- Bazı yiyecekler tuzsuz oldukça yavan oluyor.
- Ideally, food should be tasty, cheap, healthy, and morally inoffensive.
- İdeal olarak, yiyecekler lezzetli, ucuz, sağlıklı ve ahlaki açıdan zararsız olmalıdır.
- Tom didn't have any money and couldn't buy any food.
- Tom'un hiç parası yoktu ve yiyecek alamadı.
- What kind of food do you not like to eat?
- Ne tür yiyecekleri yemeyi sevmezsin?
- They supplied us with food.
- Onlar bize yiyecek temin ettiler.
- Don't you want to take any of this food home?
- Bu yiyeceklerden eve götürmek istemiyor musun?
- We brought you enough food.
- Size yeterince yiyecek getirdik.
- I don't think we have enough food to feed everyone.
- Herkesi doyuracak kadar yiyeceğimiz olduğunu sanmıyorum.
- Go to the store and buy us some food.
- Markete git ve bize biraz yiyecek al.
- What foods, if any, do you avoid eating?
- Hangi yiyecekleri, eğer varsa, yemekten kaçınırsınız?
- We need to buy some food for our party.
- Partimiz için biraz yiyecek almamız gerekiyor.
- What are some high cholesterol foods that you can easily avoid eating?
- Yemekten kolayca kaçınabileceğiniz bazı yüksek kolesterollü yiyecekler nelerdir?
- They are short of food.
- Yiyecek sıkıntısı çekiyorlar.
- Tom wasn't able to buy enough food for everyone.
- Tom, herkes için yetecek kadar yiyecek satın alamadı.
- They had no food.
- Onların yiyecekleri yoktu.
- Food gives life, life gives strength and strength gives great feats.
- Yiyecek hayat verir, hayat güç verir ve güç büyük başarılar verir.
- We provided the flood victims with food and clothing.
- Sel felaketzedelerine yiyecek ve giyecek sağladık.
- It will not be long before our food runs out.
- Yiyeceklerimizin bitmesi çok uzun sürmez.
- She went out to buy some food.
- O biraz yiyecek almak için dışarı çıktı.
- Unfortunately, the food supplies ran out before the end of winter.
- Ne yazık ki kış bitmeden yiyecek stokları tükendi.
- I have no food in my house.
- Evimde hiç yiyeceğim yok.
- What are some of the most popular foods eaten in Spain?
- İspanya'da yenen en popüler yiyeceklerden bazıları nelerdir?
- Choose a food from each part of the menu.
- Menünün her bir bölümünden bir yiyecek seç.
- You should chew your food well.
- Yiyeceklerinizi iyi çiğnemelisiniz.
- We'll all be hungry, so be sure to bring enough food for everyone.
- Hepimiz aç olacağız, bu yüzden herkese yetecek kadar yiyecek getirdiğinizden emin olun.
- There's no shortage of food now.
- Artık yiyecek sıkıntısı yok.
- Candies are not real food.
- Şekerler gerçek yiyecek değildir.
- Nowadays, most foods are full of chemicals.
- Günümüzde çoğu yiyeceğin içi kimyasal maddelerle dolu.
- Would you chew your food more, please?
- Yiyeceğini biraz daha çiğner misin, lütfen?
- We'll need more food than that.
- Ondan daha fazla yiyeceğe ihtiyacımız olacak.
- Do you want to take any of this food home?
- Bu yiyeceklerden eve götürmek ister misin?
- We've got plenty of food.
- Bol miktarda yiyeceğimiz var.
- I don't like to see food go to waste.
- Yiyeceklerin ziyan olmasını sevmem.
- When she saw that the people were hungry, she begged for food for them.
- İnsanların aç olduğunu görünce, onlar için yiyecek dilendi.
- High calorie foods are bad for my health.
- Yüksek kalorili yiyecekler sağlığım için kötü.
- Get him some food.
- Ona biraz yiyecek getir.
- John's food was grasshoppers and wild honey.
- Yahya'nın yiyeceği çekirge ve yabani baldı.
- Food has been in short supply.
- Yiyecek sıkıntısı çekiyoruz.
- He often goes without food for days.
- O sık sık günlerce yiyeceksiz idare eder.
- He gave me clothes as well as food.
- Bana hem elbiseler hem de yiyecek verdi.
- Tom brought way too much food, so there was some left over.
- Tom çok fazla yiyecek getirdi, bu yüzden birazı kaldı.
- What are some foods you can eat to lower your cholesterol?
- Kolesterolünü düşürmek için yiyebileceğin bazı yiyecekler nedir?
- There was a lot of food in the house.
- Evde bir sürü yiyecek vardı.
- We are used to eating plain food.
- Biz sade yiyecekler yemeye alışkınız.
- Tom ran out of food.
- Tom'un yiyeceği bitti.
- She gave us some food.
- Bize biraz yiyecek verdi.
- What foods do you avoid eating?
- Hangi yiyecekleri yemekten kaçınırsın?
- The lines of people waiting for food were longer than before.
- Yiyecek bekleyen insanların oluşturduğu kuyruklar eskisinden daha uzundu.
- This photo shows a man who owns a small food store.
- Bu fotoğrafta küçük bir yiyecek dükkânı olan bir adam görülüyor.
- All our food was rotten.
- Tüm yiyeceklerimiz çürümüştü.
- Most of our money goes for food.
- Paramızın çoğunluğu yiyeceğe gidiyor.
- There is no food left.
- Hiç yiyecek kalmadı.
- Tom and Mary don't like the same kind of food.
- Tom ve Mary aynı tür yiyecekleri sevmezler.
- We don't have any more food.
- Başka yiyeceğimiz kalmadı.
- Get Tom some food.
- Tom'a biraz yiyecek al.
- How do you find food in outer space?
- Uzayda nasıl yiyecek bulursun?
- He had to go without food for days.
- O günlerce yiyeceksiz idare etmek zorunda kaldı.
- I threw up my food.
- Yiyeceğimi kustum.
- There's food on the table.
- Masada yiyecek var.
- Food is comprised of protein, carbohydrates, and fats.
- Yiyecek, protein, karbonhidrat ve yağlardan oluşur.
- My grandmother can only eat soft food.
- Büyükannem sadece yumuşak yiyecekler yiyebilir.
- They took food and clothing.
- Onlar yiyecek ve giyecek aldılar.
- It's difficult to grow food here.
- Burada yiyecek yetiştirmek zor.
- Children depend on their parents for food and clothing.
- Çocuklar yiyecek ve giyecek için ebeveynlerine bağımlıdır.
- This food will just go to waste if you don't take it home with you.
- Eve götürmezseniz bu yiyecekler çöpe gidecek.
- It would be a shame to let all this food go to waste.
- Tüm bu yiyeceklerin boşa gitmesine izin vermek utanç olurdu.
- What kind of food do you have to avoid?
- Ne tür yiyecekten kaçınmak zorundasın?
- There was enough food at the party for everyone to have some.
- Partide herkese yetecek kadar yiyecek vardı.
- I need to buy food, but I don't have enough money.
- Yiyecek almam lazım ama yeterli param yok.
- Food decays quickly in hot weather.
- Sıcak havalarda yiyecekler çabuk bozulur.
- Grandma walked to the market to buy food for the whole family.
- Büyükannem tüm aileye yiyecek almak için markete gitti.
- I bought a lot of food for the party.
- Parti için bir sürü yiyecek aldım.
- We have ample food.
- Bol miktarda yiyeceğimiz var.
- How much food is left?
- Ne kadar yiyecek kaldı?
- Tom is buying food.
- Tom yiyecek alıyor.
- There's plenty of food in the pantry.
- Kilerde bol miktarda yiyecek var.
- This food isn't very nutritious.
- Bu yiyecek çok besleyici değil.
- We gave them food.
- Onlara yiyecek verdik.
- I knew you wouldn't like the food at Chuck's Bar and Grill.
- Senin Chuck's Bar and Grill'deki yiyeceklerden hoşlanmayacağını biliyordum.
- It would be a shame to let all this food go to waste.
- Bu kadar yiyeceğin boşa gitmesine izin vermek yazık olur.
- What are some foods you usually eat with red wine?
- Genellikle kırmızı şarapla yediğin bazı yiyecekler nedir?
- We'll need more food than that.
- Bundan daha fazla yiyeceğe ihtiyacımız olacak.
- Tom toyed with his food.
- Tom yiyecekleriyle oyun oynuyordu.
- Instant noodles are the official food of Gen Z.
- Hazır erişte Z kuşağının resmi yiyeceğidir.
- Tom didn't have much food to eat.
- Tom'un yiyecek çok fazla yemeği yoktu.
- What are some good foods to eat with potatoes?
- Patatesle birlikte yenebilecek iyi yiyecekler nelerdir?
- How often do you eat food you don't like?
- Sevmediğin yiyeceği ne sıklıkta yersin?
- Get me some food.
- Bana biraz yiyecek getir.
- We provided them with food.
- Onlara yiyecek sağladık.
- Tom asked Mary why she was buying so much food.
- Tom, Mary'ye neden bu kadar çok yiyecek aldığını sordu.
- Tom's family often runs out of food near the end of the month.
- Tom'un ailesinin yiyeceği genellikle ay sonuna doğru biter.
- What are some foods you usually eat with soy sauce?
- Genellikle soya sosu ile yediğiniz bazı yiyecekler nelerdir?
- We don't have any food left.
- Hiç yiyeceğimiz kalmadı.
- There was much food in the house.
- Evde çok fazla yiyecek vardı.
- Tom ran out of food.
- Tom'un yiyeceği tükendi.
- Let's go get some food.
- Biraz yiyecek almaya gidelim.
- My food is cheap.
- Benim yiyeceğim ucuz.
- Soldiers shared their food with the Indians.
- Askerler yiyeceklerini Kızılderililerle paylaştı.
- We've brought enough food to feed everyone.
- Herkesi beslemeye yetecek kadar yiyecek getirdik.
- Whose food is this?
- Bu kimin yiyeceği?
- Why isn't there any food in my refrigerator?
- Neden buzdolabımda hiç yiyecek yok?
- I can't eat this kind of food.
- Ben bu tür yiyecek yiyemem.
- There is enough food in the world; people are starving because of politics.
- Dünyada yeterince yiyecek var; insanlar siyaset yüzünden açlıktan ölüyor.
- There were severe shortages of food and fuel.
- Yiyecek ve yakıt konusunda ciddi sıkıntılar vardı.
- I'll bring Tom some food.
- Tom'a biraz yiyecek getireceğim.
- I don't like salty food.
- Tuzlu yiyecekleri sevmiyorum.
- Tom went to buy dog food.
- Tom köpek yiyeceği almaya gitti.
- We have more than enough food.
- Gereğinden fazla yiyeceğimiz var.
- Goods at the food and clothing stalls were very cheap.
- Yiyecek ve giyecek tezgahlarındaki mallar çok ucuzdu.
- We'll all be hungry, so be sure to bring enough food for everyone.
- Hepimiz acıkacağız, bu yüzden herkese yetecek yiyecek getirildiğinden emin ol.
- Let's get some food.
- Biraz yiyecek alalım.
- Our food is cheap.
- Yiyeceklerimiz ucuz.
- There's no food left.
- Yiyecek bir şey kalmadı.
- The doctor recommends that he take the pills with food.
- Doktor onun hapları yiyecekle almasını öneriyor.
- I'm tired of the food in the school canteen.
- Okul kantinindeki yiyeceklerden sıkıldım.
- I'll take them some food.
- Onlara biraz yiyecek götüreceğim.
- Tom might not like Mexican food.
- Tom Meksika yiyeceğini sevmeyebilir.
- All our food was rotten.
- Yiyeceğimizin hepsi bozulmuştu.
- Tom doesn't have any food.
- Tom'un hiç yiyeceği yok.
- I've never cared for Mexican food.
- Asla Meksika yiyeceği istemedim.
- Good food brings good health.
- İyi yiyecek iyi sağlık getirir.
- Fruit and vegetables should make up over a third of the food we eat each day.
- Sebze ve meyveler her gün yediğimiz yiyeceklerin 1/3'ünü oluşturmalı.
- How much money do you spend on food every month?
- Her ay yiyeceğe ne kadar para harcıyorsunuz?
- Tom said that Mary shouldn't eat any of the food in the refrigerator.
- Tom, Mary'nin buzdolabındaki yiyeceklerden yememesi gerektiğini söyledi.
- We'll have plenty of food.
- Bol yiyeceğimiz olacak.
- I want some food.
- Biraz yiyecek istiyorum.
- There's no food left.
- Hiç yiyecek kalmadı.
- There's no food left in the house.
- Evde hiç yiyecek kalmadı.
- Do we really need this much food?
- Bu kadar çok yiyeceğe gerçekten ihtiyacımız var mı?
- We've got plenty of food.
- Bir sürü yiyeceğimiz var.
- The Red Cross dispensed food and medical supplies to the victims.
- Kızıl Haç kurbanlara yiyecek ve tıbbi malzemeler dağıttı.
- Unfortunately, the food supplies gave out before the end of winter.
- Ne yazık ki yiyecek stokları kış bitmeden tükendi.
- I had to buy some food.
- Biraz yiyecek almam gerekiyordu.
- Get her some food.
- Ona biraz yiyecek getir.
- We provided the flood victims with food and clothing.
- Sel mağdurlarına yiyecek ve giyecek sağladık.
- You should try growing your own food.
- Kendi yiyeceğini yetiştirmeye çalışmalısın.
- I think we have enough food to feed everyone.
- Sanırım herkesi besleyecek kadar yiyeceğimiz var.
- What are some foods commonly eaten in America?
- Amerika'da yaygın olarak yenilen yiyecekler nedir?
- Wagons would go out each day in search of food.
- Arabalar her gün yiyecek aramak için yola çıkıyordu.
- I'm taking her some food.
- Ona biraz yiyecek götürüyorum.
- How much more food is there?
- Daha ne kadar yiyecek var?
- We ran short of food.
- Yiyeceğimiz bitmişti.
- Their food ran out.
- Onların yiyecekleri bitti.
- They have plenty of food.
- Bol miktarda yiyecekleri var.
- There was food enough for us all.
- Hepimiz için yeterli yiyecek vardı.
- We need some more food.
- Biraz daha yiyeceğe ihtiyacımız var.
- What's wrong with the food?
- Yiyeceğin nesi var?
- This food's not nourishing enough.
- Bu yiyecek yeterince besleyici değil.
- Would you care for some food?
- Biraz yiyecek ister misin?
- Don't eat hard foods.
- Sert yiyecekler yeme.
- We only have enough food and water for three days.
- Sadece üç gün yetecek kadar yiyecek ve suyumuz var.
- Violence erupted all over the city because of the food shortages.
- Yiyecek sıkıntısı yüzünden şehrin her yerinde şiddet patlak verdi.
- Tom bought a lot of food.
- Tom bir sürü yiyecek aldı.
- Tom bought Mary some food.
- Tom, Mary'ye yiyecek bir şeyler aldı.
- Who owns this food?
- Bu kimin yiyeceği?
- I don’t have enough money to buy food.
- Yiyecek almak için yeterince param yok.
- Wash your hands before you handle the food.
- Yiyeceğe dokunmadan önce ellerini yıka.
- Tom went food shopping.
- Tom yiyecek alışverişine gitti.
- I'm going to go get some food.
- Gidip biraz yiyecek alacağım.
- In the summer, ants gather food for the winter.
- Yazın karıncalar kış için yiyecek toplar.
- Is there any food you don't like?
- Sevmediğin herhangi bir yiyecek var mı?
- In many parts of the world, there's not enough food to meet everyone's needs.
- Dünyanın birçok yerinde, herkesin ihtiyacını karşılayacak kadar yiyecek yok.
- There is food on the desk.
- Masanın üzerinde yiyecek var.
- The food athletes eat is just as important as what kind of exercises they do.
- Sporcuların yedikleri yiyecekler, ne tür egzersizler yaptıkları kadar önemlidir.
- How do squirrels remember where they buried their food?
- Sincaplar yiyeceklerini nereye gömdüklerini nasıl hatırlıyorlar?
- Tom always checks to verify that no dyes are in any food he buys.
- Tom her zaman satın aldığı yiyeceklerde boya olup olmadığını kontrol eder.
- Tom didn't have much food to eat.
- Tom'un yiyecek fazla yemeği yoktu.
- Tom was fed up with eating the low quality food provided by the prison.
- Tom hapishane tarafından sağlanan düşük kaliteli yiyecekleri yemekten bıkmıştı.
- We can't exist without food.
- Yiyecek olmadan var olamayız.
- Do you get heartburn after eating certain foods?
- Bazı yiyecekleri yedikten sonra mideniz yanıyor mu?
- I will bring back a lot of food.
- Çok fazla yiyeceği geri getireceğim.
- I love spicy food.
- Baharatlı yiyecekleri severim.
- Some people could not buy food or other necessities.
- Bazı insanlar yiyecek ya da diğer ihtiyaçlarını satın alamıyordu.
- I don't think we have enough food.
- Yeterince yiyeceğimiz olduğunu sanmıyorum.
- Tom had no food or water for three days.
- Tom'un üç gündür yiyeceği ve suyu yoktu.
- In many parts of the world, there is not enough food to meet everyone's needs.
- Dünyanın birçok yerinde herkesin ihtiyacını karşılayacak kadar yiyecek yok.
- You have some food in your teeth.
- Dişinizde biraz yiyecek var.
- He never had enough food to give to someone else.
- Hiçbir zaman başkasına verecek kadar yiyeceği olmadı.
- The monkeys stole all the food.
- Maymunlar tüm yiyeceği çaldı.
- The cells have the capacity to convert food into energy.
- Hücreler yiyecekleri enerjiye dönüştürme kapasitesine sahiptir.
- There was much food in the house.
- Evde çok yiyecek vardı.
- The aardvark's principal food is termites.
- Karıncayiyen'in başlıca yiyeceği termitlerdir.
- I gave Tom some food.
- Ben Tom'a biraz yiyecek verdim.
- We need to keep bacteria out of food.
- Bakterileri yiyeceklerden uzak tutmalıyız.
- It'd be a shame for this food to go to waste.
- Bu yiyeceğin boşa gitmesi bir utanç olurdu.
- Are you sure we have enough food for a week?
- Bir hafta yetecek kadar yiyeceğimiz olduğuna emin misin?
- What foods do you avoid eating?
- Hangi yiyecekleri yemekten kaçınırsınız?
- Tom needed food.
- Tom'un yiyeceğe ihtiyacı vardı.
- Tom thought that Mary would like Indonesian food.
- Tom Mary'nin Endenozya yiyeceğini seveceğini düşündü.
- This is a kind of food.
- Bu bir tür yiyecektir.
- He gave me food and money as well.
- Bana da yiyecek ve para verdi.
- Everyone was given enough food and clothing.
- Herkese yeterince yiyecek ve giyecek verildi.
- Britain faced dangerously low supplies of food.
- İngiltere'nin yiyecek stokları tehlikeli derecede azalmıştı.
- Does Tom like Indian food?
- Tom Hint yiyeceklerini sever mi?
- How much money do we have left to spend on food?
- Yiyecek için harcayacak ne kadar paramız kaldı?
- What kind of food do you usually eat?
- Genellikle ne tür yiyecekler yersiniz?
- They had no food.
- Hiç yiyecekleri yoktu.
- Some food is pretty bland without salt.
- Bazı yiyecekler tuz olmadan oldukça tatsız.
- You can mix different foods in a blender.
- Farklı yiyecekleri bir karıştırıcıda karıştırabilirsiniz.
- You have to eat nutritious foods.
- Besleyici yiyecekler yemelisin.
- Oats have long been food for horses and mules.
- Yulaf uzun zaman atlara ve katırlara yiyecek olmuştur.
- We have run short of food.
- Yiyeceğimiz kalmadı.
- Eat whatever food you like.
- İstediğin yiyeceği ye.
- Do Tom and Mary like the same kind of food?
- Tom ve Mary aynı tür yiyecekleri sever mi?
- We got lost in the desert with no water or food.
- Su ve yiyecek olmadan çölde kaybolduk.
- Pizza is my favorite food.
- Pizza benim en sevdiğim yiyecek.
- Whose is this food?
- Bu yiyecek kimin?
- We're running short of food.
- Yiyecek sıkıntısı çekiyoruz.
- What is your favorite food?
- En sevdiğin yiyecek nedir?
- There was nowhere to buy food.
- Yiyecek alacak hiçbir yer yoktu.
- Go and fetch the food and barbecue from the car!
- Git ve arabadan yiyecek ve barbeküyü getir!
- A giraffe extends its neck to get food.
- Bir zürafa yiyecek almak için boynunu uzatır.
- Tom has to buy some food.
- Tom'un biraz yiyecek alması gerekiyor.
- Tom bought some food for Mary.
- Tom, Mary için biraz yiyecek aldı.
- I hardly ever buy anything other than food.
- Neredeyse yiyecekten başka hiçbir şey satın almam.
- Tom didn't even have money to buy food for himself and his family.
- Tom'un kendisi ve ailesi için yiyecek alacak parası bile yoktu.
- The monkeys stole all the food.
- Maymunlar bütün yiyecekleri çaldı.
- Oats have long been food for horses and mules.
- Yulaf uzun zamandır atlar ve katırlar için yiyecekti.
- We need all the food we can get.
- Bulabildiğimiz kadar yiyeceğe ihtiyacımız var.
- Most of the food we buy in supermarkets is overpackaged.
- Süpermarketlerden satın aldığımız yiyeceklerin çoğu aşırı ambalajlı.
- Tom left us some food and water.
- Tom bize biraz yiyecek ve su bıraktı.
- We'll share our food with them.
- Yiyeceğimizi onlarla paylaşacağız.
- Tom had no money and couldn't buy food.
- Tom'un parası yoktu ve yiyecek satın alamadı.
- There was no place to buy food.
- Yiyecek almak için hiçbir yer yoktu.
- You should cut down on the amount of fattening food that you eat.
- Yediğiniz yağlı yiyeceklerin miktarını azaltmalısınız.
- Food shouldn't look like this.
- Yiyecek böyle görünmemeli.
- He gave food to many.
- O birçoğuna yiyecek verdi.
- Food intolerance causes fatigue.
- Yiyecek hassasiyeti yorgunluğa neden olur.
- Tom has more alcohol in his refrigerator than he does food.
- Tom'un buzdolabında yiyecekten çok alkol var.
- I can barely afford to buy enough food to feed my family.
- Aileme yetecek kadar yiyecek almaya ancak gücüm yetiyor.
- Tom became sick from eating bad food.
- Tom kötü yiyecek yemekten hasta oldu.
- I don't have any food to eat.
- Yiyecek hiç yiyeceğim yok.
- We went into a shop to get some food.
- Biraz yiyecek almak için bir dükkâna girdik.
- I need some money to buy some food.
- Biraz yiyecek almak için biraz paraya ihtiyacım var.
- Bread and milk are good foods.
- Ekmek ve süt iyi yiyeceklerdir.
- He didn't know what to do with the extra food.
- Fazladan yiyeceklerle ne yapacağını bilmiyordu.
- I need to buy food.
- Benim yiyecek almam gerekiyor.
- A lot of wild animals died because there wasn't any food.
- Yiyecek olmadığı için birçok vahşi hayvan öldü.
- Fruit and vegetables should make up over a third of the food we eat each day.
- Meyve ve sebzeler her gün yediğimiz yiyeceklerin üçte birinden fazlasını oluşturmalıdır.
- I think we'll need more food.
- Sanırım biraz daha yiyeceğe ihtiyacımız olacak.
- I don't think it's very healthy to cut out whole groups of foods like fats.
