|
- Whether we like it or not, we live in Huxley's Brave New World.
- Hoşumuza gitse de gitmese de Huxley'in Cesur Yeni Dünyasında yaşıyoruz.
- Such medicines often cost more than the annual income of people living there.
- Bu tür ilaçların maliyeti genellikle orada yaşayan insanların yıllık gelirinden daha fazladır.
- We want to see two states living side by side, peaceful and prosperous.
- Yan yana, barış ve refah içinde yaşayan iki devlet görmek istiyoruz.
- For almost half a century we lived with an artificial division of Europe.
- Neredeyse yarım yüzyıl boyunca Avrupa'nın yapay bir bölünmüşlüğü ile yaşadık.
- Mr Bouwman mentioned an example from the one where he lives.
- Sayın Bouwman yaşadığı yerden bir örnek verdi.
- The ?U has insisted that suitable conditions for these people to return to and live in must be provided in advance.
- BM, bu insanların geri dönmeleri ve yaşamaları için uygun koşulların önceden sağlanması gerektiğinde ısrar etmiştir.
- They live under a military regime in the guise of a pseudo-democracy.
- Sözde demokrasi kisvesi altında askeri bir rejim altında yaşıyorlar.
- Personally, I am not entirely delighted with all these amendments, but I can live with them.
- Şahsen ben tüm bu değişikliklerden tam olarak memnun değilim, ancak bunlarla yaşayabilirim.
- It is not a matter of them being given a higher value, but they do live higher up.
- Mesele onlara daha yüksek bir değer verilmesi değil, ama onlar daha yüksekte yaşıyorlar.
- Yet the principle of the right to live as a family is simple.
- Oysa aile olarak yaşama hakkı ilkesi basittir.
- Increasingly, of course, we are all living in a continent of minorities.
- Elbette giderek artan bir şekilde, hepimiz bir azınlıklar kıtasında yaşıyoruz.
- The peoples of Europe are united there in all their cultural richness and live peacefully together.
- Avrupa halkları tüm kültürel zenginlikleriyle orada birleşmiş ve barış içinde bir arada yaşamaktadır.
- The monks and sisters who live in the religious community of Bethlehem cannot be considered hostages.
- Beytüllahim'deki dini cemaatte yaşayan rahip ve rahibeler rehine olarak kabul edilemez.
- Anyone who has ever lived there will recognise very little and will no longer feel at home there.
- Orada daha önce yaşamış olan herkes çok az şey tanıyacak ve artık orada kendini evinde hissetmeyecektir.
- Whatever his nationality, he has the right to live with his parents.
- Uyruğu ne olursa olsun, ailesiyle birlikte yaşama hakkına sahiptir.
- It was recognised that people too have rights, not just the states in which they live.
- Sadece yaşadıkları devletlerin değil, insanların da hakları olduğu kabul edildi.
- Three-quarters of the world's population now live in these two regions.
- Dünya nüfusunun dörtte üçü artık bu iki bölgede yaşamaktadır.
- Some of these have been living in Europe for over twenty years.
- Bunlardan bazıları yirmi yılı aşkın bir süredir Avrupa'da yaşıyor.
- Not only do we talk in those terms, but we live in solidarity and set definite dates.
- Sadece bu terimlerle konuşmakla kalmıyor, aynı zamanda dayanışma içinde yaşıyor ve kesin tarihler belirliyoruz.
- Women are often easy prey, given the poor conditions they live under.
- Kadınlar, yaşadıkları kötü koşullar göz önüne alındığında genellikle kolay avdır.
- We have to live in the real world.
- Gerçek dünyada yaşamak zorundayız.
- His Holiness the Dalai Lama left the country in 1959 and now lives, with his government-in-exile, in exile in India.
- Kutsal Dalai Lama 1959'da ülkeyi terk etti ve şimdi sürgündeki hükümetiyle birlikte Hindistan'da sürgünde yaşıyor.
- We live in an internal market with free movement of goods, persons, services and capital.
- Malların, kişilerin, hizmetlerin ve sermayenin serbest dolaşımının sağlandığı bir iç pazarda yaşıyoruz.
- One in five people who live in this global village still have no access to education or health care.
- Bu küresel köyde yaşayan her beş kişiden birinin hala eğitim veya sağlık hizmetlerine erişimi yok.
- Some damage, given human nature and the fallen world we live in, is inevitable.
- İnsan doğası ve içinde yaşadığımız düşmüş dünya göz önüne alındığında bir miktar zarar kaçınılmazdır.
- Is that the European Union that we want our citizens to live in?
- Vatandaşlarımızın içinde yaşamasını istediğimiz Avrupa Birliği bu mu?
- That is a fact, and we have to live with it.
- Bu bir gerçek ve bununla yaşamak zorundayız.
- They now live, much beloved by the public, as Liesl and Hiasl in an animal rescue centre in Vienna.
- Şimdi Liesl ve Hiasl olarak Viyana'daki bir hayvan kurtarma merkezinde halk tarafından çok sevilerek yaşıyorlar.
- Seventy percent of the approximately one and a half billion people who live below the poverty line are women.
- Yoksulluk sınırının altında yaşayan yaklaşık bir buçuk milyar insanın yüzde yetmişi kadındır.
- Moreover, efforts at village level, where the majority of the poor live, must be clearly prioritised.
- Ayrıca yoksulların çoğunluğunun yaşadığı köy düzeyindeki çabalara açık bir şekilde öncelik verilmelidir.
- It was recognised that people too have rights, not just the states in which they live.
- Sadece içinde yaşadıkları devletlerin değil, insanların da hakları olduğu kabul edilmiştir.
- In many ways, these show that they are living in a world of their own, detached from reality outside.
- Bunlar pek çok açıdan, dış gerçeklikten kopuk, kendilerine ait bir dünyada yaşadıklarını göstermektedir.
- We live in the same world as the women of Afghanistan.
- Afganistanlı kadınlarla aynı dünyada yaşıyoruz.
- It is also important to know which house the couple will live in, and that is the job of the Convention.
- Çiftin hangi evde yaşayacağını bilmek de önemlidir ve bu da Konvansiyon'un işidir.
- All the more so as we mostly live in a border-free area where decisions affect our neighbours.
- Çoğunlukla kararların komşularımızı etkilediği sınırların olmadığı bir bölgede yaşadığımız için bu daha da önemlidir.
- We should take an interest in the future of the people who live there.
- Orada yaşayan insanların geleceğiyle ilgilenmeliyiz.
- I could even have lived with the text proposed by the Council.
- Konsey tarafından önerilen metinle bile yaşayabilirdim.
- It is not a matter of them being given a higher value, but they do live higher up.
- Mesele onlara daha yüksek bir değer verilmesi değil ama onlar daha yüksekte yaşıyorlar.
- There are over 290 million people who live within the twelve new euro zone countries alone.
- Sadece on iki yeni Avro bölgesi ülkesinde yaşayan 290 milyondan fazla insan var.
- What did those of our parents who lived in occupied countries 60 years ago do?
- Bundan 60 yıl önce işgal altındaki ülkelerde yaşayan ebeveynlerimiz ne yaptı?
- Representatives of foreign donors and Vietnamese NGOs cannot travel freely in the area where they live.
- Yabancı bağışçıların ve Vietnamlı STK'ların temsilcileri yaşadıkları bölgelerde serbestçe seyahat edememektedir.
- The Serbs, Roma and other minorities have a right to live there!
- Sırpların, Romanların ve diğer azınlıkların orada yaşamaya hakkı var!
- As we know, most of Aceh's 4.2 million people live outside the two main towns.
- Bildiğimiz gibi Açe'nin 4.2 milyonluk nüfusunun çoğu iki ana kentin dışında yaşamaktadır.
- Coasts are not conurbation areas, but nevertheless around one third of the EU population live in coastal regions today.
- Kıyılar şehir merkezi değildir ancak yine de bugün AB nüfusunun yaklaşık üçte biri kıyı bölgelerinde yaşamaktadır.
- Both peoples must be able to live in peace and security.
- Her iki halk da barış ve güvenlik içinde yaşayabilmelidir.
- Yet what age are we living in?
- Oysa hangi çağda yaşıyoruz?
- I can live with these minimum standards, but I would ask the Commission to carefully monitor the situation.
- Bu asgari standartlarla yaşayabilirim ancak Komisyondan durumu dikkatle izlemesini rica ediyorum.
- Noise pollution caused by aircraft is mainly a problem for people who live near the airports.
- Uçakların neden olduğu gürültü kirliliği esas olarak havaalanlarının yakınında yaşayan insanlar için bir sorundur.
- In many ways, these show that they are living in a world of their own, detached from reality outside.
- Bunlar birçok yönden, dış gerçeklikten kopuk, kendi dünyalarında yaşadıklarını göstermektedir.
- Those who have managed to flee are then forced to return to an area that is really impossible to live in.
- Kaçmayı başaranlar ise yaşaması gerçekten imkansız olan bir bölgeye geri dönmek zorunda kalıyor.
- In my constituency in Wales, three out of five older people live in poverty.
- Galler'deki seçim bölgemde her beş yaşlıdan üçü yoksulluk içinde yaşamaktadır.
- Although most people live in rural areas, too little attention is given to food production.
- İnsanların çoğu kırsal alanlarda yaşamasına rağmen, gıda üretimine çok az önem verilmektedir.
- The greatest proportion of the world’s poor live in Asia.
- Dünyadaki yoksulların en büyük bölümü Asya'da yaşamaktadır.
- Is it a violation of human rights to allow an elderly, sick, retired person to live on a mere EUR 500 per month?
- Yaşlı, hasta, emekli bir kişinin ayda sadece 500 avro ile yaşamasına izin vermek insan hakları ihlali midir?
- We have to live and earn a living in these places.
- Bu yerlerde yaşamak ve hayatımızı kazanmak zorundayız.
- In other words, prosperity and stability so that all can live with dignity in their own lands.
- Başka bir deyişle herkesin kendi topraklarında onurlu bir şekilde yaşayabilmesi için refah ve istikrar.
- The people living along the transit routes are in despair.
- Geçiş güzergahlarında yaşayan insanlar umutsuzluk içinde.
- In our cities we have families living under canvas.
- Şehirlerimizde branda altında yaşayan ailelerimiz var.
- We also need to recognise that people who live in glasshouses should not throw stones.
- Ayrıca camdan evlerde yaşayan insanların taş atmaması gerektiğini de kabul etmeliyiz.
- People living in Europe need to be protected from being subjected to that American system.
- Avrupa'da yaşayan insanların bu Amerikan sistemine maruz kalmaktan korunmaları gerekmektedir.
- I am fortunate to live in one of the most beautiful places in the Union, namely West Cork in Ireland.
- Avrupa Birliği'nin en güzel yerlerinden birinde, İrlanda'nın Batı Cork bölgesinde yaşadığım için şanslıyım.
- Representatives of foreign donors and Vietnamese NGOs cannot travel freely in the area where they live.
- Yabancı donörlerin ve Vietnamlı STK'ların temsilcileri yaşadıkları bölgede özgürce seyahat edememektedir.
- That is a fact that, alas, we have to live with.
- Bu, ne yazık ki, yaşamak zorunda olduğumuz bir gerçektir.
- This is a legitimate expectation of the 2.8 billion people who live on less than USD 2 per day.
- Bu, günde 2 ABD Dolarının altında bir gelirle yaşayan 2.8 milyar insanın meşru bir beklentisidir.
- As we are all too aware, we live in a dangerous world.
- Hepimizin farkında olduğu üzere, tehlikeli bir dünyada yaşıyoruz.
- The policy of emergency vaccination must be part of a strategy which allows animals to live.
- Acil aşılama politikası, hayvanların yaşamasına izin veren bir stratejinin parçası olmalıdır.
- The environment, and the people who live in the affected areas, will thank us for it.
- Çevre ve etkilenen bölgelerde yaşayan insanlar bunun için bize teşekkür edeceklerdir.
- The farm workers working on the white farms often have to live in unacceptable social conditions.
- Beyaz çiftliklerde çalışan tarım işçileri genellikle kabul edilemez sosyal koşullarda yaşamak zorundadır.
- Between 5 and 7% of the European citizens live in mountain regions, on average.
- Avrupa vatandaşlarının ortalama %5 ila %7'si dağlık bölgelerde yaşamaktadır.
- The monks and sisters who live in the religious community of Bethlehem cannot be considered hostages.
- Beytüllahim dini cemaatinde yaşayan rahip ve rahibeler rehine olarak kabul edilemez.
- How long will those who have lost their homes and are living in precarious conditions have to wait to be housed?
- Evlerini kaybeden ve güvencesiz koşullarda yaşayanlar ev sahibi olmak için ne kadar beklemek zorunda kalacak?
- We who live on the border with Eastern Europe know these countries very well.
- Doğu Avrupa sınırında yaşayan bizler bu ülkeleri çok iyi tanıyoruz.
- We are now living in a global market where companies have to be competitive.
- Artık şirketlerin rekabetçi olmak zorunda olduğu küresel bir pazarda yaşıyoruz.
- We live in an imperfect world, and the use of thresholds reflects the reality.
- Kusurlu bir dünyada yaşıyoruz ve eşik değerlerin kullanımı gerçeği yansıtmaktadır.
- My family has lived in Tanzania for 166 years, much longer than many white farmers in Zimbabwe.
- Ailem 166 yıldır Tanzanya'da yaşıyor, bu süre Zimbabwe'deki birçok beyaz çiftçiden çok daha uzun.
- Water is a scarce resource and its 2.2 million people are poor and live in rural areas.
- Su kıt bir kaynaktır ve 2,2 milyon insan yoksuldur ve kırsal alanlarda yaşamaktadır.
- Even after it has expired, its spirit must live on.
- Süresi dolmuş olsa bile ruhu yaşamaya devam etmelidir.
- Millions of human beings live in extreme poverty and every hour of the day many die of hunger.
- Milyonlarca insan aşırı yoksulluk içinde yaşamakta ve günün her saatinde birçoğu açlıktan ölmektedir.
- The Vietnamese people live in poverty, their society is in decline and the country is still under-developed.
- Vietnam halkı yoksulluk içinde yaşıyor, toplumları çöküşte ve ülke hala az gelişmiş durumda.
- If Parliament endorses it, it proves that it too is living on another planet.
- Parlamento bunu onaylarsa, bu onun da başka bir gezegende yaşadığını kanıtlar.
- I am fortunate to live in one of the most beautiful places in the Union, namely West Cork in Ireland.
- Avrupa Birliği'nin en güzel yerlerinden birinde, İrlanda'nın West Cork bölgesinde yaşadığım için şanslıyım.
- Noise dumping of this kind is obviously very harmful to citizens living close to these airports.
- Bu tür gürültü boşaltımlarının bu havalimanlarına yakın yaşayan vatandaşlar için çok zararlı olduğu açıktır.
- As I see it, Israel has many enemies to defeat before it can live in security and peace.
- Gördüğüm kadarıyla İsrail'in güvenlik ve barış içinde yaşayabilmesi için yenmesi gereken çok sayıda düşmanı var.
- The people of Israel also live in a situation of insecurity.
- İsrail halkı da güvensizlik içinde yaşamaktadır.
- That is how life is lived there.
- Orada hayat böyle yaşanıyor.
- Most of the 60 million people living beneath the poverty line in the EU are women.
- AB'de yoksulluk sınırının altında yaşayan 60 milyon kişinin çoğu kadındır.
- We must live in the real world.
- Gerçek dünyada yaşamalıyız.
- Most of the Kurdish population lives in the South-East of the country.
- Kürt nüfusun çoğunluğu, ülkenin güneydoğusunda yaşar.
- As long as people are living there in dreadful conditions, they will want to go on fleeing to Western countries.
- İnsanlar orada korkunç koşullarda yaşadıkları sürece Batı ülkelerine kaçmaya devam etmek isteyeceklerdir.
- It may be possible to live with silicone breasts if they are periodically replaced with new material.
- Periyodik olarak yeni malzeme ile değiştirildikleri takdirde silikon göğüslerle yaşamak mümkün olabilir.
- As some colleagues may know, I live in Cumbria at the heart of last year's foot and mouth outbreak.
- Bazı meslektaşlarımın bilebileceği gibi, geçen yılki şap salgınının merkezinde yer alan Cumbria'da yaşıyorum.
- We live at a vital juncture of European and international affairs.
- Avrupa ve uluslararası ilişkilerin hayati bir kavşağında yaşıyoruz.
- I myself live close to the Baltic, which matters to us all.
- Ben de hepimiz için önemli olan Baltık Denizi'ne yakın bir yerde yaşıyorum.
- In a few years, we shall live in a Europe which can be an area of stability and freedom.
- Birkaç yıl içinde istikrar ve özgürlük alanı olabilecek bir Avrupa'da yaşayacağız.
- This minority has however lived peacefully alongside the Muslim majority for decades.
- Ancak bu azınlık on yıllardır Müslüman çoğunluğun yanında barış içinde yaşamaktadır.
- That has not yet been forthcoming, but we live in hope.
- Bu henüz gerçekleşmedi ama umutla yaşıyoruz.
- How much longer must Israelis and Palestinians live in Gethsemane?
- İsrailliler ve Filistinliler Gethsemane'de daha ne kadar yaşamak zorunda?
- We are not unsympathetic to the fact that some foreign families have to live apart.
- Bazı yabancı ailelerin ayrı yaşamak zorunda kalmasına anlayışsız değiliz.
- Mr Bouwman mentioned an example from the one where he lives.
- Bay Bouwman yaşadığı yerden bir örnek verdi.
- Millions of people live on the Iranian side of the border, millions of others live on the Pakistani side.
- Milyonlarca insan sınırın İran tarafında milyonlarca insan da Pakistan tarafında yaşıyor.
- We must live in a positive way.
- Olumlu bir şekilde yaşamalıyız.
- Two thirds of the world live in conditions of extreme poverty.
- Dünyanın üçte ikisi aşırı yoksulluk koşullarında yaşamaktadır.
- They live under a military regime in the guise of a pseudo-democracy.
- Sözde demokrasi kisvesi altında askeri bir rejim altında yaşamaktadırlar.
- More than 60 million people are living at risk of poverty.
- 60 milyondan fazla insan yoksulluk riski altında yaşıyor.
- Nowadays, someone living in an old people's home is accommodated within the social field.
- Günümüzde huzurevinde yaşayan bir kişi sosyal alan içerisinde yer almaktadır.
- However, to quote a well-known philosopher, we do not live in the best of all possible worlds.
- Ancak, tanınmış bir filozoftan alıntı yapacak olursak, mümkün olan tüm dünyaların en iyisinde yaşamıyoruz.
- Millions of citizens are living in appalling conditions.
- Milyonlarca vatandaş korkunç koşullarda yaşıyor.
- We live in an age in which terrorism operates on an international scale.
- Terörizmin uluslararası ölçekte faaliyet gösterdiği bir çağda yaşıyoruz.
- That is the situation we are living in.
- İçinde yaşadığımız durum budur.
- We will all be grateful for the measures taken, especially those who live, work and suffer along our coasts.
- Hepimiz, özellikle de kıyılarımızda yaşayan, çalışan ve acı çeken insanlar, alınan tedbirler için minnettar olacağız.
- But we live in hope and that is why we are asking that these steps be taken.
- Ancak umutla yaşıyoruz ve bu nedenle bu adımların atılmasını istiyoruz.
- The system is ruthless and we have to live with it.
- Sistem acımasız ve biz bununla yaşamak zorundayız.
- For years, a brutal junta has been terrorising the people of Burma, who live in extreme poverty.
- Yıllardır acımasız bir cunta, aşırı yoksulluk içinde yaşayan Burma halkını terörize etmektedir.
- The Commission does not plan to create a single charter of rights for people living near airports.
- Komisyon, havaalanlarının yakınında yaşayan insanlar için tek bir haklar sözleşmesi oluşturmayı planlamamaktadır.
- We are seeking to dictate to others how they should live.
- Başkalarına nasıl yaşamaları gerektiğini dikte etmeye çalışıyoruz.
- We are not living in an era of autocratic regimes.
- Otokratik rejimlerin hüküm sürdüğü bir çağda yaşamıyoruz.
- I believe that this also corresponds to the times we are living in.
- Bunun aynı zamanda içinde yaşadığımız dönemle de örtüştüğüne inanıyorum.
- E-health and communication are essential in the world that we live in.
- E-sağlık ve iletişim, içinde yaşadığımız dünyanın vazgeçilmez unsurlarıdır.
- Only through an agreement based on equality can two peoples find a way to live peacefully as good neighbours.
- Sadece eşitliğe dayalı bir anlaşma yoluyla iki halk iyi komşular olarak barış içinde yaşamanın bir yolunu bulabilir.
- Some 7.2 million Zimbabweans, more than half the population, are living on the brink of starvation.
- Yaklaşık 7.2 milyon Zimbabveli, yani nüfusun yarısından fazlası açlık sınırında yaşıyor.
- European citizenship should also be an added extra for everyone living in the European Union.
- Avrupa vatandaşlığı da Avrupa Birliği'nde yaşayan herkes için ekstra bir hak olmalıdır.
- Taking the complaints of people living near airports seriously is just as important.
- Havalimanlarının yakınında yaşayan insanların şikayetlerini ciddiye almak da bir o kadar önemlidir.
- In any case, politically, we are already living in an enlarged Union.
- Her halükarda, siyasi olarak zaten genişlemiş bir Birlik içinde yaşıyoruz.
- This week we voted on the transit problems of Russians living in Kaliningrad.
- Bu hafta Kaliningrad'da yaşayan Rusların transit geçiş sorunlarını oyladık.
- We live in an imperfect world and the use of thresholds reflects that reality.
- Kusurlu bir dünyada yaşıyoruz ve eşik değerlerin kullanımı da bu gerçeği yansıtmaktadır.
- They live for extremely long periods of time and with very limited distributions.
- Son derece uzun süreler boyunca ve çok sınırlı dağılımlarla yaşarlar.
- I imagine that you have a similar situation where you live.
- Yaşadığınız yerde de benzer bir durum olduğunu tahmin ediyorum.
- It is unfortunate that my parents could not live to see this event.
- Ailemin bu olayı görecek kadar yaşayamamış olması büyük bir talihsizlik.
- What is this economic organisation which forces half of the world's population to live on less than two dollars a day?
- Dünya nüfusunun yarısını günde iki dolardan daha az bir parayla yaşamaya zorlayan bu ekonomik organizasyon nedir?
- This absurd situation does, however, reflect the times in which we live.
- Ancak bu absürd durum, içinde yaşadığımız zamanı yansıtmaktadır.
- We do not live in an ideal world in which everybody would welcome humanitarian action just like that.
- Herkesin bu şekilde insani bir eylemi memnuniyetle karşılayacağı ideal bir dünyada yaşamıyoruz.
- Today, half the world lives on less than two dollars a day.
- Bugün dünyanın yarısı günde iki dolardan daha az bir gelirle yaşamaktadır.
- One legal opinion is now being pitted against another, and that is something we will have to live with.
- Şu anda bir hukuki görüş diğeriyle karşı karşıya getiriliyor ve bununla yaşamak zorundayız.
- We must be able to live in these areas.
- Bu bölgelerde yaşayabilmeliyiz.
- The immigrant communities are living in fear and anxiety.
- Göçmen toplulukları korku ve endişe içinde yaşıyor.
- We can live with it quite nicely and, more to the point, it is a report which is conducive to consensus.
- Bununla gayet güzel bir şekilde yaşayabiliriz ve daha da önemlisi, uzlaşmaya elverişli bir rapordur.
- That is something we cannot live with.
- Bu durumla yaşayamayız.
- Nowadays, we know a very great deal indeed about the living world.
- Günümüzde içinde yaşadığımız dünya hakkında gerçekten de çok şey biliyoruz.
- These people live in areas which should benefit from these projects.
- Bu insanlar bu projelerden faydalanması gereken bölgelerde yaşamaktadır.
- The second question concerns political awareness of the times in which we live.
- İkinci soru, içinde yaşadığımız döneme ilişkin siyasi farkındalıkla ilgilidir.
- We encourage people to live, work and settle in states other than their own national Member State.
- İnsanları kendi ulusal Üye Devletleri dışındaki ülkelerde yaşamaya, çalışmaya ve yerleşmeye teşvik ediyoruz.
- The policy of emergency vaccination must be part of a strategy which allows animals to live.
- Acil aşılama politikası, hayvanların yaşamasına olanak tanıyan bir stratejinin parçası olmalıdır.
- Let us remember that the right to live as part of a family is a fundamental right which no country can deny.
- Bir ailenin parçası olarak yaşama hakkının hiçbir ülkenin reddedemeyeceği temel bir hak olduğunu unutmayalım.
- All too many people in the world are starving, and all too many are living in poverty.
- Dünyada çok sayıda insan açlık çekiyor ve çok sayıda insan da yoksulluk içinde yaşıyor.
- The dignity of all those living in poverty is injured and, to us, that is unacceptable.
- Yoksulluk içinde yaşayan herkesin onuru zedeleniyor ve bizim için bu kabul edilemez.
- They threaten the communities in which they live.
- İçinde yaşadıkları toplumları tehdit ediyorlar.
- I entirely regret this result, but one must live as a democrat with due process.
- Bu sonuca tamamen üzülsem de bir demokrat olarak hukuki prosedüre göre yaşanması gerekir.
