make - Inglés Turco Frases
Inglés Turco
make yapmak v.
  • His attention to detail makes him a very good detective.
  • Detaylara olan dikkati onu çok iyi bir dedektif yapıyor.
  • Do you like my hat? I made it!
  • Şapkamı beğendin mi? Ben yaptım!
  • Her self-confidence and deep experience make her a natural leader.
  • Özgüveni ve derin deneyimi onu doğuştan bir lider yapıyor.
Show More (1235)
make etmek v.
  • If they're coming with us, that makes 12.
  • Onlar da bizimle geliyorsa, 12 kişi eder.
  • These are statistics that must make us pause for thought.
  • Bu istatistikler bizi durup düşünmeye sevk etmelidir.
  • The Commission was first made aware of the contamination on 24 May.
  • Komisyon kirlilikten ilk olarak 24 Mayıs tarihinde haberdar edilmiştir.
Show More (121)
make kılmak v.
  • Our desire to live in an open democracy that is accessible to everyone makes us vulnerable.
  • Herkesin erişebildiği açık bir demokraside yaşama arzumuz bizi savunmasız kılıyor.
  • Individual terrorism does not justify State terrorism or make it acceptable.
  • Bireysel terörizm, Devlet terörizmini haklı çıkarmaz ya da kabul edilebilir kılmaz.
  • We must thank the Commission for their efforts over the last two long years to try to make tomorrow's vote unnecessary.
  • Komisyona, yarınki oylamayı gereksiz kılmak için son iki yıl boyunca gösterdikleri çabalar için teşekkür etmeliyiz.
Show More (110)
make haline getirmek v.
  • We have all decided to make the Headline Goal and its military capabilities our main priority.
  • Hepimiz Ana Hedefi ve onun askeri kabiliyetlerini temel önceliğimiz haline getirmeye karar verdik.
  • We will make them a festival in which all people around the world will take part for peace and unity.
  • Bu maçları dünyanın dört bir yanındaki tüm insanların barış ve birlik için katılacağı bir festival haline getireceğiz.
  • We call upon the Council to take up the proposal from Parliament and the Commission and make it a resolution.
  • Konsey'i Parlamento ve Komisyon'dan gelen öneriyi ele almaya ve bir karar haline getirmeye çağırıyoruz.
Show More (82)
make sağlamak v.
  • We are happy to take note of what you have said, and we shall see that the necessary correction is made.
  • Söylediklerinizi memnuniyetle not ediyoruz ve gerekli düzeltmenin yapılmasını sağlayacağız.
  • The directive also makes it clear that we do not want to grant patent protection to trivial software.
  • Direktif ayrıca önemsiz yazılımlara patent koruması sağlamak istemediğimizi de açıkça ortaya koyuyor.
  • Mr Maaten's proposals attempt to make that process run faster and more efficiently.
  • Bay Maaten'in önerileri bu sürecin daha hızlı ve verimli işlemesini sağlamayı amaçlamaktadır.
Show More (72)
make kazanmak v.
  • She wanted to make a living as a writer.
  • Hayatını yazar olarak kazanmak istiyordu.
  • For the poor countries, this is one way of making a fast buck, but offers no solutions in the long run.
  • Yoksul ülkeler için bu, hızlı para kazanmanın bir yoludur, ancak uzun vadede hiçbir çözüm sunmaz.
  • We should look in particular for partners in making multilateralism work in Latin America and the Caribbean.
  • Latin Amerika ve Karayipler'de çok taraflılığın işlerlik kazanması için özellikle ortaklar aramalıyız.
Show More (50)
make yaratmak v.
  • Otherwise it will be extremely difficult to make any impact on Saddam Hussein.
  • Aksi takdirde Saddam Hüseyin üzerinde herhangi bir etki yaratmak son derece zor olacaktır.
  • This would make a tremendous difference to the future of the Iraqi people.
  • Bu, Irak halkının geleceği açısından muazzam bir fark yaratacaktır.
  • We have to address a situation we have inherited and that is not of our making.