- Yağlar gibi tüm yiyecek gruplarını kesmenin çok sağlıklı olduğunu düşünmüyorum.
- My father is very particular about food.
- Babam yiyecekler hakkında çok müşkülpesenttir.
- I went out to find food.
- Yiyecek bulmak için dışarı çıktım.
- I need to buy some food for tonight's party.
- Bu geceki parti için biraz yiyecek almam gerekiyor.
- I ordered some food.
- Biraz yiyecek ısmarladım.
- I'm getting used to eating this kind of food.
- Bu tür yiyecekleri yemeye alışıyorum.
- I have to buy some food.
- Biraz yiyecek almam lazım.
- There's food in the fridge.
- Buzdolabında yiyecek var.
- There is no food.
- Yiyecek yok.
- They supplied the war victims with food.
- Savaş mağdurlarına yiyecek sağladılar.
- The food supplies will not hold out till then.
- Yiyecek stokları o zamana kadar dayanmaz.
- I'm searching for food.
- Yiyecek arıyorum.
- I'm not used to spicy food.
- Baharatlı yiyeceğe alışkın değilim.
- I'm taking Tom some food.
- Tom'a biraz yiyecek götürüyorum.
- We have more than enough food.
- Yeterince yiyeceğimiz var.
- It is best to avoid eating high cholesterol foods.
- En iyisi yüksek kolesterollü yiyecekler yemekten kaçınmaktır.
- I don't like fried food.
- Ben kızarmış yiyecek sevmem.
- Tom had no food left.
- Tom'un hiç yiyeceği kalmamıştı.
- Food will also be available.
- Yiyecek de hazır olacak.
- Nutritious food helps support healthy organs.
- Besleyici yiyecekler sağlıklı organları desteklemeye yardımcı olur.
- That fat girl consumes too much sugary food.
- Şu şişman kız çok fazla şekerli yiyecek tüketiyor.
- He gave them food and money.
- Onlara yiyecek ve para verdi.
- What are some foods you usually eat with red wine?
- Genellikle kırmızı şarapla yediğiniz bazı yiyecekler nelerdir?
- In Thailand, people use coconuts for food, drink and toys.
- Tayland'da insanlar hindistan cevizini yiyecek, içecek ve oyuncak olarak kullanırlar.
- Books are to the mind what food is to the body.
- Beden için yiyecekler neyse, kitaplar da zihin için odur.
- I haven't yet gotten used to the food here.
- Henüz buradaki yiyeceğe alışmadım.
- Tom kept a list of all the food he'd eaten that week.
- Tom o hafta yediği tüm yiyeceklerin bir listesini tuttu.
- Go to the store and buy us some food.
- Dükkana git ve bize biraz yiyecek satın al.
- There's plenty of food in the house.
- Evde bir sürü yiyecek var.
- When you have food allergies, eating out is difficult, isn't it?
- Yiyecek alerjin varsa, dışarıda yemek zor oluyor, değil mi?
- We caught Tom trying to steal our food.
- Tom'u yiyeceğimizi çalmaya çalışırken yakaladık.
- She has a great liking for rich foods.
- Zengin yiyecekleri çok sever.
- We know how food affects growth.
- Yiyeceklerin büyümeyi nasıl etkilediğini biliyoruz.
- I'm tired of eating the same food every day.
- Her gün aynı yiyeceği yemekten bıktım.
- They provided food for the war victims.
- Onlar savaş kurbanları için yiyecek sağladı.
- She is buying food.
- Yiyecek alacak.
- How do squirrels remember where they buried their food?
- Sincaplar yiyeceklerini nereye gömdüklerini nasıl hatırlarlar?
- We can stay here for as long as our supplies of food and water hold out.
- Yiyecek ve su stoklarımız yettiği sürece burada kalabiliriz.
- Tom filled the box with food.
- Tom kutuyu yiyecekle doldurdu.
- She's very persnickety about her food.
- Yiyeceği hakkında çok titizdir.
- You're going to love our food.
- Bizim yiyeceklerimizi seveceksiniz.
- Good food and enough sleep are absolutely necessary to good health.
- İyi yiyecek ve yeterli uyku, sağlıklı olmak için kesinlikle gereklidir.
- Tom bought Mary some food.
- Tom, Mary için yiyecek bir şeyler aldı.
- There is food enough for us.
- Hepimize yetecek kadar yiyecek var.
- What are some foods you shouldn't eat if you are pregnant?
- Hamileyseniz yememeniz gereken bazı yiyecekler nelerdir?
- Tom loves spicy food.
- Tom baharatlı yiyecek seviyor.
- I have to get some food.
- Biraz yiyecek almalıyım.
- There was no place to buy food.
- Yiyecek alacak yer yoktu.
- I'm taking him some food.
- Ona biraz yiyecek götürüyorum.
- Give me your food.
- Bana yiyeceğini ver.
- What's your favorite snack food?
- En sevdiğin atıştırmalık yiyecek nedir?
- Tom didn't have any money, so he couldn't buy any food.
- Tom'un hiç parası yoktu, bu yüzden hiç yiyecek satın alamadı.
- Fish'n'chips is the most famous English food.
- Balık ve patates kızartması en ünlü İngiliz yiyeceğidir.
- Nutritious food helps support healthy organs.
- Besleyici yiyecek sağlıklı organları desteklemeye yardımcı olur.
- Mobs broke into stores looking for food.
- Çeteler yiyecek bulmak için dükkanlara girdi.
- What kind of food do you want me to bring?
- Ne tür bir yiyecek getirmemi istersin?
- I have to go get some food.
- Gidip biraz yiyecek almalıyım.
- What is one food that you could never give up?
- Asla vazgeçemeyeceğin bir yiyecek nedir?
- The lions fought with each other to get food.
- Aslanlar yiyecek bulmak için birbirleriyle dövüştüler.
- Tom had no money and couldn't buy food.
- Tom'un parası yoktu ve yiyecek alamıyordu.
- There's no food.
- Hiç yiyecek yok.
- Tom had no food.
- Tom'un yiyeceği yoktu.
- The food disagreed with him.
- Yiyecek ona dokundu.
- I had to buy some food.
- Biraz yiyecek almak zorundaydım.
- Tom didn't have any money and couldn't buy any food.
- Tom'un hiç parası yoktu ve hiç yiyecek alamadı.
- Here's some food for thought.
- İşte düşünmek için biraz yiyecek.
- I'm fed up with the food here.
- Buradaki yiyecekten usandım.
- What kind of food should I be feeding my dog?
- Köpeğimi ne tür yiyeceklerle beslemeliyim?
- A lot of wild animals died for lack of food.
- Pek çok vahşi hayvan yiyecek bulamadığı için öldü.
- The volunteer group provides war victims with food and medicine.
- Gönüllü grup, savaş mağdurlarına yiyecek ve ilaç sağlıyor.
- The food on this cruise made me severely constipated.
- Bu gemi yolculuğundaki yiyecek beni ciddi bir şekilde kabız etti.
- Lack of food made them very hungry.
- Yiyecek eksikliği onları çok aç bıraktı.
- Many foods can be boiled.
- Birçok yiyecek kaynatılabilir.
- Tom doesn't have any food.
- Tom'da hiç yiyecek yok.
- Are you sure we have enough food for everyone?
- Herkese yetecek kadar yiyeceğimizin olduğundan emin misiniz?
- Chew your food well.
- Yiyeceğinizi iyi çiğneyin.
- This truck transports fresh food from Aomori to Tokyo.
- Bu kamyon Aomori'den Tokyo'ya taze yiyecek taşıyor.
- Tom ate all the food I had stashed.
- Tom sakladığım tüm yiyecekleri yedi.
- This is a lot of food.
- Bu, çok fazla yiyecek.
- You're not allowed to carry food into the library.
- Kütüphaneye yiyecek taşımanıza izin verilmiyor.
- India is now short of food.
- Hindistan şu anda yiyecek sıkıntısı çekiyor.
- Food spoils quickly in hot weather.
- Sıcak havada yiyecekler çabuk bozulur.
- We're not used this kind of food.
- Bu tür yiyeceğe alışkın değiliz.
- A refrigerator keeps food fresh for a long time.
- Bir buzdolabı yiyecekleri uzun süre taze tutar.
- There is a lot of food in the larder.
- Kilerde bir sürü yiyecek var.
- I don't like watery food.
- Sulu yiyeceklerden hoşlanmam.
- I have a feeling you'll like Mexican food.
- Meksika yiyeceğini seveceğine dair içimde bir his var.
- We have run short of food.
- Yiyecek sıkıntısı çekiyoruz.
- Tom seems to be hard up for food.
- Tom yiyecek bulmakta zorlanıyor gibi görünüyor.
- Fruit is a food and is good.
- Meyve bir yiyecektir ve yararlıdır.
- The price of food's gone up.
- Yiyecek fiyatları arttı.
- Is food cheap in Australia?
- Avustralya'da yiyecekler ucuz mu?
- It is impolite, or even gross, to smell food in Tanzania.
- Tanzanya'da yiyecek koklamak, kibar olmayan hatta çok görgüsüzce bir davranıştır.
- Food will be available.
- Yiyecek bulunacak.
- Did you order any food?
- Herhangi bir yiyecek sipariş ettin mi?
- Bring me some food from the kitchen.
- Bana mutfaktan biraz yiyecek getir.
- We are in need of some food.
- Biraz yiyeceğe ihtiyacımız var.
- Food is fuel for our bodies.
- Yiyecekler vücudumuz için yakıttır.
- Tom doesn't really like this kind of food.
- Tom bu tür yiyeceklerden gerçekten hoşlanmıyor.
- What kind of food do you want me to bring?
- Ne tür bir yiyecek getirmemi istersiniz?
- What's your favorite snack food?
- Favori aperatif yiyeceğin nedir?
- One of Tom's complaints is the food.
- Tom'un şikayetlerinden biri yiyecektir.
- I have no food.
- Hiç yiyeceğim yok.
- Food is running low.
- Yiyecekler azalıyor.
- Which food do you prefer?
- Hangi yiyeceği tercih edersin?
- He did not know what to do with the extra food.
- Fazla yiyeceği ne yapacağını bilmiyordu.
- We don't have very much food.
- Çok fazla yiyeceğimiz yok.
- I like exotic foods.
- Egzotik yiyecekleri severim.
- Tom picked up some food for dinner.
- Tom akşam yemeği için biraz yiyecek aldı.
- There was enough food for forty days.
- Kırk gün yetecek kadar yiyecek vardı.
- The dog likes that kind of food.
- Köpek o tür yiyecekten hoşlanıyor.
- One of the main problems was food.
- Ana sorunlardan biri yiyecekti.
- What happened to our food?
- Yiyeceğimize ne oldu?
- In the summer, ants gather food for the winter.
- Yaz aylarında, karıncalar kış için yiyecek toplarlar.
- What foods can you cook well?
- Hangi yiyecekleri iyi pişirirsiniz?
- Organic food is usually more expensive.
- Organik yiyecekler genellikle daha pahalıdır.
- Did you stockpile food and water?
- Yiyecek ve su stokladın mı?
- We need food, clothing, and shelter to live.
- Yaşamak için yiyecek, giyecek ve barınağa ihtiyacımız var.
- Don't you want to take any of this food home?
- Bu yiyecekten herhangi birini eve götürmek istemez misin?
- There was a lot of food in the house.
- Evde çok fazla yiyecek vardı.
- What's your favorite ethnic food?
- Favori etnik yiyeceğin nedir?
- There is little food in the refrigerator.
- Buzdolabında çok az yiyecek var.
- Get them some food.
- Onlara biraz yiyecek getir.
- I've never eaten this kind of food before.
- Daha önce hiç bu tür bir yiyecek yemedim.
- You can mix different foods in a blender.
- Bir karıştırıcıda farklı yiyecekleri karıştırabilirsin.
- I needed to buy food for the party.
- Parti için yiyecek almam gerekiyordu.
- I still need to buy food for the party.
- Parti için hala yiyecek almam gerekiyor.
- Some legumes, like chickpeas and green beans, cause flatulence but are excellent foods.
- Nohut ve yeşil fasulye gibi bazı baklagiller gaz yapar ama mükemmel yiyeceklerdir.
- I think we'll need more food.
- Sanırım daha fazla yiyeceğe ihtiyacımız olacak.
- We're prepared to give you all the food you need.
- İhtiyacın olan bütün yiyeceği sana vermeye hazırız.
- Food is comprised of protein, carbohydrates, and fats.
- Yiyecekler protein, karbonhidrat ve yağlardan oluşur.
- Potatoes, figs, and coffee are my favorite foods.
- Patates, incir ve kahve en sevdiğim yiyeceklerdir.
- Food shouldn't be wasted.
- Yiyecekler israf edilmemeli.
- Tom needs time, money, and food.
- Tom'un zamana, paraya ve yiyeceğe ihtiyacı var.
- I need some money to buy some food.
- Yiyecek almak için biraz paraya ihtiyacım var.
- Tom is at the supermarket buying food for the party.
- Tom süpermarkette parti için yiyecek alıyor.
- Tom has more alcohol in his refrigerator than he does food.
- Tom'un buzdolabında yiyecekten çok içki var.
- The goat ate the food from my hand.
- Keçi, yiyeceği elimden yedi.
- You had better keep this food under ten degrees.
- Bu yiyeceği on derecenin altında tutsan iyi olur.
- The dog likes that kind of food.
- Köpek bu tür yiyecekleri seviyor.
- I gave them some food.
- Onlara biraz yiyecek verdim.
- I can't eat this kind of food.
- Bu tür yiyecekleri yiyemem.
- Tom ordered some food.
- Tom biraz yiyecek sipariş etti.
- Tom wastes a lot of food.
- Tom bir sürü yiyeceği boşa harcıyor.
- Do you really like this kind of food?
- Bu tür yiyecekleri gerçekten seviyor musun?
- Natural food will do you good.
- Doğal yiyecekler size iyi gelecektir.
- I have no food.
- Benim hiç yiyeceğim yok.
- We need all the food we can get.
- Alabileceğimiz tüm yiyeceğe ihtiyacımız var.
- There's no food right now.
- Şu anda hiç yiyecek yok.
- The price of food has gone up.
- Yiyecek fiyatları arttı.
- They soon used up their food supplies.
- Kısa sürede yiyecek stoklarını tükettiler.
- We are badly in need of food.
- Bizim çok fazla yiyeceğe ihtiyacımız var.
- What's your least favorite food?
- En az sevdiğin yiyecek hangisidir?
- The organization furnished the refugees with food.
- Kuruluş, mültecilere yiyecek sağlamıştır.
- He tried different kinds of foods one after another.
- Birbiri ardına değişik türde yiyecekler denedi.
- Tom showed me a picture of the food they had eaten.
- Tom bana yedikleri yiyeceğin bir resmini gösterdi.
- How much food do you need?
- Ne kadar yiyeceğe ihtiyacınız var?
- Cottage cheese is my favorite food.
- Süzme peynir benim en sevdiğim yiyecektir.
- The food is very bad.
- Yiyecekler çok kötü.
- There was more than enough food.
- Yeterinden de çok yiyecek vardı.
- The food is not good.
- Yiyecek iyi değil.
- The Indians gave the settlers food.
- Kızılderililer yerleşimcilere yiyecek verdi.
- I wish I'd bought more food.
- Keşke daha fazla yiyecek alsaydım.
- She gave us some food.
- O bize biraz yiyecek verdi.
- This is the last food there is on this boat.
- Bu gemideki son yiyecek bu.
- Tom put some food in front of Mary.
- Tom, Mary'nin önüne biraz yiyecek koydu.
- I brought you some food.
- Sana biraz yiyecek getirdim.
- How much food does Tom have left?
- Tom'un ne kadar yiyeceği kaldı?
- Where's my food?
- Yiyeceğim nerede?
- I thought the food was too greasy.
- Yiyeceğin çok yağlı olduğunu düşündüm.
- What are some foods you usually eat with your children?
- Genellikle çocuklarınızla birlikte yediğiniz bazı yiyecekler nelerdir?
- Tom has never eaten Thai food.
- Tom hiç Tayland yiyecekleri yemedi.
- Tom will buy food for Mary.
- Tom, Mary için yiyecek alacak.
- All humans buy food at the mart.
- Bütün insanlar pazarda yiyecek alır.
- The small dog dug a hole and buried his food in it.
- Küçük köpek bir çukur kazdı ve yiyeceğini onun içine gömdü.
- I need to buy food, but I don't have enough money.
- Yiyecek almam gerekiyor ama yeterli param yok.
- Tom has no qualms about stealing other people's food.
- Tom'un başkalarının yiyeceklerini çalmakla ilgili hiçbir endişesi yok.
- Tom gave us a lot of food.
- Tom bize çok yiyecek verdi.
- Why is there no food in my refrigerator?
- Buzdolabımda neden hiç yiyecek yok?
- I can't eat spicy food like I used to.
- Eskisi gibi baharatlı yiyecekler yiyemiyorum.
- My favorite food is pizza.
- En sevdiğim yiyecek pizzadır.
- Food you eat that you don't like will not be digested well.
- Hoşlanmadan yediğiniz yiyecekler iyi sindirilmeyecektir.
- We supplied them with food and clothes.
- Onlara yiyecek ve giyecek sağladık.
- Tom brought enough food to feed everyone.
- Tom herkesi beslemeye yetecek kadar yiyecek getirdi.
- You have to chew the food before you swallow it.
- Yiyeceği yutmadan önce çiğnemek zorundasın.
- I needed to buy food.
- Yiyecek almam gerekiyordu.
- My wife goes to the village market to buy foods every day.
- Karım her gün yiyecek almak için köy pazarına gider.
- What do you think of Japanese food?
- Japon yiyeceği hakkında ne düşünüyorsun?
- She provided the traveler with food and clothing.
- Yolcuya yiyecek ve giyecek sağladı.
- All humans buy food at the mart.
- Bütün insanlar marketten yiyecek alır.
- The boy has no food.
- Çocuğun hiç yiyeceği yok.
- Food supplies at the fort were very low.
- Kaledeki yiyecek stokları çok azalmıştı.
- Who left food on the table of the meeting room?
- Toplantı odasındaki masaya kim yiyecek bıraktı?
- They have a growing population; therefore they need more and more food.
- Artan bir nüfusları var; bu nedenle daha fazla yiyeceğe ihtiyaçları var.
- We need food, clothes and a home in order to live.
- Yaşamak için yiyecek, giyecek ve bir eve ihtiyacımız var.
- We have food in abundance.
- Bolca yiyeceğimiz var.
- He brought way too much food, so there was some left over.
- Çok fazla yiyecek getirmişti, bu yüzden bir kısmı arttı.
- Derision is the food of fools.
- Alay aptalların yiyeceğidir.
- What kind of food do you like to eat?
- Ne tür yiyecekleri yemeyi seversin?
- The prices of certain foods vary from week to week.
- Bazı yiyeceklerin fiyatları haftadan haftaya değişir.
- Violence erupted all over the city because of the food shortages.
- Yiyecek yokluğundan dolayı şehrin her yerinde şiddet patlak verdi.
- We will not need to add artificial substances to our food.
- Yiyeceklerimize yapay maddeler eklememize gerek yok.
- She is buying food.
- O yiyecek satın alıyor.
- There was lots of food in the house.
- Evde bir sürü yiyecek vardı.
- We don't have any more food.
- Daha fazla yiyeceğimiz yok.
- We have a lot more food than we need.
- İhtiyacımızdan çok daha fazla yiyeceğimiz var.
- None of the food was left.
- Hiçbir yiyecek kalmadı.
- There is a lot of food left.
- Çok fazla yiyecek kaldı.
- He provided food and clothes for his family.
- Ailesi için yiyecek ve giyecek temin etti.
- There is plenty of food.
- Çok yiyecek var.
- Microwaves penetrate the food in the oven.
- Mikrodalgalar fırındaki yiyeceklere nüfuz eder.
- This food is unhealthy.
- Bu yiyecek sağlıksız.
- I wanted some food.
- Biraz yiyecek istedim.
- Tom thought that Mary wouldn't like Malaysian food.
- Tom Mary'nin Malezya yiyeceğini seveceğini düşündü.
- Tom took some food home.
- Tom eve biraz yiyecek götürdü.
- I brought enough food for everybody.
- Herkese yetecek kadar yiyecek getirdim.
- I was searching for food.
- Yiyecek arıyordum.
- Tom bought some food for Mary.
- Tom, Mary için yiyecek bir şeyler aldı.
- Give me your best food.
- Bana en iyi yiyeceğini ver.
- What are some of your favorite foods?
- En sevdiğiniz yiyeceklerden bazıları nelerdir?
- If we pay the rent to the landlady, we won't have any money for food; we are between the devil and the deep blue sea.
- Biz ev sahibesine kirayı ödersek, yiyecek için hiç paramız olmayacak; aşağı tükürsen sakal yukarı tükürsen bıyık.
- Both our food and water were running out.
- Hem yiyeceğimiz hem de suyumuz tükeniyordu.
- They decided to leave extra food behind.
- Geride fazladan yiyecek bırakmaya karar verdiler.
- The government would give them food for the winter.
- Hükümet onlara kış için yiyecek veriyordu.
- I don't know what kind of food you like.
- Ne tür yiyecek sevdiğini bilmiyorum.
- I hate the food in the canteen.
- Ben kantindeki yiyeceklerden nefret ediyorum.
- These foods are associated with ethnic groups.
- Bu yiyecekler etnik gruplarla ilişkilidir.
- We've run out of food.
- Yiyeceğimiz bitti.
- They are always hard up for food.
- Onlar yiyecek için her zaman meteliksiz.
- The doctor told me to avoid certain foods.
- Doktor bazı yiyeceklerden uzak durmamı söyledi.
- I still need to buy food for the party.
- Parti için hâlâ yiyecek almam gerekiyor.
- I don't think we have enough food to feed everyone.
- Herkesi besleyecek kadar yiyeceğimizin olduğunu sanmıyorum.
- Tom said he doesn't like this kind of food.
- Tom bu tür yiyecekleri sevmediğini söyledi.
- They are preparing the food for the party.
- Onlar parti için yiyecek hazırlıyorlar.
- Food, clothing and shelter are the foundations of survival.
- Yiyecek, giyecek ve barınak hayatta kalmanın temelleridir.
- I'll go see if I can find some food.
- Yiyecek bir şeyler bulabilir miyim diye bakacağım.
- Tom and Mary like the same kind of food.
- Tom ve Mary aynı tür yiyecekleri sever.
- Do you have any food?
- Hiç yiyeceğin var mı?
- Food should be chewed before being swallowed.
- Yiyecekler yutulmadan önce çiğnenmelidir.
- There's free food.
- Bedava yiyecek var.
- Which food do you like best?
- En çok hangi yiyeceği seversin?
- Provide starving people with food.
- Açlık çeken insanlara yiyecek sağlayın.
- There's not enough food.
- Yeterince yiyecek yok.
- The food here is terrible.
- Buradaki yiyecek berbat.
- We must provide the victims with food and clothes.
- Kurbanlara yiyecek ve giyecek sağlamalıyız.
- The hostages starved because they were deprived of food.
- Rehineler açlıktan öldü çünkü yiyecekten mahrum kaldılar.
- Stay here for as long as the food supply holds out.
- Yiyecek tedariki devam ettiği sürece burada kalın.
- We have reserved a lot of food for emergencies.
- Acil durumlar için bir sürü yiyecek ayırdık.
- I didn't know that Tom didn't like hot food.
- Tom'un sıcak yiyeceklerden hoşlanmadığını bilmiyordum.
- The volunteer group provides war victims with food and medicine.
