| 1 |
joy |
sevinç |
n. |
|
- You could estimate that the news was good from the joy on her face.
- Yüzündeki sevinçten haberin iyi olduğunu tahmin edebilirdiniz.
- This agreement is an unfair distribution of joys and burdens across employers and employees.
- Bu anlaşma, işverenler ve çalışanlar arasında haksız bir sevinç ve yük dağılımıdır.
- It is a fantastic feeling, but the joy is tempered slightly by a nagging unease.
- Bu harika bir duygu ancak bu sevinç, rahatsız edici bir tedirginlikle biraz azalıyor.
- Really this should be a reason for great joy.
- Bu gerçekten büyük bir sevinç kaynağı olmalı.
- Perhaps you will invite us into your group one day so that we can share in your joy.
- Belki bir gün bizi de grubunuza davet edersiniz, böylece sevincinizi paylaşabiliriz.
- In this world you have come to enjoy peace and joy.
- Bu dünyaya, huzur ve sevincin tadını çıkarmak için geldiniz.
- His joy showed on his face.
- Sevinci yüzünden okunuyordu.
- Her heart was filled with joy.
- Onun kalbi sevinçle doluydu.
- Follow the diet of joy.
- Sevinç diyetini uygulayın.
- Tom leapt for joy.
- Tom sevinçten sıçradı.
- Her eyes are scintillating with joy.
- Gözleri sevinçle parıldıyor.
- He cried for joy.
- Sevinçten ağladı.
- Her face beamed with joy.
- Sevinçten yüzü parlıyordu.
- Her eyes are sparkling with joy.
- Gözleri sevinçle parlıyor.
- The children squealed with joy.
- Çocuklar sevinçten çığlık attılar.
- Joy was mingled with sorrow.
- Sevinç hüzünle karışmıştı.
- Her eyes sparkle with joy.
- Gözleri sevinçle parlıyor.
- Her heart was full of joy.
- Kalbi sevinç doluydu.
- My cat is thrilled with joy when she gets fish for dinner.
- Kedim akşam yemeği için balık aldığında sevinçten havalara uçuyor.
- She's jumping with joy.
- Sevinçten zıp zıp zıplıyor.
- He cried with joy.
- O sevinçle bağırdı.
- Her eyes shone with joy when she saw that her mother was not mad at her.
- Annesinin ona kızmadığını görünce gözleri sevinçle parladı.
- His eyes were shining with joy.
- Gözleri sevinçten parıldıyordu.
- Her eyes are sparkling with joy.
- Onun gözleri sevinçle parıldıyor.
- Their eyes glitter with joy.
- Gözleri sevinçle parlıyor.
- Melancholy is the joy of being sad.
- Melankoli, üzgün olmanın sevincidir.
- She burst out crying with joy when she heard the news.
- O, haberi duyduğunda sevinçten gözyaşlarına boğuldu.
- My heart was filled with joy.
- Kalbim sevinçle doldu.
- Everybody shouted for joy.
- Herkes sevinç çığlıkları atıyor.
- Without the risk of pain, there can be no happiness and joy.
- Acı riski olmadan, mutluluk ve sevinç olamaz.
- She cried for joy when she heard that her son had survived the plane crash.
- Oğlunun uçak kazasından sağ kurtulduğunu duyduğunda sevinç çığlığı attı.
- He felt the most heavenly joy that he had experienced since birth.
- Doğduğundan beri yaşadığı en ilahi sevinci hissetti.
- He was beside himself with joy.
- Sevinçten kendinden geçmişti.
- He was beside himself with joy.
- O sevinçten kendini kaybetmişti.
- He felt the most heavenly joy that he had experienced since birth.
- O doğumundan beri yaşadığı en kutsal sevinci hissetti.
- She was beside herself with joy.
- O sevinçten kendinden geçmişti.
- Her eyes are scintillating with joy.
- Gözleri sevinçle parlıyor.
- She was beside herself with joy when she met the famous singer.
- Ünlü şarkıcıyla tanıştığında sevinçten havalara uçtu.
- She leaped for joy.
- O, sevinçten hopladı.
- Being told the news, she jumped for joy.
- Haberi duyunca sevinçten havalara uçtu.
- His face lighted up with joy.
- Yüzü sevinçle aydınlandı.
- Their eyes are glittering with joy.
- Onların gözleri sevinçle parlıyor.
- I am jumping of joy.
- Sevinçten zıplıyorum.