  • Miras aldığımız ve bizim yaratmadığımız bir durumu ele almak zorundayız.
Show More (48)
make olmak v.
  • And we must make certain that the details are applicable, appropriate and relevant to the different countries.
  • Detayların farklı ülkeler için uygulanabilir, uygun ve ilgili olduğundan emin olmalıyız.
  • However, we should also make it clear that aid from us is subsidiary aid.
  • Bununla birlikte, bizden gelen yardımın iştirak yardımı olduğunu da açıkça belirtmeliyiz.
  • We can, for example, make Europol better equipped than it is at present.
  • Örneğin Europol'ü şu anda olduğundan daha donanımlı hale getirebiliriz.
Show More (43)
make almak v.
  • This House must make some swift decisions in order to implement the Growth Initiative.
  • Bu Meclis, Büyüme Girişimini uygulamak için bazı hızlı kararlar almalıdır.
  • We will, in future, be forced to make other, even more painful decisions.
  • Gelecekte daha da acı verici başka kararlar almak zorunda kalacağız.
  • The Convention does not need to make technical decisions here; it needs to achieve fundamental reforms.
  • Konvansiyon'un burada teknik kararlar alması gerekmiyor; temel reformları gerçekleştirmesi gerekiyor.
Show More (26)
make hazırlamak v.
  • I can make dinner for all of us.
  • Hepimize yemek hazırlayabilirim.
  • The rapporteur's drafting has made the final report fair and a polished piece of work.
  • Raportörün taslak hazırlaması, nihai raporu adil ve cilalı bir çalışma haline getirmiştir.
  • The army printed the ballot papers and made the ballot boxes.
  • Ordu oy pusulalarını bastı ve oy sandıklarını hazırladı.
Show More (25)
make oluşturmak v.
  • The hail made dents in the hood and roof of my car.
  • Dolu arabamın kaputunda ve tavanında göçükler oluşturdu.
  • We can make common cause in this matter, and we must do so.
  • Bu konuda ortak bir neden oluşturabiliriz ve bunu yapmalıyız.
  • We have also made substantial progress towards introducing a free trade area.
  • Serbest ticaret alanının oluşturulması yönünde de önemli ilerlemeler kaydettik.
Show More (19)
make koymak v.
  • That is why I would like this made clear by the language used in the translations.
  • Bu nedenle çevirilerde kullanılan dilin bunu açıkça ortaya koymasını istiyorum.
  • We have made express provision to continue supporting investments in safety equipment on board ships in the future.
  • Gelecekte de gemilerdeki güvenlik ekipmanlarına yönelik yatırımları desteklemeye devam etmek için açık hükümler koyduk.
  • So you have to try and make rules that are workable and realistic.
  • Dolayısıyla uygulanabilir ve gerçekçi kurallar koymaya çalışmalısınız.
Show More (13)
make uydurmak v.
  • I'm not making excuses.
  • Bahane uydurmuyorum.
  • He is clever at making excuses.
  • Bahane uydurmada zekidir.
  • I'm not making that up.
  • Bunu uydurmuyorum.
Show More (8)
make gitmek v.
  • If we follow EU lines, it will make things even worse.
  • AB çizgisini takip edersek işler daha da kötüye gidecektir.
  • Do you think we'll make it to the station in time?
  • İstasyona zamanında gideceğimizi düşünüyor musun?
  • If the snow doesn't let up, we will never make it home in time to see the game on TV.
  • Eğer kar durmazsa TV'deki maçı izlemek için eve zamanında gidemeyeceğiz.
Show More (6)
make zorlamak v.
  • Tom made me help Mary.
  • Tom beni Mary'e yardım etmeye zorladı.
  • Don't make me choose.
  • Beni seçmeye zorlama.
  • My parents made me apologize to Tom.
  • Ailem beni Tom'dan özür dilemeye zorladı.
Show More (6)
make elde etmek v.
  • In this respect, we find it extremely shocking that companies can make a profit from free blood donations.