- Gönüllü grup, savaş mağdurlarının yiyecek ve ilaç eksikliğini gideriyor.
- Tom served the guests finger food.
- Tom konuklara yiyecek ikramında bulundu.
- Chickens were looking for food.
- Tavuklar yiyecek arıyordu.
- Tom, Mary, and John need time, money, and food.
- Tom, Mary ve John'un zamana, paraya ve yiyeceğe ihtiyacı var.
- Should I order you some food?
- Sana biraz yiyecek sipariş etmem gerekiyor mu?
- Did you pack any food?
- Yanına yiyecek aldın mı?
- Are you allergic to any foods?
- Herhangi bir yiyeceğe alerjiniz var mı?
- The small dog dug a hole and buried his food in it.
- Küçük köpek bir çukur kazdı ve yiyeceğini içine gömdü.
- We don't have enough food to feed everybody.
- Herkesi doyuracak kadar yiyeceğimiz yok.
- Will there be any food at the party?
- Partide hiç yiyecek olacak mı?
- How is the food?
- Yiyecek nasıl?
- Tom brought plenty of food.
- Tom bol yiyecek getirdi.
- He ran out of food.
- Yiyeceği bitti.
- Do Tom and Mary like to eat the same kind of food?
- Tom ve Mary aynı tür yiyecekleri yemeyi sever mi?
- Should I opt for nitrite-free foods?
- Nitrit içermeyen yiyecekleri mi tercih etmeliyim?
- What kind of food do you want?
- Ne tür yiyecek istiyorsun?
- Bring food.
- Yiyecek getir.
- I don't like hot food.
- Sıcak yiyeceklerden hoşlanmam.
- How much do you spend on food per month?
- Yiyeceğe ayda ne kadar harcıyorsunuz?
- They decided to leave extra food behind.
- Ekstra yiyeceği geride bırakmaya karar verdiler.
- The explorers began to suffer from a severe lack of food.
- Kaşifler ciddi bir yiyecek sıkıntısı çekmeye başladılar.
- What foods, if any, do you avoid eating?
- Eğer varsa, siz hangi yiyecekleri yemekten kaçınıyorsunuz?
- Tom put some food into the dog's dish.
- Tom köpeğin tabağına biraz yiyecek koydu.
- That's enough food for a week.
- Bu, bir hafta için yeterli bir yiyecek.
- Salt helps to preserve food from decay.
- Tuz yiyecekleri çürümekten korumaya yardımcı olur.
- Bring food.
- Yiyecek getirin.
- I needed to buy food.
- Yiyecek satın almam gerekiyordu.
- The Red Cross dispensed food and medical supplies to the victims.
- Kızıl Haç kurbanlara yiyecek ve tıbbi malzeme dağıttı.
- Have you ever tried Japanese food?
- Hiç Japon yiyeceği denediniz mi?
- What's the most disgusting food you have ever eaten?
- Şimdiye kadar yediğiniz en iğrenç yiyecek nedir?
- Tom wanted some food.
- Tom biraz yiyecek istedi.
- What kind of food did you eat when you were a child?
- Çocukken ne tür yiyecekler yerdiniz?
- Tom loves spicy food.
- Tom baharatlı yiyecekleri sever.
- The city supplied food for the children.
- Şehir çocuklar için yiyecek sağladı.
- What foods should a diabetic not eat?
- Bir şeker hastası hangi yiyecekleri yememeli?
- I think I should've bought more food.
- Sanırım daha fazla yiyecek almalıydım.
- I knew we should've brought more food with us.
- Yanımızda daha fazla yiyecek getirmemiz gerektiğini biliyordum.
- They supplied us with food.
- Bize yiyecek sağladılar.
- There is food enough for us.
- Bize yetecek kadar yiyecek var.
- If we pay the rent to the landlady, we won't have any money for food; we are between the devil and the deep blue sea.
- Biz ev sahibesine kirayı ödersek, yiyecek için hiç paramız olmayacak; iki ucu boklu değnek.
- Foreign businessmen living in Tokyo often complain of the high prices for imported western food.
- Tokyo'da yaşayan yabancı işadamları genellikle ithal batı yiyeceklerinin yüksek fiyatlarından şikayet ederler.
- Do you get heartburn after eating certain foods?
- Yedikten sonra midenizi yakan yiyecekler var mı?
- Choose a food from each part of the menu.
- Menünün her bölümünden bir yiyecek seçin.
- We want more food.
- Daha fazla yiyecek istiyoruz.
- Get him some food.
- Ona biraz yiyecek getirin.
- Tom needed some food.
- Tom'un biraz yiyeceğe ihtiyacı vardı.
- What are some foods you only eat in the evening?
- Sadece akşamları yediğiniz bazı yiyecekler nelerdir?
- Tom didn't even have money to buy food for himself and his family.
- Tom'un kendisi ve ailesi için yiyecek satın alacak parası bile yoktu.
- Sugar molecules in food caramelise at around 180 degree Celsius.
- Yiyeceklerdeki şeker molekülleri yaklaşık 180 santigrat derecede karamelize olur.
- She gave some food to the poor family.
- O, fakir aileye biraz yiyecek verdi.
- Getting food to Fort Sumter would be a very difficult job.
- Sumter Kalesi'ne yiyecek götürmek çok zor bir iş olacaktı.
- The food hasn't been touched.
- Yiyeceğe dokunulmadı.
- Tom doesn't like hot food.
- Tom sıcak yiyeceği sevmiyor.
- I went food shopping.
- Yiyecek alışverişine gittim.
- Lack of food had left him weak and exhausted.
- Yiyecek eksikliği onu zayıf ve bitkin bıraktı.
- We've run out of food.
- Yiyeceği bitirdik.
- We must provide the victims with food and clothes.
- Kurbanlara yiyecek ve elbise sağlamalıyız.
- I'll take her some food.
- Ona biraz yiyecek götüreceğim.
- Get us some food.
- Bize biraz yiyecek getir.
- I ran out of food.
- Yiyeceğim bitti.
- What's your favorite kind of food?
- Favori yiyecek türün nedir?
- Salt is used to season food.
- Tuz, yiyecekleri çeşnilendirmek için kullanılır.
- We must provide food and clothes for the poor.
- Yoksullara yiyecek ve giyecek sağlamalıyız.
- Lasagna is one of my favorite foods.
- Lazanya benim en sevdiğim yiyeceklerden biridir.
- The boy has no food.
- Çocuğun yiyeceği yok.
- I have no food in my house.
- Evimde hiç yiyecek yok.
- A refrigerator keeps food fresh for a long time.
- Bir buzdolabı yiyeceği uzun bir süre taze tutar.
- We have a lot of food.
- Çok fazla yiyeceğimiz var.
- Today we have a lot of food.
- Bugün bizim çok yiyeceğimiz var.
- There's plenty of food.
- Çok yiyecek var.
- John's food was grasshoppers and wild honey.
- Yahya'nın yiyecekleri çekirge ve vahşi baldı.
- Tom had no food left.
- Tom'un yiyeceği kalmadı.
- If you eat too much of this food, you may get a sore throat.
- Bu yiyeceği çok fazla yersen boğazın ağlayabilir.
- They are short of food.
- Onların yiyeceği bitti.
- I know that there will be a lot of good food at the picnic.
- Piknikte bir sürü güzel yiyecek olacağını biliyorum.
- Food and utensils are stored in kitchen cabinets.
- Yiyecek ve mutfak eşyaları mutfak dolaplarında saklanır.
- If you have no food, you got to eat roots and insects in order to survive.
- Yiyeceğin yoksa, hayatta kalmak için kök ve böcek yemelisin.
- How much food did you buy?
- Ne kadar yiyecek aldınız?
- I think we'd better buy more food.
- Bence daha fazla yiyecek alsak iyi olur.
- I saw children begging for food along the side of the road.
- Yol kenarında yiyecek için dilenen çocuklar gördüm.
- Chips are my favorite food.
- Patates kızartması benim en sevdiğim yiyecektir.
- You never told me what kind of food you don't like.
- Ne tür yiyecekten hoşlanmadığını bana hiç söylemedin.
- In many areas, there was little food and the people were hungry.
- Pek çok bölgede çok az yiyecek vardı ve insanlar açtı.
- Don't waste so much food.
- Bu kadar çok yiyeceği israf etmeyin.
- You haven't touched your food.
- Yiyeceğine dokunmadın.
- Tom often buys food for us.
- Tom sık sık bizim için yiyecek alır.
- I need to get more food.
- Biraz daha yiyecek almam gerekiyor.
Show More (840)
|
|
- It is remarkable how casual we in Europe sometimes are about food.
- Avrupa'da yemek konusunda bazen ne kadar rahat olduğumuz dikkat çekicidir.
- It is, of course, extremely difficult to deny hungry people food.
- Elbette aç insanları yemekten mahrum etmek son derece zordur.
- No one else was nice enough to give me some food.
- Başka hiç kimse kibarlık edip de bana biraz yemek vermedi.
- The food is nice and fresh, particularly the seafood.
- Yemekler harika ve taze, özellikle de deniz ürünleri.
- In it, the dog can easily take your food and eat it.
- İçindeyken köpek yemeğinizi rahatlıkla alıp yiyebilir.
- Keep a food diary and post with it everything that you eat or drink.
- Bir yemek günlüğü tutun ve yediğiniz ya da içtiğiniz her şeyi aktarın.
- Sometimes food would be nice, and other times terrible.
- Bazen yemek harika olurdu, bazense berbat.
- The food is nice and fresh, particularly the seafood.
- Yemekler güzel ve taze, özellikle de deniz ürünleri.
- In it, the dog can easily take your food and eat it.
- İçindeyken, köpek kolayca yemeğinizi alabilir ve yiyebilir.
- Sometimes food would be nice, and other times terrible.
- Yemek bazen harika olurken bazen de berbat olurdu.
- Keep a food diary and post with it everything that you eat or drink.
- Bir yemek günlüğü tutun ve yediğiniz veya içtiğiniz her şeyi kaydedin.
- I wonder if a kid like you could take the food here.
- Senin gibi bir kız buradaki yemeklere dayanabilir mi, hiç bilmiyorum.
- I wonder if a kid like you could take the food here.
- Senin gibi bir çocuğun buradan yemek yiyip yiyemeyeceğini merak ediyorum.
- Matt thought the pills were space food.
- Matt hapların uzaylı yemeği olduğunu düşünüyordu.
- No one else was nice enough to give me some food.
- Başka kimse bana yemek verme nezaketini göstermedi.
- The food is nice and fresh, particularly the seafood.
- Yemekler güzel ve taze, bilhassa deniz ürünleri.
- Sometimes food would be nice, and other times terrible.
- Bazen yemek güzel, bazen ise berbat olurdu.
- Without food, the human being could not exist.
- Yemek olmadan insanoğlu var olamaz.
- I wonder if a kid like you could take the food here.
- Acaba senin gibi bir çocuk buradaki yemekleri yiyebilir mi?
- All night outside with no food, freezing, and he didn't even catch a cold.
- Bütün gece dışarıda yemek yoktu, donuyordu ve üşütmedi bile.
- I have taken food.
- Ben yemek aldım.
- Don't waste so much food.
- Bu kadar çok yemek israf etme.
- Tom said he isn't used to this kind of food.
- Tom bu tür yemeklere alışık olmadığını söyledi.
- What foods can't you cook well?
- Hangi yemekleri iyi pişiremiyorsun?
- He brought way too much food, so there was some left over.
- Çok fazla yemek getirmiş, bu yüzden birazı kalmış.
- There's no food right now.
- Şu anda yemek yok.
- Getting food to Fort Sumter would be a very difficult job.
- Fort Sumter'a yemek götürmek zor olacak.
- Tom doesn't share his food.
- Tom yemeğini paylaşmıyor.
- If the food's cold, put it in the microwave.
- Eğer yemek soğuksa, mikrodalgaya koy.
- I know you'll enjoy the food at Chuck's Diner.
- Chuck's Diner'daki yemekleri beğeneceğinizi biliyorum.
- The food here is excellent.
- Buranın yemekleri enfes.
- The hotel is noted for its food.
- Otel yemekleriyle ünlüdür.
- You're the only person I know that never complains about the food here.
- Buradaki yemeklerden hiç şikayet etmeyen tanıdığım tek kişisin.
- What kind of food do you want?
- Ne tür bir yemek istiyorsunuz?
- Tom asked Mary what kind of food she liked.
- Tom, Mary'ye ne tür yemeklerden hoşlandığını sordu.
- The food at that restaurant is too greasy for me.
- O restorandaki yemek benim için çok yağlı.
- I don't think this food is fit to eat.
- Bu yemeğin yenmeye uygun olduğunu sanmıyorum.
- How is the food?
- Yemek nasıldı?
- I like Russian food.
- Rus yemeklerini severim.
- The food is very bad.
- Yemek çok kötü.
- Tom and Mary don't like the same kind of food.
- Tom ve Mary aynı tür yemekleri sevmezler.
- Do you like Indonesian food?
- Endonezya yemeklerini beğeniyor musun?
- We want more food.
- Daha fazla yemek istiyoruz.
- Today's food is quite elaborate.
- Bugünkü yemek oldukça özenli.
- Tom said that he isn't used to this kind of food.
- Tom bu tür yemeklere alışık olmadığını söyledi.
- Tom is very particular about his food.
- Tom yemek konusunda çok seçicidir.
- I don't really like Italian food very much.
- İtalyan yemeklerini pek sevmem.
- The food is wonderful.
- Yemek harika.
- Tom looked closer at the food.
- Tom yemeğe yakından baktı.
- A bat hunts food and eats at night, but sleeps during the day.
- Bir yarasa geceleri avlanır ve yemek yer ama gündüzleri uyur.
- Tom likes Mexican food.
- Tom Meksika yemeklerini seviyor.
- Tom brought way too much food, so there was some left over.
- Tom çok fazla yemek getirmişti, bu yüzden biraz yemek kalmıştı.
- How can you think of food at a time like this?
- Böyle bir zamanda nasıl yemek düşünebiliyorsun?
- Tom barely touched his food.
- Tom neredeyse yemeğine hiç dokunmadı.
- I want more food.
- Ben daha çok yemek istiyorum.
- She complained to him about the food.
- Ona yemeklerden şikayet etti.
- I love American food.
- Amerikan yemeklerini severim.
- This is a lot of food.
- Bu çok fazla yemek.
- That hotel serves very good food.
- Bu otel çok iyi yemekler çıkarıyor.
- Most of our money goes for food.
- Paramızın çoğu yemeğe gidiyor.
- They paid five dollars for the food.
- Yemek için beş dolar ödediler.
- She doesn't enjoy the food that Bríd makes for her.
- Brid'in onun için yaptığı yemeklerden hoşlanmıyor.
- I wonder if the food is the same every day.
- Her gün aynı yemek mi çıkıyor, merak ediyorum.
- Just looking at a picture of food makes me feel nauseous.
- Yemek resmine bakmak bile midemi bulandırıyor.
- I made this food myself.
- Bu yemeği ben kendim yaptım.
- She's always complaining about the food.
- Daima yemeklerden şikayet eder.
- I think we need more food.
- Daha fazla yemeğe ihtiyacımız olduğunu düşünüyorum.
- I'm taking her some food.
- Ona yemek götürüyorum.
- I really miss Thai food.
- Gerçekten Tayland yemeğini özlüyorum.
- I love soul food.
- Soul yemeklerini severim.
- Food is not love.
- Yemek aşk değildir.
- I think Tom didn't like the food.
- Bence Tom yemeği beğenmedi.
- Food is cheap in Germany.
- Almanya'da yemek ucuzdur.
- Tom gave the beggar both food and money.
- Tom dilenciye hem yemek hem de para verdi.
- I've never tried Mexican food.
- Meksika yemeklerini hiç denemedim.
- Pay for your own food.
- Kendi yemeğinin parasını öde.
- Tom had to make do with a glass of water with his food because he had no beer at home.
- Tom, evde birası olmadığı için yemeğinin yanında bir bardak suyla yetinmek zorunda kaldı.
- I paid 5 dollars for the food.
- Yemek için 5 dolar ödedim.
- I'm starting to get used to the food here.
- Buradaki yemeklere alışmaya başlıyorum.
- We're buying food for them.
- Onlar için yemek alıyoruz.
- I wonder what Tom's favorite food is.
- Tom'un en sevdiği yemeğin ne olduğunu merak ediyorum.
- I love the colors of food!
- Yemeklerin renklerine bayılırım!
- Everyone says that the food at this restaurant is very good.
- Herkes bu restorandaki yemeklerin çok iyi olduğunu söylüyor.
- I'm not used to this kind of food.
- Bu tür yemeklere alışık değilim.
- I wonder if there's enough food for everyone.
- Acaba herkese yetecek kadar yemek var mı?
- I'm not freezing their food for them.
- Yemeklerini onlar için dondurmuyorum.
- Tom needs time, money, and food.
- Tom'a zaman, para ve yemek lazım.
- Tom is out of food, isn't he?
- Tom'un yemeği bitti, değil mi?
- You might as well chew your food well.
- Yemeğini iyi çiğnesen iyi olur.
- How did you like the food at that restaurant?
- Restorandaki yemekleri nasıl buldunuz?
- How much do you spend on food every month?
- Her ay yemeğe ne kadar harcıyorsunuz?
- I wonder whether there's enough food for everyone.
- Herkes için yeterli yemek olup olmadığını merak ediyorum.
- Why haven't you eaten your food?
- Yemeğini neden yemedin?
- I am adding salt to my food.
- Yemeğime tuz ekliyorum.
- I consoled him with his favorite food.
- Onu en sevdiği yemekle teselli ettim.
- Mommy, if I don't like the food, do I have to eat it?
- Anne, yemeği beğenmezsem yemek zorunda mıyım?
- This is good food.
- Bu iyi bir yemek.
- She's particular about food.
- Yemek konusunda çok titizdir.
- What kind of food do you like the most?
- En çok ne tür yemeklerden hoşlanırsın?
- Tom barely touched his food.
- Tom yemeğine neredeyse dokunmadı bile.
- The food there was disgusting.
- Oradaki yemekler iğrençti.
- Tom needed some food.
- Tom'un biraz yemeğe ihtiyacı vardı.
- What is your favourite street food?
- En sevdiğin sokak yemeği hangisi?
- All this talk of food is making me hungry.
- Bütün bu yemek konuşması beni acıktırıyor.
- The food looks very delicious.
- Yemek çok lezzetli görünüyor.
- Our food is cheap.
- Bizim yemeğimiz ucuz.
- Tom always thinks about food.
- Tom hep yemek düşünür.
- Go and take food to Tom.
- Git ve Tom'a yemek götür.
- I spend about half my salary on food.
- Maaşımın yaklaşık yarısını yemeğe harcıyorum.
- I want to buy food.
- Yemek satın almak istiyorum.
- Tom asked if I liked Mexican food.
- Tom Meksika yemeğini sevip sevmediğimi sordu.
- That food is very tasteful.
- Bu yemek çok lezzetli.
- Good food brings good health.
- İyi yemek sağlık getirir.
- The food was decent.
- Yemekler iyiydi.
- I don't know what kind of food Tom likes.
- Tom'un ne tür yemeklerden hoşlandığını bilmiyorum.
- We're running out of food.
- Yemeğimiz bitiyor.
- This kind of food is really popular in Boston.
- O tür yemek Boston'da gerçekten popülerdir.
- Do you want all that food for yourself, Tom?
- O kadar yemeği kendine mi istiyorsun, Tom?
- The food is spicy.
- Yemek baharatlıdır.
- Prison food isn't as bad as I expected.
- Hapishane yemekleri beklediğim kadar kötü değil.
- Someone tried to poison our dog's food.
- Birisi köpeğimizin yemeğine zehir koymaya çalıştı.
- There won't be enough food for everyone.
- Herkese yetecek kadar yemek olmayacak.
- Mary used her fork to play with the food on her plate.
- Mary tabağındaki yemekle oynamak için çatalını kullandı.
- How did you like the food you tasted?
- Tadına baktığınız yemeği nasıl buldunuz?
- Sometimes I read so much that I forget about food and sleep.
- Bazen o kadar çok okuyorum ki yemek yemeyi ve uyumayı unutuyorum.
- I ran out of food.
- Yemeğim bitti.
- I don't care for foreign food.
- Yabancı yemekleri sevmem.
- I receive food stamps.
- Yemek kuponları alıyorum.
- Tom likes good food.
- Tom iyi yemeği sever.
- Tom shoved his plate of food toward Mary.
- Tom yemek tabağını Mary'ye doğru itti.
- How about the food I ordered?
- Sipariş ettiğim yemek nasıldı?
- I hate precooked food.
- Önceden pişirilmiş yemeklerden nefret ederim.
- Tom walked in with bags of take-out food.
- Tom içeri paket yaptırdığı yemek torbalarıyla girdi.
- I don't really like Mexican food.
- Meksika yemeklerini gerçekten sevmiyorum.
- That food's hard to digest.
- Bu yemeği sindirmek zor.
- Give water to the thirsty and food to the hungry.
- Susayana su, aç olana yemek verin.
- She is very particular about her food.
- Yemeği hakkında çok müşkülpesenttir.
- All this talk of food is making me hungry.
- Bütün bu yemek muhabbeti beni acıktırdı.
- The food is ready.
- Yemek hazır.
- What happened to the rest of the food?
- Yemeğin geri kalanına ne oldu?
- Tom hasn't touched his food.
- Tom yemeğine dokunmadı.
- What's your favorite food?
- En sevdiğin yemek nedir?
- He refused the food with disgust.
- Yemeği tiksinti ile reddetti.
- Tom refused the food he was offered.
- Tom kendisine ikram edilen yemeği geri çevirdi.
- This food doesn't taste good at all.
- Bu yemeğin tadı hiç güzel değil.
- The food here is terrible.
- Buradaki yemekler berbat.
- What is your favourite street food?
- En sevdiğiniz sokak yemeği nedir?
- I hate precooked food.
- Önceden pişirilmiş yemekten nefret ederim.
- I think the Thai food at this place is seasoned so Japanese will like it.
- Sanırım buradaki Tayland yemekleri Japonların hoşuna gidecek şekilde baharatlandırılmış.
- I really miss Thai food.
- Tayland yemeklerini gerçekten özledim.
- Human beings can live up to 40 days without food, but no more than 7 without water.
- İnsanoğlu yemek yemeden 40 güne kadar yaşayabilir, ancak susuz en fazla 7 gün yaşayabilir.
- You should try growing your own food.
- Kendi yemeğini yetiştirmeyi denemelisin.
- The food didn't go to waste.
- Yemek boşa gitmedi.
- Tom has no food.
- Tom'un hiç yemeği yok.
- It's not really food.
- Bu gerçek bir yemek değil.
- The food is fantastic.
- Yemekler harika.
- What's your least favorite food?
- En sevmediğin yemek hangisi?
- The food is fine.
- Yemek iyi.
- Food is necessary for life.
- Yemek yaşam için gereklidir.
- The food is tremendous.
- Yemek muazzam.
- I've never cared for Mexican food.
- Meksika yemeklerini hiç sevmem.
- I'll take Tom some food.
- Tom'a biraz yemek götüreceğim.
- We'll share our food with them.
- Yemeğimizi onlarla paylaşacağız.
- We weren't given food or water.
- Bize yemek ya da su verilmedi.
- Today's food is quite elaborate.
- Bugünün yemeği oldukça gösterişli.
- We've brought enough food to feed everyone.
- Herkesi doyuracak kadar yemek getirdik.
- Tom complained to Mary about the food.
- Tom, Mary'ye yemekler hakkında şikayette bulundu.
- Dean can really put away the food.