- Her eyes scintillate with joy.
- Onun gözleri sevinçle parıldıyor.
- Her heart was full of joy.
- Onun yüreği sevinç doluydu.
- His face lighted up with joy.
- Yüzü sevinçle ışıldadı.
- At last, they experienced the joy of victory.
- Sonunda, galibiyetin sevincini tattılar.
- She cried for joy when she heard that her son had survived the plane crash.
- Oğlunun uçak kazasından kurtulduğunu duyunca sevinçten ağladı.
- On hearing the news of the birth of his first child, he jumped for joy.
- İlk çocuğunun doğum haberini duyunca sevinçten havalara uçtu.
- I jumped for joy when I heard the news.
- Haberi duyduğumda sevinçten havalara uçtum.
- She may well be beside herself with joy at the news.
- Habere sevinçten çıldırmış olabilir.
- On hearing the news of the birth of his first child, he jumped for joy.
- İlk çocuğunun doğum haberini işitince, sevinçle fırladı.
- His eyes were shining with joy.
- Gözleri sevinçten parlıyordu.
- She's jumping with joy.
- Sevinçten zıplıyor.
- Few things can compare to the joy on your child's face as they open their Christmas presents.
- Noel armağanlarını açarken çocuğunuzun yüzündeki sevinç ile kıyaslayabilecek çok az şey vardır.
- At last, they experienced the joy of victory.
- Sonunda zaferin sevincini yaşadılar.
- Follow the diet of joy.
- Sevinç diyetini izleyin.
- Tom's face lit up with joy.
- Tom'un yüzü sevinçle aydınlandı.
- Jim jumped for joy when the news came.
- Haber geldiğinde Jim sevinçle sıçradı.
- Their eyes are glittering with joy.
- Gözleri sevinçle parlıyor.
- Everybody shouted for joy.
- Herkes sevinçle bağırdı.
- I feel a great joy for this job.
- Bu iş için büyük bir sevinç duyuyorum.
- With joy and shame, she blushed to her ears.
- Sevinç ve utançla kulaklarına kadar kızardı.
- The girl danced for joy.
- Kız sevinçten dans etti.
- She may well be beside herself with joy at the news.
- Bu haber karşısında sevinçten havalara uçmuş olabilir.
- She was beside herself with joy.
- Sevinçten kendinden geçmişti.
- Few things can compare to the joy on your child's face as they open their Christmas presents.
- Noel hediyelerini açarken çocuğunuzun yüzündeki sevinçle kıyaslanabilecek çok az şey vardır.
- His face reflects joy.
- Yüzünde sevinç okunuyor.
- Her eyes scintillate with joy.
- Gözleri sevinçle parlıyor.
- His joy showed on his face.
- Onun sevinci yüzüne yansımıştı.
- I could cry for joy.
- Sevinçten ağlayabilirdim.
- Tom is jumping of joy.
- Tom sevinçten zıplıyor.
Show More (69)
|
| 2 |
joy |
neşe |
n. |
|
- In this world you have come to enjoy peace and joy.
- Bu dünyaya huzurun ve neşenin tadını çıkarmak için geldiniz.
- In this world you have come to enjoy peace and joy.
- Bu dünyaya huzur ve neşenin tadını çıkarmak için geldiniz.
- Follow the diet of joy.
- Neşe diyetini uygulayın.
- Where there is music there is joy.
- Müziğin olduğu yerde neşe vardır.
- He used to be full of joy.
- O, neşe doluydu.
- She used to be so full of joy.
- O neşe doluydu.
- Joy will not last forever.
- Neşe sonsuza dek sürmeyecek.
- I'm full of joy.
- Neşe doluyum.
- Her heart was filled with joy.
- Kalbi neşe doluydu.
- Neither joy nor sorrow can last forever.
- Ne neşe ne de keder sonsuza dek sürebilir.
- We want to wish you and your family all the joys of a coming New Year.
- Yaklaşan Yeni Yılın size ve ailenize neşe getirmesini dileriz.
- To get the full value of joy, you must have someone to divide it with.
- Neşenin tam değerini elde etmek için, onu paylaşacak birine sahip olmalısınız.
- It is easier to sympathize with sorrow than to sympathize with joy.
- Üzüntüyü paylaşmak neşeyi paylaşmaktan daha kolaydır.
- I'm full of joy.
- Ben neşe doluyum.
- She was full of joy.
- O neşe doluydu.