- People living along the main roads in border areas have to cope with traffic jams, noise and gas emissions.
- Sınır bölgelerindeki ana yollarda yaşayan insanlar trafik sıkışıklığı, gürültü ve gaz salınımıyla baş etmek zorundadır.
- The people of Israel also live in a situation of insecurity.
- İsrail halkı da güvensizlik içinde yaşıyor.
- I welcome this report's dedication to a policy to vaccinate to live.
- Bu raporun yaşamak için aşı politikasına olan bağlılığını memnuniyetle karşılıyorum.
- If there were only 100 people living on this earth, 15 would be illiterate.
- Bu dünyada sadece 100 kişi yaşıyor olsaydı, 15'i okuma yazma bilmiyor olurdu.
- Nobody in the Europe in which we live would understand if we took a different approach today.
- Bugün farklı bir yaklaşım benimsemiş olsaydık içinde yaşadığımız Avrupa'da hiç kimse bunu anlamazdı.
- The Korean people lived in a unified country for over 1 300 years from the seventh century.
- Kore halkı yedinci yüzyıldan itibaren 1300 yılı aşkın bir süre boyunca birleşik bir ülkede yaşamıştır.
- There are very few Scottish families that do not have a relative, however distant, living in Canada.
- Uzak da olsa Kanada'da yaşayan bir akrabası olmayan çok az İskoç aile vardır.
- We live in a different world.
- Biz farklı bir dünyada yaşıyoruz.
- Those who have managed to flee are then forced to return to an area that is really impossible to live in.
- Kaçmayı başaranlar ise gerçekten yaşanması imkânsız bir bölgeye geri dönmek zorunda kalıyorlar.
- I would like to inform you once again of the difficulties of travelling to Strasbourg from the countries where we live.
- Yaşadığımız ülkelerden Strazburg'a seyahat etmenin zorlukları hakkında sizi bir kez daha bilgilendirmek isterim.
- We live in a world characterised by great material wealth, but the wealth is unevenly distributed.
- Büyük bir maddi zenginliğe sahip bir dünyada yaşıyoruz, ancak bu zenginlik eşitsiz bir şekilde dağılmış durumda.
- She lives in that area, which my son represents in the City Council.
- Kendisi, oğlumun Belediye Meclisi'nde temsil ettiği bölgede yaşıyor.
- Unfortunately, we live in an increasingly throw-away society where we produce more and more waste.
- Ne yazık ki, giderek daha fazla atık ürettiğimiz, kullan-at bir toplumda yaşıyoruz.
- Ninety-five per cent of those infected with HIV live in developing countries.
- HIV ile enfekte olanların yüzde doksan beşi gelişmekte olan ülkelerde yaşamaktadır.
- Over there, 1.2 billion people live on less than one dollar a day.
- Orada 1.2 milyar insan günde bir dolardan daha az bir gelirle yaşıyor.
- The poorest people in this world have to live on one dollar.
- Dünyanın en yoksul insanları bir dolarla yaşamak zorunda.
- It is self-evident that the Czechs are part of Europe, in the heart of which they live.
- Çeklerin, kalbinde yaşadıkları Avrupa'nın bir parçası oldukları aşikârdır.
- That is of inestimable value and helps peoples to live together in peace.
- Bu paha biçilemez bir değerdir ve halkların barış içinde bir arada yaşamasına yardımcı olur.
- The number of people living in poverty has tripled.
- Yoksulluk içinde yaşayan insanların sayısı üç katına çıktı.
- Two thirds of the world live in conditions of extreme poverty.
- Dünyanın üçte ikisi aşırı yoksulluk koşullarında yaşıyor.
- Increasingly, of course, we are all living in a continent of minorities.
- Elbette giderek artan bir şekilde hepimiz bir azınlıklar kıtasında yaşıyoruz.
- It may be a light-weight version of the first directive, but we have to live with it for legal reasons.
- Bu ilk direktifin hafif bir versiyonu olabilir ancak yasal nedenlerden dolayı bununla yaşamak zorundayız.
- We live in a society which for reasons of solidarity and on economic grounds takes whatever steps need to be taken.
- Dayanışma ve ekonomik gerekçelerle atılması gereken her türlü adımı atan bir toplumda yaşıyoruz.
- Only with this priority will a presidency be successful and worthy of the times we live in.
- Ancak bu önceliğe sahip bir başkanlık başarılı ve içinde yaşadığımız çağa yakışır olacaktır.
- Many of them live far from our prosperous Europe.
- Birçoğu bizim müreffeh Avrupa'mızdan uzakta yaşıyor.
- And I wonder why the people living in this area do not trust the European Union.
- Ve bu bölgede yaşayan insanların Avrupa Birliği'ne neden güvenmediklerini merak ediyorum.
- But the people who live in the Alpine regions also have a right to a healthy environment.
- Ancak Alp bölgelerinde yaşayan insanların da sağlıklı bir çevreye sahip olma hakkı vardır.
- Is it reasonable to create so much disquiet amongst people who we want to live within our society?
- Toplumumuzda yaşamasını istediğimiz insanlar arasında bu kadar huzursuzluk yaratmak mantıklı mı?
- We must bring hope to large parts of the world that have to live in despair.
- Dünyanın umutsuzluk içinde yaşamak zorunda kalan büyük bölümüne umut getirmeliyiz.
- This is about a Swede who wants to go and live and work in Italy, for example.
- Bu, örneğin İtalya'ya gidip orada yaşamak ve çalışmak isteyen bir İsveçli ile ilgili.
- We live in an internal market where there is free movement of people.
- İnsanların serbest dolaşımının olduğu bir iç pazarda yaşıyoruz.
- We must, however, be able to live with this compromise.
- Bununla birlikte, bu uzlaşmayla yaşayabilmeliyiz.
- On 1 May 2004 we will be living in a Community of up to 25 Member States.
- 1 Mayıs 2004 tarihinde 25 Üye Devletten oluşan bir Toplulukta yaşıyor olacağız.
- What sort of world are we living in?
- Nasıl bir dünyada yaşıyoruz?
- Anyway, I notice that they reflect a contradiction we all live with.
- Her neyse, hepimizin yaşadığı bir çelişkiyi yansıttıklarını fark ettim.
- By a diabolical coincidence, it is aeroplanes that illustrate what sort of a world we are living in today.
- Şeytani bir tesadüf eseri, bugün nasıl bir dünyada yaşadığımızı gösteren şey uçaklardır.
- We cannot and will not live with a system which condones stoning fellow human beings, wherever this may be.
- Her nerede olursa olsun, insan kardeşlerimizin taşlanmasına göz yuman bir sistemle yaşayamayız ve yaşamayacağız.
- Over the last decade, the number of women living in absolute poverty has risen.
- Son on yılda mutlak yoksulluk içinde yaşayan kadınların sayısı artmıştır.
- Seventy percent of the approximately one and a half billion people who live below the poverty line are women.
- Yoksulluk sınırının altında yaşayan yaklaşık bir buçuk milyar insanın yüzde yetmişini kadınlar oluşturuyor.
- We bear responsibility not only for those living today but also for the future of our children and our grandchildren.
- Sadece bugün yaşayanlar için değil, aynı zamanda çocuklarımızın ve torunlarımızın geleceği için de sorumluluk taşıyoruz.
- In the East Midlands of the United Kingdom, where I live, a number of small new airports are coming into being.
- Yaşadığım yer olan Birleşik Krallık'ın East Midlands bölgesinde bir dizi küçük yeni havalimanı hayata geçiyor.
- The incredibly inflexible budget ceilings we live with at present should not be turned into permanent fixtures.
- Şu anda yaşadığımız inanılmaz derecede esnek olmayan bütçe tavanları kalıcı demirbaşlara dönüştürülmemelidir.
- Whatever his nationality, he has the right to live with his parents.
- Uyruğu ne olursa olsun, ebeveynleriyle birlikte yaşama hakkına sahiptir.
- At least that is how Saddam's living victims see it.
- En azından Saddam'ın yaşayan kurbanları bunu böyle görüyor.
- We do live, after all, in the twenty-first century.
- Ne de olsa yirmi birinci yüzyılda yaşıyoruz.
- Whether we like it or not, we live in Huxley's Brave New World.
- Hoşumuza gitse de gitmese de Huxley'in Cesur Yeni Dünyası'nda yaşıyoruz.
- We must strike a balance between immigrants living in the European area legally and our societies.
- Avrupa bölgesinde yasal olarak yaşayan göçmenler ile toplumlarımız arasında bir denge kurmalıyız.
- Finally, we live in challenging and uncertain times and the political situation in the Middle East is very volatile.
- Son olarak zorlu ve belirsiz zamanlarda yaşıyoruz ve Orta Doğu'daki siyasi durum çok değişken.
- If anybody imagines that our drug policies are working, then they are living in cloud-cuckoo-land.
- Eğer birileri uyuşturucu politikalarımızın işe yaradığını düşünüyorsa, o zaman hayal aleminde yaşıyorlar demektir.
- Step down so that your compatriots can live in peace and freedom.
- Yurttaşlarınızın barış ve özgürlük içinde yaşayabilmesi için geri adım atın.
- I welcome this report's dedication to a policy to vaccinate to live.
- Bu raporun, yaşamak için aşılama politikasına olan bağlılığını memnuniyetle karşılıyorum.
- It should, once again, be pointed out that 70% of people infected with AIDS live in sub-Saharan Africa.
- AIDS ile enfekte olmuş insanların %70'inin Sahra altı Afrika'da yaşadığını bir kez daha belirtmek isterim.
- At any rate, it means that millions of foreigners live on our soil permanently and illegally.
- Her halükarda bu, milyonlarca yabancının topraklarımızda kalıcı ve yasadışı olarak yaşadığı anlamına geliyor.
- Those who were awarded the prize last year live under difficult circumstances, but they live in peace.
- Geçen yıl ödüle layık görülenler zor koşullar altında yaşıyorlar ama barış içinde yaşıyorlar.
- Many of them are farmers whose families have lived on their farms for centuries.
- Bunların birçoğu, aileleri yüzyıllardır çiftliklerinde yaşayan çiftçilerdir.
- This absurd situation does, however, reflect the times in which we live.
- Ancak bu absürt durum, içinde yaşadığımız zamanı yansıtmaktadır.
- This is a social tragedy for those who live by the sea and tourism.
- Bu, deniz kenarında yaşayanlar ve turizmciler için sosyal bir trajedidir.
- There are people there living in extraordinarily wretched conditions, both within Chechnya and outside.
- Orada hem Çeçenistan içinde hem de dışında olağanüstü kötü koşullarda yaşayan insanlar var.
- The Palestinians must be permitted to live freely, in peace, in the other quarter.
- Filistinlilerin diğer çeyrekte özgürce ve barış içinde yaşamalarına izin verilmelidir.
- We are living in a world of paradoxes.
- Bir paradokslar dünyasında yaşıyoruz.
- The poorest people in this world have to live on one dollar.
- Bu dünyadaki en yoksul insanlar bir dolarla yaşamak zorundadır.
- However, this is causing a problem for the many people who now live there.
- Ancak bu durum, şu anda orada yaşayan çok sayıda insan için bir soruna neden olmaktadır.
- This moral authority must be safeguarded if we want to live in a world of security and freedom.
- Eğer güvenlik ve özgürlük dolu bir dünyada yaşamak istiyorsak bu ahlaki otorite korunmalıdır.
- Therefore we have to live with that.
- Dolayısıyla bununla yaşamak zorundayız.
- They may work on one side and live on the other.
- Bir tarafta çalışıp diğer tarafta yaşayabilirler.
- One of these minorities who live in abject misery are, of course, the Roma in various candidate countries.
- Sefalet içinde yaşayan bu azınlıklardan biri de elbette çeşitli aday ülkelerdeki Romanlardır.
- So, you were living with this guy the whole time.
- Demek tüm bu süre boyunca bu adamla birlikte yaşıyordun.
- The name of this metropolis, where more than ten million people live, also means the "capital city" in Korean.
- On milyondan fazla insanın yaşadığı bu metropolün adı Korece'de "başkent" anlamına da gelmektedir.
- I thought we lived in such a nice small town.
- Küçük şirin bir yerde yaşıyoruz sanıyordum.
- The couple has been living happily together since.
- Çift o zamandan beri mutlu bir birliktelik yaşıyor.
- It is born, lives, and dies like all living things.
- Doğar, yaşar ve ölür, tıpkı diğer canlılar gibi.
- You live down by the beach, you have a beautiful wife, and nothing's ever good enough.
- Sahilde yaşıyorsun, güzel bir karın var ve hiçbir şey yeterince iyi değil.
- So, you were living with this guy the whole time.
- Yani onca zamandır bu adamla yaşıyordunuz.
- You have learned to recycle certain things and to live more in harmony with the planet in some areas.
- Bazı şeyleri geri dönüştürmeyi ve bazı bölgelerde gezegenle daha uyum içinde yaşamayı öğrendiniz.
- For Israel, to live with the Palestinians as equals inside a democratic system is equivalent to a suicide.
- İsrail için Filistinlilerle demokratik bir sistem içinde eşit olarak yaşamak intihar etmekle eşdeğerdir.
- I will personally find you a nice little place to live.
- Sana şahsen yaşaman için güzel bir yer bulacağım.
- The three-dimensional world we thought we lived in is only what we see.
- Yaşadığımızı sandığımız üç boyutlu dünya sadece gördüklerimizden ibarettir.
- But a person can't live two lives at once.
- Ama bir insan aynı anda iki hayat yaşayamaz.
- Just pay the minimum and live to fight another month.
- Sadece asgari tutarı ödeyin ve bir ay daha geçim mücadelesi vermek için yaşayın.
- I was trying so hard to live a life of love.
- Aşk dolu bir hayat yaşamak için çok uğraştım.
- It is born, lives, and dies like all living things.
- Tüm canlılar gibi doğar, yaşar ve ölür.
- I thought we lived in such a nice small town.
- Küçük ve güzel bir kasabada yaşadığımızı sanıyordum.
- They are conspiring against you, but music is where freedom lives.
- Size komplo kuruyorlar, ancak özgürlük, müzikte yaşıyor.
- No one can eat that much sugar and live.
- Kimse bu kadar şekeri yiyerek yaşayamaz.
- You have learned to recycle certain things and to live more in harmony with the planet in some areas.
- Belli ürünleri geri dönüştürmeyi ve bazı bölgelerde gezegenle daha fazla uyum içinde yaşamayı öğrendiniz.
- I thought we lived in such a nice small town.
- Çok güzel ve küçük bir kasabada yaşadığımızı sanıyordum.
- At the moment I feel like I'm living in two places.
- Şu anda iki yerde yaşıyormuşum gibi hissediyorum.
- The children of Palestine and Israel will live together in this region.
- Filistin ve İsrail'in çocukları bu bölgede bir arada yaşayacaklar.
- Our thoughts, feelings, and emotions affect the space we live in.
- Düşüncelerimiz, hislerimiz ve duygularımız yaşadığımız ortamı etkiliyor.
- My parents and I lived in the area, too, for a while.
- Annem ve babam da bir süre bu bölgede yaşadık.
- The couple has been living happily together since.
- Çift o zamandan beri beraber mutlu bir şekilde yaşıyor.
- Everyone living on the earth looks for ways of achieving happiness.
- Dünyada yaşayan herkes mutluluğa ulaşmanın yollarını arar.
- For Israel, to live with the Palestinians as equals inside a democratic system is equivalent to a suicide.
- İsrail için Filistinlilerle demokratik bir sistemde eşit bir şekilde yaşamak intiharla eşdeğerdir.
- That is the only reason for a horse to live, kid.
- Bir atın yaşamasının tek sebebi budur, evlat.
- And I'm going to go live with him there, after the season's over.
- Ve sezon bittikten sonra onunla orada yaşayacağım.
- You live down by the beach, you have a beautiful wife, and nothing's ever good enough.
- Sahilde yaşıyorsun, güzel bir karın var ve hiçbir şey yeterli gelmiyor.
- And I'm going to go live with him there, after the season's over.
- Ayrıca sezon bittikten sonra da onunla birlikte yaşayacağım.
- Everyone living on the earth looks for ways of achieving happiness.
- Dünya üzerinde yaşayan herkes mutluluğa ulaşmanın yollarını arar.
- For Israel, to live with the Palestinians as equals inside a democratic system is equivalent to a suicide.
- İsraillilere göre Filistinliler ile eşit şartlarda demokratik bir yapı içinde yaşamak intihara eşdeğerdir.
- They granted them their freedom and allowed them to live by their religious principles and culture.
- Onlara özgürlüklerini bahşettiler ve dini ilkelerine ve kültürlerine göre yaşamalarına izin verdiler.
- That is the only reason for a horse to live, kid.
- Bir atın yaşamasının tek nedeni budur evlat.
- So, you were living with this guy the whole time.
- Yani, başından beri bu adamın yanında yaşıyordunuz.
- I will personally find you a nice little place to live.
- Sana yaşaman için küçük, güzel bir yeri bizzat bulacağım.
- Indeed, our deepest desire is to live in loving relationships with one another.
- Aslında, en derin arzumuz birbirimizle sevgi dolu ilişkilerde yaşamaktır.
- Your family can live here in safety and peace.
- Aileniz burada güven ve huzur içinde yaşayabilir.
- We are living in a planet which have enough water and continents.
- Yeterince suyu ve kıtası olan bir gezegende yaşıyoruz.
- You have learned to recycle certain things and to live more in harmony with the planet in some areas.
- Bazı şeyleri geri dönüştürmeyi ve bazı alanlarda gezegenle daha uyumlu yaşamayı öğrendiniz.
- I was trying so hard to live a life of love.
- Aşk dolu bir hayat yaşamak için çok çabalıyordum.
- Our thoughts, feelings, and emotions affect the space we live in.
- Düşüncelerimiz, duygularımız ve duygularımız yaşadığımız yeri de etkiler.
- You live down by the beach, you have a beautiful wife, and nothing's ever good enough.
- Sahil kenarında yaşıyorsun, güzel bir karın var, ve hiçbiri sana yetmiyor.
- If you can live with that decision, so can I.
- Eğer sen bu kararla yaşayabilirsen, ben de yaşayabilirim.
- It makes our life new, rich, and worth living.
- Hayatımızı yeni, zengin ve yaşamaya değer kılar.
- You're the only one among us living like a decent human being.
- Aramızda düzgün bir insan gibi yaşayan tek kişi sensin.
- They are conspiring against you, but music is where freedom lives.
- Sana karşı komplo kuruyorlar ama müzik özgürlüğün yaşadığı yerdir.
- In fact, the world has never lived a single day of peace.
- Aslında dünya hiçbir zaman huzur dolu bir gün yaşamadı.
- And I'm going to go live with him there, after the season's over.
- Ve ben de bu dönem sonunda gidip onunla birlikte orada yaşayacağım.
- They are built on respect, courtesy, and how to live with one another.
- Bunlar saygı, nezaket ve birbirimizle nasıl yaşayacağımız üzerine inşa edilmiştir.
- Together we will live with respect for one another.
- Birlikte birbirimize saygı duyarak yaşayacağız.
- They say when you are a drug addict, you should think of something you want to live for.
- Uyuşturucu bağımlısı olduğunuzda, uğruna yaşamak isteyeceğiniz bir şey düşünmeniz gerektiğini söylerler.
- We live in an automated world now, so these things are necessary.
- Artık otomatikleşmiş bir dünyada yaşıyoruz, dolayısıyla bunlar gerekli.
- No one can eat that much sugar and live.
- Kimse o kadar şeker yiyerek yaşayamaz.
- Just pay the minimum and live to fight another month.
- Asgarisini ödeyip bir ay daha geçim mücadelesi vermek için yaşayacaksın.
- They are conspiring against you, but music is where freedom lives.
- Size karşı komplo kuruyorlar ama müzik özgürlüğün yaşadığı yerdir.
- It is a costly world to live in these days.
- Bugünlerde yaşamak pahalı bir dünya.
- I'm going to my house, where I live like a respectable human being.
- Saygıdeğer bir insan gibi yaşadığım evime gidiyorum.
- We are living in a planet which have enough water and continents.
- Yeterli suya ve kıtalara sahip bir gezegende yaşıyoruz.
- I will personally find you a nice little place to live.
- Sana yaşaman için küçük, güzel bir yeri bizzat ben bulacağım.
- Indeed, our deepest desire is to live in loving relationships with one another.
- Gerçekten de en derin arzumuz birbirimizle sevgi dolu ilişkiler içinde yaşamaktır.
- They granted them their freedom and allowed them to live by their religious principles and culture.
- Onlara hürriyetlerini tanıdılar, dini esaslarını ve kültürlerini yaşamalarına izin verdiler.
- We live in a place where these things never happen.
- Biz böyle şeylerin hiç yaşanmadığı bir yerde yaşıyoruz.
- If you can live with that decision, so can I.
- Eğer siz bu kararla yaşayabiliyorsanız, ben de yaşayabilirim.
- Your family can live here in safety and peace.
- Ailen burada, güvenli ve huzurlu bir şekilde yaşayabilir.
- You live in anarchy, murdering one another.
- Anarşi içinde yaşıyorsunuz, birbirinizi öldürüyorsunuz.
- He lives in Rome.
- O, Roma'da yaşıyor.
- Layla was living in her very dark world.
- Leyla çok karanlık dünyasında yaşıyordu.
- He lives on his country estate.
- Taşradaki malikanesinde yaşıyor.
- You obviously don't live here.
- Belli ki burada yaşamıyorsun.
- Tom lives not far from here.
- Tom buradan uzakta yaşamıyor.
- I wonder if Tom knows where Mary lives.
- Mary'nin nerede yaşadığını Tom'un bilip bilmediğini merak ediyorum.
- My children live in Boston.
- Çocuklarım Boston'da yaşıyor.
- We both know you don't live where you say you do.
- İkimiz de söylediğin yerde yaşamadığını biliyoruz.
- I can live with that.
- Bununla yaşayabilirim.
- My parents live in the country.
- Annem ve babam taşrada yaşıyor.
- He is living in Tokyo.
- O, Tokyo'da yaşıyor.
- Tom lived with his uncle before he came to Boston.
- Tom Boston'a gelmeden önce amcasıyla yaşıyordu.
- She lives in the country.
- Şehir dışında yaşıyor.
- Tom intends to live in Boston for more than a year.
- Tom Boston'da bir yıldan fazla yaşamayı planlıyor.
- We've never lived in Boston.
- Boston'da hiç yaşamamıştık.
- He was poor and lived in a small cabin.
- Fakirdi ve küçük bir kulübede yaşıyordu.
- I was living in Boston a few years ago.
- Birkaç yıl önce Boston'da yaşıyordum.
- Do you live in Boston, too?
- Sen de Boston'da mı yaşıyorsun?
- Gnomes live in this forest.
- Cüceler bu ormanda yaşar.
- I live in Turkmenistan.
- Türkmenistan'da yaşıyorum.
- I have lived in Sasayama for three years.
- Üç yıldır Sasayama'da yaşıyorum.
- Tom wanted to know where Mary lived.
- Tom, Mary'nin nerede yaşadığını bilmek istedi.
- Did you find out where Tom lives?
- Tom'un nerede yaşadığını öğrendin mi?
- Sami wanted to live in this house.
- Sami bu evde yaşamak istiyordu.
- What's life like where you live?
- Yaşadığınız yerde hayat nasıl?
- Animals in captivity live long, sheltered lives, whereas in the wild they are in constant danger of being eaten alive.
- Esaret altındaki hayvanlar uzun ve korunaklı hayatlar yaşarken, vahşi doğadayken canlı canlı yenme tehlikesiyle sürekli karşı karşıyadırlar.
- We've been living here since July.
- Temmuz'dan beri burada yaşıyoruz.
- People can't live forever.
- İnsanlar sonsuza kadar yaşayamazlar.
- She lived in five different countries by age 25.
- O 25 yaşına kadar beş farklı ülkede yaşadı.
- How long has he lived there?
- O, ne kadar süre orada yaşadı?
- We live in a globalized world.
- Küreselleşmiş bir dünyada yaşıyoruz.
- I lived in São Paulo for eleven years and in Brasilia for thirty-four years.
- On bir yıl São Paulo'da, otuz dört yıl da Brasilia'da yaşadım.
- Tom is no longer living here.
- Tom artık burada yaşamıyor.
- I live in the town centre.
- Ben kasaba merkezinde yaşıyorum.
- Where does he live in Germany?
- Almanya'da nerede yaşıyor?
- Tom lives just a mile away.
- Tom sadece bir mil ötede yaşıyor.
- We've never lived here.
- Biz burada hiç yaşamadık.
- She has a comfortable income to live on.
- Yaşamak için rahat bir geliri var.
- My uncle, who lives in Osaka, visited us yesterday.
- Osaka'da yaşayan amcam dün bizi ziyaret etti.
- I have an uncle who lives in Australia.
- Avustralya'da yaşayan bir amcam var.
- In 1991, Fadil lived in Egypt.
- 1991'de Fadıl, Mısır'da yaşıyordu.
- Tom doesn't actually live within Boston city limits.
- Tom aslında Boston şehir sınırları içinde yaşamıyor.
- Latin Americans know very little about the history of the indigenous peoples who used to live here several centuries ago.