- Dean, yemeği gerçekten silip süpürebilir.
- Is food cheap in Australia?
- Avustralya'da yemek ucuz mudur?
- How much money do you spend on food every month?
- Her ay yemeğe ne kadar para harcıyorsun?
- Delicious looking food doesn't necessarily taste good.
- Lezzetli görünen yemeklerin tadı güzel olmayabilir.
- One of Tom's complaints is the food.
- Tom'un şikayetlerinden biri de yemekler.
- The food is very good in the dormitory where he lives.
- Onun kaldığı yurtta yemekler çok iyi.
- I am very fond of Swedish food because I grew up with them.
- İsveç yemeklerini çok severim çünkü onlarla büyüdüm.
- I don't really like Italian food very much.
- Gerçekten İtalyan yemeklerini pek sevmiyorum.
- Chew your food well.
- Yemeğini iyi çiğne.
- I wonder if the food is the same every day.
- Acaba yemekler her gün aynı mı?
- Who owns this food?
- Bu yemeğin sahibi kim?
- Did you give the food to the cat?
- Kediye yemeği verdin mi?
- Tom said that he enjoyed the food.
- Tom yemekten hoşlandığını söyledi.
- Tom is out of food.
- Tom'un yemeği bitti.
- They serve excellent food here.
- Burada harika yemekler çıkarıyorlar.
- I am fond of Australian food.
- Avustralya yemeklerine bayılırım.
- I'm sick, so don't talk me about food.
- Ben hastayım, o yüzden bana yemekten bahsetme.
- We caught Tom trying to steal our food.
- Tom'u yemeğimizi çalmaya çalışırken yakaladık.
- Do you think the food at that restaurant is good?
- Sence o restoranın yemekleri güzel mi?
- I don’t have enough money to buy food.
- Yemek alacak kadar param yok.
- That restaurant serves excellent food.
- O restoran mükemmel yemekler sunuyor.
- Do you need any food?
- Yemeğe ihtiyacın var mı?
- He refused the food with disgust.
- Yemeği tiksintiyle reddetti.
- The food is on the table.
- Yemek masada.
- The food is good, but you could have added a bit more salt.
- Yemek güzel ama biraz daha tuz ekleyebilirdin.
- Tom stared at the food on his plate.
- Tom tabağındaki yemeğe baktı.
- The food at that restaurant is too greasy for me.
- O restorandaki yemekler benim için çok yağlı.
- Does this food contain any meat?
- Bu yemekte hiç et var mı?
- I was busy with the food.
- Yemekle meşguldüm.
- We paid for our food and then left.
- Yemeğimizin parasını ödeyip ayrıldık.
- My brother and I like the same food.
- Erkek kardeşim ve ben aynı yemeği seviyoruz.
- I don't want any more food.
- Daha fazla yemek istemiyorum.
- I don't mind the food.
- Yemekler umurumda değil.
- The hospital food wasn't very good.
- Hastane yemekleri pek iyi değildi.
- What are some of your favorite foods?
- En sevdiğin yemekler hangileri?
- He's good at making food.
- Yemek yapmakta iyidir.
- Tom brought enough food to feed everyone.
- Tom herkesi doyuracak kadar yemek getirdi.
- What is your favourite street food?
- En sevdiğin sokak yemeği ne?
- Tom put down a dish of food for his dog.
- Tom köpeği için bir tabak yemek koydu.
- Do you like Mexican food?
- Meksika yemeği sever misiniz?
- How's the food in that restaurant?
- O restoranda yemek nasıl?
- Tom complained about the food.
- Tom yemeklerden şikayet etti.
- Nothing tastes as good as the food that you make.
- Hiçbir şeyin tadı senin yaptığın yemek kadar güzel olamaz.
- This food truly is tasty.
- Bu yemek gerçekten lezzetli.
- Mary barely touched her food.
- Mary yemeğine neredeyse dokunmadı bile.
- The food is too spicy for me.
- Yemek benim için çok baharatlı.
- Don't waste food!
- Yemeği ziyan etme!
- I have taken food.
- Yemek aldım.
- How long can we last without food?
- Yemeksiz ne kadar dayanabiliriz?
- I thought the food was too greasy.
- Yemeğin çok yağlı olduğunu düşündüm.
- There was some half-eaten food on the table.
- Masada yarı yenmiş bir yemek vardı.
- Everybody needs food, don't they?
- Herkesin yemeğe ihtiyacı vardır, değil mi?
- The food is very yummy tonight.
- Bu gece yemek çok lezzetli.
- The food is very good in the dormitory where he lives.
- Onun yaşadığı yurtta yemekler çok iyi.
- We only make Uighur food.
- Biz sadece Uygur yemeği yaparız.
- How much money did you spend on food last week?
- Geçen hafta yemeğe ne kadar para harcadın?
- I was told there would be free food.
- Bana ücretsiz yemek olacağı söylendi.
- I don't like this kind of food.
- Bu tür yemeklerden hoşlanmıyorum.
- She is particular about food.
- O, yemek hakkında seçicidir.
- What food don't you like?
- Hangi yemeği sevmiyorsun?
- I was searching for food.
- Yemek arıyordum.
- What's your favourite food?
- En sevdiğin yemek nedir?
- My brother and I like the same food.
- Kardeşim ve ben aynı yemeği seviyoruz.
- Is food cheap in Australia?
- Avustralya'da yemek ucuz mu?
- How much do you spend on food per month?
- Ayda yemeğe ne kadar harcıyorsunuz?
- He brought food to his guest and provided him shelter.
- Misafirine yemek getirdi ve ona barınak sağladı.
- You barely touched your food.
- Neredeyse yemeğine hiç dokunmadın.
- Tom spends most of his money on food.
- Tom parasının çoğunu yemeğe harcar.
- The smell of food made me hungry.
- Yemeğin kokusu beni acıktırdı.
- The food seems very delicious.
- Yemek çok lezzetli görünüyor.
- I don't think there's going to be any food left by the time we get to Tom's party.
- Tom'un partisine gittiğimizde hiç yemek kalmış olacağını sanmıyorum.
- The food in my country is not very different from that of Spain.
- Benim ülkemdeki yemekler İspanya'dakilerden çok farklı değil.
- We stopped for food.
- Biz yemek için durduk.
- Food's ready!
- Yemek hazır!
- Tom asked Mary if she liked Thai food.
- Tom Mary'e Tayland yemeğini sevip sevmediğini sordu.
- Mary was worried that she hadn't cooked enough food for the party.
- Mary kutlama için yeterli yemek yapmadığından endişeliydi.
- The food looks delicious.
- Yemekler lezzetli görünüyor.
- Sami took back what we owed him in food.
- Sami ona olan yemek borcumuzu geri aldı.
- How about Thai food?
- Tay yemeklerine ne dersin?
- I'll prepare some food.
- Biraz yemek hazırlayacağım.
- She gave some food to the poor family.
- Yoksul aileye biraz yemek verdi.
- The food looks incredible.
- Yemek inanılmaz görünüyor.
- Your food will be right out.
- Yemeğiniz birazdan hazır.
- What's your favorite kind of food?
- En sevdiğiniz yemek türü nedir?
- How did you like the food you tasted?
- Tadına baktığın yemek hoşuna gitti mi?
- Do you like the food here?
- Buranın yemeklerini beğendin mi?
- Where is my food?
- Benim yemeğim nerede?
- I ordered some food.
- Biraz yemek sipariş ettim.
- I think food is expensive in Japan.
- Sanırım Japonya'da yemek pahalı.
- Please make sure we have enough food for everyone.
- Lütfen herkese yetecek kadar yemeğimiz olduğundan emin olun.
- Plants give off oxygen as they make food.
- Bitkiler yemek yaparken oksijen çıkarır.
- I thought Tom might not like Thai food.
- Tom'un Tayland yemeklerini sevmeyeceğini düşündüm.
- The food is good.
- Yemekler güzel.
- Tom thinks the food Mary makes is usually too spicy.
- Tom Mary'nin yaptığı yemeklerin genellikle çok baharatlı olduğunu düşünüyor.
- How much food do we have?
- Ne kadar yemeğimiz var?
- Scorn is the food of fools.
- Küçümseme aptalların yemeğidir.
- The police suspect that Tom poisoned Mary's food.
- Polis, Tom'un Mary'nin yemeğini zehirlediğinden şüpheleniyor.
- I know you'll enjoy the food at Chuck's Diner.
- Chuck's Diner'daki yemekten hoşlanacağınızı biliyorum.
- I'd like to try some Thai food.
- Biraz Tayland yemeği denemek istiyorum.
- I think we're all used to the food now.
- Sanırım artık hepimiz yemeğe alışkınız.
- What's Tom's favorite food?
- Tom'un en sevdiği yemek nedir?
- There's plenty of food.
- Bir sürü yemek var.
- I love Mexican food.
- Meksika yemeklerini seviyorum.
- Do you know what Tom's favorite food is?
- Tom'un en sevdiği yemeğin ne olduğunu biliyor musun?
- The food is fresh and healthy.
- Yemekler taze ve sağlıklı.
- We are thankful for the good food.
- Güzel yemek için müteşekkiriz.
- I like spicy Mexican food.
- Baharatlı Meksika yemeklerini severim.
- It broke my heart to see her begging for food.
- Onu yemek için yalvarırken görmek kalbimi kırdı.
- Is there food at home?
- Evde yemek var mı?
- I like Russian food.
- Ben Rus yemeği severim.
- Tom asked Mary what her favorite food was.
- Tom, Mary'ye en sevdiği yemeğin ne olduğunu sordu.
- Tom always complains about the food.
- Tom her zaman yemekten şikayet eder.
- Chew your food thoroughly, then swallow.
- Yemeğini iyice çiğne, sonra yut.
- I saved up my food for later.
- Yemeğimi sonraya sakladım.
- What is your favourite street food?
- En sevdiğin sokak yemeği nedir?
- She's always complaining about the food.
- O her zaman yemek konusunda söylenir.
- I'm tired of the food in the school canteen.
- Okul kantinindeki yemeklerden bıktım.
- Tom put the food on the table and told everyone to start eating.
- Tom yemeği masaya koydu ve herkese yemeye başlamalarını söyledi.
- How's the food in that restaurant?
- Restorandaki yemekler nasıl?
- The police suspect that Tom poisoned Mary's food.
- Polis Tom'un Mary'nin yemeğini zehirlediğinden şüpheleniyor.
- Tom looked down at the plate of food in front of him.
- Tom önündeki yemek tabağına baktı.
- Is the food ready?
- Yemek hazır mı?
- Are you sure we have enough food for everyone?
- Herkese yetecek kadar yemeğimiz olduğuna emin misin?
- They serve excellent food here.
- Burada mükemmel yemekler servis ediyorlar.
- Fish'n'chips is the most famous English food.
- Fish'n'chips en ünlü İngiliz yemeğidir.
- The food was delicious.
- Yemek çok lezzetliydi.
- I am fond of Australian food.
- Avustralya yemeklerini severim.
- I want some food.
- Biraz yemek istiyorum.
- You shouldn't be so picky about food.
- Yemek konusunda bu kadar titiz olmamalısın.
- Sleep and good food are indispensable to good health.
- Uyku ve iyi yemek sağlık için vazgeçilmezdir.
- Tom needs time, money, and food.
- Tom'un zamana, paraya ve yemeğe ihtiyacı var.
- This food is unhealthy.
- Bu yemek sağlıksız.
- Would you care for some food?
- Biraz yemek ister misin?
- I knew you wouldn't like the food at Chuck's Bar and Grill.
- Chuck's Bar and Grill'deki yemekleri sevmeyeceğini biliyordum.
- I haven't yet gotten used to the food here.
- Buradaki yemeklere henüz alışamadım.
- We ordered too much food.
- Çok fazla yemek sipariş ettik.
- Tom wastes a lot of food.
- Tom çok yemek israf ediyor.
- The food disagreed with him.
- Yemek onunla aynı fikirde değildi.
- What's wrong with the food?
- Yemeğin nesi var?
- He complained to her about the food.
- Ona yemeklerden yakındı.
- Tom wanted some food.
- Tom biraz yemek istedi.
- Tom really likes Thai food a lot.
- Tom Tayland yemeklerini çok seviyor.
- The food was nearly inedible.
- Yemek neredeyse yenmez haldeydi.
- Tom spends most of his salary on food.
- Tom maaşının çoğunu yemeğe harcıyor.
- The food here isn't fit to eat.
- Buradaki yemekler yenecek gibi değil.
- My father is very particular about food.
- Babam yemek konusunda çok titizdir.
- The heron had to hunt for food every day.
- Balıkçıl her gün yemek için avlanmak zorundadır.
- There's food on the table.
- Masada yemek var.
- The food has gone cold.
- Yemek soğudu.
- I don't know what kind of food you like.
- Ne tür yemeklerden hoşlandığını bilmiyorum.
- Tom likes Mexican food.
- Tom Meksika yemeklerini sever.
- I like Russian food.
- Rus yemeklerini beğenirim.
- There's enough food for all of you.
- Hepinize yetecek kadar yemek var.
- This food is terrible.
- Bu yemek berbat.
- Everyone likes free food.
- Herkes bedava yemeği sever.
- I'm fed up with the food here.
- Buradaki yemeklerden bıktım.
- Tom asked Mary if she liked Thai food.
- Tom, Mary'ye Tayland yemeği sevip sevmediğini sordu.
- Niçoise salad is a typical food of the area near Nice.
- Niçoise salatası Nice yakınlarındaki bölgenin tipik bir yemeğidir.
- They all come here to buy food.
- Hepsi buraya yemek almaya geliyor.
- I love the food here.
- Buradaki yemekleri seviyorum.
- It's a waste of food.
- Yemek israfı.
- What food is Boston famous for?
- Boston hangi yemekleriyle ünlüdür?
- Mary shared her food with Tom.
- Mary yemeğini Tom ile paylaştı.
- Mexican food is my favorite.
- Meksika yemekleri favorimdir.
- Tom thinks that wasting food is a sin.
- Tom yemek israfının günah olduğunu düşünüyor.
- Their food was great last time.
- Geçen sefer yemekleri harikaydı.
- I'm taking him some food.
- Ona yemek götüreceğim.
- I want more food.
- Ben daha fazla yemek istiyorum.
- The food is good.
- Yemek güzel.
- What kind of food do you like the most?
- En çok ne tür bir yemeği seversiniz?
- I'll take them some food.
- Onlara yemek götüreceğim.
- Chew your food well so it can be digested properly.
- Yemeğinizi iyi çiğneyin ki düzgün bir şekilde sindirilebilsin.
- This food is delicious.
- Bu yemek çok lezzetli.
- The food looks delicious.
- Yemek lezzetli görünüyor.
- Give food to the homeless.
- Evsizlere yemek ver.
- Let's talk about food.
- Yemekler hakkında konuşalım.
- The food on this cruise made me severely constipated.
- Bu gemideki yemekler beni ciddi şekilde kabız yaptı.
- I did not like the food, but I forced myself to eat it.
- Yemeği beğenmedim ama kendimi yemeye zorladım.
- We paid for our food and then left.
- Yemeğimiz için ödeme yaptık ve sonra ayrıldık.
- The food is not good.
- Yemekler iyi değil.
- The food wasn't very delicious, but otherwise the party was a success.
- Yemekler çok lezzetli değildi ama onun dışında parti başarılı geçti.
- Microwaves penetrate the food in the oven.
- Mikrodalgalar fırında yemeğe nüfuz eder.
- Please tell me when to serve the food.
- Lütfen yemeği ne zaman servis edeceğimi söyleyin.
- There's hardly any food in the kitchen.
- Mutfakta neredeyse hiç yemek yok.
- Why should I share my food with Tom?
- Neden yemeğimi Tom'la paylaşmalıyım?
- I'm a very big fan of their food.
- Yemeklerinin büyük bir hayranıyım.
- I am very fond of Swedish food because I grew up with them.
- Onlarla büyüdüğüm için İsveç yemeklerine çok düşkünüm.
- The food is very yummy tonight.
- Bu akşam yemekler çok lezzetli.
- Everybody tasted the food.
- Herkes yemeğin tadına baktı.
- Tom refused the food I offered him.
- Tom ona ikram ettiğim yemeği reddetti.
- Mexican food is my favorite.
- Meksika yemekleri benim favorim.
- The food in this restaurant is bland.
- Bu restorandaki yemekler tatsız.
- I think Tom didn't like the food.
- Sanırım Tom yemeği sevmedi.
- They are preparing the food for the party.
- Parti için yemek hazırlıyorlar.
- We only make Uighur food.
- Sadece Uygur yemeği yapıyoruz.
- This food is very sweet.
- Bu yemek çok tatlı.
- I receive food stamps.
- Yemek fişleri alıyorum.
- Come soon or there won't be any food left.
- Çabuk gel yoksa hiç yemek kalmayacak.
- The food at that restaurant is too spicy for me.
- O restorandaki yemekler benim için çok baharatlı.
- The food at the party was really quite good.
- Partideki yemekler gerçekten çok iyiydi.
- He spends most of his money on food.
- Parasının çoğunu yemeğe harcıyor.
- Garlic is used to improve the taste of food.
- Sarımsak, yemeklerin tadını iyileştirmek için kullanılır.
- Tom shared his food with Mary.
- Tom yemeğini Mary'yle paylaştı.
- It won't be long before our food runs out.
- Yemeğimizin bitmesi uzun sürmez.
- Wash your hands before you handle the food.
- Yemeğe dokunmadan önce ellerini yıka.
- Garlic is used to improve the taste of food.
- Sarımsak, yemeğin lezzetini artırmak için kullanılır.
- Is the food halal?
- Yemekler helal mi?
- His room was small but clean, and the food was good.
- Odası küçük ama temizdi ve yemekler de güzeldi.
- Vegetarian food is good for your health.
- Vejetaryen yemek sağlığınız için iyidir.
- The food here is too expensive.
- Buradaki yemekler çok pahalı.
- The food is tremendous.
- Yemekler muazzam.
- Tom knew Mary needed some food.
- Tom, Mary'nin yemeğe ihtiyacı olduğunu biliyordu.
- I hardly ever throw food away.
- Yemekleri neredeyse hiç çöpe atmam.
- Leave the food on the table.
- Yemeği masanın üzerine bırak.
- Fadil poisoned Layla's food.
- Fadıl, Leyla'nın yemeğine zehir koydu.
- There was no place to buy food.
- Yemek alacak bir yer yoktu.
- Tom spends 30% of his income on food.
- Tom gelirinin %30'unu yemeğe harcıyor.
- She is very particular about her food.
- Yemek konusunda çok titizdir.
- The food is getting cold.
- Yemek soğuyor.
- Tom tasted the food Mary had prepared.
- Tom Mary'nin hazırladığı yemeği tattı.
- Your food is getting cold.
- Yemeğin soğuyor.
- Tom shared his food with Mary.
- Tom yemeğini Mary ile paylaştı.
- I don't like the consistency of this food.
- Bu yemeğin kıvamını sevmedim.
- Sami called his restaurant and ordered some food.
- Sami restoranını aradı ve yemek siparişi verdi.
- This food is enough for three people.
- Bu yemek üç kişiye yeter.
- How's the food at that restaurant?
- O restoranın yemekleri nasıl?
- My hope is to give you good food for a low price.
- Umudum size düşük fiyata iyi yemek vermek.
- We stopped for food.
- Yemek için durduk.
- How did you like the food Tom made?
- Tom'un yaptığı yemeği beğendin mi?
- Tom thought that Mary wouldn't like Malaysian food.
- Tom, Mary'nin Malezya yemeklerini sevmeyeceğini düşündü.
- Will you please stop talking about food?
- Yemek hakkında konuşmayı keser misin lütfen?
- Tom gave Mary a bit of food.
- Tom, Mary'ye biraz yemek verdi.
- I thought Tom might not like Thai food.
- Tom'un Tayland yemeğini beğenmeyebileceğini düşündüm.
- Is it you who'll buy the food?
- Yemeği sen mi alacaksın?
- This food is perfect for a convalescent.
- Bu yemek bir nekahat dönemi için mükemmel.
- Tom doesn't really like this kind of food.
- Tom bu tür yemekleri gerçekten sevmiyor.
- I don't care for Thai food.
- Tayland yemeklerini sevmem.
- Tom hadn't cleaned his keyboard for months, and it was clogged with dust, food particles, and God knows what else.
- Tom klavyesini aylardır temizlememişti ve klavyesi toz, yemek parçacıkları ve Tanrı bilir daha nelerle tıkalıydı.
- Tom's favorite food is spaghetti.
- Tom'un en sevdiği yemek spagetti.
- What's your favourite food?
- Sevdiğiniz yemek hangisi?
- I'm a very big fan of their food.
- Onlarının yemeklerinin çok büyük bir hayranıyım.
- Tom refused the food I offered him.
- Tom ona teklif ettiğim yemeği reddetti.
- Tom asked if I liked Mexican food.
- Tom Meksika yemeği sevip sevmediğimi sordu.
- I didn't know that Tom didn't like hot food.
- Tom'un sıcak yemek sevmediğini bilmiyordum.
- After two days our food gave out.
- İki gün sonra yemeğimiz tükendi.
- First God, then food.
- Önce Tanrı, sonra yemek.
- This food smells rotten.
- Bu yemek berbat kokuyor.
- Tom and Mary like the same kind of food.
- Tom ve Mary aynı tür yemeklerden hoşlanırlar.
- There's no food left.
- Hiç yemek kalmamış.
- You should chew your food well.
- Yemeğini iyi çiğnemelisin.
- The food was not actually all that expensive.
- Yemek aslında o kadar da pahalı değildi.
- I hate the food in the canteen.
- Kantindeki yemeklerden nefret ediyorum.
- Sami likes Egyptian food.
- Sami Mısır yemeklerini sever.
- Tom doesn't really like Italian food so much.
- Tom İtalyan yemeğini gerçekten çok sevmez.
- Which food do you like best?
- En çok hangi yemeği seviyorsun?
- I spend about half my salary on food.
- Maaşımın yaklaşık yarısını yemeğe harcarım.
- She's always complaining about the food.
- O her zaman yemek konusunda sızlanır.
- He complained to her about the food.
- Yemek hakkında ona şikayette bulundu.
- I wonder what Tom's favorite food is.
- Tom'un en sevdiği yemeği merak ediyorum.
- Tom walked in with bags of take-out food.
- Tom eve servis yemeği çantalarıyla gitti.
- Food is one of the great pleasures in life.
- Yemek hayattaki en büyük zevklerden biridir.
- How much food is left?
- Ne kadar yemek kaldı?
- I'd like to try some Thai food.
- Biraz Thai yemeği denemek istiyorum.
- What kind of food are you talking about?
- Ne tür bir yemekten bahsediyorsun?
- Tom made it clear that he didn't like the food.
- Tom yemeği sevmediğini açıkça belli etti.
- That hotel serves very good food.
- Bu otel çok güzel yemekler servis ediyor.
- The food is delicious.
- Yemek lezzetli.
- Food finally arrived on the table.
- Yemek sonunda masaya geldi.
- Tom said that he enjoyed the food.
- Tom yemeği beğendiğini söyledi.
- There's enough food for all of you.
- Hepiniz için yeterli yemek var.
- You're going to love our food.
- Yemeklerimize bayılacaksın.
- I don't care for Thai food.
- Tayland yemekleri umurumda değil.
- In ethnic Iranian foods, you can see many products which are made of milk.
- Etnik İran yemeklerinde sütten yapılmış birçok ürün görebilirsiniz.
- The food here is too expensive.
- Buradaki yemek çok pahalı.
- Many people like Asian food.