- Melancholy is the joy of being sad.
- Melankoli, üzgün olmanın neşesidir.
- Music gives sound to fury, shape to joy.
- Müzik öfkeye ses, neşeye şekil verir.
- Fadil's bike was his joy.
- Fadıl'ın bisikleti onun neşesiydi.
- That gives me joy.
- O bana neşe verir.
- That gives me joy.
- Bu bana neşe veriyor.
- Sami is his father's proud and joy.
- Sami babasının gururu ve neşesi.
- She used to be so full of joy.
- Eskiden neşe doluydu.
- You're my only joy.
- Sen benim tek neşemsin.
- Without the risk of pain, there can be no happiness and joy.
- Acı riski olmadan mutluluk ve neşe olamaz.
- She was full of joy.
- Neşe doluydu.
- Comparison is the thief of joy.
- Kıyas neşenin hırsızıdır.
- Comparison is the thief of joy.
- Kıyaslama neşenin hırsızıdır.
- He was my only joy.
- O benim tek neşemdi.
- He used to be full of joy.
- Eskiden neşe doluydu.
- Friendship redoubles joy and cuts grief in half.
- Arkadaşlık neşeyi ikiye katlar ve kederi yarıya indirir.
- She was my only joy.
- O benim tek neşemdi.
- Follow the diet of joy.
- Neşe diyetini takip edin.
Show More (29)
|
| 3 |
joy |
mutluluk |
n. |
|
- It was a joy to achieve this outcome and to have been allowed to be your rapporteur.
- Bu sonuca ulaşmak ve raportörünüz olmama izin verilmesi benim için büyük bir mutluluktu.
- It has been a joy to see that employers' organisations have also actually approved this idea.
- İşveren örgütlerinin de bu fikri onayladığını görmek mutluluk verici.
- Breathtaking in its heights - earth's joy.
- Yüksekliğiyle nefes kesiyor; dünyevi mutluluk.
- Breathtaking in its heights - earth's joy.
- Yükseklikleri nefes kesicidir; işte dünyevi mutluluk.
- I am jumping of joy.
- Mutluluktan zıplıyorum.
- Neither joy nor sorrow can last forever.
- Ne mutluluk ne de üzüntü sonsuza kadar sürebilir.
- We want to wish you and your family all the joys of a coming New Year.
- Size ve ailenize yeni yılda mutluluklar dileriz.
- The greatest joy after being in love is confessing one's love.
- Aşık olduktan sonra en büyük mutluluk aşkını itiraf etmektir.
Show More (5)
|
| 4 |
joy |
eğlence |
n. |
|
- Music is, and will likely always be, Tom's greatest joy in life.
- Müzik Tom'un hayattaki en büyük eğlencesi ve muhtemelen hep öyle kalacak.
- Music gives sound to fury, shape to joy.
- Müzik öfkeye ses, eğlenceye şekil verir.
- Music is, and will likely always be, Tom's greatest joy in life.
- Müzik Tom'un hayattaki en büyük eğlence kaynağı ve muhtemelen de hep öyle kalacak.
- Where there is music there is joy.
- Müziğin olduğu yerde eğlence var.
- He was my only joy.
- Tek eğlencem oydu.
Show More (2)
|
| 5 |
joy |
keyif |
n. |
|
- The joy of driving is the reason why I have a motorcycle.
- Motosiklet sahibi olmamın nedeni sürüş keyfidir.
- He does not give to receive; giving is in itself exquisite joy.
- Almak için vermez; vermek başlı başına enfes bir keyiftir.
- Her laughter is an authentic expression of the joy of living.
- Onun kahkahası yaşamanın keyfinin otantik bir ifadesi.
- Fine weather added to the joy of our trip.
- Güzel hava gezimizin keyfini daha da arttırdı.
Show More (1)
|
| 6 |
joy |
çok sevinme |
n. |
|
- To my joy, my daughter passed the examination.
- Kızımın sınavı geçmesi beni çok sevindirdi.
- She's jumping with joy.
- O çok seviniyor.
Show More (-1)
|
| 7 |
joy |
sevinmek |
v. |
|
- With the end of the war, people finally found a reason to joy.
- Savaşın sona ermesiyle birlikte insanlar nihayet sevinmek için bir neden buldular.
Show More (-2)
|
| 8 |
joy |
zevk |
n. |
|
- She's jumping with joy.
- O, zevkten dört köşe oluyor.
Show More (-2)
|