- Latin Amerikalılar, birkaç yüzyıl önce burada yaşamış olan yerli halkların tarihi hakkında çok az şey biliyor.
- I live in Europe.
- Ben Avrupa'da yaşıyorum.
- We can't live like this.
- Bu şekilde yaşayamayız.
- One cannot live solely on air and love.
- İnsan sadece hava ve aşkla yaşayamaz.
- Tom lives near here.
- Tom buraya yakın yaşıyor.
- Tom is living with his uncle now.
- Tom şu anda amcasıyla birlikte yaşıyor.
- Tom lives all by himself.
- Tom tek başına yaşıyor.
- Tom lives on the other side of Boston.
- Tom Boston'un diğer tarafında yaşıyor.
- I don't like the neighborhood where Tom lives.
- Tom'un yaşadığı mahalleyi sevmiyorum.
- Do you really think I'd rather live in Boston than Chicago?
- Gerçekten Boston'da yaşamayı Chicago'ya tercih edeceğimi mi düşünüyorsun?
- I'd like to live on a farm.
- Bir çiftlikte yaşamak isterim.
- She lives on her own.
- Kendi başına yaşıyor.
- We live in Boston.
- Boston'da yaşıyoruz.
- I'm living in a town.
- Bir kasabada yaşıyorum.
- Have you found someplace to live?
- Yaşayacak bir yer buldun mu?
- Tom is currently living in Boston.
- Tom şu anda Boston'da yaşıyor.
- I don't want to live in a big mansion.
- Büyük bir konakta yaşamak istemiyorum.
- Where does your grandpa live?
- Büyükbaban nerede yaşıyor?
- Tom lives in a middle-class neighborhood.
- Tom orta sınıf bir mahallede yaşıyor.
- They live in a very beautiful house.
- Çok güzel bir evde yaşıyorlar.
- Tom lives on his own.
- Tom yalnız yaşıyor.
- How long have you been living in this house?
- Ne kadar süredir bu evde yaşıyorsun?
- He is as great a scholar as ever lived.
- Şimdiye kadar yaşamış en büyük bilgin.
- We have a lot to live up to.
- Yaşamamız gereken çok şey var.
- I live in a house that was built in 2013.
- 2013'te inşa edilmiş bir evde yaşıyorum.
- He is a Japanese businessman, but he lives in Finland.
- O Japon bir işadamı ama Finlandiya'da yaşıyor.
- Boston is the kind of place I want to live.
- Boston yaşamak istediğim türden bir yer.
- He is looking for a place to live.
- Yaşamak için bir yer arıyor.
- I lived there for five years.
- Orada beş yıl yaşadım.
- Is Thomas a common name where you live?
- Thomas yaşadığın yerde yaygın bir isim mi?
- Tom is living in a cockroach-infested apartment.
- Tom hamamböceği istilasına uğramış bir dairede yaşıyor.
- Tom lived, Tom is alive, Tom will live.
- Tom yaşadı, Tom yaşıyor, Tom yaşayacak.
- He lives in Cardiff.
- Cardiff'te yaşıyor.
- When I think about it now, our family lived a very miserable life.
- Şimdi düşündüğümde, ailemiz çok sefil bir hayat yaşadı.
- I have been living here for many years.
- Uzun yıllardır burada yaşıyorum.
- Are your parents still living?
- Ailen hala yaşıyor mu?
- I lived with Tom in Boston for three years.
- Tom'la üç yıl Boston'da yaşadım.
- I live in Tokyo.
- Tokyo'da yaşıyorum.
- One in seven people in Canada live in poverty.
- Kanada'da her yedi kişiden biri yoksulluk içinde yaşıyor.
- We live in the center of the city.
- Şehir merkezinde yaşıyoruz.
- Tom lives next to a church.
- Tom bir kilisenin yanında yaşıyor.
- I want to know who used to live here and where he's gone.
- Burada kimin yaşadığını ve nereye gittiğini bilmek istiyorum.
- Tom thought Mary lived on Park Street.
- Tom, Mary'nin Park Caddesi'nde yaşadığını düşündü.
- Do you know where we live?
- Nerede yaşadığımızı biliyor musun?
- I've always wanted to live in a place like this.
- Hep böyle bir yerde yaşamak istemişimdir.
- Tom said Boston is a nice place to live.
- Tom Boston'un yaşamak için güzel bir yer olduğunu söyledi.
- Have you ever lived abroad?
- Sen hiç yurt dışında yaşadın mı?
- Tom lives all by himself in a small cabin in the woods.
- Tom ormanda küçük bir kulübede tek başına yaşıyor.
- We both live in Boston.
- İkimiz de Boston'da yaşıyoruz.
- I thought that Tom was still living in Boston.
- Tom'un hâlâ Boston'da yaşadığını sanıyordum.
- She lives nearby.
- O yakında yaşıyor.
- All of us want to live as long as possible.
- Hepimiz mümkün olduğu kadar uzun yaşamak istiyoruz.
- I'm pretty sure Tom lives on Park Street.
- Tom'un Park Caddesi'nde yaşadığından oldukça eminim.
- Death is the door that brings this mortal life that we have lived to an end and opens out to the eternal life to come.
- Ölüm, yaşadığımız bu fani hayatı sona erdiren ve gelecek olan ebedi hayata açılan kapıdır.
- Tom said that Mary was living in Boston.
- Tom, Mary'nin Boston'da yaşadığını söyledi.
- Tom lives in a small town on the outskirts of Boston.
- Tom Boston'un dışında küçük bir kasabada yaşıyor.
- Tom doesn't have a place to live.
- Tom'un yaşayacağı bir yeri yok.
- Many scientists live in this small village.
- Birçok bilim adamı bu küçük köyde yaşıyor.
- Tom has decided to live in Boston for the rest of his life.
- Tom hayatının geri kalanında Boston'da yaşamaya karar verdi.
- He lives within a stone's throw of the sea.
- O, denizin hemen yakınında yaşıyor.
- Tom's mother is a nurse at the hospital that's across the street from where Mary lives.
- Tom'un annesi Mary'nin yaşadığı caddenin karşısındaki hastanede bir hemşiredir.
- Tom lives on a houseboat.
- Tom bir yüzen evde yaşıyor.
- He will forever live on in our memories.
- Sonsuza dek anılarımızda yaşayacak.
- Tom and Mary live close to the ocean.
- Tom ve Mary okyanusa yakın yaşıyorlar.
- Tom used to live on Park Street.
- Tom eskiden Park Caddesi'nde yaşardı.
- Tom told me where he lived.
- Tom bana onun nerede yaşadığını söyledi.
- Tom hoped to live in Boston one day.
- Tom bir gün Boston'da yaşamayı umuyordu.
- How do you know where I live?
- Nerede yaşadığımı nereden biliyorsun?
- Do you live in this part of town?
- Şehrin bu bölümünde mi yaşıyorsun?
- I live in São Paulo, but I travel to Rio de Janeiro almost every week.
- São Paulo'da yaşıyorum ama neredeyse her hafta Rio de Janeiro'ya gidiyorum.
- Laurie's family lives in Brisbane.
- Laurie'nin ailesi Brisbane'de yaşıyor.
- How many minorities live in Russia?
- Rusya'da kaç tane azınlık yaşar?
- We'll live to fight another day.
- Başka bir gün savaşmak için yaşayacağız.
- I would rather die than live in disgrace.
- Utanç içinde yaşamaktansa ölmeyi tercih ederim.
- I don't think Tom has very long to live.
- Tom'un yaşamak için çok uzun zamanı olduğunu düşünmüyorum.
- Did they live here?
- Burada mı yaşıyorlardı?
- As long as you live under my roof you will live by my rules.
- Çatımın altında yaşadığın sürece benim kurallarıma göre yaşayacaksın.
- I have lived in Kamakura for twelve years.
- On iki yıldır Kamakura'da yaşıyorum.
- People live only about 70 years.
- İnsanlar sadece 70 yıl yaşar.
- This house of ours has just been redecorated, and we haven't lived here for sixth months.
- Bu evimiz yeni dekore edildi ve biz burada altı aydır yaşamıyoruz.
- She lives across the street.
- O, caddenin karşısında yaşıyor.
- I thought we were going to live here.
- Burada yaşayacağımızı düşünüyordum.
- Let me live.
- Bırak da yaşayayım.
- Tom and Mary live in a treehouse.
- Tom ve Mary bir ağaç evde yaşıyorlar.
- We have to live in the present.
- Şu anda yaşamalıyız.
- Tom lived in Boston for a few years.
- Tom birkaç yıl Boston'da yaşadı.
- I would like to live in France.
- Fransa'da yaşamak istiyorum.
- He lives far away from his hometown.
- Memleketinden uzakta yaşıyor.
- Tom lives on the other side of town.
- Tom şehrin diğer tarafında yaşıyor.
- Since I lived in Tokyo, I know that city pretty well.
- Tokyo'da yaşadığım için o şehri iyi bilirim.
- I don't know if she still lives there.
- Onun hâlâ orada yaşayıp yaşamadığını bilmiyorum.
- My brother lives there.
- Kardeşim orada yaşıyor.
- Do you like living in Boston?
- Boston'da yaşamayı seviyor musun?
- He abandoned his family and went to live in Tahiti.
- Ailesini terk etti ve Tahiti'de yaşamaya gitti.
- He's a British citizen, but he lives in India.
- O bir İngiliz vatandaşı, ama Hindistan'da yaşıyor.
- Who do you live with?
- Kiminle yaşıyorsunuz?
- Tom lived with his uncle in Boston while going to college.
- Tom üniversiteye giderken amcasıyla birlikte Boston'da yaşadı.
- I can live without it.
- O olmadan da yaşayabilirim.
- Tom hopes to live in Boston someday.
- Tom bir gün Boston'da yaşamayı umuyor.
- Sami's older brother lived in Cairo.
- Sami'nin abisi Kahire'de yaşıyordu.
- Tom doesn't know exactly where Mary lives.
- Tom, Mary'nin tam olarak nerede yaşadığını bilmiyor.
- He lives somewhere about here.
- Buralarda bir yerde yaşıyor.
- Men can't live without football.
- Erkekler futbolsuz yaşayamaz.
- He still lives with his parents.
- O hala anne ve babasıyla birlikte yaşıyor.
- We don't expect Tom to live much longer.
- Tom'un daha fazla yaşamasını beklemiyoruz.
- We live in house number fifty, next to the market.
- Marketin yanındaki 50 numaralı evde yaşıyoruz.
- Generally, women live 10 years longer than men.
- Genellikle kadınlar erkeklerden on yıl daha uzun yaşıyorlar.
- I thought Tom would live forever.
- Tom'un sonsuza dek yaşayacağını düşündüm.
- Boston is a nice place to visit, but I wouldn't want to live there.
- Boston ziyaret etmek için güzel bir yer ama orada yaşamak istemezdim.
- Tom lives near the beach.
- Tom sahile yakın bir yerde yaşıyor.
- Ania lives in Gdańsk.
- Ania, Gdańsk'ta yaşıyor.
- I live in Parma.
- Parma'da yaşıyorum.
- I don't think Tom knows exactly where Mary lives.
- Tom'un Mary'nin tam olarak nerede yaşadığını bildiğini sanmıyorum.
- We do not live for idle amusement.
- Biz boş eğlence için yaşamıyoruz.
- My mother lives by herself.
- Annem tek başına yaşıyor.
- Do you want to live in Germany?
- Almanya'da yaşamak istiyor musunuz?
- No one who owns a pet is allowed to live in this apartment building.
- Bu apartmanda evcil hayvanı olan hiç kimsenin yaşamasına izin verilmiyor.
- She is living abroad.
- O yurt dışında yaşıyor.
- Tom lives with Mary like a dog and a cat.
- Tom Mary'yle kedi köpek gibi yaşıyor.
- He is the greatest poet that ever lived.
- O şimdiye kadar yaşamış en büyük şairdir.
- Once upon a time there lived an old king on a small island.
- Bir zamanlar küçük bir adada yaşlı bir kral yaşardı.
- Tom lives near Mary.
- Tom, Mary'nin yakınında yaşıyor.
- We live in Rome.
- Biz Roma'da yaşıyoruz.
- She lived a long life.
- O uzun bir ömür yaşadı.
- London, where I live, used to be famous for its fog.
- Yaşadığım yer olan Londra, eskiden sisi ile meşhurdu.
- Tom intends to live in Japan for good.
- Tom temelli olarak Japonya'da yaşamak niyetinde.
- He lived there by himself.
- Tek başına orada yaşadı.
- I live next to a dam.
- Ben bir barajın yanında yaşıyorum.
- I live next to Tom.
- Tom'a bitişik yaşıyorum.
- I live in the gray house down the street.
- Caddenin aşağısındaki gri evde yaşıyorum.
- I will live with my uncle for a month.
- Bir aylığına amcamla yaşayacağım.
- Two rabbits, a white rabbit and a black rabbit, lived in a large forest.
- İki tavşan, bir beyaz tavşan ve bir siyah tavşan, büyük bir ormanda yaşıyordu.
- I lived in Boston for more than three years.
- Boston'da üç yıldan fazla yaşadım.
- I live just two steps from here.
- Buradan sadece iki adım ötede yaşıyorum.
- I'm not living with him anymore.
- Artık onunla yaşamıyorum.
- It makes no difference to me whether she lives in the city or in the country.
- Onun şehirde mi veya kırsalda mı yaşayıp yaşamadığı benim için hiç fark etmez.
- I lived in São Paulo before, but now I live in Rio.
- Ben daha önce Sao Paulo'da yaşadım ama şimdi Rio'da yaşıyorum.
- Tom and Mary live nearby.
- Tom ve Mary yakınlarda yaşıyorlar.
- Tom doesn't want to live in the country.
- Tom kırsal alanda yaşamak istemiyor.
- Tom lived during the war in Lyon.
- Tom savaş sırasında Lyon'da yaşıyordu.
- He lived in obscurity.
- O, bilinmezlik içinde yaşadı.
- I lived in Kouenji.
- Kouenji'de yaşadım.
- The majority of the peasants living in this godforsaken village cannot read nor write.
- Tanrı'nın unuttuğu bu köyde yaşayan köylülerin çoğunluğu okuma yazma bilmiyor.
- I still live with my parents.
- Ben hâlâ ailemle yaşıyorum.
- I may be living in Boston next year.
- Gelecek yıl Boston'da yaşıyor olabilirim.
- I wish Tom lived closer to me.
- Keşke Tom bana daha yakın yaşasa.
- He lives beyond his income.
- Gelirinin ötesinde yaşar.
- I have always wanted to live in Rome.
- Her zaman Roma'da yaşamayı istedim.
- Somehow I can't picture Tom living in Boston.
- Nedense Tom'u Boston'da yaşarken hayal edemiyorum.
- I want to live in a big city.
- Büyük bir kentte yaşamak isterim.
- Dan and Linda live in London where they both grew up.
- Dan ve Linda, ikisinin de büyüdüğü Londra'da yaşıyor.
- I live outside of the city.
- Şehrin dışında yaşıyorum.
- He's too young to live by himself yet.
- Henüz tek başına yaşamak için çok genç.
- Tom doesn't want to live like this anymore.
- Tom artık böyle yaşamak istemiyor.
- I have lived in many houses and slept in many beds throughout my life.
- Hayatım boyunca birçok evde yaşadım ve birçok yatakta uyudum.
- She lives near the beach, but she can't swim.
- Sahile yakın yaşıyor ama yüzemiyor.
- Tom and Mary lived in Boston for a while.
- Tom ve Mary bir süre Boston'da yaşadılar.
- Many Chinese live in Africa.
- Birçok Çinli Afrika'da yaşıyor.
- The fact is that his father lives alone in New York because of work.
- Gerçek şu ki, babası işi yüzünden New York'ta yalnız yaşıyor.
- He does not live there any more.
- Artık orada yaşamıyor.
- His high salary enabled him to live in comfort.
- Yüksek maaşı, rahat yaşamasını sağlıyordu.
- Tom is still living in Boston.
- Tom hâlâ Boston'da yaşıyor.
- Does Tom still live here?
- Tom hâlâ burada mı yaşıyor?
- How long has Marcos lived here?
- Marcos ne zamandır burada yaşıyor?
- She lives in the village.
- Köyde yaşıyor.
- Do any of you know where he lives?
- Sizden biri onun nerede yaşadığını biliyor mu?
- I live within spitting distance of the subway station.
- Metro istasyonuna birkaç adım mesafede yaşıyorum.
- Tom said he couldn't remember where Mary lived.
- Tom, Mary'nin nerede yaşadığını hatırlamadığını söyledi.
- He had been living in Nagano for seven years when his daughter was born.
- Kızı doğduğunda, o yedi yıl boyunca Nagano'da yaşıyordu.
- I think we should ask Tom where he wants to live.
- Sanırım Tom'a nerede yaşamak istediğini sormalıyız.
- How long have you and Tom been living in Boston?
- Tom ve sen ne kadar zamandır Boston'da yaşıyorsunuz?
- I've been looking for a place to live.
- Yaşayacak bir yer arıyordum.
- I live in Minnesota right now.
- Şu anda Minnesota'da yaşıyorum.
- I lived in Japan for 2 years, but now I'm living in California.
- Ben 2 yıl boyunca Japonya'da yaşadım ama şimdi Kaliforniya'da yaşıyorum.
- I've been living in Kassel for two years and still haven't been to Herkules.
- İki yıldır Kassel'de yaşıyorum ve hala Herkules'e gitmedim.
- I used to live there.
- Eskiden orada yaşardım.
- You were right, he doesn't live in Rio.
- Haklıydın, Rio'da yaşamıyor.
- Most of the Melanesians living in Papua New Guinea have very curly hair, don't they?
- Papua Yeni Gine'de yaşayan Melanezyalıların çoğunun saçları çok kıvırcık, değil mi?
- I had hoped that my mother would live until I got married.
- Ben evlenene kadar annemin yaşayacağını umuyordum.
- The Japanese live mainly on rice.
- Japonlar çoğunlukla pirinçle yaşarlar.
- No, we don't live on Albert street anymore.
- Hayır, artık Albert sokağında yaşamıyoruz.
- Tell me where Tom lives.
- Bana Tom'un nerede yaşadığını söyle.
- I live in a giant bucket.
- Dev bir kovanın içinde yaşıyorum.
- Doesn't Tom live here?
- Tom burada yaşamıyor mu?
- Tom wants to live in a French-speaking country.
- Tom Fransızca konuşulan bir ülkede yaşamak istiyor.
- He lives in a huge house.
- O, büyük bir evde yaşıyor.
- I still live at home.
- Hâlâ evde yaşıyorum.
- I live from hand to mouth.
- Elden ele yaşıyorum.
- I live in Kazakhstan.
- Kazakistan'da yaşıyorum.
- I want to live with my wife.
- Karımla yaşamak istiyorum.
- Mary lives in a one-bedroom apartment near the train station.
- Mary tren istasyonuna yakın tek yatak odalı bir dairede yaşıyor.
- They had lived there until they came to Tokyo.
- Tokyo'ya gelene kadar orada yaşamışlar.
- We have to live with the consequences of our choices.
- Seçimlerimizin sonuçlarıyla yaşamak zorundayız.
- We have our lives to live.
- Yaşayacak hayatlarımız var.
- Tom lives in a house on the edge of the village.
- Tom köyün kenarındaki bir evde yaşıyor.
- Tom and Mary live in a house by the river.
- Tom ve Mary nehir kıyısında bir evde yaşıyorlar.
- Nobody lives with me.
- Kimse benimle yaşamıyor.
- Tom lives near us.
- Tom bize yakın yaşar.
- He lives in a completely altered reality.
- Tamamen değiştirilmiş bir gerçeklikte yaşıyor.
- Where do you live at the moment?
- Şu anda nerede yaşıyorsun?
- She followed him home to find out where he lived.
- Nerede yaşadığını öğrenmek için onu evine kadar takip etmiş.
- I want to live by myself.
- Kendi başıma yaşamak istiyorum.
- We rented an apartment when we lived in New York.
- New York'ta yaşarken bir apartman dairesi kiraladık.
- I live by myself in a small apartment.
- Küçük bir dairede tek başıma yaşıyorum.
- He lives all alone in the woods.
- Ormanda tek başına yaşıyor.
- She asked him if he knew where I lived.
- Nerede yaşadığımı bilip bilmediğini sordu.
- After I graduated from college, I moved back home and lived with my parents for three years.
- Üniversiteden mezun olduktan sonra eve geri taşındım ve üç yıl boyunca ailemle yaşadım.
- Your problem is that you live in your own bubble.
- Senin sorunun kendi kabuğunda yaşaman.
- I would live here with you if I could.
- Yapabilseydim seninle burada yaşardım.
- I live in Savigny-sur-Orge, a small town in the Paris suburbs.
- Savigny-sur-Orge'de yaşıyorum, Paris varoşlarında küçük bir kasaba.
- This is where I want to live.
- Burası yaşamak istediğim yer.
- Are you still living with your parents?
- Hâlâ ailenle mi yaşıyorsun?
- Sami has lived most of his adult life in Cairo.
- Sami yetişkin hayatının çoğunu Kahire'de yaşadı.
- We have lived in Algeria for many decades.
- Onlarca yıldır Cezayir'de yaşıyoruz.
- My friend lives in this house.
- Arkadaşım bu evde yaşıyor.
- I've finally gotten used to living here in Boston.
- Nihayet Boston'da yaşamaya alıştım.
- He lives in the city.
- O, şehirde yaşıyor.
- This is where Tom lives.
- Burası Tom'un yaşadığı yer.
- Tom wanted to live close to school.
- Tom okula yakın bir yerde yaşamak istiyordu.
- I'm living in a town.
- Ben bir kasabada yaşıyorum.
- She doesn't live there any more.
- Artık orada yaşamıyor.
- Layla and Sami lived under the same roof.
- Layla ve Sami aynı çatı altında yaşıyorlardı.
- Dan and Linda lived in a rundown apartment.
- Dan ve Linda yıkık dökük bir dairede yaşıyorlardı.
- I want people to live.
- İnsanların yaşamasını istiyorum.
- She lives in a dream world.
- Hayal dünyasında yaşıyor.
- I like where I live.
- Yaşadığım yeri seviyorum.
- Tom lives in Australia with his wife and his three children.
- Tom Avustralya'da karısı ve üç çocuğuyla birlikte yaşıyor.
- Don't tell me how to live my life.
- Hayatımı nasıl yaşayacağıma karışma.
- We live on a planet called Earth.
- Dünya adında bir gezegende yaşıyoruz.
- Their grandchild lives in the Netherlands.
- Onun torunu Hollanda'da yaşıyor.
- We now live in a multicultural world.
- Artık çok kültürlü bir dünyada yaşıyoruz.
- I lived in Japan for 2 years, but now I'm living in California.
- İki yıl Japonya'da yaşadım ama şimdi Kaliforniya'da yaşıyorum.
- Learn to live with it.
- Bununla yaşamasını öğren.
- The people who live there are our friends.
- Orada yaşayan insanlar bizim dostlarımız.
- He wants to live as long as he can.
- Elinden geldiği sürece yaşamak istiyor.
- We live in a global village.
- Küresel bir köyde yaşıyoruz.
- Tell me the reason why you want to live in the countryside.
- Bana kırsalda yaşamak istemenin nedenini söyle.
- I've lived in China for six months.
- Altı aydır Çin'de yaşamaktayım.
- Tom is still living on Park Street.
- Tom hala Park Sokağı'nda yaşıyor.
- I asked Tom where he lived.
- Tom'a nerede yaşadığını sordum.
- Tom plans to live in Boston for more than a year.
- Tom bir yıldan daha fazla bir süre Boston'da yaşamayı planlıyor.
- A family of gnomes lives in a small house under this tree.
- Bir cüceler ailesi bu ağacın altında küçük bir evde yaşamaktadır.
- Jack lived in Japan for several years.
- Jack birkaç yıl Japonya'da yaşadı.
- I wish I could live on Park Street.
- Keşke Park Caddesi'nde yaşayabilseydim.
- What's life like where you live?
- Yaşadığın yerde hayat nasıl?
- How long has Tom lived there?
- Tom ne zamandır orada yaşıyor?
- Some of these animals live in Europe.
- Bu hayvanlardan bazıları Avrupa'da yaşar.
- We lived close to the sea.
- Denize yakın yaşıyorduk.
- He lives in a poor district of London.
- Londra'nın fakir bir bölgesinde yaşar.
- You need to stop living in the past.
- Geçmişte yaşamaya son vermelisin.
- How long do you want to live here?
- Burada ne kadar yaşamak istiyorsun?
- Tom and Mary live near each other.
- Tom ve Mary birbirlerine yakın yaşarlar.
- Tom says that he wants to live a simple and happy life.
- Tom basit ve mutlu bir hayat yaşamak istediğini söylüyor.
- How did you make a living in Tokyo?
- Tokyo'da nasıl yaşıyordun?
- Tom lives somewhere around here.
- Tom buralarda bir yerlerde yaşamaktadır.
- Layla lived north of Cairo.
- Leyla, Kahire'nin kuzeyinde yaşıyordu.
- She knows where we live.
- O, nerede yaşadığımızı bilir.
- Tom lives in Australia now.
- Tom şimdi Avustralya'da yaşıyor.