- Birçok kişi, Asya yemeklerini sever.
- Tom walked in with bags of take-out food.
- Tom poşetler dolusu paketlenmiş yemekle geldi.
- Every night, I'll make your favorite food.
- Her gece en sevdiğin yemeği yapacağım.
- Is the food at the restaurant halal?
- Lokantadaki yemekler helal mi?
- Fish'n'chips is the most famous English food.
- Fish'n'chips, en ünlü İngiliz yemeğidir.
- Food is essential for survival.
- Hayatta kalmak için yemek şarttır.
- Many people like Asian food.
- Birçok insan Asya yemeklerini sever.
- It is Pochi's food.
- Bu, Pochi'nin yemeği.
- He asked for food.
- Yemek istedi.
- I know that there will be a lot of good food at the picnic.
- Piknikte çok güzel yemekler olacağını biliyorum.
- I love Kabyle food.
- Kabyle yemeğini seviyorum.
- I'm taking Tom some food.
- Tom'a yemek götürüyorum.
- I advised him not to spend all his money on food.
- Ona tüm parasını yemeğe harcamamasını tavsiye ettim.
- The food in jail was better.
- Hapishanedeki yemekler daha iyiydi.
- I'm still not used to the food here.
- Buradaki yemeklere hâlâ alışamadım.
- Tom gave us a lot of food.
- Tom bize bir sürü yemek verdi.
- Whose is this food?
- Bu yemek kimin?
- He's always complaining about the food.
- O her zaman yemeklerden şikayetçi oluyor.
- His room was small but clean, and the food was good.
- Odası küçük ama temizdi ve yemek de iyiydi.
- Tom needed food.
- Tom'un yemeğe ihtiyacı vardı.
- The government would give them food for the winter.
- Hükümet kış için onlara yemek verirdi.
- Tom and Mary laughed about the time they had a food fight.
- Tom ve Mary yemek kavgası yaptıkları zamanları düşünüp güldüler.
- Do you like Italian food?
- İtalyan yemeklerini sever misin?
- Is the food good there?
- Orada yemek iyi mi?
- I can smell fried food.
- Kızarmış yemek kokusu alabiliyorum.
- Almost everybody appreciates good food.
- Neredeyse herkes iyi yemekten hoşlanır.
- A new day will come, and there will be food.
- Yeni bir gün gelecek ve yemek olacak.
- What's your favorite food to eat with red wine?
- Kırmızı şarapla yemeyi en sevdiğiniz yemek nedir?
- Can you give me more food?
- Bana biraz daha yemek verebilir misin?
- She's very persnickety about her food.
- Yemek konusunda çok titizdir.
- Mary barely touched her food.
- Mary yemeğine neredeyse hiç dokunmadı.
- Who's paying for the food?
- Yemeğin parasını kim ödüyor?
- Tom complained to Mary about the food.
- Tom Mary'ye yemek hakkında şikâyette bulundu.
- Who cares what the food tastes like?
- Yemeğin tadının neye benzediği kimin umurunda?
- I love American food.
- Amerikan yemeğini seviyorum.
- Tom stared at the food on his plate.
- Tom tabağında duran yemeğe baktı.
- Is the food good there?
- Orada yemekler iyi mi?
- Everyone says the food in this restaurant is both delicious and inexpensive.
- Herkes bu restoranda yemeğin hem lezzetli hem de ucuz olduğunu söylüyor.
- He likes Italian food.
- İtalyan yemeğini seviyor.
- This isn't food.
- Bu yemek değil.
- There's not enough food for all of us.
- Hepimize yetecek kadar yemek yok.
- What's your favorite food to eat with red wine?
- Kırmızı şarap eşliğinde yemek için en sevdiğin yemek nedir?
- The food didn't taste all that bad.
- Yemeğin tadı o kadar da kötü değildi.
- Mary had some weird food cravings when she was pregnant.
- Mary hamileyken tuhaf yemek krizleri geçiriyordu.
- There was a plate of uneaten food on the table.
- Masada yenmemiş bir tabak yemek vardı.
- That restaurant serves excellent food.
- O lokanta mükemmel yemekler servis ediyor.
- If you get hungry, there's food in the fridge.
- Eğer acıkırsan, buzdolabında yemek var.
- I paid 5 dollars for the food.
- Ben yemek için 5 dolar ödedim.
- If you don't have good ingredients, you can't make good food.
- İyi malzemeleriniz yoksa, iyi yemek yapamazsınız.
- Is there enough food to go around?
- Herkese yetecek kadar yemek var mı?
- Food is one of life's greatest pleasures.
- Yemek hayatın en büyük zevklerinden biridir.
- Who left food on the table of the meeting room?
- Toplantı odasındaki masaya kim yemek bıraktı?
- Do you like Indonesian food?
- Endonezya yemeklerini sever misin?
- I'm still not used to the food here.
- Ben hâlâ buradaki yemeğe alışkın değilim.
- I don't like hot food.
- Sıcak yemek sevmiyorum.
- There was food enough for us all.
- Hepimize yetecek kadar yemek vardı.
- Sleep and good food are indispensable to good health.
- Uyku ve iyi yemek iyi sağlık için gereklidir.
- Also, I am not a fan of the cafeteria food.
- Ayrıca, kafeterya yemeklerinin de meraklısı değilim.
- Which food do you prefer?
- Hangi yemeği tercih edersin?
- I was told there would be free food.
- Bana bedava yemek olacağı söylendi.
- Today's food is quite elaborate.
- Bugünün yemeği oldukça özenli.
- Tom doesn't like German food.
- Tom Alman yemeklerini sevmez.
- Tom likes good food.
- Tom iyi yemekleri sever.
- The food was wonderful.
- Yemek harikaydı.
- I need to buy food.
- Yemek almam lazım.
- I hate hospital food.
- Hastane yemeklerinden nefret ediyorum.
- Tom toyed with his food.
- Tom yemeğiyle oynadı.
- He likes Italian food.
- İtalyan yemeklerini sever.
- Are you sure we have enough food?
- Yeterince yemeğimiz olduğuna emin misin?
- Is there any food?
- Yemek var mı?
- Tom ordered some food.
- Tom yemek sipariş etti.
- Tom likes Italian food.
- Tom İtalyan yemeklerini seviyor.
- This food is raw.
- Bu yemek çiğ.
- Food is too expensive.
- Yemek çok pahalı.
- He brought food to his guest and provided him shelter.
- O, misafirine yemek getirdi ve ona barınak sağladı.
- Tom asked Mary what her favorite food was.
- Tom, Mary'ye en sevdiği yemeğin hangisi olduğunu sordu.
- I consider spaghetti to be one of the greatest foods in the world.
- Spagettiyi dünyanın en güzel yemeklerinden biri olarak görüyorum.
- When only death remains, the last resort is to beg for food.
- Geriye sadece ölüm kaldığında, son çare yemek için yalvarmaktır.
- The food in this restaurant is tasteless.
- Bu lokantanın yemekleri lezzetsiz.
- The food was delicious.
- Yemek lezzetliydi.
- This is a kind of food.
- Bu bir çeşit yemek.
- It is impolite, or even gross, to smell food in Tanzania.
- Tanzanya'da yemek koklamak kabalıktır, hatta iğrençtir.
- I love Italian food.
- İtalyan yemeğini severim.
- He's still hungry after all that food.
- O kadar yemekten sonra hala aç.
- I thought the food was excellent.
- Bence yemekler mükemmeldi.
- The hospital food wasn't very good.
- Hastane yemeği çok iyi değildi.
- Tom doesn't like this kind of food.
- Tom bu tür yemekleri sevmez.
- Tom put the food on the table and told everyone to start eating.
- Tom yemeği masaya koydu ve herkese yemeye başlamasını söyledi.
- The food is terrible.
- Yemekler berbat.
- I gave him as much food as he wanted.
- Ona istediği kadar yemek verdim.
- Did you order any food?
- Yemek sipariş ettin mi?
- Your food's getting cold.
- Yemeğin soğuyor.
- Mother put the food on the table and told the children to dig in.
- Anne yemeği masaya koydu ve çocuklara yemeğe yumulmalarını söyledi.
- She has a fascination with French food.
- Onun da Fransız yemeklerine hayranlığı var.
- What is your favorite food?
- En sevdiğin yemek nedir?
- It's rude to wolf down your food like that.
- Yemeğini bu şekilde mideye indirmek kabalıktır.
- I needed food.
- Benim yemeğe ihtiyacım vardı.
- Both Tom and Mary love Thai food.
- Hem Tom hem de Mary Tayland yemeklerini seviyor.
- The food is spoiled.
- Yemek bozulmuş.
- This kind of food is really popular in Boston.
- Bu tür yemekler Boston'da çok popüler.
- Leave the food on the table.
- Yemeği masanın üzerinde bırak.
- Your food will be right out.
- Yemeğiniz hemen çıkacak.
- They serve terrible food at that restaurant.
- O restoranda berbat yemekler servis ediyorlar.
- The food is horrible.
- Yemekler korkunç.
- The food isn't very good here.
- Burada yemekler çok iyi değil.
- She is particular about food.
- Yemek konusunda çok titizdir.
- What happened to our food?
- Bizim yemeğimize ne oldu?
- You never told me what kind of food you don't like.
- Ne tür yemeklerden hoşlanmadığını bana hiç söylemedin.
- Tom doesn't really like Italian food so much.
- Tom İtalyan yemeklerini pek sevmez.
- Did you give the food to the cat?
- Yemeği kediye verdin mi?
- I love Kabyle food.
- Kabyle yemeklerini seviyorum.
- Tom hasn't touched his food.
- Tom yemeklerine dokunmadı.
- He gave food to many.
- Birçok kişiye yemek verdi.
- I threw up my food.
- Yemeğimi kustum.
- Would you like some of my food?
- Yemeğimden biraz ister misin?
- Dean can really put away the food.
- Dean yemeği resmen mideye indirebilir.
- Would you chew your food more, please?
- Yemeğinizi biraz daha çiğner misiniz lütfen?
- Tom doesn't want to eat Italian food today.
- Tom bugün İtalyan yemeği yemek istemiyor.
- I don't like the food at that deli.
- O şarküterideki yemekleri sevmiyorum.
- Tom won't be getting any food from us.
- Tom bizden yemek alamayacak.
- Tom pushed the food around his plate.
- Tom tabağındaki yemeği itti.
- Tom isn't used to the food here.
- Tom buradaki yemeklere alışık değil.
- I can afford good food now.
- Artık iyi yemek alabiliyorum.
- Give me your best food.
- Bana en iyi yemeğini ver.
- The food was terrible, but I did not complain.
- Yemekler berbattı ama şikayet etmedim.
- The food is spicy.
- Yemek baharatlı.
- Food will be ready soon.
- Yemek birazdan hazır olur.
- The food is very good in the dormitory where he lives.
- Yaşadığı yurtta yemekler çok iyi.
- I'm looking for food.
- Yemek arıyorum.
- Pay for your own food.
- Kendi yemeğinizi ödeyin.
- Mary shared her food with Tom.
- Mary yemeğini Tom'la paylaştı.
- How was the food?
- Yemek nasıldı?
- Tom thinks the food Mary makes is usually too spicy.
- Tom, Mary'nin yaptığı yemeklerin genellikle çok baharatlı olduğunu düşünüyor.
- The food wasn't good, but at least it was cheap.
- Yemek iyi değildi ama en azından ucuzdu.
- Will there be any food at the party?
- Partide yemek olacak mı?
- Thanks for the food.
- Yemek için teşekkürler.
- All Tom can think about is food.
- Tom'un tek düşünebildiği yemek.
- After two days our food gave out.
- İki gün sonra yemeğimiz bitti.
- Tom thought that Mary would like Indonesian food.
- Tom, Mary'nin Endonezya yemeklerini seveceğini düşündü.
- Tom played with the food on his plate with his fork.
- Tom çatalıyla tabağındaki yemekle oynadı.
- There's free food.
- Bedava yemek var.
- Would you like some of my food?
- Yemeğimin birazını ister misin?
- The food was very good.
- Yemekler çok güzeldi.
- This food is gluten-free.
- Bu yemek glütensiz.
- This food isn't very nutritious.
- Bu yemek pek besleyici değil.
- I like Mexican food.
- Meksika yemeklerini severim.
- The food at the party was really incredible.
- Partideki yemekler gerçekten inanılmazdı.
- Autumn is when food is especially delicious.
- Sonbahar, yemeklerin özellikle lezzetli olduğu zamandır.
- I don't like fried food.
- Ben kızarmış yemek sevmem.
- She gave him money as well as food.
- Ona yemeğin yanında para da vermiş.
- Please help me prepare the food.
- Lütfen yemeği hazırlamama yardım et.
- What do you think Tom's favorite food is?
- Sence Tom'un en sevdiği yemek nedir?
- Good food and enough sleep are absolutely necessary to good health.
- Sağlıklı olmak için, iyi yemek ve yeterli uyku kesinlikle gereklidir.
- Is there enough food for everyone?
- Herkese yetecek kadar yemek var mı?
- Ridicule is the food of fools.
- Alay, aptalların yemeğidir.
- What kind of food does Tom like?
- Tom ne tür yemeklerden hoşlanır?
- Food finally arrived on the table.
- Yemek nihayet masaya geldi.
- Taiwanese food is milder than Indian food.
- Tayvan yemeği, Hint yemeğinden daha hafiftir.
- How about Thai food?
- Tayland yemeğine ne dersin?
- Fried food does not agree with me.
- Kızarmış yemek bana göre değil.
- The food is delicious.
- Yemekler çok lezzetli.
- If you only knew how hard we worked to give you this food, you wouldn't say that.
- Sana bu yemeği vermek için ne kadar çok çalıştığımızı bilseydin, böyle söylemezdin.
- Is American food popular here in Japan?
- Japonya'da Amerikan yemekleri popüler mi?
- You barely touched your food.
- Yemeğine neredeyse hiç elini sürmedin.
- Ice cream was Tom's favorite food.
- Dondurma Tom'un en sevdiği yemekti.
- Where is the food?
- Yemek nerede?
- Air, like food, is a basic human need.
- Hava, yemek gibi insanların temel ihtiyaçlarındandır.
- We liked the food, especially the fish.
- Biz yemeği sevdik, özellikle balığı.
- This food is both nutritious and delicious.
- Bu yemek hem besleyici hem de lezzetli.
- Tom likes Italian food.
- Tom İtalyan yemeklerini sever.
- Tom looked closer at the food.
- Tom yemeğe daha yakından baktı.
- The Italian food was delicious.
- İtalyan yemeği lezzetliydi.
- I don't like this food.
- Bu yemeği sevmiyorum.
- What's your favorite food?
- En sevdiğin yemek ne?
- We're not used this kind of food.
- Bu tür yemeklere alışık değiliz.
- This food smells rotten.
- Bu yemek çürümüş kokuyor.
- I try to never complain about the food.
- Yemeklerden asla şikayet etmemeye çalışıyorum.
- What's Tom's favorite food?
- Tom'un en sevdiği yemek hangisi?
- I don't think we have enough food to feed everyone.
- Herkesi doyuracak kadar yemeğimiz olduğunu zannetmem.
- The food was great in Italy.
- İtalya'da yemekler harikaydı.
- The food disagreed with him.
- Yemek ona yaramadı.
- He is very particular about his food.
- Yemek konusunda çok titizdir.
- My grandmother always said it was a sin to waste food.
- Büyükannem her zaman yemek israf etmenin günah olduğunu söylerdi.
- Tom and Mary both love Thai food.
- Tom ve Mary Tayland yemeğine bayılır.
- How long can we go without food?
- Yemeksiz ne kadar dayanabiliriz?
- I'll bring Tom some food.
- Tom'a biraz yemek getireyim.
- What's your favorite food?
- En sevdiğin yemek hangisidir?
- I thought that the food was excellent.
- Yemeklerin mükemmel olduğunu düşündüm.
- Please help yourself to any food you like.
- İstediğiniz yemeğe buyrun lütfen.
- I advised him not to spend all his money on food.
- Ben ona tüm parasını yemeğe harcamamasını tavsiye ettim.
- I don't like the food here.
- Buradaki yemekleri sevmiyorum.
- I wish I'd brought more food.
- Keşke daha fazla yemek getirseydim.
- Where's my food?
- Yemeğim nerede?
- The food in this restaurant is bland.
- Bu restorandaki yemek lezzetsiz.
- We're prepared to give you all the food you need.
- İhtiyacınız olan tüm yemeği vermeye hazırız.
- I brought you your favorite food.
- Sana en sevdiğin yemeği getirdim.
- You had better keep this food under ten degrees.
- Bu yemeği 10 derecenin altında saklasanız iyi olur.
- I don't really like Mexican food.
- Meksika yemeklerini pek sevmem.
- How about some Spanish food?
- Biraz İspanyol yemeğine dersin?
- Every night, I'll make your favorite food.
- Her gece en sevdiğiniz yemeği hazırlayacağım.
- I like Mexican food.
- Meksika yemeklerinden hoşlanırım.
- Tom has no food.
- Tom'un yemeği yok.
- I don't like people touching my food.
- İnsanların yemeğime dokunmasından hoşlanmıyorum.
- Sami called his restaurant and ordered some food.
- Sami restoranını aradı ve bir yemek siparişi verdi.
- There is no food.
- Yemek yok.
- What foods can you cook well?
- Hangi yemekleri iyi pişirebilirsin?
- Why isn't there any food in my refrigerator?
- Buzdolabımda neden hiç yemek yok?
- Tom told me he wanted to eat Thai food.
- Tom bana Tayland yemeği yemek istediğini söyledi.
- Tom and Mary laughed about the time they had a food fight.
- Tom ve Mary yemek kavgası yaptıkları zaman güldüler.
- We'll have plenty of food.
- Bolca yemeğimiz olacak.
- Books are to the mind what food is to the body.
- Yemek vücut için neyse, kitaplar da zihin için odur.
- Provide water to the thirsty and food to the hungry.
- Susayana su, aç olana yemek verin.
- Food gives life, life gives strength and strength gives great feats.
- Yemek hayat verir, hayat güç verir ve güç büyük başarılar verir.
- Tom, your food's getting cold.
- Tom, yemeğin soğuyor.
- There was a lot of food left over from the party.
- Partiden arta kalan birçok yemek vardı.
- Sushi is OK, but I'd prefer Thai food.
- Suşi iyi ama ben Tayland yemeğini tercih ederim.
- How about some Spanish food?
- Biraz İspanyol yemeğine ne dersiniz?
- Tom went without food for a whole week.
- Tom bir hafta boyunca yemek yemedi.
- Tom often buys food for us.
- Tom bizim için sık sık yemek alır.
- The food hasn't been touched.
- Yemeklere dokunulmamış.
- The food looks incredible.
- Yemekler inanılmaz görünüyor.
- The food at the party wasn't very good, was it?
- Partideki yemekler pek iyi değildi, değil mi?
- This Indian restaurant only serves vegetarian food.
- Bu Hint restoranı sadece vejetaryen yemekleri servis ediyor.
- I remember when food was cheap.
- Yemeğin ucuz olduğu zamanı hatırlıyorum.
- The food at this camp is terrible.
- Bu kamptaki yemekler berbat.
- Instant noodles are the official food of Gen Z.
- Noodle Z kuşağının resmî yemeğidir.
- I don't like watery food.
- Sulu yemekleri sevmiyorum.
- It'd be a shame for this food to go to waste.
- Bu yemeğin israf olması yazık olur.
- He's always complaining about the food.
- Her zaman yemeklerden şikayet eder.
- Her favourite food as a child was pizza.
- Çocukken en sevdiği yemek pizzaydı.
- Food is running out.
- Yemekler tükeniyor.
- Food will also be available.
- Yemek de mevcut olacak.
- This food is delicious.
- Bu yemek lezzetli.
- The food in this restaurant is tasteless.
- Bu restorandaki yemekler lezzetsiz.
- The food is on the table.
- Yemek masanın üzerinde.
- I love Italian food.
- İtalyan yemeklerini severim.
- This food's not nourishing enough.
- Bu yemek yeterince besleyici değil.
- The food was very good.
- Yemek çok iyiydi.
- The hospital food wasn't as bad as I expected it to be.
- Hastane yemekleri beklediğim kadar kötü değildi.
- The food is wonderful.
- Yemekler harika.
- The food was not fit for man or beast.
- Yemek, işe yaramazdı.
- I'll take him some food.
- Ona yemek götüreceğim.
- How about the food I ordered?
- Sipariş ettiğim yemekten ne haber?
Show More (683)
|
|
- I should also like to raise the issue of the Food Safety Authority.
- Gıda Güvenliği Kurumu konusunu da gündeme getirmek istiyorum.
- Very often with ECHO one is talking about food, medicine and blankets.
- ECHO ile çoğu zaman gıda, ilaç ve battaniyeden bahsedilir.
- But how am I as a consumer to know if a particular food is healthy?
- Ancak bir tüketici olarak ben belirli bir gıdanın sağlıklı olup olmadığını nasıl bilebilirim?
- We are still not able to raise questions about how we produce our food in general.
- Hala genel olarak gıdalarımızı nasıl ürettiğimiz konusunda soru soramıyoruz.
- I confirm to the House considerations of that kind never impinge on a decision in relation to food safety.
- Bu tür düşüncelerin gıda güvenliği ile ilgili bir kararı asla etkilemeyeceğini Meclis'e teyit ederim.
- This change will also lead to the labelling of a range of foods which do not at present have to be labelled.
- Bu değişiklik, şu anda etiketlenmesi gerekmeyen bir dizi gıdanın da etiketlenmesine yol açacaktır.
- When are you finally going to put pressure on the Council to let us have the Food Safety Authority?
- Gıda Güvenliği Otoritesine sahip olmamıza izin vermesi için Konsey'e ne zaman baskı yapacaksınız?
- Food is the most basic prerequisite for people's health and quality of life.
- Gıda, insanların sağlığı ve yaşam kalitesi için en temel ön koşuldur.
- Food aid as a capped form of dumping is reprehensible.
- Dampingin sınırlandırılmış bir şekli olarak gıda yardımı kınanmalıdır.
- High-quality food is produced nowadays and it has to meet a wide range of requirements.
- Günümüzde yüksek kaliteli gıdalar üretiliyor ve bunların çok çeşitli gereksinimleri karşılaması gerekiyor.
- The main battle in this war is being fought with GM foods and a race is being run here with the Americans.
- Bu savaşta asıl mücadele GDO'lu gıdalarla veriliyor ve burada Amerikalılarla bir yarış yürütülüyor.
- We are still not able to raise questions about how we produce our food in general.
- Genel olarak gıdamızı nasıl ürettiğimizle ilgili soruları hala gündeme getiremiyoruz.
- Food traceability has been improved.
- Gıda izlenebilirliği geliştirilmiştir.
- Feed and food operators need to be more aware of their responsibilities in this area.
- Yem ve gıda işletmecilerinin bu alandaki sorumluluklarının daha fazla farkında olmaları gerekmektedir.
- The irradiation of food does, however, result in new substances being formed, as is also the case when food is cooked.
- Bununla birlikte, gıdaların ışınlanması, gıdaların pişirilmesinde olduğu gibi yeni maddelerin oluşmasına neden olur.
- There is an urgent need for more research into comprehensive food safety.
- Kapsamlı gıda güvenliği konusunda daha fazla araştırmaya acilen ihtiyaç vardır.
- This concerns in particular the resolution on the oil for food programme.
- Bu özellikle gıda karşılığı petrol programına ilişkin kararla ilgilidir.
- We in Ireland breed horses primarily for sporting purposes and meat does not end up at the end of the food chain.
