1 |
harsh |
sert |
adj. |
|
- Harsh words, but I stand by them.
- Sert sözler, ama arkasındayım.
- You were, of course, a little harsh about the level of the payments.
- Elbette ödemelerin seviyesi konusunda biraz sert davrandınız.
- Even if it sounds harsh, technical improvements are necessary.
- Kulağa sert gelse de teknik iyileştirmeler gereklidir.
- Never before was a prospective Member State exposed under such a harsh light to the critical eyes of one and all.
- Müstakbel bir Üye Devlet daha önce hiç bu kadar sert bir ışık altında herkesin eleştirel gözlerine maruz kalmamıştı.
- I am sorry to be so harsh but this behaviour is truly unacceptable.
- Bu kadar sert olduğum için üzgünüm ama bu davranış gerçekten kabul edilemez.
- In these countries, there have often been harsh clashes between these peoples.
- Bu ülkelerde, bu halklar arasında sık sık sert çatışmalar yaşanmıştır.
- The local court judges are sometimes influenced by fundamentalist teaching and hand down harsh sentences.
- Yerel mahkeme hakimleri bazen köktendinci öğretiden etkilenerek sert cezalar verebilmektedir.
- The Commission has been deeply concerned by the possible application of harsh penalties in Nigeria.
- Komisyon, Nijerya'da sert cezaların uygulanması ihtimalinden derin endişe duymaktadır.
- A harsh winter has exposed a new type of safety risk in sea transportation.
- Sert geçen kış, deniz taşımacılığında yeni bir tür güvenlik riskini ortaya çıkarmıştır.
- The world has become a harsher place for dictators.
- Dünya diktatörler için daha sert bir yer haline geldi.
- Only the people cut off from the harsh reality of the grass roots could have any doubt about that.
- Sadece tabandaki sert gerçeklikten kopuk insanlar bu konuda herhangi bir şüpheye sahip olabilir.
- However, over the next few months a few more harsh words and a lot of hard talk will take place.
- Bununla birlikte, önümüzdeki birkaç ay içinde birkaç sert söz ve çok sayıda sert konuşma daha gerçekleşecek.
- Harsh methods and yelling will cause this breed to shut down.
- Sert yöntemler ve bağırma, bu türün içine kapanmasına neden olur.
- Harsh methods and yelling will cause this breed to shut down.
- Sert yöntemler ve bağırmak bu cinsin içine kapanmasına neden olur.
- Harsh methods and yelling will cause this breed to shut down.
- Sert yöntemler kullanmak ve bağırmak bu türün içe kapanmasına sebep olacaktır.
- Don't you think that's a little harsh?
- Sence de bu biraz sert değil mi?
- You don't have to be so harsh.
- Bu kadar sert olmana gerek yok.
- You don't have to be so harsh.
- Bu kadar sert olmak zorunda değilsin.
- He is a harsh critic.
- O sert bir eleştirmen.
- I hope my last mail didn't sound too harsh.
- Umarım son mesajım çok sert kaçmamıştır.
- We must adapt to today's harsh realities.
- Günümüzün sert gerçeklerine uyum sağlamalıyız.
- We had an especially harsh winter.
- Biz özellikle sert bir kış geçirdik.
- The world is harsh.
- Dünya serttir.
- Tom answered with a harsh laugh.
- Tom sert bir kahkaha ile cevap verdi.
- Tom was harsh.
- Tom sertti.
- The prouder the individual, the harsher the punishment.
- Birey ne kadar gururlu olursa, ceza o kadar sert olur.
- It's harsh, but fair.
- Sert ama adil.
- We had an especially harsh winter.
- Özellikle sert bir kış geçirdik.
- Perhaps I was too harsh on Tom.
- Belki de Tom'a çok sert davrandım.
- The coming winter will be harsh.
- Önümüzdeki kış sert geçecek.
- Don't use harsh language.
- Sert bir dil kullanma.
- That was very harsh.
- Bu çok sertti.
- She grew up in the harsh environment of New York City.
- New York'un sert ortamında büyüdü.
- If the climate is harsh and severe, the people are also harsh and severe.
- Eğer iklim sert ve şiddetli ise, insanlar da sert ve şiddetlidir.
- The coming winter will be harsh.
- Önümüzdeki kış sert olacaktır.
- Isn't that a little harsh?
- Bu biraz sert değil mi?
- In this harsh, petty world where money does the talking, his way of life is like a breath of fresh air.
- Paranın konuştuğu bu sert, küçük dünyada, onun hayat tarzı derin bir nefes temiz hava gibi.