- Tom lives in a medieval house.
- Tom bir ortaçağ evinde yaşıyor.
- I live in an old house.
- Eski bir evde yaşıyorum.
- Tom has been living with us for a while.
- Tom bir süredir bizimle yaşıyor.
- I haven't lived in Boston very long.
- Boston'da çok uzun süre yaşamadım.
- Tell me where you live.
- Bana nerede yaşadığını söyle.
- Why was he living in the US?
- Neden Amerika'da yaşıyordu?
- Tom only lived in Boston for a short time.
- Tom kısa süre sadece Boston'da yaşadı.
- Tom lives on the outskirts of town.
- Tom şehrin kenar mahallelerinde yaşıyor.
- He is living outside the city.
- O, şehir dışında yaşıyor.
- Fish have ceased to live in this river.
- Balıklar bu nehirde yaşamayı bıraktı.
- I'm living with my parents.
- Ebeveynlerimle birlikte yaşıyorum.
- I'd like to live in that house.
- O evde yaşamak istiyorum.
- Tom is hard to live with.
- Tom ile yaşamak zor.
- There lived an old man in the old house.
- Eski evde yaşlı bir adam yaşıyordu.
- Deep water fish never see the light and live all their lives from the scraps that come from above.
- Derin su balıkları asla ışığı görmezler ve tüm yaşamları boyunca yukarıdan gelen artıklarla yaşarlar.
- I lived in the Rhineland for many years.
- Yıllar boyunca Rheinland'da yaşadım.
- Tom is still looking for a place to live.
- Tom hala yaşayacak bir yer arıyor.
- How long has Tom lived there?
- Tom ne kadar süredir orada yaşıyor?
- The Queen lives in Buckingham Palace.
- Kraliçe Buckingham Sarayı'nda yaşıyor.
- We all live in the same neighborhood.
- Hepimiz aynı mahallede yaşıyoruz.
- She lives on the outskirts of the city.
- O, şehrin kenar mahallelerinde yaşamaktadır.
- Fadil lived in a housing development near Cairo.
- Fadil, Kahire yakınlarındaki bir sitede yaşıyordu.
- I can't live that kind of life.
- Öyle bir hayat yaşayamam.
- She plans to live there for more than a year.
- Orada bir yıldan fazla yaşamayı planlıyor.
- Tom told Mary that he used to live in Boston.
- Tom Mary'ye Boston'da yaşadığını söyledi.
- They live in caves.
- Onlar mağaralarda yaşıyor.
- I know someone who lives in Boston.
- Boston'da yaşayan birisini tanıyorum.
- Tom still lives in Boston with his father.
- Tom hala Boston'da babasıyla birlikte yaşıyor.
- I've always wanted to live in a place like this.
- Her zaman böyle bir yerde yaşamak istedim.
- That's how I live.
- Ben böyle yaşarım.
- We love our mother almost without knowing it, without feeling it, as it is as natural as to live.
- Annemizi neredeyse bilmeden, hissetmeden severiz, çünkü bu yaşamak kadar doğaldır.
- I guess I'll live.
- Sanırım yaşayacağım.
- You didn't tell me you lived in my neighborhood.
- Benim mahallemde yaşadığını söylememiştin.
- She lives with him.
- Onunla birlikte yaşar.
- Tom was living in Boston in 2013.
- Tom 2013'te Boston'da yaşıyordu.
- No one has the right to tell you how to live your life.
- Hiç kimsenin sana hayatını nasıl yaşayacağını söyleme hakkı yok.
- I live in Istanbul.
- İstanbul'da yaşıyorum.
- Tom lived most of his life in Boston.
- Tom hayatının çoğunu Boston'da yaşadı.
- This is the house where he lived.
- Bu onun yaşadığı ev.
- My friend lives in that house.
- Arkadaşım o evde yaşıyor.
- Tom lives far from the airport.
- Tom havaalanından uzakta yaşıyor.
- I've been looking for a place to live.
- Yaşamak için bir yer arıyordum.
- He lives by begging.
- Dilenerek yaşıyor.
- I told Tom that I didn't know where Mary lived.
- Tom'a Mary'nin nerede yaşadığını bilmediğimi söyledim.
- Do you know where I live?
- Nerede yaşadığımı biliyor musun?
- You can live quite comfortably with not much money.
- Çok az parayla oldukça rahat yaşayabilirsin.
- At all costs, I want to live in America.
- Ne pahasına olursa olsun, Amerika'da yaşamak istiyorum.
- Thomas lives in France but works in Belgium.
- Thomas Fransa'da yaşıyor ama Belçika'da çalışıyor.
- We've lived in Boston for three years.
- Üç yıl boyunca Boston'da yaşadık.
- Mary is not the most perfect woman ever lived but she's the best for Tom.
- Mary şimdiye kadar yaşamış en mükemmel kadın değil ama Tom için en iyisidir.
- This house is large enough for your family to live in.
- Bu ev ailenizin yaşaması için yeterince büyük.
- I don't know where she lives.
- Onun nerede yaşadığını bilmiyorum.
- Tom only lived with us for about three months.
- Tom bizimle sadece üç ay kadar yaşadı.
- Tom has been living in the woods by himself for the last three years.
- Tom son üç yıldır ormanda tek başına yaşıyor.
- I live at 337 Augusta Street.
- Ben Augusta Caddesi 337 numarada yaşıyorum.
- Fish can't live out of water.
- Balıklar suyun dışında yaşayamaz.
- I want to live in Brazil.
- Ben Brezilya'da yaşamak istiyorum.
- I live there by myself.
- Orada tek başıma yaşıyorum.
- I live a simple life.
- Basit bir hayat yaşıyorum.
- Dan didn't even live in London.
- Dan, Londra'da bile yaşamadı.
- We live in a democratic society.
- Demokratik bir toplumda yaşıyoruz.
- For how long have you been living here?
- Ne zamandır burada yaşıyorsunuz?
- Have you ever lived in a big city?
- Hiç büyük bir şehirde yaşadınız mı?
- When I was a student, I lived in Boston.
- Ben bir öğrenciyken Boston'da yaşıyordum.
- Tom was living rent-free in a small house not too far from us.
- Tom bizden çok uzak olmayan küçük bir evde kira ödemeden yaşıyordu.
- Tom was living in Boston last year.
- Tom geçen yıl Boston'da yaşıyordu.
- We live in a beautiful city.
- Biz güzel bir şehirde yaşıyoruz.
- I lived with Tom for a while.
- Bir süre Tom'la yaşadım.
- This patient won't live long.
- Bu hasta uzun yaşamayacak.
- How many minorities live in Russia?
- Rusya'da kaç azınlık yaşıyor?
- I know who lives in this house.
- Bu evde kimin yaşadığını biliyorum.
- Many, many years ago, there lived an old man.
- Çok, çok uzun yıllar önce yaşlı bir adam yaşarmış.
- He will live forever in our hearts.
- Sonsuza dek kalbimizde yaşayacak.
- Tom has lived here for a long time.
- Tom uzun süredir burada yaşıyor.
- I live here with my dog.
- Köpeğimle burada yaşıyorum.
- Tom never really wanted to live in Boston.
- Tom hiçbir zaman Boston'da yaşamak istemedi.
- They live apart.
- Ayrı yaşıyorlar.
- Tom lives on the other side of Australia.
- Tom Avustralya'nın diğer tarafında yaşıyor.
- Tom lives in the middle of nowhere.
- Tom ıssız bir yerde yaşıyor.
- Tom used to live near Mary.
- Tom eskiden Mary'nin yakınında yaşardı.
- Marika wanted me to live with her in her parents' village, but it was very cold out there.
- Marika ailesinin köyünde onunla birlikte yaşamamı istedi ama orası çok soğuktu.
- My grandfather lived a long life.
- Büyükbabam uzun bir hayat yaşadı.
- I live quite near here.
- Buraya oldukça yakın yaşıyorum.
- Who do you live with?
- Sen kiminle yaşıyorsun?
- The people who live here are our friends.
- Burada yaşayan insanlar bizim dostlarımız.
- Tom is eager to live in Boston.
- Tom Boston'da yaşamaya heveslidir.
- Fadil lived on Sadiq street.
- Fadıl, Sadık Sokak'ta yaşıyordu.
- I thought you lived with Tom.
- Tom ile yaşadığını sanıyordum.
- We have a place for you to live.
- Yaşaman için bir yerimiz var.
- I have always wanted to live in Rome.
- Ben de hep Roma'da yaşamak istemişimdir.
- Mary lives in an apartment with her mother and two younger brothers.
- Mary, annesi ve iki küçük kardeşiyle birlikte bir apartman dairesinde yaşıyor.
- Once there lived an old woman on a small island.
- Bir zamanlar küçük bir adada yaşlı bir kadın yaşıyordu.
- Tom knew where Mary lived.
- Tom Mary'nin nerede yaşadığını biliyordu.
- Is Tom still living on Park Street?
- Tom hâlâ Park Caddesinde yaşıyor mu?
- I don't like the house he lives in.
- Onun yaşadığı evi sevmiyorum.
- He lives for nothing but pleasure.
- Zevkten başka bir şey için yaşamıyor.
- Fabio lived for two years in Shanghai.
- Fabio iki yıl Şangay'da yaşadı.
- He lives in Yoshkar-Ola.
- Yoşkar-Ola'da yaşıyor.
- His aunt lives in Austria.
- Teyzesi Avusturya'da yaşıyor.
- This house is very comfortable to live in.
- Bu ev yaşamak için çok rahat.
- We've been living here since October.
- Ekim'den beri burada yaşıyoruz.
- She did not forget his kindness as long as she lived.
- Yaşadığı sürece onun iyiliğini unutmadı.
- I live in Boston, but I was born in Chicago.
- Boston'da yaşıyorum ama Chicago'da doğdum.
- Tom asked Mary where she lived, but she wouldn't tell him.
- Tom, Mary'ye nerede yaşadığını sordu ama Mary ona söylemedi.
- My brother lives in Kabylie.
- Erkek kardeşim Kabiliye'de yaşıyor.
- You live nearby, don't you?
- Yakınlarda yaşıyorsun, değil mi?
- I wish I could live near your house.
- Keşke senin evine yakın yaşayabilsem.
- Tom had to live with the consequences of his actions.
- Tom yaptıklarının sonuçlarıyla yaşamak zorunda kaldı.
- Two families live in that house.
- O evde iki aile yaşıyor.
- I wouldn't want to live in a world without love.
- Sevgisiz bir dünyada yaşamak istemem.
- I have no wish to live in a large city.
- Büyük bir şehirde yaşama isteğim yok.
- I live in a remote area.
- Uzak bir bölgede yaşıyorum.
- There must be someone else living on the island.
- Adada yaşayan başka biri daha olmalı.
- Which live longer, chimpanzees or baboons?
- Şempanzeler mi babunlar mı daha çok yaşar?
- Sami lives about a block away from here.
- Sami buradan yaklaşık bir blok uzakta yaşıyor.
- Tom has lived in Boston since he was born.
- Tom doğduğundan beri Boston'da yaşamaktadır.
- She lives like a princess.
- Prenses gibi yaşıyor.
- Why not live it up?
- Neden hayatını yaşamıyorsun?
- He lives with his parents.
- O, ailesi ile birlikte yaşıyor.
- Whoever doesn't smoke or drink will live until death.
- Sigara ve içki içmeyenler ölene kadar yaşayacak.
- Fadil and Layla are living right next door to Rami's hotel.
- Fadıl ve Leyla, Rami'nin otelinin hemen yanında yaşıyorlar.
- I don't live here.
- Ben burada yaşamıyorum.
- We will be living here next month.
- Gelecek ay burada yaşayacağız.
- Mary lived for ninety-nine years.
- Mary doksan dokuz yıl yaşadı.
- I live in a very quiet neighborhood.
- Çok sakin bir mahallede yaşıyorum.
- I spent a week in Berlin living with a German family.
- Ben Berlin'de bir Alman aile ile yaşayarak bir hafta geçirdim.
- My brother is living in San Diego.
- Erkek kardeşim San Diego'da yaşıyor.
- Tom lives in Boston with his family.
- Tom ailesiyle birlikte Boston'da yaşıyor.
- We can't live in Boston anymore.
- Artık Boston'da yaşayamayız.
- Fish live in the sea.
- Balık denizde yaşar.
- I currently live in Beijing.
- Şu anda Pekin'de yaşıyorum.
- Who lives with Tom?
- Tom ile kim yaşıyor?
- Few people live on the island.
- Adada çok az insan yaşıyor.
- Do you know where he lives?
- Onun nerede yaşadığını biliyor musun?
- I thought you said you lived in Boston.
- Boston'da yaşadığını söylediğini düşünüyordum.
- We all live in the same dorm.
- Hepimiz aynı yurtta yaşarız.
- We cannot live without air and water.
- Havasız ve susuz yaşayamayız.
- Tom doesn't live here anymore.
- Tom artık burada yaşamıyor.
- He was living in London when the war broke out.
- Savaş çıktığında o Londra'da yaşıyordu.
- Why do you think Tom prefers living in the country?
- Sizce Tom neden taşrada yaşamayı tercih ediyor?
- She lives on the ground floor.
- O, zemin katta yaşar.
- I'd love to live in Australia for a few years.
- Birkaç yıl Avustralya'da yaşamak isterim.
- Sami used to live in Cairo.
- Sami eskiden Kahire'de yaşıyordu.
- Where do you live, exactly?
- Tam olarak nerede yaşıyorsunuz?
- People work to live, instead of living to work.
- İnsanlar çalışmak için yaşama yerine yaşamak için çalışıyorlar.
- He was living with his aunt.
- Teyzesiyle yaşıyordu.
- Once upon a time, there lived a beautiful princess.
- Bir zamanlar, güzel bir prenses yaşıyordu.
- He died so that we could live.
- O, biz yaşayabilelim diye öldü.
- I wonder where she lives.
- Onun nerede yaşadığını merak ediyorum.
- How do you like living with your brother?
- Erkek kardeşinle yaşamayı nasıl buluyorsun?
- Carol lives in Chicago.
- Carol, Şikago'da yaşıyor.
- I live in Athens.
- Atina'da yaşıyorum.
- I've never lived anywhere but Boston.
- Boston'dan başka hiçbir yerde yaşamadım.
- He lived in Ukraine for many years.
- Uzun yıllar Ukrayna'da yaşadı.
- My uncle lived abroad for many years.
- Amcam yıllarca yurt dışında yaşadı.
- Penguins live almost exclusively in the Southern Hemisphere.
- Penguenler neredeyse sadece Güney Yarımküre'de yaşarlar.
- Tom lives just outside Boston.
- Tom Boston'ın hemen dışında yaşıyor.
- I live and work here.
- Burada yaşıyor ve çalışıyorum.
- For seven years, Fadil lived his dream life.
- Fadıl yedi yıl boyunca hayalindeki hayatı yaşadı.
- Tom has been living in Boston for the last three years.
- Tom, son üç yıldır Boston'da yaşıyor.
- Tom has lived here since 2003.
- Tom 2003'ten beri burada yaşıyor.
- He lived next to his uncle.
- Amcasının yanında yaşıyormuş.
- I don't live in this city.
- Ben bu kentte yaşamıyorum.
- Tom will come live with us.
- Tom gelip bizimle yaşayacak.
- My family lived here for twenty years.
- Ailem burada yirmi yıl boyunca yaşadı.
- Tom lives in a large house with a pool.
- Tom havuzlu büyük bir evde yaşıyor.
- He lived in Europe for fifteen years.
- O, on beş yıl Avrupa'da yaşadı.
- I'll live with it.
- Bununla yaşarım.
- I eat to live.
- Yaşamak için yiyorum.
- Tom lived in Australia.
- Tom Avustralya'da yaşıyordu.
- She lived there about five years.
- Orada yaklaşık beş yıl yaşamış.
- I don't know where Tom lives.
- Tom'un nerede yaşadığını bilmiyorum.
- I've been living in this dorm for three and a half years.
- Üç buçuk yıldır bu öğrenci yurdunda yaşıyorum.
- She was used to living on a small income.
- Az bir gelirle yaşamaya alışmıştı.
- Someone told me that Tom now lives in Boston.
- Birisi bana Tom'un artık Boston'da yaşadığını söyledi.
- George has lived there for six weeks.
- George altı haftadır burada yaşıyor.
- Two little squirrels, a white squirrel and a black squirrel, lived in a large forest.
- İki küçük sincap, bir beyaz sincap ve bir siyah sincap büyük bir ormanda yaşardı.
- Tigers live in the jungle, lions in the savanna.
- Kaplanlar ormanda yaşar, aslanlar savanada.
- You can live with me.
- Benimle yaşayabilirsin.
- I live in Latvia.
- Letonya'da yaşıyorum.
- That's where Tom lives.
- Tom'un yaşadığı yer.
- As long as I live, do not tell anyone about it!
- Yaşadığım sürece, bundan kimseye bahsetme!
- This is the palace the king and queen live in.
- Bu kral ve kraliçenin yaşadığı saraydır.
- I lived in Boston last year with one of my cousins.
- Geçen yıl Boston'da kuzenlerimden biriyle yaşadım.
- They live nearby.
- Yakınlarda yaşıyorlar.
- Tom used to live here.
- Tom eskiden burada yaşardı.
- By the way, where does he live?
- Bu arada o nerede yaşıyor?
- He asked me where my uncle lived.
- Bana amcamın nerede yaşadığını sordu.
- Tom told me not to tell Mary where I lived.
- Tom bana Mary'ye nerede yaşadığımı söylemememi söyledi.
- I shan't forget that feast as long as I live.
- Yaşadığım sürece o ziyafeti unutmayacağım.
- You sure know how to live it up.
- Nasıl hayatını yaşayacağını iyi biliyorsun.
- Since I am the mother of the child, he should live with me.
- Çocuğun annesi ben olduğuma göre, o benimle yaşamalı.
- If you only had one more week to live, what would you spend your time doing?
- Yaşamak için sadece bir haftanız daha olsaydı, zamanınızı ne yaparak geçirirdiniz?
- Sami lived in a Muslim country.
- Sami Müslüman bir ülkede yaşadı.
- It's always been one of my dreams to live near a brook.
- Bir dereye yakın yaşamak her zaman hayallerimden biri olmuştur.
- Tom will love living in Boston.
- Tom Boston'da yaşamayı sevecek.
- Our teacher lives close by.
- Bizim öğretmen yakında yaşıyor.
- I'm a professor, I'm living in Uberlândia at present, and I love music.
- Ben bir profesörüm, şu anda Uberlândia'da yaşıyorum, müziği seviyorum.
- He has been living in Ankara for six years.
- O altı yıldır Ankara'da yaşıyor.
- They had no house to live in.
- Onların yaşayacak bir evi yoktu.
- Sami has lived there for quite a few years.
- Sami orada birkaç yıldır yaşıyor.
- I've lived in Boston for a long time.
- Boston'da uzun süre yaşadım.
- I used to work in a bank when I lived in London.
- Londra'da yaşarken bir bankada çalışıyordum.
- He wants to live in the country after he retires.
- Emekli olduktan sonra taşrada yaşamak istiyor.
- He lives in a suburb of London.
- Londra'nın bir banliyösünde yaşıyor.
- He lives in a suburb, in a quiet suburb.
- Bir banliyöde yaşıyor, sakin bir banliyöde.
- Mr Thompson had lived in Tokyo for two years before he went back to Scotland.
- Bay Thompson İskoçya'ya dönmeden önce iki yıl Tokyo'da yaşadı.
- Tom lived in Boston for a long time.
- Tom uzun süre Boston'da yaşadı.
- We will have lived here for a year next March.
- Önümüzdeki Mart ayında burada bir yıl yaşamış olacağız.
- He is living in an apartment at present.
- O şu anda bir dairede yaşıyor.
- It's a nice country to visit, but I wouldn't live there.
- Ziyaret etmek için güzel bir ülke ama ben orada yaşamazdım.
- I live pretty close to him.
- Ona oldukça yakın yaşıyorum.
- I don't want to live with that.
- Onunla yaşamak istemiyorum.
- I live in Kobe.
- Ben, Kobe'de yaşıyorum.
- We live in the Milky Way galaxy.
- Biz Samanyolu galaksisinde yaşıyoruz.
- Tom lived on a farm.
- Tom bir çiftlikte yaşıyordu.
- Some of these animals live in Europe.
- Bu hayvanların bazıları Avrupa'da yaşıyor.
- My uncle, who lives in Paris, came to see us.
- Paris'te yaşayan amcam bizi görmeye geldi.
- She lives alone in this room.
- Bu odada yalnız yaşıyor.
- My sister lives near Yokohama.
- Kız kardeşim Yokohama yakınında yaşar.
- Corals can live for thousands of years.
- Mercanlar binlerce yıl yaşayabilir.
- Do introverts not live as long as extroverts?
- İçe dönükler dışa dönükler kadar uzun yaşamıyor mu?
- It is generally hard to adapt to living in a foreign culture.
- Yabancı bir kültürde yaşama uyum sağlamak genellikle zordur.
- I asked Tom how long he lived in Boston.
- Tom'a Boston'da ne kadar yaşadığını sordum.
- Tom and Mary lived in a mobile home their first three years after they got married.
- Tom ve Mary evlendikten sonraki ilk üç yıllarında bir karavanda yaşadılar.
- I think Tom used to live in Boston.
- Sanırım Tom eskiden Boston'da yaşıyordu.
- The house where I live belongs to my parents.
- Aileme ait olan evde yaşıyorum.
- He lives near here.
- Buraya yakın bir yerde yaşıyor.
- I lived in Boston when I was a kid.
- Bir çocukken Boston'da yaşadım.
- Once there lived an old woman on a small island.
- Bir zamanlar küçük bir adada yaşlı bir kadın yaşarmış.
- I think that he's trying to impress the girl who lives next door.
- Sanırım yan dairede yaşayan kızı etkilemeye çalışıyor.
- No one lives in that building anymore.
- Artık kimse o binada yaşamıyor.
- Sylvia lives in Alsace.
- Sylvia Alsace'da yaşıyor.
- I don't think I could live with Tom.
- Tom'la yaşayabileceğimi sanmıyorum.
- Tom has lived there all his life.
- Tom tüm hayatı boyunca orada yaşadı.
- You couldn't live without me.
- Bensiz yaşayamazdınız.
- Everybody here except Tom has lived in Boston.
- Tom hariç buradaki herkes Boston'da yaşıyor.
- Tom still lives at home.
- Tom hala evde yaşıyor.
- Tom is going to come live with me.
- Tom gelip benimle yaşayacak.
- He lives in a cozy little house.
- Küçük şirin bir evde yaşıyor.
- My brother has been living in London for many years.
- Kardeşim uzun yıllardır Londra'da yaşıyor.
- We can't live on 150,000 yen a month.
- Ayda 150,000 yenle yaşayamayız.
- Do you live in Sasayama?
- Sasayama'da mı yaşıyorsun?
- We've been living here since October.
- Ekim ayından beri burada yaşıyoruz.
- I've lived here my whole life.
- Hayatım boyunca burada yaşadım.
- Do you want to live here with us?
- Burada bizimle yaşamak ister misin?
- I live in a small fishing village.
- Küçük bir balıkçı köyünde yaşıyorum.
- Tom lives with Mary in Memphis.
- Tom, Memphis'te Mary'yle birlikte yaşıyor.
- He didn't live to say another word.
- O başka bir söz söyleyecek kadar yaşamadı.
- She wanted to live the American dream.
- Amerikan rüyasını yaşamak istiyordu.
- I live and work in Boston.
- Boston'da yaşıyor ve çalışıyorum.
- His dream is to live in the mountains.
- Hayali dağlarda yaşamak.
- Gloria hasn't lived in Rio for many years.
- Gloria uzun yıllardır Rio'da yaşamıyor.
- I live by myself.
- Ben tek başıma yaşıyorum.
- Tom helped me find a place to live.
- Tom yaşayacak bir yer bulmama yardım etti.
- Is this where Tom lives?
- Tom burada mı yaşıyor?
- Do you live nearby?
- Yakında mı yaşıyorsun?
- The property left him by his father enables him to live in comfort.
- Babasının ona bıraktığı mülk rahat yaşamasını sağlıyor.
- I'd rather die free than live as a slave.
- Köle olarak yaşamaktansa özgür ölmeyi tercih ederim.
- Tom lives in the same housing complex as Mary does.
- Tom, Mary ile aynı sitede yaşıyor.
- We need food, clothing, and shelter to live.
- Yaşamak için yiyecek, giyecek ve barınağa ihtiyacımız var.
- I think Tom knows who lives in that house.
- Bence Tom o evde kimin yaşadığını biliyor.
- Here's the house where he lived.
- İşte onun yaşadığı ev.
- You live in a fantasy world.
- Bir hayal dünyasında yaşıyorsun.
- I never wanted to live in Australia.
- Avustralya'da yaşamayı hiç istemedim.
- The people here live a peaceful life.
- Buradaki insanlar huzurlu bir hayat yaşar.
- The princess lives in the castle.
- Prenses kalede yaşıyor.
- He has lived in Iceland for a long time.
- Uzun zamandır İzlanda'da yaşıyor.
- I didn't realize you lived in this neighborhood.
- Bu mahallede yaşadığını fark etmedim.
- My grandmother is in sound health and lives alone.