- Biz İrlanda'da atları öncelikle spor amaçlı yetiştiriyoruz ve etleri gıda zincirinin sonuna kadar gitmiyor.
- Food safety with regard to seafood is also of prime importance.
- Deniz ürünleri açısından gıda güvenliği de büyük önem taşımaktadır.
- Only then can food safety be taken as a guiding principle.
- Ancak o zaman gıda güvenliği yol gösterici bir ilke olarak kabul edilebilir.
- Meanwhile, the Union must continue to assess and manage food safety risks.
- Bu arada, Birlik, gıda güvenliği risklerini değerlendirmeye ve yönetmeye devam etmelidir.
- Rome was an occasion to re-establish the importance of the food issue in general.
- Roma, genel olarak gıda konusunun önemini yeniden ortaya koymak için bir fırsat oldu.
- Therefore it is important that they reveal any residues in any of the foods that are designated for testing.
- Bu nedenle, test için belirlenen gıdalardaki herhangi bir kalıntıyı ortaya çıkarmaları önemlidir.
- Nevertheless, humanitarian aid must continue through the World Food Programme and ECHO.
- Bununla birlikte, insani yardım Dünya Gıda Programı ve ECHO aracılığıyla devam etmelidir.
- For example, we allow 5.500 children to die every day because of polluted air, polluted food and polluted water.
- Örneğin, kirli hava, kirli gıda ve kirli su nedeniyle her gün 5.500 çocuğun ölmesine izin veriyoruz.
- This is an example of the implementation of the farm-to-fork approach highlighted in the White Paper on Food Safety.
- Bu, Gıda Güvenliğine ilişkin Beyaz Kitapta vurgulanan çiftlikten çatala yaklaşımının uygulanmasına bir örnektir.
- Turning finally to the lifting of the embargo, the oil for food programme has in fact been revised.
- Son olarak ambargonun kaldırılmasına dönecek olursak, gıda için olan petrol programı aslında revize edilmiştir.
- The report gives responsibility for authorising GMOs to the European Food Authority.
- Rapor, GDO'lara izin verme sorumluluğunu Avrupa Gıda Otoritesi'ne vermektedir.
- Still on HACCP, this system is the full responsibility of the food business operators.
- HACCP konusunda ise, bu sistem tamamen gıda işletmecilerinin sorumluluğundadır.
- Mr Mulder referred to the Food and Veterinary Office.
- Bay Mulder Gıda ve Veterinerlik Ofisine atıfta bulundu.
- The identification of food ingredients issue is one that recurs in Parliament on a regular basis.
- Gıda maddelerinin tanımlanması konusu Parlamento'da düzenli olarak tekrarlanan bir konudur.
- So we are not talking about enriched food, nor about food additives.
- Yani zenginleştirilmiş gıdalardan ya da gıda katkı maddelerinden bahsetmiyoruz.
- The imports of food, of meat from other countries, have already been mentioned.
- Diğer ülkelerden yapılan gıda ve et ithalatından daha önce bahsedilmişti.
- That does not mean that we underestimate the importance of food legislation.
- Bu, gıda mevzuatının önemini küçümsediğimiz anlamına gelmez.
- This will also be an important theme at the World Food Summit in Rome.
- Bu konu Roma'daki Dünya Gıda Zirvesi'nde de önemli bir tema olacaktır.
- Talking about food is not very easy these days.
- Bugünlerde gıda hakkında konuşmak pek kolay değil.
- People must feel safe, and they need housing, electricity and food.
- İnsanlar kendilerini güvende hissetmeli ve barınma, elektrik ve gıdaya ihtiyaç duymalıdır.
- Even if a compound food contains only small amounts of irradiated ingredients, this fact has to be clearly indicated.
- Bir bileşik gıda sadece küçük miktarlarda ışınlanmış bileşenler içerse bile, bu gerçek açıkça belirtilmelidir.
- A mission of the Food and Veterinary Office will take place shortly to assist in this process.
- Bu sürece yardımcı olmak üzere Gıda ve Veterinerlik Ofisi'nin bir misyonu kısa süre içinde gerçekleşecektir.
- Obviously, I would also like to increase consumer confidence in GM food.
- Açıkçası ben de tüketicilerin GDO'lu gıdalara olan güvenini arttırmak istiyorum.
- But it should also be possible to reach the goal of halving the food problems because those conflicts are man-made.
- Ancak gıda sorunlarını yarıya indirme hedefine ulaşmak da mümkün olmalıdır çünkü bu çatışmalar insan yapımıdır.
- Meanwhile, the politicisation of food aid in Zimbabwe is continuing, amongst other things.
- Bu arada Zimbabve'de gıda yardımlarının siyasileştirilmesi de devam ediyor.
- I am committed to retaining the use of food waste as feed under appropriately strict conditions.
- Gıda atıklarının uygun şekilde katı koşullar altında yem olarak kullanılmasını sürdürmeye kararlıyım.
- Anything else would be totally unacceptable and would turn food legislation on its head.
- Başka herhangi bir şey tamamen kabul edilemez ve gıda mevzuatını tersine çevirirdi.
- People suffering from food allergies rely on the proper listing of what a product contains.
- Gıda alerjisinden muzdarip insanlar, bir ürünün içeriğinin doğru bir şekilde listelenmesine güvenmektedir.
- Mr Mulder also mentioned that giving food aid, as such, can be problematic.
- Sayın Mulder ayrıca gıda yardımı yapmanın da sorunlu olabileceğinden bahsetti.
- The citizens of the European Union know very well that agriculture does not just produce food these days.
- Avrupa Birliği vatandaşları bugünlerde tarımın sadece gıda üretmek olmadığını çok iyi biliyor.
- Hunger and malnutrition are not due to the fact that there is simply not enough food in the world.
- Açlık ve yetersiz beslenme, dünyada yeterli gıda olmamasından kaynaklanmamaktadır.
- That is my opinion, and I am convinced that the future will see many genetically modified organisms in food.
- Bu benim görüşüm ve gelecekte gıdalarda genetiği değiştirilmiş birçok organizma göreceğimize inanıyorum.
- Above that 1% threshold, an indication of the presence of a genetic modification in a food is compulsory.
- 1'lik eşiğin üzerinde, bir gıdada genetik modifikasyonun varlığının belirtilmesi zorunludur.
- In Europe there is also the Food and Veterinary Office in Dublin that falls within the remit of the Commission.
- Avrupa'da ayrıca Dublin'de Komisyonun görev alanına giren Gıda ve Veterinerlik Ofisi bulunmaktadır.
- The wish is expressed to set up the European Food Safety Agency and get it operational.
- Avrupa Gıda Güvenliği Ajansı'nın kurulması ve faaliyete geçmesi dileği ifade edilmektedir.
- The use of food aid is not a viable solution.
- Gıda yardımının kullanılması uygun bir çözüm değildir.
- It is simply unacceptable that hormones should find their way into the food and feed chains.
- Hormonların gıda ve yem zincirlerine girmesi kabul edilemez.
- We wholeheartedly endorse the concept of the Food Box.
- Gıda Kutusu kavramını tüm kalbimizle destekliyoruz.
- To provide their people with safe and nutritious food has always been an important ambition for all states.
- Halklarına güvenli ve besleyici gıda sağlamak tüm devletler için her zaman önemli bir hedef olmuştur.
- I would stress that not all foods can or will be irradiated.
- Tüm gıdaların ışınlanamayacağını ya da ışınlanmayacağını vurgulamak isterim.
- An enlarged EU will in fact be the largest player on the global food market.
- Genişlemiş bir AB aslında küresel gıda pazarının en büyük oyuncusu olacaktır.
- With regard to land-based food chains, we have to sow and breed as well as harvest and process.
- Karasal gıda zincirleri söz konusu olduğunda, hasat ve işlemenin yanı sıra ekmek ve yetiştirmek de zorundayız.
- But the FVO is in quite a different situation from the Food Safety Authority.
- Ancak FVO, Gıda Güvenliği Otoritesinden oldukça farklı bir durumdadır.
- In terms of food aid, we are currently a relatively minor donor.
- Gıda yardımı açısından şu anda nispeten küçük ölçekli bir donör konumundayız.
- Not in order to tap into a market but as an essential contribution to food supplies.
- Bir pazara girmek için değil, gıda kaynaklarına temel bir katkı olarak.
- Nevertheless, every country has the right to choose freely how it is going to supply itself with food.
- Bununla birlikte her ülke kendi gıda ihtiyacını nasıl karşılayacağını özgürce seçme hakkına sahiptir.
- Very substantial quantities of food and feed had to be traced and destroyed.
- Çok büyük miktarlarda gıda ve yemin izinin sürülmesi ve imha edilmesi gerekiyordu.
- Let us listen to sound scientific advice and trust in our own food safety system, which I believe is second to none.
- Sağlam bilimsel tavsiyelere kulak verelim ve rakipsiz olduğuna inandığım kendi gıda güvenliği sistemimize güvenelim.
- The Community is the world's largest importer and exporter of food.
- Topluluk dünyanın en büyük gıda ithalatçısı ve ihracatçısıdır.
- Does the Food and Veterinary Office in Dublin have sufficient staff to inspect them?
- Dublin'deki Gıda ve Veterinerlik Ofisinin bunları denetlemek için yeterli personeli var mı?
- No older animals over 30 months of age enter the food chain.
- Gıda zincirine 30 aylıktan büyük hiçbir hayvan giremez.
- There are some five million people who rely on food programmes.
- Gıda programlarına bel bağlayan yaklaşık beş milyon insan var.
- It would be wrong to give in to attempts to demonise GM foods and feedstuffs.
- GDO'lu gıdaları ve yem maddelerini şeytanlaştırma girişimlerine boyun eğmek yanlış olur.
- Further, the Danish Presidency will focus on food.
- Ayrıca, Danimarka Dönem Başkanlığı gıda konusuna odaklanacaktır.
- The World Food Summit in Rome did not give evidence of a similar pro-active approach.
- Roma'daki Dünya Gıda Zirvesi benzer bir pro-aktif yaklaşıma dair kanıt sunmadı.
- The concept of 'from stable to table' is an important basis for a high level of food safety.
- Ahırdan sofraya' kavramı, yüksek düzeyde gıda güvenliği için önemli bir temeldir.
- Security of supply', as mentioned in the Morillon report, must apply to food as well as to armaments.
- Morillon raporunda da belirtildiği üzere "arz güvenliği" silahlar için olduğu kadar gıda için de geçerli olmalıdır.
- I have faith in our new food safety measures.
- Yeni gıda güvenliği tedbirlerimize güveniyorum.
- However, other parts of the report criticise EU environmental and health and food safety requirements.
- Bununla birlikte raporun diğer bölümlerinde AB'nin çevre, sağlık ve gıda güvenliği gereklilikleri eleştirilmektedir.
- Aquaculture is the fastest growing sector of world food production.
- Su ürünleri yetiştiriciliği dünya gıda üretiminde en hızlı büyüyen sektördür.
- It was very similar to the debate on GM foods we have today.
- Bugünkü GDO'lu gıdalar tartışmasına çok benziyordu.
- There is no scientific agreement on the benefits of GM technology in the area of food.
- GDO teknolojisinin gıda alanındaki faydaları konusunda bilimsel bir mutabakat bulunmamaktadır.
- The Food and Veterinary Office has a key role to play.
- Gıda ve Veterinerlik Ofisi kilit bir rol oynamaktadır.
- The Spanish Red Cross is distributing food aid and emergency relief items for 1 000 families to the tune of EUR 250 000.
- İspanyol Kızılhaçı 1000 aileye 250,000 avro tutarında gıda yardımı ve acil yardım malzemesi dağıtıyor.
- This means that the European Food Authority is liable to be a purely decorative body.
- Bu, Avrupa Gıda Otoritesinin tamamen dekoratif bir organ olabileceği anlamına geliyor.
- What it cannot do is to reverse contamination or putrefaction in food.
- Yapamayacağı şey ise gıdalardaki kirlenme ya da çürümeyi tersine çevirmektir.
- In addition, Europe must, in my view, also be cautious when it provides food aid.
- Ayrıca, benim görüşüme göre, Avrupa gıda yardımı yaparken de dikkatli olmalıdır.
- Turkey's main imports from the Community include sugar, live cattle, food preparations, wheat and oils.
- Türkiye'nin Topluluktan başlıca ithalatı şeker, canlı sığır, gıda müstahzarları, buğday ve yağlardır.
- People themselves consist largely of water, and the bulk of our food is also made up of water.
- İnsanların kendileri büyük ölçüde sudan oluşur ve gıdalarımızın büyük bir kısmı da sudan oluşur.
- These recent events confirmed for me that our new approach to food safety is going in the right direction.
- Bu son olaylar benim için gıda güvenliğine yönelik yeni yaklaşımımızın doğru yönde ilerlediğini teyit etti.
- The EU has already responded by providing extensive food and humanitarian aid to the area.
- AB halihazırda bölgeye kapsamlı gıda ve insani yardım sağlayarak karşılık vermiştir.
- We will have an instrument which will help us to keep a constant check on food safety in Europe.
- Avrupa'da gıda güvenliğini sürekli kontrol altında tutmamıza yardımcı olacak bir araca sahip olacağız.
- In spite of this, some 218 tonnes of food got through to Kabul last week to avert a crisis.
- Buna rağmen geçen hafta 218 ton gıda Kabil'e ulaşarak krizi önledi.
- Such foods include dried fruits, cereals, chicken, offal, egg white and gum arabic.
- Bu tür gıdalar arasında kuru meyveler, tahıllar, tavuk, sakatat, yumurta akı ve arap zamkı yer almaktadır.
- We all consider the food law a major step forward for the protection of human health.
- Hepimiz gıda yasasının insan sağlığının korunması için atılmış önemli bir adım olduğunu düşünüyoruz.
- They are being subjected daily to mistreatment and torture and are being denied adequate food and health care.
- Her gün kötü muamele ve işkenceye maruz kalıyorlar ve yeterli gıda ve sağlık hizmetlerinden mahrum bırakılıyorlar.
- One part of this is starting the work of the Food Authority.
- Bunun bir parçası da Gıda Kurumunun çalışmalarına başlamasıdır.
- Furthermore, consumers benefit from food safety and transparency, both of which are particularly important.
- Ayrıca, tüketiciler gıda güvenliği ve şeffaflıktan faydalanmaktadır ve her ikisi de özellikle önemlidir.
- That is why we put legislation in place to remove this specified risk material from the food chain.
- Bu nedenle, bu belirli risk materyalinin gıda zincirinden çıkarılması için mevzuat çıkardık.
- It will, therefore, also take this report as food for further thought.
- Dolayısıyla bu rapor, üzerinde daha fazla düşünülmesi için bir gıda olarak da kabul edilecektir.
- They will therefore be worse off if food prices on the world market increase.
- Dolayısıyla dünya pazarında gıda fiyatlarının artması halinde daha kötü durumda olacaklardır.
- I think that this is entirely in keeping with the White Paper on Food Safety.
- Bunun Gıda Güvenliğine ilişkin Beyaz Kitap ile tamamen uyumlu olduğunu düşünüyorum.
- I think the lines that you have set up regarding the Food Safety Authority are a recognition of reality.
- Gıda Güvenliği Otoritesi ile ilgili olarak belirlediğiniz sınırların gerçekliğin bir kabulü olduğunu düşünüyorum.
- Furthermore, about half of our fresh food contains residues.
- Dahası, taze gıdalarımızın yaklaşık yarısı kalıntı içermektedir.
- Public interest in food safety is immense, as we know.
- Bildiğimiz üzere gıda güvenliğine yönelik kamu ilgisi çok büyüktür.
- Our daily food intake is being taken over by pharmacists, chemists and genetic engineers.
- Günlük gıda alımımız eczacılar, kimyagerler ve genetik mühendisleri tarafından ele geçiriliyor.
- Manufacturers are the guarantors of high-quality food, in which consumers can have confidence.
- Üreticiler, tüketicilerin güven duyabileceği yüksek kaliteli gıdaların garantörüdür.
- In Africa, in particular, we have funded food aid at the regional level.
- Özellikle Afrika'da, bölgesel düzeyde gıda yardımlarını finanse ettik.
- They need food, education, health, employment and shelter.
- Gıda, eğitim, sağlık, istihdam ve barınmaya ihtiyaçları var.
- These funds will be managed by the World Food Aid Programme and non-governmental organisations.
- Bu fonlar Dünya Gıda Yardım Programı ve sivil toplum kuruluşları tarafından yönetilecektir.
- The Food Safety Authority's situation is quite different.
- Gıda Güvenliği Kurumu'nun durumu ise oldukça farklı.
- A number of people also mentioned the Food Safety Authority.
- Bazı kişiler Gıda Güvenliği Kurumu'ndan da bahsetti.
- In future, food producers and processors will have to document all steps in the production and processing chain.
- Gelecekte gıda üreticileri ve işleyicileri, üretim ve işleme zincirindeki tüm adımları belgelemek zorunda olacak.
- The World Food Summit in Rome did not give evidence of a similar pro-active approach.
- Roma'daki Dünya Gıda Zirvesi benzer bir pro-aktif yaklaşıma işaret etmemektedir.
- It also means that consumers pay far too much for food here.
- Bu aynı zamanda tüketicilerin burada gıdaya çok fazla para ödediği anlamına da gelmektedir.
- Restoring confidence in the food chain has been a slow, tedious and indeed expensive process.
- Gıda zincirinde güvenin yeniden tesis edilmesi yavaş, sıkıcı ve gerçekten de pahalı bir süreç olmuştur.
- Food and consumer protection have become vexatious topics.
- Gıda ve tüketicinin korunması can sıkıcı konular haline geldi.
- But this concept also plays a key role in food safety.
- Ancak bu kavram gıda güvenliğinde de kilit bir rol oynamaktadır.
- Lastly, the fourth principle is that of food safety.
- Son olarak dördüncü ilke gıda güvenliğidir.
- The call for all food businesses to be registered is also apt.
- Tüm gıda işletmelerinin kayıt altına alınması çağrısı da yerinde bir çağrıdır.
- In Africa in particular, we have funded food aid at regional level.
- Özellikle Afrika'da, bölgesel düzeyde gıda yardımını finanse ettik.
- Although most people live in rural areas, too little attention is given to food production.
- İnsanların çoğu kırsal alanlarda yaşamasına rağmen, gıda üretimine çok az önem verilmektedir.
- This report keeps to the standard formula and offers no positive suggestions to mitigate the global food problem.
- Bu rapor standart formüle bağlı kalmakta ve küresel gıda sorununu hafifletmek için hiçbir olumlu öneri sunmamaktadır.
- The need to keep food aid going was central to the discussion at this Afghan group meeting.
- Gıda yardımının devam ettirilmesi ihtiyacı bu Afgan grup toplantısındaki tartışmaların merkezinde yer almıştır.
- They recognise that it has given us security of food supply.
- Bize gıda arzı güvenliği sağladığını kabul ediyorlar.
- So this is more than just food aid.
- Yani bu sadece gıda yardımından daha fazlası.
- Rapid alert is there for food but not for feed.
- Hızlı alarm gıda için var ama yem için yok.
- Our refusal to break through our protectionism structurally undermines poor countries' own food supplies.
- Korumacılığımızı aşmayı reddetmemiz, yoksul ülkelerin kendi gıda kaynaklarını yapısal olarak zayıflatmaktadır.
- If we do not have hot water, how can food be prepared safely and hygienically on these premises?
- Eğer sıcak suyumuz yoksa, bu tesislerde gıda nasıl güvenli ve hijyenik bir şekilde hazırlanabilir?
- The issue of food safety is one of the many unifying factors in the Europe of the citizens we want.
- Gıda güvenliği konusu, istediğimiz vatandaşların Avrupa'sında birçok birleştirici faktörden biridir.
- In global competition the ability to produce safe food will play a huge role.
- Küresel rekabette güvenli gıda üretme becerisi büyük bir rol oynayacaktır.
- Now, our media have been full of new food scandals.
- Şimdi de medyamız yeni gıda skandallarıyla dolu.
- We have collectively made food safety one of the cornerstones of our mandate.
- Hep birlikte gıda güvenliğini görevimizin temel taşlarından biri haline getirdik.
- I am also very pleased that individual producer liability has been specified again in the food legislation.
- Gıda mevzuatında bireysel üretici sorumluluğunun yeniden belirlenmiş olmasından da büyük memnuniyet duyuyorum.
- For our group, the important factors are biodiversity, the environment, health and food safety.
- Grubumuz için önemli faktörler biyoçeşitlilik, çevre, sağlık ve gıda güvenliğidir.
- We must reiterate that when we eat animals, we are eating the food that they themselves consumed.
- Hayvanları yediğimizde, onların kendi tükettikleri gıdaları yediğimizi tekrarlamalıyız.
- I also particularly have in mind food imports from third countries.
- Üçüncü dünya ülkelerinden yapılan gıda ithalatını da özellikle dikkate alıyorum.
- Only in the last two sentences did he mention the role of the Food and Veterinary Office in Dublin.
- Sadece son iki cümlede Dublin'deki Gıda ve Veterinerlik Ofisi'nin rolünden bahsetti.
- If people are to have secure access to food, we cannot keep dumping agricultural products on their markets.
- İnsanların gıdaya güvenli bir şekilde erişebilmeleri için, tarım ürünlerini pazarlara sürmeye devam edemeyiz.
- It can protect food from contamination.
- Gıdaları kontaminasyondan koruyabilir.
- Their priority is to collect sufficient food to survive.
- Onların önceliği hayatta kalmak için yeterli gıda toplamaktır.
- At the moment farmers cannot completely guarantee that the food or raw materials they produce are GM free.
- Şu anda çiftçiler ürettikleri gıda veya hammaddelerin GDO'suz olduğunu tam olarak garanti edememektedir.
- This is also the basis upon which the effectiveness of the European Food Safety Authority depends.
- Bu aynı zamanda Avrupa Gıda Güvenliği Otoritesinin etkinliğinin de dayandığı temeldir.
- Optimum food safety standards and falling consumer protection standards cannot be reconciled.
- Optimum gıda güvenliği standartları ile düşen tüketici koruma standartları uzlaştırılamaz.
- They simply cannot compete with heavily subsidised food flooding into their markets and dumped on their markets.
- Ağır sübvansiyonlu gıdaların pazarlarına akın etmesi ve pazarlarına dökülmesiyle rekabet edemezler.
- This is not the first discussion about food and GMOs in which I happen to be heavily involved.
- Bu, gıda ve GDO'lar hakkında benim de yoğun bir şekilde dahil olduğum ilk tartışma değil.
- For some foods it is better than other techniques, for others it is not.
- Bazı gıdalar için diğer tekniklerden daha iyidir, diğerleri için değildir.
- We want to work to secure safe food.
- Güvenli gıda sağlamak için çalışmak istiyoruz.
- The practice of adding water to food in order to cheat the consumer is despicable.
- Tüketiciyi kandırmak amacıyla gıdaya su eklenmesi uygulaması alçakça bir uygulamadır.
- The only thing they know they can do is to grow more food.
- Yapabileceklerini bildikleri tek şey daha fazla gıda yetiştirmek.
- The two proposals take up some of the commitments given in the White Paper on Food Safety.
- Bu iki öneri, Gıda Güvenliğine ilişkin Beyaz Kitap'ta yer alan bazı taahhütleri yerine getirmektedir.
- We have to tell people the truth about what is in their food.
- İnsanlara gıdalarında ne olduğu konusunda gerçeği söylemek zorundayız.
- The EU must ensure that its agricultural subsidies and trade practices do not undermine local food production.
- AB, tarımsal sübvansiyonlarının ve ticari uygulamalarının yerel gıda üretimine zarar vermemesini sağlamalıdır.