- Don't you think that's a little harsh?
- Onun biraz sert olduğunu düşünmüyor musun?
- Tom is harsh.
- Tom serttir.
- In the 1880's, this was a harsh frontier town.
- 1880'lerde burası sert bir sınır kasabasıydı.
- Traffic noise is very harsh to the ear.
- Trafik gürültüsü kulağa çok sert gelir.
- This country has a harsh climate.
- Bu ülkenin sert bir iklimi var.
- Sorry for the harsh words.
- Sert sözlerim için özür dilerim.
- I hope my last mail didn't sound too harsh.
- Umarım son mektubum kulağa çok sert gelmemiştir.
- The prouder the individual, the harsher the punishment.
- Birey ne kadar gururluysa, cezası da o kadar sert olur.
- Sorry for the harsh words.
- Sert kelimeler için özür dilerim.
- She grew up in the harsh environment of New York City.
- New York şehrinin sert ortamında büyüdü.
- You're harsh.
- Sen sertsin.
- We must adapt to today's harsh realities.
- Bugünün sert gerçeklerine adapte olmalıyız.
- Tom answered with a harsh laugh.
- Tom sert bir kahkahayla cevap verdi.
- The sea is a harsh mistress.
- Deniz sert bir metrestir.
- She's a harsh critic.
- O sert bir eleştirmen.
- Teenagers must adapt to today's harsh realities.
- Gençler günümüzün sert gerçeklerine uyum sağlamalıdır.
- Perhaps I was too harsh on Tom.
- Belki Tom'a karşı çok serttim.
- I think Tom is harsh.
- Bence Tom sert biri.
Show More (53)
|
2 |
harsh |
ağır |
adj. |
|
- The conditions of competition are particular harsh in the pig production sector.
- Domuz üretimi sektöründe rekabet koşulları özellikle ağırdır.
- The Council knows that conditions in Egyptian prisons can be harsh.
- Konsey Mısır hapishanelerindeki koşulların ne kadar ağır olduğunu bilmektedir.
- The Council knows that conditions in Egyptian prisons can be harsh.
- Konsey, Mısır hapishanelerindeki koşulların çok ağır olabileceğini bilmektedir.
- Even so, these men risk harsh punishment.
- Öyle olsa bile, bu adamlar ağır cezalara çarptırılma riskiyle karşı karşıyadır.
- For me, regret is the harshest punishment.
- Benim için pişmanlık en ağır cezadır.
- The surrender terms were harsh.
- Teslim olma şartları çok ağırdı.
Show More (3)
|
3 |
harsh |
acımasız |
adj. |
|
- The world is harsh.
- Dünya acımasız.
- Fadil wanted to save the delicate Layla from a harsh world.
- Fadıl, narin Leyla'yı acımasız bir dünyadan kurtarmak istedi.
- Don't be so harsh on yourself.
- Kendine karşı bu kadar acımasız olma.
- You're harsh.
- Sen acımasızsın.
- Fadil wanted to save the delicate Layla from a harsh world.
- Fadıl, zarif Leyla'yı acımasız bir dünyadan kurtarmak istedi.
- I think Tom is harsh.
- Tom'un acımasız olduğunu düşünüyorum.
Show More (3)
|
4 |
harsh |
acı |
adj. |
|
- The harsh statistics tell us that the numbers fall by 10% each year.
- Acı istatistikler bize bu rakamların her yıl %10 oranında düştüğünü söylüyor.
- It is all the more remarkable that the above situation is simply the harsh reality throughout the world.
- Yukarıdaki durumun tüm dünyada yaşanan acı bir gerçek olması daha da dikkat çekicidir.
- The harsh and tragic figures are there for all to see.
- Acı ve trajik rakamlar herkesin görebileceği şekilde ortadadır.
Show More (0)
|
5 |
harsh |
şiddetli |
adj. |
|
- The light was harsh, I felt cold.
- Işık şiddetliydi, üşüdüğümü hissettim.
- The light was harsh, I felt cold.
- Işık şiddetliydi, bana üşüme geldi.
Show More (-1)
|
6 |
harsh |
haşin |
adj. |
|
- If the climate is harsh and severe, the people are also harsh and severe.
- İklim sert ve haşinse, insanlar da sert ve haşin olur.
- The sea is a harsh mistress.
- Deniz haşin bir metrestir.
Show More (-1)
|
7 |
harsh |
sert bir şekilde |
adv. |
|
- The Prestige disaster cast a harsh light on marine pollution.
- Prestige faciası deniz kirliliğine sert bir şekilde ışık tutmuştur.
Show More (-2)
|