- Büyükannemin sağlığı yerinde ve yalnız yaşıyor.
- Here's the house where he lived.
- İşte yaşadığı ev.
- Tom has been living in Boston since last October.
- Tom geçen ekim'den beri Boston'da yaşıyor.
- I have an uncle who lives in Kyoto.
- Kyoto'da yaşayan bir amcam var.
- Tom might still be living in Boston.
- Tom hâlâ Boston'da yaşıyor olabilir.
- Millions of wild animals live in Alaska.
- Alaska'da milyonlarca vahşi hayvan yaşıyor.
- Vampires live in perpetuity.
- Vampirler ebediyen yaşar.
- Men can't live without water.
- İnsan susuz yaşayamaz.
- Layla and Sami lived under the same roof.
- Layla ve Sami aynı çatı altında yaşadılar.
- It has been three years since I came to live here.
- Burada yaşamaya başlayalı üç yıl oldu.
- Please tell me where you will live.
- Lütfen bana nerede yaşayacağını söyle.
- We live within easy access of Heathrow.
- Heathrow'a kolay erişim mesafesinde yaşıyoruz.
- Tom lived in this building.
- Tom bu binada yaşıyordu.
- Tom has been living with us for the last three months.
- Tom son üç aydır bizimle yaşıyor.
- And Henoch lived sixty-five years, and begot Mathusala.
- Henok altmış beş yıl yaşadı ve Mathusala'yı doğurdu.
- Olympic athletes live in the Olympic village for the duration of the games.
- Olimpik atletler, oyunlar sırasında Olimpiyat köyünde yaşarlar.
- I have a friend living in London.
- Londra'da yaşayan bir arkadaşım var.
- I don't know where they live.
- Onların nerede yaşadıklarını bilmiyorum.
- The poor man didn't live long enough to see his son's happiness.
- Zavallı adam oğlunun mutluluğunu görecek kadar uzun yaşamadı.
- The town where I live is quite small.
- Yaşadığım kasaba oldukça küçük.
- Tom used to live on Park Street.
- Tom Park Street'te yaşardı.
- I've lived in Boston a while now.
- Bir süredir Boston'da yaşıyorum.
- People who live here know how to do that.
- Burada yaşayanlar bunu yapmasını biliyor.
- His sister and her husband live in Canada.
- Onun kız kardeşi ve onun kocası Kanada'da yaşıyor.
- This is where Tom wants to live.
- Tom işte burada yaşamak istiyor.
- Sami knew where the victim lived.
- Sami kurbanın yaşadığı yeri biliyordu.
- Tom lives near here, doesn't he?
- Tom buraya yakın yaşıyor, değil mi?
- Is Sao Paulo a good place to live?
- Sao Paulo yaşamak için iyi bir yer mi?
- Layla wanted to live a successful life.
- Layla başarılı bir hayat yaşamak istiyordu.
- We live in a wonderful period.
- Harika bir dönemde yaşıyoruz.
- Some fish live in rivers, others in the sea.
- Bazı balıklar nehirlerde yaşar, diğerleri denizde.
- Tom lives like a hermit.
- Tom bir münzevi gibi yaşıyor.
- Life needs to be lived.
- Hayat yaşanmalıdır.
- Tom is the one who told me where you live.
- Nerede yaşadığını bana söyleyen Tom'du.
- Are all of your grandparents still living?
- Büyükannen ve büyükbaban hâlâ yaşıyor mu?
- Tom now lives in Australia.
- Tom şimdi Avustralya'da yaşıyor.
- Tom has lived abroad for many years.
- Tom uzun yıllar yurt dışında yaşamış.
- Once I lived in Osaka.
- Bir zamanlar Osaka'da yaşadım.
- There's no doubt that Tom used to live in Australia.
- Tom'un Avustrulya'da yaşadığına hiç şüphe yok.
- I live in your world.
- Ben senin dünyanda yaşıyorum.
- Everybody here except Tom has lived in Boston.
- Tom hariç buradaki herkes Boston'da yaşadı.
- I've finally gotten used to living on a boat.
- Sonunda bir teknede yaşamaya alıştım.
- Tom lives in a very small apartment.
- Tom çok küçük bir dairede yaşıyor.
- A hideous monster used to live there.
- Orada korkunç bir canavar yaşardı.
- Tom is the one who told me where you live.
- Bana nerede yaşadığını söyleyen kişi Tom.
- And Mathlusala lived after he begot Lamech, seven hundred and eighty-two years, and begot sons and daughters.
- Ve Mathlusala Lameş'i doğurduktan sonra yedi yüz seksen iki yıl yaşadı ve oğullar ve kızlar doğurdu.
- He lives next door to us.
- O, bize bitişik yaşıyor.
- Thiago lives in Madrid with his wife.
- Thiago, karısıyla beraber Madrid'de yaşıyor.
- Tom lives with his father.
- Tom babasıyla yaşıyor.
- Tom is trying to find Mary a place to live.
- Tom, Mary'ye yaşayacak bir yer bulmaya çalışıyor.
- Tom lives for competition.
- Tom yarışma için yaşıyor.
- I live in Riberão Preto.
- Riberão Preto'da yaşıyorum.
- This is where he lives.
- Burası onun yaşadığı yer.
- My parents live in log house.
- Ailem ahşap evde yaşıyor.
- Tom won't tell us where he lives.
- Tom nerede yaşadığını bize söylemeyecek.
- I can't remember exactly where Tom lives.
- Tom'un tam olarak nerede yaşadığını hatırlayamıyorum.
- Sami lived with his aunt.
- Sami halasıyla birlikte yaşıyordu.
- I will live in Sasayama next year.
- Gelecek yıl Sasayama'da yaşayacağım.
- Do you really live alone?
- Gerçekten yalnız mı yaşıyorsun?
- Is Tom still living in the same apartment?
- Tom hala aynı dairede mi yaşıyor?
- I didn't know you used to live in Boston.
- Eskiden Boston'da yaşadığınızı bilmiyordum.
- A lot of people live for the future, not for the present.
- Birçok insan günümüz için değil gelecek için yaşıyor.
- How far do you live from here?
- Buradan ne kadar uzakta yaşıyorsun?
- They live in that house among the trees.
- Ağaçların arasındaki o evde yaşıyorlar.
- She lives alone.
- O yalnız yaşıyor.
- Tom lives in a nursing home.
- Tom bir huzurevinde yaşıyor.
- We live on a farm.
- Biz bir çiftlikte yaşıyoruz.
- Both Tom and Mary live in Boston.
- Hem Tom hem de Mary Boston'da yaşıyor.
- He lives in Tokyo.
- Tokyo'da yaşıyor.
- How many people live in that house?
- O evde kaç kişi yaşıyor?
- How did you find out where Tom lives?
- Tom'un nerede yaşadığını nasıl öğrendin?
- I live just outside Boston.
- Boston'un hemen dışında yaşıyorum.
- Tom lives just across the road.
- Tom yolun hemen karşısında yaşıyor.
- My children live in Paris.
- Çocuklarım Paris'te yaşıyor.
- Tom didn't want to live on his own.
- Tom tek başına yaşamak istemedi.
- Layla wanted to live a successful life.
- Leyla başarılı bir hayat yaşamak istiyordu.
- They live on the other side of the road.
- Onlar yolun diğer tarafında yaşıyorlar.
- Butterflies live for three days.
- Kelebekler üç gün yaşarlar.
- I came to Boston three years ago and I've been living here ever since.
- Boston'a üç yıl önce geldim ve o zamandan beri burada yaşıyorum.
- Sami lived with his aunt.
- Sami teyzesiyle birlikte yaşıyordu.
- I've lived here all my life.
- Hayatım boyunca burada yaşadım.
- Do you remember where Tom lives?
- Tom'un nerede yaşadığını hatırlıyor musun?
- Tom is living by himself.
- Tom tek başına yaşıyor.
- The house that I live in is old.
- Yaşadığım ev eski.
- Tom probably doesn't want to live on this side of town.
- Tom muhtemelen kasabanın bu tarafında yaşamak istemiyor.
- Sami lived in Cairo with his parents.
- Sami anne ve babasıyla birlikte Kahire'de yaşıyordu.
- How long have you been living in Italy?
- Ne zamandır İtalya'da yaşıyorsun?
- I'd love to live in Boston.
- Boston'da yaşamayı çok isterdim.
- Tom lives in a three-bedroom apartment in downtown Boston.
- Tom Boston şehir merkezinde üç yatak odalı bir dairede yaşıyor.
- Lajos said that he wants to live in Szeged.
- Lajos, Szeged'te yaşamak istediğini söyledi.
- Tom has lived in Boston for over 30 years.
- Tom otuz yıldan uzun süredir Boston'da yaşıyor.
- She lives in another city.
- Başka bir şehirde yaşıyor.
- I have a friend living in Nara.
- Nara'da yaşayan bir arkadaşım var.
- Tom has lived here since 2013.
- Tom, 2013'ten beri burada yaşıyor.
- The Japanese live mainly on rice.
- Japonlar ağırlıklı olarak pirince dayalı yaşarlar.
- Tom was living in Boston when his parents got divorced.
- Anne ve babası boşandığında Tom Boston'da yaşıyordu.
- I could never afford to buy the kind of house Tom lives in.
- Tom'un yaşadığı türden bir evi almaya asla gücüm yetmez.
- Husbands and wives should help each other as long as they live.
- Karı ve kocalar yaşadıkları sürece birbirlerine yardım etmelidir.
- I just don't understand why people would want to live here.
- İnsanların neden burada yaşamak istediklerini anlamıyorum.
- As long as I live, you shall want for nothing.
- Ben yaşadığım sürece, hiçbir şey istemeyeceksin.
- I live in the center of the country.
- Ülkenin merkezinde yaşıyorum.
- By the age of 25, she had lived in five different countries.
- 25 yaşına kadar beş farklı ülkede yaşadı.
- He lives above me.
- O benim üst katımda yaşıyor.
- I've lived here since I was a boy.
- Çocukluğumdan bu yana burada yaşıyorum.
- Tom wondered where Mary lived.
- Tom, Mary'nin nerede yaşadığını merak ediyordu.
- I live in Canton.
- Canton'da yaşıyorum.
- I live in Malaysia.
- Ben Malezya'da yaşıyorum.
- Tom has lived in Boston for thirty years, but he still doesn't seem to know the city well.
- Tom otuz yıldır Boston'da yaşıyor ama şehri hala iyi tanıyor gibi görünmüyor.
- Tom lives in Gangnam.
- Tom Gangnam'da yaşıyor.
- If it were not for water, nothing could live.
- Su olmasaydı, hiçbir şey yaşayamazdı.
- You live in Tokyo, don't you?
- Sen Tokyo'da yaşıyorsun, değil mi?
- Sometimes it feels as if we were living in a fishbowl.
- Bazen, biz bir akvaryumda yaşıyormuşuz gibi geliyor.
- I live in Yerevan.
- Ben Yerevan'da yaşıyorum.
- She lives in a small town in the interior.
- O iç kısımda küçük bir kasabada yaşıyor.
- Do you still live here?
- Hâlâ burada mı yaşıyorsun?
- He lives on his country estate.
- O, malikhanesinde yaşar.
- Tom doesn't know where Mary lives.
- Tom Mary'nin nerede yaşadığını bilmiyor.
- Have you ever lived in an old building?
- Hiç eski bir binada yaşadın mı?
- Tom lives on the outskirts of town.
- Tom kasabanın eteklerinde yaşıyor.
- This residential area is comfortable to live in.
- Bu yerleşim bölgesinde yaşamak rahattır.
- All her friends live in England.
- Bütün arkadaşları İngiltere'de yaşıyor.
- Do you want to live in Madrid?
- Madrid'de yaşamak istiyor musun?
- Most of my cousins live in Madrid.
- Çoğu kuzenim Madrid'de yaşıyor.
- He lives near Paris.
- Paris yakınlarında yaşıyor.
- Tom occasionally visited me when I lived in Boston.
- Boston'da yaşarken Tom ara sıra beni ziyaret ederdi.
- Tom lives in a Hispanic neighborhood.
- Tom Hispanik bir mahallede yaşıyor.
- They live near a busy road, but must be used to the noise by now.
- İşlek bir yolun yakınında yaşıyorlar ama artık gürültüye alışmış olmalılar.
- I do not know how she manages to live telling lies.
- Yalanlar söyleyerek yaşamayı nasıl başardığını bilmiyorum.
- We are living in the age of nuclear power.
- Nükleer güç çağında yaşıyoruz.
- Once upon a time, there lived a cruel king.
- Bir zamanlar, zalim bir kral yaşarmış.
- The people who live here are our friends.
- Burada yaşayan insanlar bizim dostlarımızdır.
- Tom has lived here a long time.
- Tom uzun zamandır burada yaşıyor.
- When I was at their place last time, they were living in a small, two-roomed flat.
- En son onların evine gittiğimde, iki odalı küçük bir dairede yaşıyorlardı.
- I live with a hedgehog.
- Bir kirpiyle yaşıyorum.
- They have lived in London for ten years.
- On yıldır Londra'da yaşıyorlar.
- I never wanted to live in Boston.
- Boston'da hiç yaşamak istemedim.
- Tom has decided to live in Boston for the rest of his life.
- Tom hayatının geriye kalan kısmında Boston'da yaşamaya karar verdi.
- The food is very good in the dormitory where he lives.
- Yaşadığı yurtta yemekler çok iyi.
- Tom doesn't want to live in an apartment.
- Tom bir apartmanda yaşamak istemiyor.
- The old man lived in the three-room apartment.
- Yaşlı adam üç odalı bir dairede yaşıyordu.
- She lives far from there.
- Oradan uzakta yaşıyor.
- Tom and I live near each other.
- Tom ve ben birbirimize yakın yaşarız.
- They live in the suburbs.
- Banliyöde yaşıyorlar.
- A lot of people I know live in Boston.
- Tanıdığım birçok insan Boston'da yaşıyor.
- I have an aunt who lives in Osaka.
- Osaka'da yaşayan bir teyzem var.
- Tom wants to live in a French-speaking country, so he can practice speaking French with native speakers every day.
- Tom Fransızca konuşulan bir ülkede yaşamak istiyor, bu yüzden her gün anadilini konuşan insanlarla Fransızca konuşmayı pratik yapabilir.
- Tom said he wanted to live in a cave.
- Tom bir mağarada yaşamak istediğini söyledi.
- I lived there for years.
- Orada yıllarca yaşadım.
- He doesn't live far from here.
- Buradan uzakta yaşamıyor.
- She lives on the outskirts of the city.
- O, şehrin eteklerinde yaşıyor.
- He lived here ten years ago.
- On yıl önce burada yaşıyordu.
- We live close to the school.
- Okula yakın yaşıyoruz.
- There are a lot of Canadians living in this neighborhood.
- Bu semtte yaşayan çok sayıda Kanadalı var.
- He lives in a three-bedroom house on the outskirts of the city.
- Şehrin kıyısındaki 3+1 bir evde yaşıyor.
- Where do you want to live?
- Nerede yaşamak istiyorsun?
- How long have you lived in Boston?
- Ne kadar zamandır Boston'da yaşıyorsun?
- I love living in Boston.
- Boston'da yaşamayı seviyorum.
- My dream is to live peacefully in the village.
- Hayalim köyde huzur içinde yaşamaktır.
- I would live here.
- Burada yaşardım.
- She lives on another plane of existence.
- Varoluşun başka bir düzleminde yaşıyor.
- This is the neighborhood where I lived when I was younger.
- Bu gençken yaşadığım mahalleydi.
- Where do you think Tom will live?
- Tom'un nerede yaşayacağını düşünüyorsun?
- Tom and Mary live in the suburbs.
- Tom ve Mary kenar mahallede yaşıyor.
- Layla and Sami lived in the same flat.
- Leyla ve Sami aynı dairede yaşıyorlardı.
- Tom and Mary still live in Boston where they both grew up.
- Tom ve Mary hâlâ onların ikisinin de büyüdüğü Boston'da yaşıyorlar.
- He lives at the top of the hill.
- Tepenin üstünde yaşıyor.
- We live near the border.
- Sınıra yakın bir yerde yaşıyoruz.
- I live with my parents.
- Ailemle birlikte yaşıyorum.
- I used to know where Tom lived, but I've forgotten.
- Tom'un nerede yaşadığını biliyordum ama unuttum.
- In what kind of city do you live?
- Nasıl bir şehirde yaşıyorsun?
- Tom lives downtown.
- Tom şehir merkezinde yaşıyor.
- This is where Tom wants to live.
- Burası Tom'un yaşamak istediği yer.
- The general lived the rest of his life peacefully after his retirement.
- General emekli olduktan sonra hayatının geri kalanını huzur içinde yaşadı.
- Tom hasn't been living in Boston long.
- Tom uzun süredir Boston'da yaşamıyor.
- This is where Tom said he wanted to live.
- Burası Tom'un yaşamak istediğini söylediği yerdir.
- Tom lives alone in a small cabin near a waterfall.
- Tom bir şelalenin yakınındaki küçük bir kulübede yalnız yaşıyor.
- Without the Sun, we could not live on the Earth.
- Güneş olmasaydı, Dünya'da yaşayamazdık.
- Why do you think Tom doesn't live in Boston anymore?
- Sizce Tom neden artık Boston'da yaşamıyor?
- First, we have to find out where they live.
- Önce, onların nerede yaşadığını öğrenmek zorundayız.
- I live to eat.
- Yemek için yaşıyorum.
- I don't want to live in Boston.
- Boston'da yaşamak istemiyorum.
- He lived in England when the war started.
- Savaş başladığında İngiltere'de yaşıyordu.
- We'll be living here next month.
- Gelecek ay burada yaşayacağız.
- We live in a house.
- Biz bir evde yaşıyoruz.
- She lives in the same house her grandparents lived in.
- Büyükannesi ve büyükbabasının yaşadığı evde yaşıyor.
- On average, women live longer than men.
- Ortalama olarak, kadınlar erkeklerden daha uzun yaşarlar.
- Do you live in Tokyo?
- Tokyo'da mı yaşıyorsun?
- Humans live better now.
- İnsanlar artık daha iyi yaşıyorlar.
- You are young and healthy and you will surely live a long life.
- Siz gençsiniz ve sağlıklısınız ve mutlaka uzun bir hayat yaşayacaksınız.
- Dan lived in a nice apartment.
- Dan güzel bir dairede yaşıyordu.
- Sami lived in a trailer park.
- Sami bir karavan parkında yaşıyordu.
- Tom doesn't want to live in the country.
- Tom taşrada yaşamak istemiyor.
- He who lives by the sword will die by the sword.
- Kılıçla yaşayan kılıçla ölür.
- I'm looking for a new place to live.
- Ben yaşamak için yeni bir yer arıyorum.
- Where did you live last year?
- Geçen yıl nerede yaşadın?
- She's been living in this city for five years.
- Beş yıldır bu şehirde yaşıyor.
- I've been looking for a better place to live.
- Yaşamak için daha iyi bir yer arıyordum.
- Tom and Mary live in a traditional Japanese house.
- Tom ve Mary geleneksel bir Japon evinde yaşıyorlar.
- Fadil, Layla, and Rami all live with their dad in Cairo.
- Fadıl, Leyla ve Rami'nin hepsi babalarıyla birlikte Kahire'de yaşıyorlar.
- Do you live in this building?
- Bu binada mı yaşıyorsunuz?
- He lives in that yellow house.
- O, şu sarı evde yaşıyor.
- He lives in that house over there.
- Şuradaki evde yaşıyor.
- Tom and Mary live on a farm and have 16 children.
- Tom ve Mary bir çiftlikte yaşıyor ve 16 çocukları var.
- That old woman lives by herself.
- O yaşlı kadın yalnız başına yaşıyor.
- How cold is it where you live?
- Yaşadığınız yer ne kadar soğuk?
- The people living here belong to the upper class.
- Burada yaşayan insanlar üst sınıfa ait.
- After whose birth he lived eight hundred and fifteen years, and begot sons and daughters.
- Doğumundan sonra sekiz yüz on beş yıl yaşadı, oğulları ve kızları oldu.
- How many of you live here?
- Kaçınız burada yaşıyor?
- Large houses are expensive to live in.
- Büyük evler yaşamak için pahalı.
- Tom lives alone in Australia.
- Tom Avustralya'da yalnız yaşıyor.
- Where do you live in the world?
- Dünyanın neresinde yaşıyorsunuz?
- She had lived in Hiroshima until she was ten.
- On yaşına kadar Hiroşima'da yaşamıştı.
- Tom lives in a very big mansion.
- Tom çok büyük bir köşkte yaşıyor.
- There once lived an old man on that island.
- Bir zamanlar bu adada yaşlı bir adam yaşardı.
- Tom lived here for thirty years.
- Tom burada 30 yıl yaşadı.
- It makes no difference to me whether she lives in the city or in the country.
- Şehirde ya da kırsalda yaşaması benim için fark etmez.
- They live in our block.
- Bizim blokta yaşıyorlar.
- Tom is from Boston, but now he lives in Chicago.
- Tom Bostonlu, ama şimdi Chicago'da yaşıyor.
- Layla lived in a rural area.
- Leyla kırsal bir bölgede yaşıyordu.
- I think Tom is the only one here who knows where Mary lives.
- Sanırım Tom burada Mary'nin nerede yaşadığını bilen tek kişi.
- I don't want to live here anymore.
- Artık burada yaşamak istemiyorum.
- Tom asked Mary where she lived.
- Tom Mary'ye nerede yaşadığını sordu.
- I lived in Boston when I was young.
- Gençken Boston'da yaşadım.
- Tom found a good place for me to live.
- Tom benim yaşamam için iyi bir yer buldu.
- I thought you lived in Boston.
- Boston'da yaşadığınızı sanıyordum.
- I still live in Boston.
- Ben hala Boston'da yaşıyorum.
- I can't live any longer without him.
- Artık onsuz yaşayamam.
- Tom lives across the street.
- Tom caddenin karşısında yaşıyor.
- Would you want to live like that?
- Böyle yaşamak ister miydin?
- This is the house where that poet lived when he was a child.
- Burası şairin çocukken yaşadığı ev.
- Ronnie's music and legacy live in all of us!
- Ronnie'nin müziği ve mirası hepimizin içinde yaşıyor!
- He likes to live in Tokyo.
- O Tokyo'da yaşamayı seviyor.
- I thought you said Tom didn't live in Boston anymore.
- Tom'un artık Boston'da yaşamadığını söylediğini sanıyordum.
- I'll help you find somewhere to live.
- Yaşayacak bir yer bulmana yardım edeceğim.
- Foreign businessmen living in Tokyo often complain of the high prices for imported western food.
- Tokyo'da yaşayan yabancı iş adamları çoğunlukla ithal batı ürünlerinin yüksek fiyatlarından şikâyet etmektedir.
- Tom said that he used to live in Boston.
- Tom Boston'da yaşadığını söyledi.
- In this flat lives an evil spirit.
- Bu dairede kötü bir ruh yaşıyor.
- She lives in the house over there.
- Şuradaki evde yaşıyor.
- Tom still lives there.
- Tom hala orada yaşıyor.
- She lives in abundance.
- Bolluk içinde yaşıyor.
- This is the house she lived in.
- Burası onun yaşadığı ev.
- Few of her friends live in Kyoto.
- Birkaç arkadaşı Kyoto'da yaşıyor.
- Tom chose to live with his father instead of his mother.
- Tom annesi yerine babasıyla yaşamayı seçti.
- The famous conductor lives in New York.
- Ünlü orkestra şefi New York'ta yaşıyor.
- I can't live without her.
- Ben onsuz yaşayamam.
- Both Tom and Mary lived in Boston when they were kids.
- Tom da Mary de çocukken Boston'da yaşıyorlardı.
- Tom said he didn't want to live like this anymore.
- Tom artık böyle yaşamak istemediğini söyledi.
- I found out where Tom used to live.
- Tom'un nerede yaşadığını öğrendim.
- Are Tom and Mary both still living in Boston?
- Tom ve Mary'nin ikisi de hala Boston'da mı yaşıyorlar?
- The moon is not a good place to live on.
- Ay, üzerinde yaşamak için iyi bir yer değildir.
- In this village, they lived a happy life.
- Bu köyde mutlu bir hayat yaşıyorlardı.
- He lives near my house.
- O, evime yakın yaşıyor.
- You live with your parents, right?
- Anne babanızla yaşıyorsunuz, değil mi?
- I want to know who used to live here.
- Eskiden burada kimin yaşadığını bilmek istiyorum.
- I have no wish to live in a large city.
- Büyük bir şehirde yaşamak istemiyorum.
- I'm still living in Boston.
- Ben hâlâ Boston'da yaşıyorum.
- Tom never locked his doors when he lived in the country.
- Tom taşrada yaşarken asla kapılarını kilitlemedi.
- I live in Boston, but I was born in Chicago.
- Boston'da yaşıyorum ama Şikago'da doğdum.
- How many people do you think live in Thailand?
- Sizce Tayland'da kaç kişi yaşıyor?
- Where does Tom plan to live?
- Tom nerede yaşamayı planlıyor?
- Fadil and Layla are living right next door to Rami's hotel.
- Fadıl ve Leyla, Rami'nin otelinin hemen bitişiğinde yaşıyorlar.