- Mr Mulder also mentioned that giving food aid, as such, can be problematic.
- Bay Mulder ayrıca gıda yardımı yapmanın sorunlu olabileceğinden de bahsetti.
- Thirdly, maintaining the cultural diversity of food within the European Union.
- Üçüncüsü, Avrupa Birliği içerisinde kültürel gıda çeşitliliğinin korunması.
- This should not, of course, be done to the detriment of food safety.
- Bu elbette gıda güvenliğine zarar verecek şekilde yapılmamalıdır.
- The EU has a huge trade surplus in food and agricultural products.
- AB, gıda ve tarım ürünlerinde büyük bir ticaret fazlasına sahiptir.
- Food safety has been high on our parliamentary menu for the past three years.
- Gıda güvenliği son üç yıldır parlamento gündemimizin en üst sıralarında yer almaktadır.
- Very often private laboratories have information on food safety issues.
- Çoğu zaman özel laboratuvarlar gıda güvenliği konularında bilgi sahibidir.
- Our food programmes are directly related to structural reforms in agriculture as well as poverty alleviation.
- Gıda programlarımız, yoksulluğun azaltılmasının yanı sıra tarımdaki yapısal reformlarla da doğrudan ilgilidir.
- Public interest in food safety is immense, as we know.
- Bildiğimiz gibi gıda güvenliğine yönelik kamuoyu ilgisi çok büyük.
- Food safety constitutes a strategic dimension, on which the tragic events of 11 September throw a new light.
- Gıda güvenliği, 11 Eylül'de yaşanan trajik olayların yeni bir ışık tuttuğu stratejik bir boyut oluşturmaktadır.
- There are no longer any risks in terms of food.
- Artık gıda açısından herhangi bir risk söz konusu değil.
- Everybody knows that food and animal feed have to be safer.
- Gıda ve hayvan yemlerinin daha güvenli olması gerektiğini herkes biliyor.
- The key element of this White Paper is the setting up of the food authority, as we discussed today.
- Bu Beyaz Kitabın kilit unsuru, bugün tartıştığımız gibi gıda otoritesinin kurulmasıdır.
- Thirdly, we must introduce a system of perfect traceability of raw materials that end up in the food chain.
- Üçüncü olarak, gıda zincirine giren hammaddeler için mükemmel bir izlenebilirlik sistemi getirmeliyiz.
- Regrettable, because good food, safe food particularly benefits from clear legislation.
- Üzücü, çünkü iyi gıda, güvenli gıda özellikle açık mevzuattan yararlanır.
- Currently, fears about GM foods run high.
- Şu anda GDO'lu gıdalarla ilgili korkular artmaktadır.
- Last week we approved a package of emergency food aid amounting to EUR 9.5 million.
- Geçen hafta 9.5 milyon Avro tutarında bir acil gıda yardımı paketini onayladık.
- We know that the oil for food programme means that the Iraqi people are being kept on the verge of starvation.
- Gıda karşılığı petrol programının Irak halkının açlık sınırında tutulması anlamına geldiğini biliyoruz.
- Obviously, I would also like to increase consumer confidence in GM food.
- Açıkçası ben de tüketicilerin GDO'lu gıdalara olan güvenini artırmak istiyorum.
- Thousands of them are still dependent on food aid to survive.
- Binlercesi hayatta kalabilmek için hala gıda yardımına muhtaç durumda.
- Obviously I welcome the adoption of a European Parliament resolution on the FAO World Food Summit.
- FAO Dünya Gıda Zirvesi'ne ilişkin Avrupa Parlamentosu kararının kabul edilmesini memnuniyetle karşılıyorum.
- After all, throughout Europe, we have ready-made foods from these countries in our freezers.
- Ne de olsa, Avrupa'nın her yerinde, dondurucularımızda bu ülkelerden gelen hazır gıdalar var.
- In Zimbabwe, the stores were plundered as soon as the food arrived.
- Zimbabwe'de gıda gelir gelmez depolar yağmalandı.
- We need to minimise the grey area between these two product categories, food and medical products, as far as possible.
- Bu iki ürün kategorisi olan gıda ve tıbbi ürünler arasındaki gri alanı mümkün olduğunca en aza indirmemiz gerekmektedir.
- Public confidence in food safety has fallen tremendously in the past.
- Kamuoyunun gıda güvenliğine olan güveni geçmişte büyük ölçüde azalmıştır.
- It is also partly a question of what kind of agricultural and food policy we are to have.
- Bu aynı zamanda kısmen ne tür bir tarım ve gıda politikasına sahip olacağımızla ilgili bir sorundur.
- This will facilitate the establishment of the European Food Safety Authority early next year.
- Bu, önümüzdeki yılın başlarında Avrupa Gıda Güvenliği Otoritesinin kurulmasını kolaylaştıracaktır.
- Within the WTO, the Cairns group is opposed to an approach to agriculture that takes into account food safety.
- DTÖ içerisinde Cairns grubu, gıda güvenliğini dikkate alan bir tarım yaklaşımına karşı çıkmaktadır.
- However, safety remains the most important ingredient in our food.
- Bununla birlikte, güvenlik gıdalarımızdaki en önemli bileşen olmaya devam etmektedir.
- The question was which foods should be allowed to be irradiated in the European Union?
- Soru şuydu: Avrupa Birliği'nde hangi gıdaların ışınlanmasına izin verilmeliydi?
- One EU priority this term has been food safety.
- Bu dönem AB'nin önceliklerinden biri gıda güvenliği olmuştur.
- It must always be possible to guarantee food safety.
- Gıda güvenliğini garanti etmek her zaman mümkün olmalıdır.
- We must prevent animals suffering from BSE entering the food chain.
- BSE'den muzdarip hayvanların gıda zincirine girmesini engellemeliyiz.
- Both often have fatal consequences for the local food production.
- Her ikisi de yerel gıda üretimi için genellikle ölümcül sonuçlar doğurur.
- Secondly, what is the state of the infrastructure that is needed to distribute the food?
- İkinci olarak, gıda dağıtımı için gerekli olan altyapının durumu nedir?
- They recognise that it has given us security of food supply.
- Bunun bize gıda arzı güvenliği sağladığını kabul ediyorlar.
- These recent events confirmed for me that our new approach to food safety is going in the right direction.
- Bu son olaylar, gıda güvenliğine yönelik yeni yaklaşımımızın doğru yönde ilerlediğini benim için teyit etti.
- We consider bans on food made to look like tobacco to be a case of unnecessary regulation.
- Tütüne benzetilen gıdaların yasaklanmasının gereksiz bir düzenleme olduğunu düşünüyoruz.
- The EU Scientific Committee on Food says so, and it therefore is an element of consumer protection in itself.
- AB Gıda Bilimsel Komitesi bunu söylemektedir ve bu, işte bu nedenle başlı başına bir tüketici koruma unsurudur.
- In food legislation, there are environmental aspects and social aspects in abundance.
- Gıda mevzuatında çevresel boyutlar ve sosyal boyutlar bol miktarda bulunmaktadır.
- We worked together on the regulation concerning the European Food Safety Authority.
- Avrupa Gıda Güvenliği Otoritesine ilişkin yönetmelik üzerinde birlikte çalıştık.
- Any overlap with food law should be avoided in order to obviate legal uncertainty.
- Yasal belirsizliği ortadan kaldırmak için gıda hukuku ile herhangi bir çakışmadan kaçınılmalıdır.
- I should also like to raise the issue of the Food Safety Authority.
- Gıda Güvenliği Otoritesi konusunu da gündeme getirmek istiyorum.
- Such foods include dried fruits, cereals, chicken, offal, egg white and gum arabic.
- Bu gıdalar arasında kurutulmuş meyveler, tahıllar, tavuk, sakatat, yumurta akı ve arap zamkı yer almaktadır.
- The Heads of State and Government, however, are absent from the World Food Summit in Rome this week.
- Ancak Devlet ve Hükümet Başkanları bu hafta Roma'da düzenlenen Dünya Gıda Zirvesi'ne katılmıyor.
- Several of the recent major food-safety crises have originated from waste management.
- Son dönemde gıda güvenliğine ilişkin yaşanan büyük krizlerin birçoğu atık yönetiminden kaynaklanmıştır.
- However, the problem is not that there is insufficient food, but that it is not distributed effectively.
- Ancak sorun yetersiz gıda olması değil, gıdanın etkili bir şekilde dağıtılmamasıdır.
- These rules are now also incorporated in this international food aid agreement.
- Bu kurallar şimdi bu uluslararası gıda yardımı anlaşmasına da dahil edilmiştir.
- If you want government-controlled food, you are required to have a ZANU-PF membership card.
- Devlet kontrolünde gıda istiyorsanız, ZANU-PF üyelik kartına sahip olmanız gerekiyor.
- Here we are again, with farmers demonstrating because we are dealing with food issues.
- İşte yine gıda sorunlarıyla uğraştığımız için gösteri yapan çiftçilerle birlikteyiz.
- We have been trying for years to restore consumer confidence and the European Food Authority is one way of doing so.
- Yıllardır tüketici güvenini yeniden tesis etmeye çalışıyoruz ve Avrupa Gıda Otoritesi de bunu yapmanın bir yolu.
- The food conversion rate of farmed fish is low.
- Çiftlik balıklarının gıda dönüşüm oranı düşüktür.
- Animal feeds are, after all, food, and we need the positive list.
- Hayvan yemleri sonuçta gıdadır ve pozitif listeye ihtiyacımız var.
- Obviously I welcome the adoption of a European Parliament resolution on the FAO World Food Summit.
- FAO Dünya Gıda Zirvesi'ne ilişkin bir Avrupa Parlamentosu kararının kabul edilmesini memnuniyetle karşılıyorum.
- Such is the most significant statement in the White Paper on Food Safety.
- Gıda Güvenliğine ilişkin Beyaz Kitap'ta yer alan en önemli ifade budur.
- It is also partly a question of what kind of agricultural and food policy we are to have.
- Bu aynı zamanda kısmen ne tür bir tarım ve gıda politikasına sahip olacağımızla ilgili bir sorudur.
- The EU Scientific Committee on Food says so, and it therefore is an element of consumer protection in itself.
- AB Gıda Bilimsel Komitesi bunu söylemektedir ve bu nedenle başlı başına bir tüketici koruma unsurudur.
- It would be wrong to give in to attempts to demonise GM foods and feedstuffs.
- GDO'lu gıda ve yem maddelerini şeytanlaştırma girişimlerine boyun eğmek yanlış olacaktır.
- Mr Deva's report concerns the eradication of poverty and food security.
- Bay Deva'nın raporu yoksulluğun ortadan kaldırılması ve gıda güvenliği ile ilgilidir.
- That does not mean that we underestimate the importance of food legislation.
- Bu, gıda mevzuatının önemini küçümsediğimiz anlamına da gelmez.
- We have already seen what can happen in the case of food waste.
- Gıda atıkları söz konusu olduğunda neler olabileceğini daha önce görmüştük.
- Never will it dawn on him that he has eaten GM food.
- GDO'lu gıda yediği asla aklına gelmeyecek.
- We have looked at food and feed proposals.
- Gıda ve yem önerilerine baktık.
- I did vote for this document on hygiene rules for food of animal origin, but I did so unwillingly.
- Hayvansal gıdalar için hijyen kurallarına ilişkin bu belgeye oy verdim, ancak bunu istemeyerek yaptım.
- Military expenditure for rulers is at the expense of affordable food for the people.
- Yöneticiler için askeri harcamalar, halk için uygun fiyatlı gıda pahasına yapılmaktadır.
- However, other parts of the report criticise EU environmental and health and food safety requirements.
- Ancak raporun diğer bölümlerinde AB çevre, sağlık ve gıda güvenliği gereklilikleri eleştirilmektedir.
- And we are trying to ensure that food is comprehensively labelled.
- Ve gıdaların kapsamlı bir şekilde etiketlenmesini sağlamaya çalışıyoruz.
- Food aid will be a different matter.
- Gıda yardımı farklı bir konu olacaktır.
- Food safety must take absolute priority over feedingstuffs in all our discussions.
- Tüm tartışmalarımızda gıda güvenliği, yem maddelerine göre mutlak öncelik taşımalıdır.
- I do not refer simply to food aid.
- Sadece gıda yardımından bahsetmiyorum.
- The specific dossier we are debating today concerns official controls on food of animal origin.
- Bugün tartışmakta olduğumuz özel dosya, hayvansal gıdalar üzerindeki resmi kontrollerle ilgilidir.
- Very substantial quantities of food and feed had to be traced and destroyed.
- Çok önemli miktarlarda gıda ve yemin izinin sürülmesi ve imha edilmesi gerekiyordu.
- We mean that in the internal market, we will ensure that we can guarantee food safety everywhere.
- İç pazarda, her yerde gıda güvenliğini garanti altına alabileceğimizden emin olacağımızı kastediyoruz.
- Some six million Afghanis are considered to be totally dependent on food supplies from the outside.
- Yaklaşık altı milyon Afgan'ın tamamen dışarıdan gelen gıda kaynaklarına bağımlı olduğu düşünülmektedir.
- It is now for the Commission to present a proposal on the recycling of food waste by the end of 2004.
- Komisyon'un 2004 yılı sonuna kadar gıda atıklarının geri dönüşümüne ilişkin bir teklif sunması gerekmektedir.
- We are all agreed that contaminated and inferior material has no place in the food chain.
- Kirlenmiş ve kalitesiz maddelerin gıda zincirinde yeri olmadığı konusunda hepimiz hemfikiriz.
- The two proposals take up some of the commitments given in the White Paper on Food Safety.
- Bu iki teklif, Gıda Güvenliğine ilişkin Beyaz Kitap'ta yer alan bazı taahhütleri yerine getirmektedir.
- The real worry is not particularly with food-chain animals.
- Asıl endişe özellikle gıda zinciri hayvanları ile ilgili değildir.
- The assertion that there is not enough non-GM food available is not correct.
- Yeterli miktarda GDO'suz gıda bulunmadığı iddiası doğru değildir.
- My view is that in certain Member States hunting brings an important extra source of food to the dining table.
- Benim görüşüme göre bazı Üye Devletlerde avcılık, yemek masasına önemli bir ilave gıda kaynağı getirmektedir.
- There are credible reports of extensive politicisation of the Government of Zimbabwe's own food supplies.
- Zimbabve Hükümeti'nin kendi gıda kaynaklarının kapsamlı bir şekilde siyasileştirildiğine dair güvenilir raporlar var.
- Demand for GM food is not driven by consumers.
- GDO'lu gıdalara yönelik talep tüketiciler tarafından yönlendirilmemektedir.
- We need a body of food law, as you have said, and we need to agree this together.
- Sizin de söylediğiniz gibi bir grup gıda yasasına ihtiyacımız var ve bunu birlikte kabul etmeliyiz.
- I rather regret that the title only refers to food safety.
- Başlığın sadece gıda güvenliğine atıfta bulunmasını üzüntüyle karşılıyorum.
- Listening to today's debate on food safety, I fear that we have not come very far in recent years.
- Bugün gıda güvenliği konusunda yapılan tartışmaları dinlerken korkarım ki son yıllarda çok fazla yol kat edemedik.
- Consumers want natural foods and are against the use of any technology in the production of food.
- Tüketiciler doğal gıdalar istiyor ve gıda üretiminde herhangi bir teknolojinin kullanılmasına karşı.
- It is right to ensure that our food chain operators are always trained.
- Gıda zinciri operatörlerimizin her zaman eğitimli olmalarını sağlamak doğrudur.
- There is enough food in the world to feed everyone.
- Dünyada herkesi doyurmaya yetecek kadar gıda var.
- This is totally inconsistent since, if it is a question of an unauthorised GMO, it should not be present in our food.
- Bu tamamen tutarsızdır zira söz konusu olan izinsiz bir GDO ise, bu GDO'nun gıdalarımızda bulunmaması gerekir.
- The issue of genetically modified crops and food can be viewed from several different angles.
- Genetiği değiştirilmiş ürünler ve gıda konusuna birkaç farklı açıdan bakılabilir.
- As many as 43 countries in Africa are net importers of food.
- Afrika'da 43 kadar ülke net gıda ithalatçısı konumundadır.
- We all consider the food law a major step forward for the protection of human health.
- Hepimiz gıda yasasını insan sağlığının korunması için atılmış önemli bir adım olarak görüyoruz.
- The imports of food, of meat from other countries, have already been mentioned.
- Diğer ülkelerden gıda ve et ithalatından daha önce bahsedilmişti.
- We have Eurojust, Europol and authorities for food, rail and air safety and so on.
- Eurojust, Europol ve gıda, demiryolu ve hava güvenliği gibi konularda yetkililerimiz var.
- The concept of 'from stable to table' is an important basis for a high level of food safety.
- "Ahırdan sofraya" kavramı, yüksek düzeyde gıda güvenliği için önemli bir temeldir.
- However, we cannot apply the food law retroactively and go back as far as 1992.
- Ancak gıda yasasını geriye dönük olarak uygulayamayız ve 1992'ye kadar geri gidemeyiz.
- To say to consumers that we can guarantee food is GM-free would amount to deception.
- Tüketicilere gıdaların GDO'suz olduğunu garanti edebileceğimizi söylemek aldatma anlamına gelecektir.
- In addition to that, the food safety authority will have a board.
- Buna ek olarak, gıda güvenliği otoritesinin bir kurulu olacaktır.
- The CAP stands for autonomy of food supply, or, to use the American terminology, the food weapon.
- OTP, gıda arzının özerkliği ya da Amerikan terminolojisiyle ifade edecek olursak gıda silahı anlamına gelmektedir.
- Naming and shaming is an extremely effective way of improving food safety and quality.
- Adlandırma ve utandırma, gıda güvenliği ve kalitesini arttırmanın son derece etkili bir yoludur.
- Consumer confidence and food quality are, of course, also acute problems.
- Tüketici güveni ve gıda kalitesi de elbette ciddi sorunlardır.
- Currently they may normally be legally sold as foods and that position would not change.
- Şu anda normalde yasal olarak gıda olarak satılabilirler ve bu durum değişmeyecektir.
- In the end we shall reach a point where 99% of all food is labelled.
- Sonunda tüm gıdaların %99'unun etiketlendiği bir noktaya ulaşacağız.
- On the price of food as well as the quality and the variety available to our consumers?
- Gıda fiyatlarının yanı sıra tüketicilerimize sunulan kalite ve çeşitlilik üzerine?
- We must also look at food imports from outside the European Union.
- Avrupa Birliği dışından gıda ithalatını da gözden geçirmeliyiz.
- This proposal is one of the measures provided for in the Commission's White Paper on Food Safety.
- Bu öneri, Komisyon'un Gıda Güvenliğine ilişkin Beyaz Kitabında öngörülen tedbirlerden biridir.
- We are well aware that food contamination can affect a large number of people.
- Gıda kontaminasyonunun çok sayıda insanı etkileyebileceğinin farkındayız.
- Additionally, food safety has been accorded considerably more attention.
- Buna ek olarak, gıda güvenliğine çok daha fazla önem verilmektedir.
- We have Eurojust, Europol and authorities for food, rail and air safety and so on.
- Eurojust, Europol ve gıda, demiryolu ve hava güvenliği gibi konularda yetkili kurumlarımız var.
- We are importing food from these countries.
- Bu ülkelerden gıda ithal ediyoruz.
- Earlier this year, in the very shadow of this building, I toured the local food markets with a food safety expert.
- Bu yılın başlarında, bu binanın gölgesinde, bir gıda güvenliği uzmanıyla birlikte yerel gıda pazarlarını gezdim.
- Meanwhile, the politicisation of food aid in Zimbabwe is continuing, amongst other things.
- Bu arada Zimbabwe'deki gıda yardımının siyasileştirilmesi de devam ediyor.
- This does not contribute towards safer food or consumer confidence.
- Bu durum daha güvenli gıdaya ya da tüketici güvenine katkıda bulunmaz.
- This is particularly necessary given the growing worldwide trend towards producing food by artificial means.
- Yapay yollarla gıda üretmeye yönelik dünya çapında artan eğilim göz önüne alındığında bu özellikle gereklidir.
- Irradiation is just one method of food preservation.
- Işınlama gıda koruma yöntemlerinden sadece biridir.
- It must be clear to us as well, though, that new technologies can endanger food safety.
- Bununla birlikte, yeni teknolojilerin gıda güvenliğini tehlikeye atabileceği de bizim için açık olmalıdır.
- The European Food Safety Authority will obviously play a key role in this exercise.
- Avrupa Gıda Güvenliği Otoritesi'nin bu uygulamada kilit bir rol oynayacağı açıktır.
- Another problem I have relates to the reduction in loans for food and humanitarian aid by EUR 55 million.
- Bir başka sorunum da gıda ve insani yardım kredilerinin 55 milyon Avro azaltılmasıyla ilgilidir.
- It has already been mentioned here today that over half of the population is dependent on food aid.
- Nüfusun yarısından fazlasının gıda yardımına bağımlı olduğu bugün burada dile getirilmişti.
- It is now for the Commission to present a proposal on the recycling of food waste by the end of 2004.
- Şimdi Komisyon'un 2004 yılı sonuna kadar gıda atıklarının geri dönüşümüne ilişkin bir öneri sunması gerekiyor.
- It is asking for fraud, and so the next food scandal is already in the making.
- Hileye davetiye çıkarıyor ve böylece bir sonraki gıda skandalı şimdiden ortaya çıkmış oluyor.
- What sort of repercussions will it have, for example, on food safety?
- Örneğin gıda güvenliği üzerinde ne tür yansımaları olacaktır?
- During the Cold War, food aid was used as a political and commercial weapon.
- Soğuk Savaş sırasında gıda yardımı siyasi ve ticari bir silah olarak kullanılmıştır.
- Food safety measures and production methods are being thoroughly analysed these days.
- Gıda güvenliği önlemleri ve üretim yöntemleri bugünlerde derinlemesine analiz ediliyor.
- The revision of the directive on food may help to significantly change this situation.
- Gıdaya ilişkin direktifin gözden geçirilmesi bu durumun önemli ölçüde değişmesine yardımcı olabilir.
- We have kept food safety requirements apart from other consumer interests.
- Gıda güvenliği gerekliliklerini diğer tüketici menfaatlerinden ayrı tuttuk.
- In that context, the responsibilities of feed and food operators are clearly established.
- Bu bağlamda, yem ve gıda operatörlerinin sorumlulukları açıkça belirlenmiştir.
- It must be clear to us as well, though, that new technologies can endanger food safety.
- Yeni teknolojilerin gıda güvenliğini tehlikeye atabileceği bizim için de açık olmalıdır.
- Traceability in such cases would in practice require the origin of all raw materials used in food to be monitored.
- Bu tür durumlarda izlenebilirlik, pratikte gıdada kullanılan tüm hammaddelerin menşeinin izlenmesini gerektirecektir.
- I also particularly have in mind food imports from third countries.
- Özellikle üçüncü dünya ülkelerinden yapılan gıda ithalatını da göz önünde bulunduruyorum.
- The Commission considers that these requirements are fully provided for by the proposed GM food and feed regulation.
- Komisyon, bu gerekliliklerin önerilen GD gıda ve yem yönetmeliği tarafından tam olarak karşılandığını düşünmektedir.
- We need to guarantee the safety of our food chain from farm to table.
- Tarladan sofraya gıda zincirimizin güvenliğini garanti altına almamız gerekiyor.
- Food safety will, without a doubt, be high on the agenda in the coming years.
- Gıda güvenliği şüphesiz önümüzdeki yıllarda da gündemin üst sıralarında yer alacaktır.