- She wanted to live a more relaxing life.
- Daha rahat bir hayat yaşamak istiyordu.
- I lived overseas for ten years.
- On yıl boyunca yurt dışında yaşadım.
- Live your life!
- Hayatını yaşa!
- Tom lived with his uncle in Australia while going to college.
- Tom, üniversiteye giderken Avustralya'da amcasıyla yaşadı.
- I'm awfully glad you've come to live at Green Gables.
- Green Gables'ta yaşamaya gelmene çok sevindim.
- Tom doesn't live far from where he works.
- Tom çalıştığı yerden uzakta yaşamıyor.
- Does he still live in Luxembourg?
- O hala Lüksemburg'da mı yaşıyor?
- Tom wanted to live close to where he worked.
- Tom çalıştığı yere yakın yaşamak istiyordu.
- I live in this house by myself.
- Bu evde tek başıma yaşıyorum.
- I used to live here.
- Ben burada yaşardım.
- I don't want to live here.
- Burada yaşamak istemiyorum.
- They live in a house.
- Bir evde yaşıyorlar.
- Tom didn't know where Mary lived.
- Tom, Mary'nin nerede yaşadığını bilmiyordu.
- Tom is difficult to live with, isn't he?
- Tom'la yaşamak zor, değil mi?
- I moved out of my parent's house to live on my own.
- Kendi başıma yaşamak için ebeveynimin evinden taşındım.
- Tom has been living with us for the past three years.
- Tom son üç yıldır bizimle yaşıyor.
- She lives in this house by herself.
- Bu evde tek başına yaşar.
- I used to live here.
- Eskiden burada yaşardım.
- Tom lives in Boston with his children.
- Tom çocukları ile birlikte Boston'da yaşar.
- I think Tom still lives on Park Street.
- Tom'un hâlâ Park Caddesinde yaşadığını düşünüyorum.
- Fremont and Sutter lived in California.
- Fremont ve Sutter Kaliforniya'da yaşadı.
- I lived abroad for ten years.
- On yıl yurt dışında yaşadım.
- She lives in the house where her grandparents lived.
- Büyükannesi ve büyükbabasının yaşadığı evde yaşıyor.
- Sami has no idea where Layla lives.
- Sami'nin Layla'nın nerede yaşadığına dair hiçbir fikri yoktu.
- I've lived in Boston for three years.
- Üç yıldır Boston'da yaşıyorum.
- Tom isn't the one who told Mary where John lived.
- John'un nerede yaşadığını Mary'ye söyleyen kişi Tom değil.
- My ex-husband no longer lives in this city.
- Eski kocam artık bu kentte yaşamıyor.
- Mary lives alone with her cat, Tom.
- Mary kedisi Tom ile yalnız yaşıyor.
- I live in Belfast.
- Ben Belfast'ta yaşıyorum.
- Forget about the past, live in the present, think about the future.
- Geçmişi unut, bugünü yaşa, geleceği düşün.
- I live in Tehran.
- Tahran'da yaşıyorum.
- Tom wanted to know where I lived.
- Tom nerede yaşadığımı bilmek istiyordu.
- I want to live like that.
- Böyle yaşamak istiyorum.
- I can live with this.
- Bununla yaşayabilirim.
- Tom lives with us.
- Tom bizimle yaşıyor.
- This is a nice place, but I don't want to live here.
- Burası güzel bir yer ama burada yaşamak istemiyorum.
- When I lived in Kabylie, I didn't have a job.
- Kabylie'de yaşarken bir işim yoktu.
- She lived up to our expectations.
- Beklentilerimize uygun yaşadı.
- Tom lives in a huge house.
- Tom büyük bir evde yaşıyor.
- Would you like to live here with us?
- Burada bizimle yaşamak ister misin?
- Tom lives in an imaginary world.
- Tom hayal dünyasında yaşıyor.
- How long have you lived there?
- Ne zamandır orada yaşıyorsun?
- Tom lives in a brown house.
- Tom kahverengi bir evde yaşıyor.
- I don't live in Boston anymore.
- Artık Boston'da yaşamıyorum.
- How long did they live in England?
- Onlar İngiltere'de ne kadar süre yaşadılar?
- He has lived here since he was five years old.
- Beş yaşından beri burada yaşıyor.
- They had no house to live in.
- Yaşayacakları bir evleri yok.
- I don't think anybody's lived in this house in a long time.
- Bu evde uzun zamandır kimsenin yaşadığını sanmıyorum.
- Nearly 10,000 athletes live in the Olympic village.
- Olimpiyat köyünde yaklaşık 10.000 atlet yaşıyor.
- He lives at the top of this hill.
- O, bu tepenin üstünde yaşar.
- Tom asked me how long I had lived in Boston.
- Tom bana ne kadar zamandır Boston'da yaşadığımı sordu.
- She lives nearby.
- Yakınlarda yaşıyor.
- Have you ever wanted to live on an island?
- Hiç bir adada yaşamak istediniz mi?
- You can't live like that anymore.
- Artık böyle yaşayamazsın.
- At the time of his arrest, Tom was living in Boston.
- Tom tutuklandığı sırada Boston'da yaşıyordu.
- They have lived here for ten years.
- On yıldır burada yaşıyorlar.
- I think I shouldn't have told Tom where I live.
- Nerede yaşadığımı Tom'a söylememeliydim.
- She wanted him to live with her in Arkhangelsk.
- Onunla birlikte Arkhangelsk'te yaşamasını istiyordu.
- This is where Tom said he used to live.
- Burası Tom'un eskiden yaşadığını söylediği yer.
- It's difficult to live in this city.
- Bu şehirde yaşamak çok zor.
- More than 45 million Americans live in poverty.
- 45 milyondan fazla Amerikalı yoksulluk içinde yaşıyor.
- Tom lived with me.
- Tom benimle yaşıyordu.
- Tom lives frugally.
- Tom tutumlu yaşar.
- She won't live much longer.
- Fazla yaşamayacak.
- We can live with that.
- Bununla yaşayabiliriz.
- He won't live long.
- Uzun yaşamayacak.
- Tom doesn't live with his wife anymore.
- Tom artık karısıyla yaşamıyor.
- Tom still lives there.
- Tom hâlâ orada yaşıyor.
- People living in this area are dying because of the lack of water.
- Bu bölgede yaşayan insanlar su eksikliği yüzünden ölüyor.
- In general, women live longer than men.
- Genelde kadınlar erkeklerden daha uzun yaşar.
- I knew Tom used to live in Boston.
- Tom'un Boston'da yaşadığını biliyordum.
- Tom didn't like the apartment he used to live in.
- Tom yaşadığı daireyi beğenmedi.
- Life is for living.
- Hayat yaşamak içindir.
- When I was a student I lived in Paris.
- Ben bir öğrenciyken Paris'te yaşıyordum.
- They live somewhere around here.
- Buralarda bir yerde yaşıyorlar.
- Tom and Mary live in a very nice house.
- Tom ve Mary çok güzel bir evde yaşıyorlar.
- I want to live in Boston or in Chicago.
- Boston'da ya da Chicago'da yaşamak istiyorum.
- The little girl lived in Brazil.
- Küçük kız Brezilya'da yaşıyordu.
- Tom lived here for three years.
- Tom burada üç yıl yaşadı.
- I live in Ethiopia.
- Etiyopya'da yaşıyorum.
- I live ten miles from the city.
- Şehirden 10 mil uzakta yaşıyorum.
- Tom lives in a world of fantasy.
- Tom bir hayal dünyasında yaşıyor.
- Tatsuya has some friends who live in New York.
- Tatsuya'nın New York'ta yaşayan bazı arkadaşları var.
- Two small rabbits, a white rabbit and a black rabbit, lived in a large forest.
- İki küçük tavşan, beyaz tavşan ve siyah tavşan, büyük bir ormanda yaşadılar.
- Does she live here?
- O burada mı yaşıyor?
- Tom has lived in many different places.
- Tom birçok farklı yerde yaşadı.
- She has lived with us since last summer.
- Geçen yazdan beri bizimle yaşıyor.
- Tom lives by himself.
- Tom tek başına yaşıyor.
- He plans to live there for more than a year.
- Orada bir yıldan uzun yaşamayı düşünüyor.
- I live at 337 August Road.
- 337 August Road'da yaşıyorum.
- I live frugally.
- Tutumlu bir şekilde yaşıyorum.
- We live in a society; not just in an economy.
- Biz sadece bir ekonomide değil, bir toplumda yaşıyoruz.
- Mike's mother lived in a big city before she married.
- Mike'ın annesi evlenmeden önce büyük bir şehirde yaşıyordu.
- Most people live in urban areas.
- Çoğu kişi kentsel alanlarda yaşar.
- I'm sure it wouldn't be too hard to find another place to live.
- Yaşayacak başka bir yer bulmanın çok zor olmayacağına eminim.
- As long as you live nothing is final.
- Yaşadığın sürece hiçbir şey son değildir.
- I think Tom knows who lives in that house.
- Sanırım Tom o evde kimin yaşadığını biliyor.
- We live near a big library.
- Büyük bir kütüphanenin yakınında yaşıyoruz.
- Tom doesn't know where Mary lives.
- Tom, Mary'nin nerede yaşadığını bilmiyor.
- Tom has lived there all his life.
- Tom hayatı boyunca orada yaşadı.
- He wants to live in the city.
- Şehirde yaşamak istiyor.
- There once lived a rich man in this town.
- Bir zamanlar bu kasabada zengin bir adam yaşarmış.
- I lived in Tehran.
- Tahran'da yaşadım.
- My friend lives in that house.
- Arkadaşım şu evde yaşıyor.
- Tom is currently not living here.
- Tom şu anda burada yaşamıyor.
- I don't like the city in which he lives.
- Onun yaşadığı şehirden hoşlanmıyorum.
- And Malaleel lived after he begot Jared, eight hundred and thirty years, and begot sons and daughters.
- Yeret'in doğumundan sonra Mahalalel sekiz yüz otuz yıl daha yaşadı. Başka oğulları, kızları oldu.
- He worked day and night so that his family could live in comfort.
- Ailesinin rahat yaşayabilmesi için gece gündüz çalıştı.
- I'd like to live a quiet life in the country after I retire.
- Emekli olduktan sonra sessiz sakin bir köy hayatı yaşamak istiyorum.
- Once upon a time, there lived a poor man and a rich woman.
- Bir zamanlar fakir bir adam ve zengin bir kadın yaşardı.
- He will not live more than one day.
- O bir günden fazla yaşamayacak.
- Tom learned later that Mary wasn't planning to live in Boston.
- Tom Mary'nin Boston'da yaşamayı planlamadığını daha sonra öğrendi.
- I won't live much longer.
- Fazla yaşamam ben.
- He lives in the east of Kabylie.
- Kabiliye'nin doğusunda yaşıyor.
- Six families live in this apartment house.
- Bu apartmanda altı aile yaşıyor.
- Tom knew Mary used to live in Boston.
- Tom, Mary'nin eskiden Boston'da yaşadığını biliyordu.
- I need to find a place to live.
- Yaşayacak bir yer bulmalıyım.
- Where does Tom want to live?
- Tom nerede yaşamak istiyor?
- What part of town do you live in?
- Kentin hangi kısmında yaşıyorsun?
- I live in Hungary.
- Ben Macaristan'da yaşıyorum.
- My grandmother lives by herself.
- Büyükannem tek başına yaşıyor.
- Tom is living on his own.
- Tom yalnız yaşıyor.
- I didn't realize you used to live in Boston.
- Eskiden Boston'da yaşadığını fark etmemiştim.
- Tom said he didn't live in Boston anymore.
- Tom artık Boston'da yaşamamadığını söyledi.
- You will soon get accustomed to living here.
- Yakında burada yaşamaya alışacaksın.
- Tom can't imagine living without Mary by his side.
- Tom yanında Mary olmadan yaşamayı düşünemiyor.
- Tom said he didn't want to live like this anymore.
- Tom artık bu şekilde yaşamak istemediğini söyledi.
- A terrible demon lives in the forest.
- Ormanda korkunç bir iblis yaşıyor.
- I'm living with my mom now.
- Ben şimdi annemle yaşıyorum.
- He lives within a stone's throw of the school.
- Okula iki adım uzaklıkta yaşıyor.
- I'd like to live somewhere else.
- Başka bir yerde yaşamak istiyorum.
- A man just asked me where Tom lives.
- Bir adam bana Tom'un nerede yaşadığını sordu.
- Tom told me he likes living in Boston.
- Tom bana Boston'da yaşamayı sevdiğini söyledi.
- Where do you live?
- Nerede yaşıyorsun?
- They live on the other side of the road.
- Yolun diğer tarafında yaşıyorlar.
- Is Tom still living in Boston?
- Tom hala Boston'da yaşıyor mu?
- I live in Boston and Tom lives in Chicago.
- Ben Boston'da yaşıyorum ve Tom Chicago'da yaşıyor.
- All sorts of people live in Tokyo.
- Tokyo'da her çeşit millet yaşar.
- The people who live in the north of Japan enjoy skiing in the winter in the snow.
- Japonya'nın kuzeyinde yaşayan insanlar kışın karda kayak yapmanın keyfini çıkarıyor.
- I used to live on the coast.
- Eskiden sahilde yaşardım.
- Tom is living with his family.
- Tom ailesiyle yaşıyor.
- This is the house where I lived when I was young.
- Burası gençken yaşadığım ev.
- I live in southern California.
- Kaliforniya'nın güneyinde yaşıyorum.
- Due to the sudden death of his father, he abandoned his plans of living outside the country.
- Babasının ani ölümü nedeniyle, ülke dışında yaşama planlarından vazgeçti.
- I thought you lived by yourself.
- Ben senin kendi başına yaşadığını sanıyordum.
- I dream of going to Lithuania and living there.
- Litvanya'ya gitmeyi ve orada yaşamayı hayal ediyorum.
- Some people prefer to live by the moment.
- Bazı insanlar anı yaşamayı tercih eder.
- I thought you were going to live with us.
- Bizimle yaşayacağını sanıyordum.
- Tom has lived in many places.
- Tom birçok yerde yaşadı.
- Tom has been living here since he was a kid.
- Tom çocukluğundan beri burada yaşıyor.
- Ask him whether they still live in Tokyo.
- Ona hâlâ Tokyo'da yaşayıp yaşamadıklarını sor.
- I thought you lived with him.
- Onunla yaşadığını sanıyordum.
- These monks live inside the monastery.
- Bu keşişler manastırın içinde yaşıyorlar.
- I will never forget your kindness as long as I live.
- Ben yaşadığım sürece, nezaketini asla unutmayacağım.
- Aren't you and Tom still living in Boston?
- Sen ve Tom hâlâ Boston'da yaşamıyor musunuz?
- I don't want to live with that.
- Bununla yaşamak istemiyorum.
- I live here.
- Burada yaşıyorum.
- I live in New York.
- New York'ta yaşıyorum.
- The Sentinelese people live on an island in the Indian Ocean.
- Sentinelese halkı Hint Okyanusu'ndaki bir adada yaşıyor.
- We live in a world of total falsehood.
- Tamamen yalan bir dünyada yaşıyoruz.
- Where does your mother live?
- Senin annen nerede yaşıyor?
- The only place Tom has ever wanted to live is Boston.
- Tom'un yaşamak istediği tek yer Boston.
- Tom lives near the ocean.
- Tom okyanusa yakın bir yerde yaşıyor.
- Three small cats lived together in a tree.
- Üç küçük kedi birlikte bir ağaçta yaşıyordu.
- He worked day and night so that his family could live in comfort.
- Ailesi konfor içinde yaşayabilsin diye gündüz ve gece çalıştı.
- Our teacher lives close by.
- Öğretmenimiz yakınlarda yaşıyor.
- Tom lived in Boston, right?
- Tom Boston'da yaşıyordu, değil mi?
- Do your parents still live in Germany?
- Ailen hala Almanya'da mı yaşıyor?
- They have no house to live in.
- Yaşayacakları bir evleri yok.
- He lived in that small house for a little over five years.
- O küçük evde beş yıldan biraz fazla yaşadı.
- Tom, Mary, John and Alice all live in Boston.
- Tom, Mary, John ve Alice Boston'da yaşıyor.
- His aunt lives in Austria.
- Onun teyzesi Avustralya'da yaşıyor.
- Mary's parents live in a mansion.
- Mary'nin ailesi bir malikanede yaşıyor.
- Would you happen to know where Tom lives?
- Tom'un nerede yaşadığını biliyor musun?
- I live in Canada, where English is a common, ordinary language.
- İngilizcenin yaygın ve sıradan bir dil olduğu Kanada'da yaşıyorum.
- I live next to him.
- Onun yanında yaşıyorum.
- Tom lives in Australia.
- Tom Avustralya'da yaşıyor.
- I wanted to ask Tom how long he had lived in Australia.
- Tom'a Avustralya'da ne kadar yaşadığını sormak istedim.
- I think Tom doesn't live anywhere near here.
- Sanırım Tom buraya yakın bir yerde yaşamıyor.
- I will never forget your kindness so long as I live.
- Yaşadığım sürece senin iyiliğini asla unutmayacağım.
- His health gradually changed for the better after he went to live in the countryside.
- Kırsalda yaşamaya başladıktan sonra sağlığı giderek daha iyi oldu.
- I don't know where Mary lives.
- Mary'nin nerede yaşadığını bilmiyorum.
- I want to live in Boston.
- Boston'da yaşamak istiyorum.
- Tom decided to learn to live with the problem.
- Tom bu sorunla yaşamayı öğrenmeye karar verdi.
- I live right up the road.
- Yolun sağ tarafında yaşarım.
- Do you think you can live on a dollar a day in America?
- Sence Amerika'da günde bir dolarla yaşayabilir misin?
- They have no house to live in at all.
- Yaşayacak bir evleri bile yok.
- Tom and Mary lived in the same apartment building.
- Tom ve Mary aynı apartmanda yaşıyordu.
- People can't live forever.
- İnsanlar sonsuza kadar yaşayamaz.
- Are your kids still living with you?
- Çocukların hala seninle mi yaşıyor?
- He lived in a typical Japanese-style house.
- Tipik Japon tarzı bir evde yaşıyordu.
- Not as long as you live under my roof!
- Benim çatım altında yaşadığın sürece olmaz!
- Sami lived in a very Victorian culture.
- Sami çok Viktoryan bir kültürde yaşıyordu.
- He lives in the city.
- Şehirde yaşıyor.
- Tom has his own life to live.
- Tom'un yaşayacak kendi hayatı var.
- Tom has a friend living in Boston.
- Tom'un Boston'da yaşayan bir arkadaşı var.
- Tom lives in this neighborhood.
- Tom bu mahallede yaşar.
- My life isn't worth living.
- Hayatım yaşamaya değmez.
- I don't think Tom lives in Boston anymore.
- Tom'un artık Boston'da yaşadığını sanmıyorum.
- I live in Shymkent.
- Shymkent'te yaşıyorum.
- Tom is living on an allowance from his parents.
- Tom ebeveynlerinden aldığı harçlıkla yaşıyor.
- I live in a small bungalow.
- Küçük bir bungalovda yaşıyorum.
- I live with a porcupine.
- Bir kirpiyle yaşıyorum.
- They live in a little house.
- Onlar da küçük bir evde yaşıyorlar.
- I came to Tokyo three years ago and I've been living here since.
- Ben üç yıl önce Tokyo'ya geldim ve o zamandan beri burada yaşıyorum.
- Wouldn't it be nice to live in a house like that?
- Böyle bir evde yaşamak güzel olmaz mıydı?
- Tom now lives with his friend John.
- Tom şimdi arkadaşı John ile yaşıyor.
- I have an aunt who lives in Los Angeles.
- Los Angeles'ta yaşayan bir teyzem var.
- She lives in a small town in the interior.
- İç kesimlerdeki küçük bir kasabada yaşıyor.
- Tom and Mary don't live in the same state.
- Tom ve Mary aynı eyalette yaşamıyorlar.
- Tom wanted to live close to the campus.
- Tom kampüse yakın bir yerde yaşamak istiyordu.
- Tom is still living with his family.
- Tom hala ailesiyle birlikte yaşıyor.
- The royal family lives in the Royal House.
- Kraliyet ailesi Kraliyet Evi'nde yaşıyor.
- Would you like to live the life you live now for eternity?
- Şu an yaşadığın hayatı sonsuza kadar yaşamak ister misin?
- I live in a small town.
- Küçük bir kasabada yaşıyorum.
- Don't teach me how to live!
- Bana nasıl yaşanacağını öğretme!
- No one lives in that building.
- O binada kimse yaşamıyor.
- I think Tom is still living in Boston.
- Tom'un hâlâ Boston'da yaşadığını düşünüyorum.
- How long have you been living in Tokyo?
- Ne zamandır Tokyo'da yaşıyorsun?
- Do Tom and Mary know where you live?
- Tom ve Mary nerede yaşadığınızı biliyorlar mı?
- Tom still lives in Boston.
- Tom hala Boston'da yaşıyor.
- Tom never told me where he lived.
- Tom nerede yaşadığını bana hiç söylemedi.
- Tom can't live without a TV.
- Tom TV olmadan yaşayamaz.
- I live with my uncle.
- Eniştemle yaşıyorum.
- Layla lived only a few miles away.
- Layla sadece birkaç mil uzakta yaşıyordu.
- Have you gotten used to living in Boston?
- Boston'da yaşamaya alıştınız mı?
- Leave Layla and come to live with me.
- Leyla'dan ayrıl ve benimle yaşamaya gel.
- Dan lived a few blocks away from Linda's home.
- Dan, Linda'nın evinden birkaç blok ötede yaşıyordu.
- Tom doesn't want to live in the city.
- Tom kentte yaşamak istemez.
- I don't live with my family.
- Ailemle yaşamıyorum.
- Tom lived in a town not too far from Boston.
- Tom Boston'dan çok uzakta olmayan bir kasabada yaşadı.
- I had lived in Sendai for ten years before I visited Matsushima.
- Matsushima'yı ziyaret etmeden önce on yıl Sendai'de yaşadım.
- He lives in Nagasaki.
- O, Nagasaki'de yaşıyor.
- I thought Tom was living in Boston.
- Tom'un Boston'da yaşadığını düşünüyordum.
- Tom lived in Australia until 2013.
- Tom 2013'e kadar Avustralya'da yaşadı.
- I don't live in Australia now.
- Artık Avustralya'da yaşamıyorum.
- Tom is still living with his mom.
- Tom hala annesiyle yaşıyor.
- John lives in New York.
- John, New York'ta yaşıyor.
- What kind of house do you live in?
- Ne tür bir evde yaşıyorsun?
- She lives near the ocean, but she can't swim.
- Okyanusa yakın yaşıyor ama yüzemiyor.
- Dan left a good job in London to live with Linda in Glasgow.
- Dan, Glasgow'da Linda ile yaşamak için Londra'daki iyi bir işi bıraktı.
- I think Tom is the only one here who knows where Mary lives.
- Bence burada Mary'nin nerede yaşadığını bilen tek kişi Tom.
- I lived there for a few years.
- Birkaç yıl orada yaşadım.
- She lives in an expensive style.
- Pahalı bir tarzda yaşıyor.
- Women commonly live longer than men.
- Kadınlar genellikle erkeklerden daha uzun yaşar.
- They are looking for a house to live in.
- Yaşamak için bir ev arıyorlar.
- I lived in Boston for only about three months.
- Boston'da sadece yaklaşık üç ay yaşadım.
- They live in our block.
- Onlar bizim blokta yaşıyorlar.
- I've never lived abroad.
- Ben yurtdışında hiç yaşamadım.
- Tom has lived in Boston ever since.
- Tom o zamandan beri Boston'da yaşıyor.
- You know where I live.
- Nerede yaşadığımı biliyorsun.
- In this city, there are thousands who live eight or ten to a room.
- Bu şehirde, bir odada 8-10 kişi yaşayan binlerce insan var.
- Two families live in the same house.
- İki aile aynı evde yaşıyor.
- I don't want to live.
- Yaşamak istemiyorum.
- I cannot live in such a neighborhood.
- Böyle bir mahallede yaşayamam.
- Sami wanted to live in a Muslim country.
- Sami Müslüman bir ülkede yaşamak istiyordu.
- My family have lived here for twenty years.
- Ailem yirmi yıldır burada yaşıyor.
- Are you living in Boston now?
- Şimdi Boston'da mı yaşıyorsun?
- I wasn't the one who told Tom where Mary lives.
- Tom'a Mary'nin nerede yaşadığını söyleyen ben değildim.
- He lives in a trailer park.
- Karavan kampında yaşıyor.
- Scientists have just discovered a colony of flying penguins living in Antarctica.
- Bilim adamları, sadece Antarktika'da yaşayan bir uçan penguen kolonisi keşfetti.
- Just to remove any doubt, I no longer live with my parents.
- Şüphe kalmasın diye söylüyorum, artık ailemle yaşamıyorum.
- My aunt lived a happy life.
- Teyzem mutlu bir hayat yaşadı.
- Tom was living in Mary's house.
- Tom, Mary'nin evinde yaşıyordu.
- I need a place to live.
- Yaşayacak bir yere ihtiyacım var.
- My aunt, who lives in Tokyo, sent me a beautiful blouse.
- Tokyo'da yaşayan teyzem bana çok güzel bir bluz gönderdi.