- Scientists are now telling us that they can detect food containing 0.01% of GMOs.
- Bilim adamları artık %0,01 oranında GDO içeren gıdaları tespit edebildiklerini söylüyorlar.
- It seems that fresh food and safe food do not always go hand in hand.
- Görünen o ki taze gıda ve güvenli gıda her zaman el ele gitmiyor.
- A major disadvantage of using this method is that traces of these toxic substances can be found in food.
- Bu yöntemin kullanılmasının en büyük dezavantajı, bu zehirli maddelerin izlerinin gıdalarda bulunabilmesidir.
- In future, food producers and processors will have to document all steps in the production and processing chain.
- Gelecekte gıda üreticileri ve işleyicileri, üretim ve işleme zincirindeki tüm adımları belgelemek zorunda kalacaktır.
- Cyclobutadiene is a substance that is always detectable when food is irradiated.
- Siklobütadien, gıda ışınlandığında her zaman tespit edilebilen bir maddedir.
- It also means that consumers pay far too much for food here.
- Bu aynı zamanda tüketicilerin burada gıdaya çok fazla para ödediği anlamına da geliyor.
- We insist upon food safety and quality.
- Gıda güvenliği ve kalitesi konusunda ısrarcıyız.
- Mr Mulder referred to the Food and Veterinary Office.
- Bay Mulder Gıda ve Veterinerlik Ofisi'ne atıfta bulundu.
- Nevertheless, humanitarian aid must continue through the World Food Programme and ECHO.
- Bununla birlikte, Dünya Gıda Programı ve ECHO aracılığıyla insani yardımlar devam etmelidir.
- The highest standards in food production should apply in the European Union.
- Avrupa Birliği'nde gıda üretiminde en yüksek standartlar uygulanmalıdır.
- Still on HACCP, this system is the full responsibility of the food business operators.
- Hala HACCP konusunda, bu sistem gıda işletmecilerinin tam sorumluluğundadır.
- For instance, World Food Programme assistance is provided through the Russian organisation.
- Örneğin, Dünya Gıda Programı yardımı Rus kuruluşu aracılığıyla sağlanmaktadır.
- Quality and food safety must occupy centre stage in that connection.
- Bu bağlamda kalite ve gıda güvenliği ön plana çıkmalıdır.
- Its resources provide us with food, energy and homes and create opportunities.
- Kaynakları bize gıda, enerji ve ev sağlıyor ve fırsatlar yaratıyor.
- This report focuses principally on public health and food safety.
- Bu rapor esas olarak halk sağlığı ve gıda güvenliğine odaklanmaktadır.
- Of course, we are talking about the food scandals that have affected us, most recently an acrylamide alert in Sweden.
- Elbette bizi etkileyen gıda skandallarından en son İsveç'teki akrilamid alarmından bahsediyoruz.
- Security of supply', as mentioned in the Morillon report, must apply to food as well as to armaments.
- Morillon raporunda da belirtildiği üzere 'arz güvenliği' silahlar için olduğu kadar gıda için de geçerli olmalıdır.
- They also know that more than 90% of consumers reject genetically manipulated food.
- Ayrıca tüketicilerin %90'ından fazlasının genetiğiyle oynanmış gıdaları reddettiğini de biliyorlar.
- We need to be careful as to how we deal with comments concerning food.
- Gıda ile ilgili yorumları nasıl ele aldığımız konusunda dikkatli olmamız gerekiyor.
- The Food and Veterinary Office in Dublin has been in existence for a number of years.
- Dublin'deki Gıda ve Veterinerlik Ofisi birkaç yıldır varlığını sürdürmektedir.
- We want to work to secure safe food.
- Güvenli gıdayı güvence altına almak için çalışmak istiyoruz.
- This report keeps to the standard formula and offers no positive suggestions to mitigate the global food problem.
- Bu rapor standart formüle sadık kalmakta ve küresel gıda sorununu hafifletmek için hiçbir olumlu öneri sunmamaktadır.
- Such an overall solution requires more than the proposed food authority.
- Böyle bir genel çözüm, önerilen gıda yetkisinden daha fazlasını gerektirir.
- Women are not even allowed to take part in the distribution of bread under the UN world food programme.
- BM dünya gıda programı kapsamında ekmek dağıtımında kadınların yer almasına bile izin verilmiyor.
- I urge that care be taken to maintain guarantees of food safety.
- Gıda güvenliğinin teminat altına alınmasına özen gösterilmesi çağrısında bulunuyorum.
- In terms of food aid, we are currently a relatively minor donor.
- Gıda yardımı açısından şu anda nispeten küçük bir donör konumundayız.
- Food and feedingstuffs must be safe, irrespective of their origin.
- Gıda ve beslenme maddeleri, menşeine bakılmaksızın güvenli olmalıdır.
- These reports are about allowing people the choice whether or not to eat GM food.
- Bu raporlar, insanlara GDO'lu gıda tüketip tüketmeme konusunda seçim hakkı tanımakla ilgilidir.
- In fact our food is safe, safer than in many other places in the world.
- Aslında gıdalarımız güvenlidir, dünyadaki diğer birçok yerden daha güvenlidir.
- The methods of control will be strengthened along the entire food chain.
- Kontrol yöntemleri tüm gıda zinciri boyunca güçlendirilecektir.
- I believe food aid is distributed far too easily by the Americans, among others.
- Gıda yardımının diğerlerinin yanı sıra Amerikalılar tarafından çok kolay dağıtıldığına inanıyorum.
- The third line is EC food aid and food security.
- Üçüncü satır AT gıda yardımı ve gıda güvenliğidir.
- Today, they grow enough food for their huge populations and have surplus for exports.
- Bugün, devasa nüfuslarına yetecek kadar gıda yetiştiriyorlar ve ihracat için fazlalıkları var.
- Community food law is especially notable for its significant deficiencies as regards coherence and legal certainty.
- Topluluk gıda hukuku özellikle tutarlılık ve yasal kesinlik açısından önemli eksiklikleriyle dikkat çekmektedir.
- I would stress that not all foods can or will be irradiated.
- Tüm gıdaların ışınlanamayacağını veya ışınlanmayacağını vurgulamak isterim.
- The next item is a statement by the Commission on the World Food Summit (FAO).
- Bir sonraki madde Komisyon'un Dünya Gıda Zirvesi (FAO) ile ilgili açıklamasıdır.
- What do we actually mean by food safety?
- Gıda güvenliği derken aslında neyi kastediyoruz?
- This applies to the serious risks affecting food safety.
- Bu, gıda güvenliğini etkileyen ciddi riskler için geçerlidir.
- The Commission also financially assists a national food and mouth disease control and eradication programme.
- Komisyon ayrıca ulusal gıda ve ağız hastalıkları kontrol ve eradikasyon programına da mali destek sağlamaktadır.
- The traceability of foods from the field to the supermarket shelf is a must.
- Gıdaların tarladan süpermarket rafına kadar izlenebilirliği bir zorunluluktur.
- That is why we put legislation in place to remove this specified risk material from the food chain.
- İşte bu nedenle, bu belirli risk materyalini gıda zincirinden çıkarmak için bir mevzuat yürürlüğe koyduk.
- It is as necessary for food producers as for the general public.
- Bu, halk için olduğu kadar gıda üreticileri için de gereklidir.
- What it cannot do is to reverse contamination or putrefaction in food.
- Yapamadığı şey, gıdalardaki kontaminasyonu ya da çürümeyi tersine çevirmektir.
- Parliament will be adopting positions on some eighty food safety directives.
- Parlamento, seksen kadar gıda güvenliği direktifine ilişkin tutumunu belirleyecek.
- We in Ireland breed horses primarily for sporting purposes and meat does not end up at the end of the food chain.
- Biz İrlanda'da atları öncelikle sportif amaçlarla yetiştiriyoruz ve et gıda zincirinin sonuna kadar gitmiyor.
- FMD-vaccinated animals are not infectious when they get into the food chain.
- Şap aşısı yapılmış hayvanlar gıda zincirine girdiklerinde bulaşıcı değildir.
- Mr Lund suggested that the colouring agents are added to unprocessed food.
- Bay Lund, renklendirici maddelerin işlenmemiş gıdalara eklendiğini öne sürmüştür.
- My next question concerns the Food Safety Authority.
- Bir sonraki sorum Gıda Güvenliği Otoritesi ile ilgilidir.
- The main issue, however, concerns these countries' self-sufficiency in food.
- Ancak asıl mesele, bu ülkelerin gıda konusunda kendi kendilerine yetebilmeleriyle ilgilidir.
- The profit motive is very much behind the present food safety crises.
- Mevcut gıda güvenliği krizlerinin ardında büyük ölçüde kâr güdüsü yatmaktadır.
- Furthermore, it reinforces the dependency of farmers and of Member States' food policies on the multinationals.
- Ayrıca, çiftçilerin ve Üye Devletlerin gıda politikalarının çok uluslu şirketlere bağımlılığını pekiştirmektedir.
- The entire food chain is at the heart of this problem.
- Tüm gıda zinciri bu sorunun merkezinde yer almaktadır.
- Agricultural and food trade between the EU and Turkey followed the same lines.
- AB ve Türkiye arasındaki tarım ve gıda ticareti aynı çizgiyi izlemiştir.
- We do not do this for food either.
- Bunu gıda için de yapmıyoruz.
- To produce this food, we need farmers, we need agriculture and we need agro-food production.
- Bu gıdayı üretmek için çiftçilere, tarıma ve tarımsal gıda üretimine ihtiyacımız var.
- You were just talking about the budget arrangements which are the basis for your endeavours in the field of food aid.
- Gıda yardımı alanındaki çabalarınızın temelini oluşturan bütçe düzenlemelerinden bahsediyordunuz.
- We have to tell people the truth about what is in their food.
- İnsanlara gıdalarında ne olduğu konusunda gerçeği söylemeliyiz.
- We must not confuse food risk assessment with questions of product quality.
- Gıda risk değerlendirmesini ürün kalitesiyle ilgili sorularla karıştırmamalıyız.
- Consumers in the European Union must know of the existence of the food authority.
- Avrupa Birliği'ndeki tüketiciler gıda otoritesinin varlığından haberdar olmalıdır.
- In that context, the responsibilities of feed and food operators are clearly established.
- Bu bağlamda, yem ve gıda işletmecilerinin sorumlulukları açıkça belirlenmiştir.
- The grain food group contains both whole and refined grains.
- Tahıllı gıda grubu hem tam hem de rafine tahılları içerir.
- Our company is engaged in manufacturing and marketing of stainless steel tanks, food machinery and equipment.
- Firmamız paslanmaz çelik tanklar, gıda makine ve ekipmanlarının imalat ve pazarlamasını yapmaktadır.
- Some foods contain substances that actually break down vitamins that the diet might have.
- Bazı gıdalar aslında diyetin sahip olabileceği vitaminleri parçalayan maddeler içerir.
- Food deprivation unleashes a whole chain of effects in the body.
- Gıda yoksunluğu vücutta bir dizi bütüncül etkiyi ortaya çıkarır.
- Pollinators are significant contributors to world food production and nutritional security.
- Tozlayıcılar dünya gıda üretimine ve beslenme güvenliğine önemli katkılarda bulunmaktadır.
- In the gut, the beneficial bacteria help break down and digest food.
- Bağırsaklardaki faydalı bakteriler gıdaların parçalanmasına ve sindirilmesine yardımcı olur.
- Food deprivation unleashes a whole chain of effects in the body.
- Gıda yoksunluğu vücutta bir dizi etkiyi bütünüyle açığa çıkarır.
- The grain food group contains both whole and refined grains.
- Tahıl gıda grubu hem tam hem de rafine edilmiş tahılları içerir.
- Food deprivation unleashes a whole chain of effects in the body.
- Gıda yoksunluğu vücutta bütünüyle bir dizi etkiye yol açıyor.
- Our company is engaged in manufacturing and marketing of stainless steel tanks, food machinery and equipment.
- Firmamız paslanmaz çelik tanklar, gıda makine ve ekipmanlarının imalat ve pazarlamasını yürütmektedir.
- Balance your blood sugar with whole foods and a low glycemic diet.
- Kan şekerinizi tam gıdalar ve düşük glisemik diyetle dengeleyin.
- During the war, there was a thriving black market for food.
- Savaş sırasında gıda için gelişen bir karaborsa vardı.
- The Pancreas produces enzymes and hormones to help break down foods.
- Pankreas, gıdaların parçalanmasına yardımcı olmak için enzimler ve hormonlar üretir.
- Balance your blood sugar with whole foods and a low glycemic diet.
- Kan şekerinizi tüm gıdalar ve düşük glisemik diyetle dengeleyin.
- Sarge, this guy is eating organic food, he's using green ammo and he's targeting gas guzzlers.
- Çavuş, bu adam organik gıda yiyor, yeşil cephane kullanıyor ve benzinli araçları hedef alıyor.
- The colon contains many bacteria that break down the food, releasing gases as they do so.
- Kolon, gıdayı parçalayan ve bunu yaparken gaz salan birçok bakteri içerir.
- Everyone knows that fruits are healthy, and real, whole food.
- Herkes meyvelerin sağlıklı ve hakiki, işlem görmemiş gıda olduğunu bilir.
- India is now short of food.
- Hindistan'da şimdi gıda sıkıntısı var.
- What are some foods you shouldn't eat if you are pregnant?
- Hamile iseniz, yememeniz gereken bazı gıdalar nelerdir?
- Peanut allergy is the most common of food allergies.
- Fıstık alerjisi, gıda alerjileri arasında en yaygın olanıdır.
- The prices of certain foods vary from week to week.
- Bazı gıdaların fiyatları haftadan haftaya değişmektedir.
- Is benzoic acid safe as a food preservative?
- Benzoik asit gıda koruyucusu olarak güvenli mi?
- Unfortunately, the food supplies gave out before the end of winter.
- Ne yazık ki, gıda malzemeleri, kış sonundan önce bitti.
- We ran short of food.
- Gıda malzememiz tükendi.
- Are you allergic to any foods?
- Gıda alerjin var mı?
- Food prices are at their highest level since the United Nations Food and Agriculture Organization began keeping records in 1990.
- Gıda fiyatları, Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü'nün kayıt tutmaya başladığı 1990 yılından bu yana en yüksek seviyesinde.
- Tom doesn't like greasy food such as spareribs.
- Tom kaburga gibi yağlı gıdaları sevmez.
- Tom has some food allergies, so he has to be careful about what he eats.
- Tom bazı gıda alerjileri var, bu nedenle o ne yediği konusunda dikkatli olmak zorunda.
- Sodium benzoate is a very common food preservative.
- Sodyum benzoat çok yaygın bir gıda koruyucusudur.
- Organic food is usually more expensive.
- Organik gıda genellikle daha pahalıdır.
- Tom spends 30% of his income on food.
- Tom gelirinin %30'unu gıdaya harcıyor.
- I think we have enough food to feed everyone.
- Sanırım herkesi doyuracak kadar gıdamız var.
- Don't waste food!
- Gıdayı israf etme!
- Tom works for a food bank.
- Tom bir gıda bankasında çalışıyor.
- My grandmother can only eat soft food.
- Büyükannem sadece yumuşak gıdaları yiyebilir.
- The folic acid used in fortified foods poses greater health risks than naturally occurring folates.
- Zenginleştirilmiş gıdalarda kullanılan folik asit, doğal olarak oluşan folatlardan daha büyük sağlık riskleri oluşturmaktadır.
- The price of food has gone up.
- Gıda fiyatı arttı.
- Pre-cooked food manufacturers give the consumer the impression that they themselves prepare the food.
- Pişirilmiş gıda üreticileri tüketiciye yemeği kendileri hazırlıyor izlenimini vermektedir.
- Studies show that once the basic needs of shelter and food are met, additional wealth adds very little to happiness.
- Araştırmalar, temel barınma ve gıda ihtiyaçları karşılanır karşılanmaz, ilave zenginliğin mutluluğa çok az şey kattığını gösteriyor.
- Foods rich in vitamin E include dark-green, leafy vegetables, beans, nuts and whole-grain cereals.
- E vitamini açısından zengin gıdalar arasında, koyu yeşil, yapraklı sebzeler, fasulye, fındık ve tam taneli tahıllar bulunur.
- We talked about food prices.
- Gıda fiyatları hakkında konuştuk.
- I saw children begging for food along the side of the road.
- Ben yol kenarı boyunca gıda için dilenen çocuklar gördüm.
- He has a large store of food.
- Onun büyük bir gıda stoku var.
- Scorn is the food of fools.
- Küçümseme aptalların gıdasıdır.
- There are abundant food supplies.
- Bol miktarda gıda kaynağı bulunmaktadır.
- That's enough food for a week.
- Bu da bir hafta yetecek kadar gıda demek.
- It's a waste of food.
- Bu bir gıda israfı.
- Mary runs a food bank in London.
- Mary Londra'da bir gıda bankası işletiyor.
- We cannot exist without food.
- Biz gıda olmadan yaşayamayız.
- We talked about food prices.
- Biz gıda fiyatları hakkında konuştuk.
- Scientists will come up with new methods of increasing the world's food supply.
- Bilim adamları dünyanın gıda teminini arttırmak için yeni yöntemler bulacaklar.
- If you are a member of a primitive community and you wish to produce, say, food, there are two things that you must do.
- Eğer ilkel bir topluluğun üyesiyseniz ve örneğin gıda üretmek istiyorsanız, yapmanız gereken iki şey vardır.
- Food and cookware are stored in kitchen cabinets.
- Gıda ve tencere seti mutfak dolaplarında saklanır.
- Every two seconds somewhere on Earth a child dies of starvation, while elsewhere there are abundant food resources going to waste.
- Dünyanın herhangi bir yerinde her iki saniyede bir çocuk açlıktan ölürken, başka yerlerde bol miktarda gıda kaynağı boşa gidiyor.
- The cake was made in a 3D food printer.
- Pasta 3D gıda yazıcısında yapıldı.
- She spends a major part of her income on food.
- O, gelirinin önemli bir bölümünü gıdaya harcıyor.
- Air, like food, is a basic human need.
- Hava, tıpkı gıda gibi, insanın temel bir ihtiyacıdır.
- Activist groups for the environment and food safety question the product’s safety.
- Aktivist gruplar çevre ve gıda güvenliği için ürünün güvenliğini sorguluyor.
- Food and utensils are stored in kitchen cabinets.
- Gıda ve mutfak eşyaları mutfak dolaplarında saklanır.
- Food prices have been going up.
- Gıda fiyatları artıyor.
- Is benzoic acid safe as a food preservative?
- Benzoik asit, gıda koruyucusu olarak güvenli midir?
- Mary works at a health food store.
- Mary bir sağlıklı gıda mağazasında çalışıyor.
- Is food cheap in Australia?
- Avustralya'da gıda fiyatları düşük mü?
- We are in need of some food.
- Biraz gıdaya ihtiyacımız var.
- Is eating organic food worth the money?
- Organik gıda yemek paraya değer mi?
- There is an urgent need for food and water.
- Acil gıda ve suya ihtiyaç vardır.
- Tom runs a food bank in Boston.
- Tom Boston'da bir gıda bankası işletiyor.
- Tom has some food allergies, so he has to be careful about what he eats.
- Tom'un bazı gıda alerjileri var, bu yüzden ne yediğine dikkat etmesi gerekiyor.
- Is eating organic food worth what it costs?
- Organik gıda yemek maliyetine değer mi?
- This grocery store only sells organic food.
- Bu bakkal sadece organik gıda satıyor.
- A growing child requires more food.
- Büyüyen bir çocuk daha fazla gıdaya ihtiyaç duyar.
- Food, clothing and shelter are the foundations of survival.
- Gıda, giyim ve barınak hayatta kalmanın temelleridir.
- There are three health food stores within walking distance of my house.
- Evimin yürüme mesafesinde üç sağlık gıda mağazası var.
- Scientists will come up with new methods of increasing the world's food supply.
- Bilim insanları dünyanın gıda arzını artırmak için yeni yöntemler bulacaklar.
- Tom wasn't able to buy enough food for everyone.
- Tom herkese yetecek kadar gıda alamadı.
- Food is essential to life.
- Gıda yaşam için elzemdir.
- Do you have any food allergies?
- Herhangi bir gıda alerjiniz var mı?
- The Red Cross constantly supplies food to the disaster areas.
- Kızıl Haç afet bölgelerine sürekli olarak gıda sağlar.
- There was more than enough food.
- Gereğinden fazla gıda vardı.
- Food prices will come down soon, won't they?
- Gıda fiyatları yakında düşecek, değil mi?
- The food supplies will not hold out till then.
- Gıda malzemeleri o zamana kadar dayanmaz.
- I don't think this food is fit to eat.
- Bu gıdanın yemek için uygun olduğunu düşünmüyorum.
- How are we going to get enough food for everyone?
- Herkese yetecek gıdayı nasıl bulacağız?
- Tom went food shopping.
- Tom gıda alışverişine gitti.
- The doctor told me to avoid certain foods.
- Doktor belli gıdalardan kaçınmamı söyledi.
- Bread and milk are good foods.
- Ekmek ve süt iyi gıdalardır.
- Red meats are proteic foods.
- Kırmızı etler proteinli gıdalardır.
- These foods are associated with ethnic groups.
- Bu gıdalar etnik gruplarla ilişkilidir.
- In ethnic Iranian foods, you can see many products which are made of milk.
- Etnik İran gıdalarında, sütten yapılan birçok ürün görebilirsiniz.
- Food is not love.
- Gıda, sevgi değildir.
- How much food do you need?
- Ne kadar gıdaya ihtiyacın var?
- Don't eat hard foods.
- Sert gıdalar yemeyin.
- Tom works for a food bank.
- Tom bir gıda bankası için çalışıyor.
- Food prices have surged.
- Gıda fiyatları arttı.
- Provide water to the thirsty and food to the hungry.
- Susuzlara su, açlara gıda sağla.
- The refrigerator prevents food from going bad.
- Buzdolabı gıdanın bozulmasını engeller.
- Activist groups for the environment and food safety question the product’s safety.
- Çevre ve gıda güvenliği için çalışan aktivist gruplar ürünün güvenliğini sorguluyor.
- This food smells rotten.
- Bu gıda çürük kokuyor.
- Food prices have been going up.
- Gıda fiyatları yükselişte.
- Foods rich in vitamin E include dark-green, leafy vegetables, beans, nuts and whole-grain cereals.
- E vitamini bakımından zengin gıdalar, koyu yeşil, yapraklı sebzeler, fasulye, sert kabuklu yemişler ve tam taneli hububatları içermektedir.
- Overseas food exports are one of the mainstays of agribusiness.
- Denizaşırı gıda ihracatı, tarım ticaretinin temel dayanaklarından biridir.
- I think food is expensive in Japan.
- Sanıyorum Japonya'da gıda pahalıdır.
- Do you have a food allergy?
- Gıda alerjiniz var mı?
- I like exotic foods.
- Egzotik gıdaları severim.
- Mary works at a health food store.
- Mary bir sağlıklı gıda dükkanında çalışıyor.
- We don't have enough food to feed everybody.
- Herkese yetecek kadar gıdamız yok.
- Food is the largest source of garbage in landfills.
- Gıda, çöplüklerdeki en büyük çöp kaynağıdır.
- A blender lets you mix different foods together.
- Bir blender birlikte farklı gıdaların karışımı sağlar.
- I needed food.
- Bana gıda lazımdı.
- Natural food will do you good.
- Doğal gıda sana iyi gelecektir.
- How much do you spend on food every month?
- Her ay gıdaya ne kadar para harcarsın?
Show More (450)
|