- Tom and Mary live in separate states.
- Tom ve Mary farklı eyaletlerde yaşıyorlar.
- I lived in Boston for three years.
- Üç yıl Boston'da yaşadım.
- This is the house in which they lived when they were children.
- Burası çocukken yaşadıkları ev.
- We found out recently that some foxes live here on this mountain.
- Geçenlerde bu dağda bazı tilkilerin yaşadığını öğrendik.
- Does your best friend live in the same street as you?
- Senin en iyi arkadaşın seninle aynı sokakta mı yaşıyor?
- Tom now knows where Mary lives.
- Tom artık Mary'nin nerede yaşadığını biliyor.
- Tom probably knows where Mary lives.
- Tom muhtemelen Mary'nin nerede yaşadığını biliyor.
- I want to know more about the man who lives in that house.
- O evde yaşayan adam hakkında daha fazla şey bilmek istiyorum.
- Men can't live without football.
- Erkekler futbolsuz yaşayamazlar.
- They have lived here for a long time.
- Uzun zamandır burada yaşıyorlar.
- You were right, she doesn't live in Rio.
- Haklıydın, Rio'da yaşamıyor.
- Tom wants to live in Boston.
- Tom Boston'da yaşamak istiyor.
- They live in the house opposite to ours.
- Bizim evin karşısındaki evde yaşarlar.
- There's no doubt that Tom used to live in Boston.
- Tom'un eskiden Boston'da yaşadığına şüphe yok.
- Spaghetti with meatballs was invented by Italian immigrants living in New York City.
- Köfteli spagetti New York'ta yaşayan İtalyan göçmenler tarafından icat edilmiştir.
- He likes Bolu better than any other place he's lived.
- Bolu'yu yaşadığı diğer her yerden daha çok seviyor.
- Such fishes as carp and trout live in fresh water.
- Sazan ve alabalık gibi balıklar tatlı suda yaşar.
- You shouldn't live merely in pursuit of your own happiness.
- Sadece kendi mutluluğunuzun peşinde yaşamamalısınız.
- Sami lived a glittering life.
- Sami ışıltılı bir hayat yaşadı.
- You cannot live by love alone.
- Yalnızca sevgiyle yaşayamazsınız.
- I live in Boston now, but I'm from Chicago.
- Ben şimdi Boston'da yaşıyorum.
- Where does your uncle live?
- Amcan nerede yaşıyor?
- I didn't realize that Tom didn't live in Boston anymore.
- Tom'un artık Boston'da yaşamadığını fark etmedim.
- Without water, no creature could live.
- Su olmadan hiçbir canlı yaşayamaz.
- It's obvious that he's not used to living on a tight budget.
- Belli ki dar bir bütçeyle yaşamaya alışık değil.
- My parents are no longer living.
- Ebeveynlerim artık yaşamıyor.
- I lived in Boston many years.
- Uzun yıllar Boston'da yaşadım.
- I'd like to live in that house.
- O evde yaşamak isterdim.
- He lives near Paris.
- O, Paris'e yakın yaşamaktadır.
- Ask Tom if he knows where Mary lives.
- Tom'a Mary'nin nerede yaşadığını bilip bilmediğini sorun.
- Here's the house she used to live in.
- Eskiden yaşadığı ev burası.
- Tom likes living here, but I don't.
- Tom burada yaşamayı seviyor ama ben sevmiyorum.
- I love living in this marvellous town.
- Bu muhteşem şehirde yaşamayı seviyorum.
- Did you know Tom lived in Boston?
- Tom'un Boston'da yaşadığını biliyor muydun?
- Tom lived on his own for years.
- Tom yıllarca kendi başına yaşadı.
- Both of the brothers are still living.
- İki kardeş de hâlâ yaşıyor.
- I live on my own and don't depend on my parents for money.
- Ben kendi başıma yaşıyorum ve para için aileme bağlı değilim.
- Wild animals live in forests.
- Vahşi hayvanlar ormanlarda yaşar.
- Sami lived with a ghost.
- Sami bir hayaletle yaşadı.
- We live in the country during the summer.
- Yazları kırsalda yaşıyoruz.
- I lived with Tom for three years.
- Üç yıl Tom'la birlikte yaşadım.
- Tom lives in the country now.
- Tom artık şehir dışında yaşıyor.
- I want to live in France.
- Fransa’da yaşamak istiyorum.
- That is the house where he lives.
- Şu, onun yaşadığı ev.
- I've been living on potato chips for more than three years.
- Üç yıldan fazladır patates cipsiyle yaşıyorum.
- She lived next door to us.
- O bizim bitişikte yaşadı.
- The best way to learn a language is to live in a country where it's spoken.
- Bir dili öğrenmenin en iyi yolu, o dilin konuşulduğu bir ülkede yaşamaktır.
- Tom has lived in Boston for thirty years, but he still doesn't seem to know the city well.
- Tom otuz yıldır Boston'da yaşıyor, ancak şehri hala iyi tanımıyor gibi görünüyor.
- Do you know where Tom lives?
- Tom'un nerede yaşadığını biliyor musun?
- Tom has been living in Boston for the past three years.
- Tom son üç yıldır Boston'da yaşıyor.
- How did Tom know where Mary lived?
- Tom, Mary'nin nerede yaşadığını nereden biliyordu?
- Live in the moment, live for eternity!
- Anı yaşa, sonsuzluk için yaşa!
- I lived in Bydgoszcz.
- Bydgoszcz'da yaşadım.
- She lives in New York.
- New York'ta yaşıyor.
- How long did he live in Ankara?
- O ne kadar zaman Ankara'da yaşadı?
- He wants to live in the country after he retires.
- Emekli olduktan sonra şehir dışında yaşamak istiyor.
- More than a third of the world population lives near a coast.
- Dünya nüfusunun üçte birinden fazlası bir kıyıya yakın yaşıyor.
- Tom lives in the bad part of town.
- Tom şehrin kötü kısmında yaşıyor.
- Why do we live?
- Biz neden yaşıyoruz?
- Tom lived here up until three months ago.
- Tom üç ay öncesine kadar burada yaşıyordu.
- It's been ten years since I came to live in Shizuoka.
- Shizuoka'da yaşamaya başlayalı on yıl oldu.
- We were unsure what kind of person Tom would be and whether he would like to live in the same house as us.
- Tom'un nasıl bir insan olacağından ve bizimle aynı evde yaşamak isteyip istemeyeceğinden emin değildik.
- Tom lives in an old house.
- Tom eski bir evde yaşıyor.
- I'd like to live in Australia.
- Avustralya'da yaşamak istiyorum.
- Is it impossible to live to be 150?
- 150'ye kadar yaşamak imkansız mı?
- Sami lived in a refugee camp.
- Sami bir mülteci kampında yaşıyordu.
- He lives in a small Alpine village in Austria.
- O, Avusturya'da küçük bir Alp köyünde yaşıyor.
- He lived to see great-grandchildren.
- Torunlarının torunlarını görecek kadar yaşadı.
- The best way to learn French is to live in a French-speaking country.
- Fransızca öğrenmenin en iyi yolu Fransızca konuşulan bir ülkede yaşamaktır.
- I just want an affordable place to live.
- Yaşamak için uygun fiyatlı bir yer istiyorum.
- He lived on crackers and water for three days.
- Üç gün boyunca kraker ve suyla yaşadı.
- They live near the beach.
- Sahile yakın bir yerde yaşıyorlar.
- When I was very small, we lived in a house in Utsunomiya, about a hundred kilometres north of Tokyo.
- Ben çok küçükken, Tokyo'nun yaklaşık yüz kilometre kuzeyinde, Utsunomiya'da bir evde yaşardık.
- Tom lives in the Bible belt.
- Tom dini yönden tutucu bölgede yaşıyor.
- She's lived here her entire life.
- Hayatı boyunca burada yaşadı.
- Tom still lives in the house he was born in.
- Tom hâlâ doğduğu evde yaşıyor.
- I live in the house.
- Ben bu evde yaşıyorum.
- Tom hasn't lived in Boston for many years.
- Tom uzun yıllardır Boston'da yaşamıyor.
- Long, long ago, there lived an old king on a small island.
- Uzun zaman önce küçük bir adada yaşlı bir kral yaşarmış.
- He's lived there all his life.
- Tüm hayatı boyunca orada yaşadı.
- My father lives in the country.
- Babam kırsalda yaşıyor.
- I've lived in Boston since 2013.
- Ben 2013 yılından beri Boston'da yaşadım.
- I will live in prosperity.
- Ben refah yaşayacağım.
- I lived in Boston last year with one of my cousins.
- Geçen yıl kuzenlerimden biri ile Boston'da yaşadım.
- Tom has been living in Boston with his father.
- Tom, Boston'da babasıyla birlikte yaşıyordu.
- My salary doesn't allow us to live extravagantly.
- Maaşım abartılı yaşamamıza izin vermiyor.
- He has lived here for one week.
- O, burada bir hafta yaşadı.
- We want to live here.
- Burada yaşamak istiyoruz.
- Tom lives in a high-class neighborhood.
- Tom üst sınıf bir semtte yaşıyor.
- I don't know where my aunt lives.
- Yengemin nerede yaşadığını bilmiyorum.
- Do you really want to live in a hotel?
- Gerçekten bir otelde yaşamak istiyor musun?
- His grandchild lives in the Netherlands.
- Onun torunu Hollanda'da yaşıyor.
- She lived in a nice home in a nice neighborhood.
- Güzel bir mahallede güzel bir evde yaşıyordu.
- You don't deserve to live.
- Yaşamayı hak etmiyorsun.
- It is easier to fight for one's principles than to live according to them.
- Birinin ilkeleri için savaşmak onlara göre yaşamaktan daha kolaydır.
- This is the house where I live.
- Bu, yaşadığım ev.
- Tom knows he hasn't got long to live.
- Tom yaşayacak uzun zamanı olmadığını biliyor.
- Humans live better now.
- İnsanlar artık daha iyi yaşıyor.
- I'm Japanese, but I don't live in Japan.
- Ben Japon'um ama Japonya'da yaşamıyorum.
- They have no house to live in at all.
- Onların yaşayacak hiç evi yok.
- Tom lives in a hovel.
- Tom derme çatma bir evde yaşıyor.
- I live with her.
- Onunla yaşıyorum.
- He wants to live in North America.
- Kuzey Amerika'da yaşamak istiyor.
- Both Tom and Mary now live in Boston.
- Hem Tom hem Mary şimdi Boston'da yaşıyor.
- You're going to love living here.
- Burada yaşamayı seveceksin.
- I lived with a foster family for a couple of months when I was younger.
- Gençken birkaç ay koruyucu bir ailenin yanında yaşadım.
- Tom lives in a very quiet neighborhood.
- Tom çok sessiz bir mahallede yaşıyor.
- We just want to live in peace.
- Sadece huzur içinde yaşamak istiyoruz.
- Tom lives in a very big mansion.
- Tom çok büyük bir malikanede yaşıyor.
- I lived in Boston three years ago.
- Üç yıl önce Boston'da yaşadım.
- He lived until the age of 90.
- O, 90 yaşına kadar yaşadı.
- Tom lives in the same part of town as Mary does.
- Tom da Mary gibi şehrin aynı bölgesinde yaşıyor.
- You can't live on this side anymore.
- Artık bu tarafta yaşayamazsın.
- Tom currently lives in Boston.
- Tom şu anda Boston'da yaşıyor.
- I wish my father had lived to see this happen.
- Keşke babam bu olanları görebilecek kadar yaşamış olsaydı.
- Tom lives in Boston with his grandparents.
- Tom, büyükebeveynleriyle Boston'da yaşıyor.
- In which house did you live previously?
- Daha önce hangi evde yaşıyordunuz?
- You will soon be used to living in a big city.
- Yakında büyük bir şehirde yaşamaya alışacaksın.
- This famous conductor lives in New York.
- Bu ünlü orkestra şefi New York'ta yaşıyor.
- Even though he lives in the United States, Tom can't speak English.
- Amerika Birleşik Devletleri'nde yaşamasına rağmen Tom İngilizce konuşamıyor.
- They live in deplorable conditions.
- Acınacak koşullarda yaşıyorlar.
- He is as great a musician as ever lived.
- O şu ana kadar yaşamış büyük bir müzisyendir.
- She is living in the village.
- Köyde yaşıyor.
- He lives in an enormous house.
- Kocaman bir evde yaşıyor.
- I'll never forget that as long as I live.
- Yaşadığım süre bunu asla unutmayacağım.
- He lives like a king.
- O bir kral gibi yaşar.
- He lives as if he were a millionaire.
- Sanki bir milyonermiş gibi yaşıyor.
- Sami has lived there for quite a few years.
- Sami birkaç yıldır orada yaşıyordu.
- One can't live without water.
- İnsan susuz yaşayamaz.
- Many people are living illegally in the country.
- Birçok insan ülkede yasadışı olarak yaşıyor.
- Layla wanted to live a fairy tale life with Sami.
- Leyla, Sami ile bir masal hayatı yaşamak istiyordu.
- I used to live on the coast.
- Ben de sahilde yaşardım.
- I now live in Helsinki, but I'm originally from Kuopio.
- Şu anda Helsinki'de yaşıyorum ama aslen Kuopio'luyum.
- We lived in Osaka for ten years before we came to Tokyo.
- Tokyo'ya gelmeden önce on yıl Osaka'da yaşadık.
- Charles lived a life of debauchery when he was young.
- Charles gençken sefahat içinde bir hayat yaşadı.
- Tom lives like a king.
- Tom bir kral gibi yaşıyor.
- She lived in Hiroshima until she was ten.
- On yaşına kadar Hiroshima'da yaşadı.
- Sami lives in that area.
- Sami o bölgede yaşar.
- Kim is living with Ken.
- Kim, Ken ile yaşıyor.
- I live about a mile from here.
- Buradan yaklaşık bir mil uzakta yaşıyorum.
- Why would anybody live in a place like this?
- Herhangi bir insan neden böyle bir yerde yaşamak ister?
- I live in the Andromeda Galaxy.
- Ben Andromeda galaksisinde yaşıyorum.
- Let us pray for him to live among us for a long time, because we really need him.
- Aramızda uzun süre yaşaması için dua edelim, çünkü ona gerçekten ihtiyacımız var.
- They lived in Spain for several years.
- Birkaç yıl İspanya'da yaşadılar.
- Tom doesn't actually live within Boston city limits.
- Tom aslında Boston şehri sınırları içinde yaşamıyor.
- They are living on charity.
- Onlar sadaka ile yaşıyorlar.
- This person doesn't live here.
- Bu kişi burada yaşamıyor.
- Let me live.
- Yaşamama izin ver.
- How many people live in Austin Texas?
- Austin Teksas'ta kaç kişi yaşıyor?
- We all live under the same sky, but we do not have the same horizon.
- Hepimiz aynı gökyüzü altında yaşıyoruz ama aynı ufka sahip değiliz.
- Tom doesn't want to live here anymore.
- Tom artık burada yaşamak istemiyor.
- He has lived here for one week.
- Bir haftadır burada yaşıyor.
- Tom asked Mary where she lived.
- Tom Mary'ye nerede yaşadığı sordu.
- Tom still lives in the house he was born in.
- Tom hala doğduğu evde yaşıyor.
- She came to live with her aunt.
- Teyzesiyle yaşamaya geldi.
- I live in a small village.
- Küçük bir köyde yaşıyorum.
- We are living in the latter half of the twentieth century.
- Yirminci yüzyılın ikinci yarısında yaşıyoruz.
- He lives somewhere around here.
- Buralarda bir yerde yaşıyor.
- I'm living in Boston now.
- Şimdi Boston'da yaşıyorum.
- He lives far away from me.
- Benden çok uzakta yaşıyor.
- Are you still living in Boston?
- Hâlâ Boston'da yaşıyor musun?
- I wish we could live in Boston.
- Keşke Boston'da yaşayabilseydik.
- I'd like to live a quiet life in the country after I retire.
- Emekli olduktan sonra taşrada sakin bir hayat yaşamak istiyorum.
- We lived close to the sea.
- Denize yakın yaşadık.
- Tom and Mary live on a farm and have 16 children.
- Tom ve Mary bir çiftlikte yaşıyor ve on altı çocukları var.
- I want to live in a big city.
- Ben büyük bir şehirde yaşamak istiyorum.
- Tom was able to live a more or less normal life after the operation.
- Tom ameliyattan sonra az çok normal bir hayat yaşayabildi.
- We live many miles distant from each other.
- Birbirimizden kilometrelerce uzakta yaşıyoruz.
- A long time ago, there lived an old king on a small island.
- Uzun zaman önce, küçük bir adada yaşlı bir kral yaşarmış.
- Tom is still living with his parents.
- Tom hâlâ ailesiyle birlikte yaşıyor.
- She lives in Dubai.
- O, Dubai'de yaşıyor.
- I don't want to live this way.
- Ben bu şekilde yaşamak istemiyorum.
- I'd like to live in Rome someday.
- Bir gün Roma'da yaşamak isterim.
- I want to come and live here.
- Gelmek ve burada yaşamak istiyorum.
- We live in the United States.
- Biz ABD'de yaşıyoruz.
- Tom is living outside the city.
- Tom şehir dışında yaşıyor.
- They live there.
- Orada yaşıyorlar.
- Tom is going to love living in Boston.
- Tom Boston'da yaşamayı çok sevecek.
- I wouldn't be able to live without music.
- Müzik olmadan yaşayamam.
- She lives alone in the large house.
- Büyük bir evde yalnız yaşıyor.
- And Seth lived a hundred and five years, and begot Enos.
- Şit yüz beş yıl yaşadı ve Enos'u doğurdu.
- Tom didn't tell me where he lived.
- Tom bana nerede yaşadığını söylemedi.
- We can't live even one more day without water.
- Su olmadan bir gün bile yaşayamayız.
- There are many people living in this house.
- Bu evde bir sürü insan yaşıyor.
- We can live with that.
- Biz onunla yaşayabiliriz.
- Man can live without friends.
- İnsan arkadaş olmadan yaşayabilir.
- Boston is a nice place to visit, but I wouldn't want to live there.
- Boston ziyaret etmek için güzel bir yer ama ben orada yaşamak istemem.
- She doesn't actually live in Deal.
- Aslında Deal'de yaşamıyor.
- Tom bought a bunch of inexpensive cameras to give to children who lived in his neighborhood.
- Tom mahallesinde yaşayan çocuklara vermek için bir sürü ucuz fotoğraf makinesi aldı.
- Tom wanted to live close to where he worked.
- Tom çalıştığı yere yakın bir yerde yaşamak istiyordu.
- You could come and live with me.
- Gelip benimle yaşayabilirsin.
- Better to live dishonored than die proud.
- Şerefli ölmektense şerefsiz yaşamak daha iyidir.
- I can't imagine living in a world without books.
- Kitapsız bir dünyada yaşamayı hayal bile edemiyorum.
- Does he live in the same apartment building?
- O aynı apartman dairesinde mi yaşıyor?
- Tom isn't the easiest person to live with.
- Tom birlikte yaşanacak en kolay insan değildir.
- Which house did you live in before?
- Daha önce hangi evde yaşıyordun?
- Tom has lived in New York since he was a child.
- Tom, çocukluğundan beri New York'ta yaşamaktadır.
- Tom lived in Boston last year.
- Tom geçen yıl Boston'da yaşıyordu.
- They live in a little house.
- Onlar küçük bir evde yaşıyor.
- Tom lives only a few blocks away.
- Tom sadece birkaç blok ötede yaşıyor.
- I just can't live without you.
- Sadece sensiz yaşayamam.
- Tom lived in Boston about three years ago.
- Tom üç yıl kadar önce Boston'da yaşıyordu.
- They live in another city.
- Başka bir şehirde yaşıyorlar.
- He lived in the days when air travel was considered dangerous.
- Uçak yolculuğunun tehlikeli sayıldığı günlerde yaşadı.
- He knows where we live.
- Nerede yaşadığımızı biliyor.
- Tom learned French while living in Quebec.
- Tom Quebec'te yaşarken Fransızca öğrendi.
- Does anybody here know where Tom lives?
- Burada Tom'un nerede yaşadığını bilen var mı?
- Dan left a good job in London to live with Linda in Glasgow.
- Dan Linda ile Glasgov'da yaşamak için Londra'daki iyi bir işi bıraktı.
- Layla lived in rural England.
- Leyla, İngiltere kırsalında yaşıyordu.
- You're too young to live by yourself.
- Sen tek başına yaşamak için çok gençsin.
- Tom lives in our neck of the woods.
- Tom yaşadığımız aynı alanda yaşıyor.
- This is the house where I live.
- Burası yaşadığım ev.
- Whales are very large mammals that live in the ocean.
- Balinalar okyanusta yaşayan çok büyük memelilerdir.
- I'll be looking for a new place to live as soon as I graduate from college.
- Üniversiteden mezun olur olmaz yaşayacak yeni bir yer arıyor olacağım.
- Tom lives about twenty minutes away from Mary.
- Tom Mary'den yaklaşık yirmi dakika uzakta yaşamaktadır.
- Tom lived in Boston.
- Tom, Boston'da yaşadı.
- We live in a global community.
- Küresel bir toplumda yaşıyoruz.
- She lived in five different countries by age 25.
- 25 yaşına gelinceye kadar beş farklı ülkede yaşadı.
- I can live with it.
- Onunla yaşayabilirim.
- He lives in a huge house.
- Kocaman bir evde yaşıyor.
- I wish I could live my life doing only what I wanted to do.
- Keşke hayatımı sadece yapmak istediklerimi yaparak yaşayabilseydim.
- I don't want to live forever.
- Sonsuza kadar yaşamak istemiyorum.
- We have the right to live where we please.
- İstediğimiz yerde yaşama hakkımız var.
- Are they live?
- Yaşıyorlar mı?
- Tom had no house to live in.
- Tom'un yaşayacak evi yoktu.
- Tom lives and works in Australia.
- Tom Avustralya'da yaşıyor ve çalışıyor.
- She lived with him all her life.
- Hayatı boyunca onunla yaşadı.
- He lives like a king.
- Bir kral gibi yaşıyor.
- Tom is now living in Boston, isn't he?
- Tom şu anda Boston'da yaşıyor, değil mi?
- Bin lived in Singapore.
- Bin, Singapur'da yaşıyordu.
- He lived with her for a few years in Italy.
- Birkaç yıl İtalya'da onunla yaşadı.
- I wish I lived in Boston.
- Keşke Boston'da yaşasaydım.
- I don't live here in Boston.
- Ben Boston'da yaşamıyorum.
- He wants to live in the city.
- O, kentte yaşamak istiyor.
- I live in Tbilisi.
- Ben Tiflis'te yaşıyorum.
- I want to live in a country where French is spoken.
- Fransızca konuşulan bir ülkede yaşamak istiyorum.
- Do both Tom and Mary live with you?
- Tom ve Mary seninle mi yaşıyor?
- I don't think Tom still lives in Boston.
- Tom'un hâlâ Boston'da yaşadığını sanmıyorum.
- My grandfather lived till he was eighty-nine.
- Büyükbabam seksen dokuz yaşına kadar yaşadı.
- Tom thinks he knows where Mary lives.
- Tom Mary'nin nerede yaşadığını bildiğini düşünüyor.
- I've always dreamed of living abroad.
- Her zaman yurt dışında yaşamayı hayal ettim.
- If it were not for air, we could not live on the earth.
- Hava olmasaydı dünyada yaşayamazdık.
- Tom and Mary don't live in the same state.
- Tom ve Mary aynı ülkede yaşamıyorlar.
- This is the house where she is living.
- Burası onun yaşadığı ev.
- Tom lived in Boston before, right?
- Tom daha önce Boston'da yaşadı, değil mi?
- I guess I've lived too long.
- Sanırım çok uzun yaşadım.
- I live there now.
- Artık orada yaşıyorum.
- I think we should ask Tom where he wants to live.
- Bence Tom'a nerede yaşamak istediğini sormalıyız.
- We live in a cottage.
- Biz bir kulübede yaşıyoruz.
- Tom still lives in Boston.
- Tom hâlâ Boston'da yaşıyor.
- You will soon adjust to living in a dormitory.
- Yakında yurtta yaşamaya uyum sağlayacaksın.
- Jack lived in Japan for several years.
- Jack yıllarca Japonya'da yaşadı.
- Japan, for the most part, is a lovely place to live.
- Japonya genelde yaşamak için güzel bir yerdir.
- Maria lives in a middle class neighborhood.
- Maria orta sınıf bir mahallede yaşıyor.
- Her family lives in this city.
- Onun ailesi de bu şehirde yaşıyor.
- I live at 517, das Torres Street, Madrid, Spain.
- 517, das Torres Sokağı, Madrid, İspanya'da yaşıyorum.
- I can live without water.
- Su olmadan da yaşayabilirim.
- We used to live in Boston.
- Biz Boston'da yaşardık.
- He intends to live in Japan for good.
- Temelli Japonya'da yaşamaya niyetli.
- He lives in Tokyo now.
- O şimdi Tokyo'da yaşamaktadır.
- Sami lived in a very Victorian culture.
- Sami çok Viktoryen bir kültürde yaşıyordu.
- Where would you want to live?
- Nerede yaşamak istersiniz?
- He lives at the yellow house.
- O, sarı evde yaşar.
- Tom found a place to live.
- Tom yaşamak için bir yer buldu.
- Who lives in the room below?
- Aşağıdaki odada kim yaşıyor?
- She lived there for many years.
- Uzun yıllar orada yaşadı.
- We all live in the same neighborhood.
- Hepimiz aynı çevrede yaşamaktayız.
- The majority of the peasants living in this godforsaken village cannot read nor write.
- Bu Allah'ın belası köyde yaşayan köylülerin çoğu okuma yazma bilmiyor.
- This is the neighborhood I lived in when I was younger.
- Burası gençken yaşamış olduğum mahalle.
- Ancient people lived close to nature.
- Eski insanlar doğaya yakın yaşadı.
- Do you live in America?
- Amerika'da mı yaşıyorsun?
- I lived in Australia for three years.
- Üç yıl Avustralya'da yaşadım.
- No one knows where he lives.
- Kimse nerede yaşadığını bilmiyor.
- My grandmother lives in the country.
- Büyükannem taşrada yaşıyor.
- I want them to live.
- Onların yaşamasını istiyorum.
- How many people live in your town?
- Kasabanda kaç kişi yaşıyor.
- I've never lived anywhere except Boston.
- Ben asla Boston dışında herhangi bir yerde yaşamadım.
- Sami lived just six miles away.
- Sami sadece 6 mil uzakta yaşıyordu.
- Tom doesn't know exactly where Mary lives.
- Tom Mary'nin nerede yaşadığını tam olarak bilmiyor.
- He is the greatest architect that has ever lived.
- O şimdiye kadar yaşamış en büyük mimar.
- What an awful world we live in!
- Ne korkunç bir dünyada yaşıyoruz!
- I don't like the city in which he lives.
- Yaşadığı şehri sevmiyorum.
- Will Tom live in Boston next year?
- Tom gelecek yıl Boston'da yaşayacak mı?
- Tom lived in his car for a while after he broke up with Mary.
- Tom, Mary'den ayrıldıktan sonra bir süre arabasında yaşadı.
- I live in Osaka.
- Osaka'da yaşıyorum.
- We need to find out where Tom lives.
- Tom'un nerede yaşadığını bulmalıyız.
- Tom has been living abroad for a very long time.
- Tom çok uzun zamandır yurt dışında yaşıyor.
- Why did you live in Kyoto last year?
- Geçen yıl neden Kyoto'da yaşadın?
- Tom doesn't want to live like this anymore.
- Tom artık bu şekilde yaşamak istemiyor.
- He lives in Morocco.
- O, Fas'ta yaşıyor.
- She lives in Yoshkar-Ola.
- Yoşkar-Ola'da yaşıyor.
- How many years has Tom lived in Boston?
- Tom Boston'da kaç yıl yaşadı?
- Tom's family lives in Boston.
- Tom'un ailesi Boston'da yaşıyor.
- Tom lives in a small house on Park Street.
- Tom, Park Caddesi'ndeki küçük bir evde yaşıyor.
- My grandmother on my mother's side lives in Osaka.
- Anneannem Osaka'da yaşıyor.
- Tom lives in Australia with his mother.
- Tom Avustralya'da annesiyle birlikte yaşıyor.
- I did not live in Sanda last year.
- Geçen yıl Sanda'da yaşamadım.
- The development of the personal computer has revolutionised the way people work, the way they live, and the way they interact with each other.
- Kişisel bilgisayarın gelişmesi insanların çalışma tarzında, yaşama tarzında ve birbirleriyle etkileşime girme tarzında devrim yapmıştır.
- Fadil asked Dania to live with him in the house he shared with his grandmother.
- Fadıl, Dania'dan büyükannesi ile paylaştığı evde birlikte yaşamasını istedi.
- Tom's family lived in Boston at that time.
- Tom'un ailesi o zamanlar Boston'da yaşıyordu.
- Tom and I live on Park Street.
- Tom ve ben Park Caddesi'nde yaşıyoruz.
- Sami lives about a block away from here.
- Sami buradan yaklaşık bir blok ötede yaşıyor.
- Sami lives underneath me.
- Sami benim altımda yaşıyor.
- I have lived here for six weeks.
- Altı haftadır burada yaşıyorum.
- She is eager to live in Australia.
- O, Avustralya'da yaşamaya isteklidir.
- If I were you, I wouldn't live with him.
- Yerinde olsaydım, onunla yaşamazdım.
- Tom never locked his doors when he lived in the country.
- Tom taşrada yaşarken kapılarını hiç kilitlemezdi.
- I live in the United States of America.
- Ben Amerika Birleşik Devletleri'nde yaşıyorum.
- If you know where Tom lives, tell me.
- Tom'un nerede yaşadığını biliyorsan bana söyle.
- Ania lives in Gdańsk.
- Ania Gdansk'ta yaşıyor.
- When he was a child, he lived in a small town.
- Çocukken küçük bir kasabada yaşıyordu.
- Neither Tom nor Mary has lived in Australia.
- Ne Tom ne de Mary Avustralya'da yaşamadı.
- Hippopotamuses live in water.
- Suaygırları su altında yaşarlar.
- Tom and Mary live close to a national park.
- Tom ve Mary bir milli parka yakın yaşıyorlar.
- Tom's parents thought that he was too young to live by himself.
- Tom'un ebeveynleri onun tek başına yaşamak için çok küçük olduğunu düşünüyordu.
- Tom used to live on a boat.
- Tom eskiden bir teknede yaşardı.
- I wonder if Tom still lives in Boston.
- Tom'un hâlâ Boston'da yaşayıp yaşamadığını merak ediyorum.
- He lives in a small village in Kyushu.
- Kyushu'da küçük bir köyde yaşıyor.
- The truth is that we can't live without air.
- Gerçek şu ki, havasız yaşayamayız.
- Tom doesn't like living in the country.
- Tom taşrada yaşamayı sevmez.
- If it were not for water, we could not live.
- Su olmasaydı, yaşayamazdık.
- Tom wanted to live on a farm.
- Tom bir çiftlikte yaşamak istiyordu.
- I have been living in Rio de Janeiro for four years.
- Dört yıldır Rio de Janeiro'da yaşıyorum.
- They live on a cobblestone street.
- Arnavut kaldırımlı bir sokakta yaşıyorlar.
- Tom lives over there.
- Tom orada yaşıyor.
- Does Jasmin still live in Germany?
- Jasmin hala Almanya'da mı yaşıyor?
- If I'm living in Madrid now, there's surely a reason!
- Eğer şu anda Madrid'te yaşıyorsam kesinlikle bir nedeni var!
- They live in a good environment.
- İyi bir çevrede yaşıyorlar.
- People who live here know how to do that.
- Burada yaşayan insanlar bunu yapmayı biliyor.
- Tom and Mary live in a very beautiful house in Boston.
- Tom ve Mary Boston'da çok güzel bir evde yaşıyor.
- Tom showed Mary where John lived.
- Tom, Mary'ye John'un yaşadığı yeri gösterdi.
- Tom has lived in Boston his entire life.
- Tom tüm hayatı boyunca Boston'da yaşadı.
- Would you like to live here?
- Burada yaşamak ister misin?
- My brother who lives in Boston is a carpenter.
- Boston'da yaşayan kardeşim bir marangoz.
- He used to live here.
- Eskiden burada yaşıyormuş.
- I lived in the suburbs of Boston.
- Boston'un kenar mahallelerinde yaşadım.
- I live in Boston now.
- Artık Boston'da yaşıyorum.
- Thomas lives in France but works in Belgium.
- Thomas, Fransa'da yaşar ama Belçika'da çalışır.
- Tom and I used to live in Boston.
- Tom ve ben eskiden Boston'da yaşardık.
- She lives in an apartment above us.
- Üst katımızda bir dairede yaşıyor.
- I was living there.
- Orada yaşıyordum.
- The princess lives in a large castle.
- Prenses büyük bir kalede yaşıyor.
- He lived there all by himself.
- O, orada yalnız yaşadı.
- He lives in this lonely place by himself.
- Bu ıssız yerde tek başına yaşıyor.
- I don't live in Boston.
- Boston'da yaşamıyorum.
- Do you live with someone?
- Biriyle birlikte mi yaşıyorsun?
- Tom wants to go and live with his uncle.
- Tom gidip amcasıyla yaşamak istiyor.
- Tom lived there all by himself.
- Tom orada tek başına yaşıyordu.
- He lives for his computer.
- Bilgisayarı için yaşıyor.
- Do you live with your parents?
- Ailenle mi yaşıyorsun?
- I wouldn't want to live with Tom.
- Tom'la birlikte yaşamak istemezdim.
- We are looking for a nice house to live in.
- Yaşamak için güzel bir ev arıyoruz.
- I've been living in Boston since I was thirteen.
- On üç yaşından beri Boston'da yaşıyorum.
- I live in India.
- Ben Hindistan'da yaşıyorum.
- He can't remember where he lives at all.
- Nerede yaşadığını hiç hatırlamıyor.
- You had better live on your salary.
- Maaşınla yaşasan iyi olur.
- I live in Kakogawa.
- Kakogawa'da yaşıyorum.
- Tom lived in Boston for three years before moving back to Chicago.
- Tom tekrar Chicago'ya taşınmadan önce üç yıl boyunca Boston'da yaşadı.
- He has lived there for a year.
- Bir yıl orada yaşadı.
- Tom and Mary live in Australia.
- Tom ve Mary, Avustralya'da yaşıyorlar.
- Tom lives in the worst part of town.
- Tom şehrin en kötü kısmında yaşıyor.
- He is the greatest singer that ever lived.
- Şu ana kadar yaşamış en büyük şarkıcıdır.
- He had no house to live in.
- Yaşayacak bir evi yok.
- Have you ever lived in Boston?
- Hiç Boston'da yaşadın mı?
- Tom isn't the one who told me where Mary lived.
- Mary'nin nerede yaşadığını bana söyleyen Tom değildi.
- The old man lives on his pension.
- Yaşlı adam emekli maaşıyla yaşıyor.
- Sami lives in a poor country.
- Sami fakir bir ülkede yaşıyor.
- Tom lived with the Jacksons.
- Tom Jackson'larla yaşıyordu.
- Tom said that he used to live in Boston.
- Tom eskiden Boston'da yaşadığını söyledi.
- Tom has been living in Boston.
- Tom, Boston'da yaşıyor.
- I live on the top floor of a six storey apartment block.
- Altı katlı bir apartmanın en üst katında yaşıyorum.
- I work to live, but I don't live to work.
- Yaşamak için çalışıyorum, ama çalışmak için yaşamıyorum.
- Tom must live around here.
- Tom bu civarda yaşıyor olmalı.
- I will only live for my child in the future.
- Gelecekte sadece çocuğum için yaşayacağım.
- I think Tom doesn't know where Mary lives.
- Bence Tom, Mary'nin nerede yaşadığını bilmiyor.
- Tom wanted to live in a big city like Boston.
- Tom Boston gibi büyük bir şehirde yaşamak istedi.
- Tom doesn't live too far from here.
- Tom buradan çok uzakta yaşamıyor.
- Tom still lives with his parents.
- Tom hâlâ ailesiyle yaşıyor.
- How long have you lived in Sanda?
- Ne kadar süredir Sanda'da yaşamaktasın?
- I hear that Tom really likes living in Boston.
- Tom'un Boston'da yaşamayı gerçekten sevdiğini duydum.
- He is rich yet he lives like a beggar.
- O zengin ve bir dilenci gibi yaşıyor.
- I live in a small apartment on Park Street.
- Park Caddesinde küçük bir apartman dairesinde yaşıyorum.
- Naoki was poor and lived in a small cabin.
- Naoki yoksuldu ve küçük bir kulübede yaşıyordu.
- Tom lives in a penthouse on the 30th floor.
- Tom otuzuncu katta terasta yaşıyor.
- She lives in a huge house.
- O, büyük bir evde yaşıyor.
- I live with my roommate.
- Ev arkadaşımla birlikte yaşıyorum.
- I have to live with it.
- Onunla yaşamak zorundayım.
- I live in Boston but I'm from L.A.
- Boston'da yaşıyorum ama Los Angeles'lıyım.
- Tom lived there for many years.
- Tom yıllarca orada yaşadı.
- He lives in the southern part of the city.
- Şehrin güney kısmında yaşıyor.
- Currently, Tom lives in Boston.
- Tom şu anda Boston'da yaşıyor.
- He lives alone in an apartment.
- Bir apartman dairesinde yalnız yaşıyor.
- She lives in a trailer park.
- Karavan parkında yaşıyor.
- In Rio de Janeiro, 20% of the population lives in slums.
- Rio de Janeiro'da nüfusun %20'si gecekondularda yaşıyor.
- Where does he live?
- O nerede yaşıyor?
- I live in Kakogawa.
- Ben Kakogawa'da yaşıyorum.
- Tom lived in a spectacularly beautiful place.
- Tom olağanüstü güzel bir yerde yaşıyordu.
- Tom lives in a bad neighborhood.
- Tom kötü bir semtte yaşıyor.
- Do you really want to live forever?
- Gerçekten sonsuza kadar yaşamak istiyor musun?
- Layla lived a few miles away.
- Leyla birkaç mil ötede yaşıyordu.
- I live in Paris, France.
- Fransa'da, Paris'te yaşıyorum.
- Tom doesn't want to live in Boston for more than a year.
- Tom Boston'da bir yıldan fazla yaşamak istemiyor.
- Why would somebody want to live there?
- Neden biri orada yaşamak ister?
- Does Tom live far from where you live?
- Tom senin yaşadığın yerden uzakta mı yaşıyor?
- A big spider lives behind the chest of drawers.
- Çekmecenin arkasında büyük bir örümcek yaşıyor.
- He lives next to me.
- Benim yanımda yaşıyor.
- She doesn't live here any more.
- O artık burada yaşamıyor.
- They both lived happily ever after.
- İkisi de sonsuza dek mutlu yaşadı.
- It's hard to live without a house.
- Evsiz yaşamak çok zor.
- Dan lived in a London neighborhood, where he grew up.
- Dan Londra'da büyüdüğü mahallede yaşıyordu.
- I wish I lived in a big city.
- Keşke büyük bir şehirde yaşasaydım.
- Tom liked living in Boston.
- Tom Boston'da yaşamayı seviyordu.
- The apartment I live in isn't very large.
- Yaşadığım daire çok büyük değil.
- I don't want to live like that.
- Bu şekilde yaşamak istemiyorum.
- He lives far away from my house.
- O benim evimden uzakta yaşar.
- Fadil and Layla lived in a very beautiful house in Cairo.
- Fadıl ve Leyla Kahire'de çok güzel bir evde yaşıyorlardı.
- I don't want to live with you anymore.
- Artık seninle yaşamak istemiyorum.
- He lives in a small village in Kyushu.
- Kyushu'da küçük bir köyde yaşar.
- She is from Hokkaido, but is now living in Tokyo.
- O Hokkaidolu ama şimdi Tokyo'da yaşıyor.
- If there was no air, man could not live for even ten minutes.
- Hava olmasaydı, insan on dakika bile yaşayamazdı.
- I've lived here for three years.
- Ben üç yıldır burada yaşıyorum.
- I don't live with him.
- Onunla yaşamıyorum.
- We had lived in Osaka for ten years before we came to Tokyo.
- Tokyo'ya gelmeden önce on yıl Osaka'da yaşadık.
- I don't know where my aunt lives.
- Halamın nerede yaşadığını bilmiyorum.
- I never really thought I'd live this long.
- Bu kadar uzun yaşayacağımı hiç düşünmemiştim.
- More than a third of the world population lives near a coast.
- Dünya nüfusunun üçte birinden fazlası kıyı yakınında yaşar.
- Do Tom and Mary still live in Boston?
- Tom ve Mary hala Boston'da mı yaşıyor?
- I lived in poverty.
- Ben yoksulluk içinde yaşadım.
- All her friends live in England.
- Onun bütün arkadaşları İngiltere'de yaşıyor.
- Sami has no idea where Layla lives.
- Sami'nin, Leyla'nın yaşadığı yer hakkında hiç fikri yok.
- I don't want to live the rest of my life with a woman that I can respect but can't love.
- Hayatımın geri kalanını saygı duyabileceğim ama sevemeyeceğim bir kadınla yaşamak istemiyorum.
- Tom has lived in the jungle for five months.
- Tom beş aydır ormanda yaşıyor.
- I'm currently living on Park Street.
- Şu anda Park Caddesi'nde yaşıyorum.
- Tom lives not far from here.
- Tom buradan çok uzakta yaşamıyor.
- As long as you live nothing is final.
- Yaşadığın sürece hiçbir şey nihai değildir.
- Tom lives right by the old fire station.
- Tom eski itfaiyenin hemen yanında yaşamaktadır.
- Tom said he knew where Mary lived.
- Tom Mary'nin nerede yaşadığını bildiğini söyledi.
- I've never spoken to the old man who lives next door.
- Yan evde yaşayan yaşlı adamla hiç konuşmadım.
- He lived in the eighteenth century.
- On sekizinci yüzyılda yaşadı.
- He has lived here for a long time.
- O uzun bir süredir burada yaşıyor.
- My father has been living in Nagoya for 30 years.
- Babam 30 yıldır Nagoya'da yaşıyor.
- Mary now lives with her friend Sophie.
- Mary şimdi arkadaşı Sophie ile birlikte yaşıyor.
- Tom said he wouldn't want to live in Boston.
- Tom Boston'da yaşamak istemediğini söyledi.
- Tom isn't living in Boston with his father.
- Tom Boston'da babasıyla yaşamıyor.
- She lives near the beach, but she can't swim.
- O, kumsalın yanında yaşıyor ama yüzemez.
- You must live your life the best you can.
- Elinden geldiğince hayatını yaşamalısın.
- Man can't live without air.
- İnsanlar hava olmadan yaşayamaz.
- Tom was unable to hold a job or live by himself.
- Tom bir iş bulamadı ya da tek başına yaşayamadı.
- I have a friend who lives in Sapporo.
- Sapporo'da yaşayan bir arkadaşım var.
- I live in Cairo.
- Ben Kahire'de yaşıyorum.
- Tom lives in a trailer park.
- Tom bir karavan parkında yaşıyor.
- Tom lived in Boston until 2013.
- Tom 2013 yılına kadar Boston'da yaşadı.
- Here lives one bear.
- Burada bir ayı yaşıyor.
- I'll remember you for as long as I live.
- Yaşadığım sürece seni hatırlayacağım.
- I never imagined I would live in such a nice place.
- Böyle güzel bir yerde yaşayacağımı hiç hayal etmemiştim.
- I live in a bubble.
- Ben bir balonun içinde yaşıyorum.
- I did know that Tom used to live in Boston.
- Tom'un eskiden Boston'da yaşadığını biliyordum.
- They live near the school.
- Okulun yakınında yaşıyorlar.
- Because of her, he lived a miserable life.
- Ondan dolayı, o sefil bir hayat yaşadı.
- People who live here know how to do that.
- Burada yaşayanlar bunun nasıl yapıldığını biliyor.
- Were it not for air, no creatures could live.
- Hava olmasa hiçbir yaratık yaşayamaz.
- He lived a long life.
- O uzun bir hayat yaşadı.
- I don't like that house that he lives in.
- Onun yaşadığı evi sevmiyorum.
- I live in Belarus and I take pride in this fact.
- Belarus'ta yaşıyorum ve bununla gurur duyuyorum.
- The king and his family live in the royal palace.
- Kral ve ailesi kraliyet sarayında yaşıyor.
- Once upon a time there lived an emperor who was a great conqueror, and reigned over more countries than anyone in the world.
- Bir zamanlar büyük bir fatih olan ve dünyadaki herkesten daha fazla ülkeye hükmeden bir imparator yaşarmış.
- I lived in this house as a child.
- Çocukken bu evde yaşadım.
- Tom lives a few blocks away from Mary.
- Tom Mary'den birkaç blok ötede yaşıyor.
- There are 7 billion people living on Earth.
- Dünyada 7 milyar insan yaşıyor.
- I live in Białystok.
- Ben Białystok'ta yaşıyorum.
- Tom lives with his parents.
- Tom ailesiyle birlikte yaşıyor.
- I lived in Osaka until I was six.
- Altı yaşına kadar Osaka'da yaşadım.
- I'm living in Scotland.
- Ben İskoçya'da yaşıyorum.
- I want to go and live in Boston.
- Gitmek ve Boston'da yaşamak istiyorum.
- I can't live with it.
- Bununla yaşayamam.
- He won't live a long life.
- Uzun bir hayat yaşamayacak.
- Tom has lived in Boston since last summer.
- Tom geçen yazdan beri Boston'da yaşıyor.
- The inactive child is far more inclined to live in a world of fantasy.
- Durgun olan çocuk bir hayal dünyasında yaşamaya daha meyillidir.
- I don't think I can live without you.
- Sensiz yaşayabileceğimi sanmıyorum.
- Tom lived in Boston last year.
- Tom geçen yıl Boston'da yaşadı.
- Long long ago, there lived a pretty girl.
- Uzun uzun zaman önce güzel bir kız yaşardı.
- This is where I live.
- Bu yaşadığım yer.
- I couldn't live in Boston without you.
- Boston'da sensiz yaşayamazdım.
- Tom says he wants to live in Boston.
- Tom Boston'da yaşamak istediğini söylüyor.
- Tom and Mary still live in Boston.
- Tom ve Mary hala Boston'da yaşıyorlar.
- Tom now lives with his mom.
- Tom şimdi annesiyle yaşıyor.
- I can't live in this house anymore.
- Yaşayamam bu evde artık.
- Where are they living now?
- Şimdi nerede yaşıyorlar?
- If Shakespeare were still living, he'd be over 450 years old.
- Eğer Shakespeare hala yaşıyor olsaydı, 450 yaşından fazla olurdu.
- I have been living here for years.
- Senelerdir burada yaşıyorum.
- My uncle has lived in Paris for ten years.
- Dayım on yıldır Paris'te yaşıyor.
- Do they live with you?
- Seninle mi yaşıyorlar?
- I don't live in the city.
- Ben şehirde yaşamıyorum.
- Tom has lived in Boston since he was born.
- Tom doğduğundan beri Boston'da yaşıyor.
- I was just wondering if you have been able to find a place to live.
- Yaşayacak bir yer bulabildiniz mi diye merak ediyordum.
- I want to live somewhere that isn't polluted.
- Kirlenmemiş bir yerde yaşamak istiyorum.
- Many scientists live in this small village.
- Bu küçük köyde birçok bilim insanı yaşıyor.
- He lives apart from his parents.
- Ebeveynlerinden ayrı yaşıyor.
- Tom lives beyond his means.
- Tom imkanlarının ötesinde yaşıyor.
- All of my cousins live in Boston.
- Bütün kuzenlerim Boston'da yaşıyor.
- Tom is still living with his parents.
- Tom hâlâ ailesi ile yaşıyor.
- He lived in the center of London.
- Londra'nın merkezinde yaşadı.
- Tom's parents aren't living anymore.
- Tom'un ailesi artık yaşamıyor.
- Tango lived with a small boy in a small village.
- Tango küçük bir köyde küçük bir çocukla birlikte yaşarmış.
- These days many old people live by themselves.
- Bugünlerde birçok yaşlı insan kendi başına yaşıyor.
- I live in Izmir.
- İzmir'de yaşıyorum.
- I wish we could live in Boston.
- Keşke Boston'da yaşayabilsek.
- And so they didn't marry and they lived happily until the end of their lives.
- Böylece, evlenmediler ve mutlu mesut ömürlerinin sonuna kadar yaşadılar.
- Tom is living on his own.
- Tom kendi başına yaşıyor.
- They live on potatoes around here.
- Buralarda patatesle yaşıyorlar.
- Sami lives just around the corner.
- Sami hemen köşede yaşıyor.
- Who'd want to live in a place like this?
- Kim böyle bir yerde yaşamak ister ki?
- Didn't you know Tom was still living with his parents?
- Tom'un hâlâ ailesiyle yaşadığını bilmiyor muydun?
- I think the best way to learn English is to live in America.
- İngilizce öğrenmenin en iyi yolunun Amerika'da yaşamak olduğunu düşünüyorum.
- I think Tom knows where Mary lives.
- Sanırım Tom, Mary'nin nerede yaşadığını biliyor.
- Sometimes I walk to work, and sometimes I ride my bike, because I live very close to work.
- İşe bazen yürüyerek bazen de bisikletle gidiyorum, zira yaşadığım yer işime çok yakın.
- People used to live in villages.
- İnsanlar köylerde yaşardı.
- My relative lives near the school.
- Akrabam okulun yakınında yaşıyor.
- When Tom was in kindergarten, he lived in Boston.
- Tom anaokulundayken, Boston'da yaşıyordu.
- We have lived in Osaka six years.
- Altı yıldır Osaka'da yaşamaktayız.
- I'll remember today as long as I live.
- Yaşadığım sürece bugünü hatırlayacağım.
- This is a picture of the first house we lived in.
- Bu yaşadığımız ilk evin fotoğrafı.
- He did not expect to live so long.
- O kadar uzun yaşamayı beklemiyordu.
- Tom lived next door to us for three years.
- Tom üç yıl boyunca yan komşumuz olarak yaşadı.
Show More (1898)
|