  • Bu bağlamda şirketlerin ücretsiz kan bağışlarından kar elde edebilmelerini son derece şaşırtıcı buluyoruz.
  • They are the ones that reduce the price paid to farmers in order to make ever-increasing profits.
  • Sürekli artan karlar elde etmek için çiftçilere ödenen fiyatı düşürenler onlardır.
  • I would not like to make political capital out of it.
  • Bundan siyasi rant elde etmek istemem.
Show More (5)
make çıkarmak v.
  • Make of that what you will.
  • Bundan ne çıkarırsanız çıkarın.
  • Make of that what you can.
  • Bundan ne çıkarırsanız çıkarın.
  • It makes no sense to wait for a thematic strategy before thinking of introducing further legislation.
  • Daha fazla mevzuat çıkarmayı düşünmeden önce tematik bir stratejiyi beklemenin hiçbir anlamı yoktur.
Show More (4)
make neden olmak v.
  • That makes the Council often think that we are profligate with taxpayers' money.
  • Bu da Konsey'in sık sık vergi mükelleflerinin parasını savurganca kullandığımızı düşünmesine neden oluyor.
  • Moreover, this observation makes us wonder just which cells are covered by the proposed directive.
  • Ayrıca bu gözlem, önerilen direktifin hangi hücreleri kapsadığını merak etmemize neden olmaktadır.
  • Does not the failure to deliver legal rights make the supportive statements appear hollow and insincere?
  • Yasal hakların teslim edilmemesi, destekleyici açıklamaların içi boş ve samimiyetsiz görünmesine neden olmuyor mu?
Show More (4)
make yetişmek v.
  • Luckily, we were able to make the opening session on time.
  • Neyse ki açılış oturumuna zamanında yetişebildik.
  • He just barely made the last train.
  • Son trene zar zor yetişti.
  • You are not going to make it in time for school.
  • Okula zamanında yetişemeyeceksin.
Show More (2)
make marka n.
  • They sell all makes of cell phones.
  • Her marka cep telefonu satıyorlar.
  • In future, dealers will be able to sell several makes.
  • Gelecekte bayiler çeşitli markaları satabilecekler.
  • In future, dealers will be able to sell several makes.
  • Gelecekte, bayiler çeşitli markaları satabilecekler.
Show More (2)
make varmak v.
  • Do you not think it strange that these judgments are made?
  • Bu yargılara varılması sizce de tuhaf değil mi?
  • Do you not think it strange that these judgments are made?
  • Bu yargılara varılması sizce de garip değil mi?
  • I believe that one quarter makes for a sensible compromise on which to agree.
  • İnanıyorum ki dörtte bir, üzerinde anlaşmaya varılacak makul bir uzlaşma sağlar.
Show More (2)
make hayata geçirmek v.
  • Practical steps are being taken to make an ethical foreign policy a reality.
  • Etik bir dış politikanın hayata geçirilmesi amacıyla uygulamaya yönelik adımlar atılmaktadır.
  • So we should implement more quickly the proposals Parliament has made.
  • Dolayısıyla Parlamento'nun sunduğu önerileri daha hızlı bir şekilde hayata geçirmeliyiz.
  • So we should implement more quickly the proposals Parliament has made.
  • Dolayısıyla Parlamento'nun yaptığı önerileri daha hızlı bir şekilde hayata geçirmeliyiz.
Show More (2)
make belirlemek v.
  • We consider that making stability a priority was the right choice.
  • Komisyon bu konudaki tutumunu belirlemeye hazır mı?
  • Our committee can make proposals but not set parameters.
  • Komitemiz önerilerde bulunabilir ancak parametreleri belirleyemez.
  • Why make the non-GMO label almost unobtainable by specifying unachievable levels of purity?
  • Neden ulaşılamaz saflık seviyeleri belirleyerek GDO'suz etiketini neredeyse ulaşılamaz hale getirelim?
Show More (2)
make kurmak v.
  • Yet still members of the Committee on Fisheries seem unable to make the connection.
  • Ancak Balıkçılık Komitesi üyeleri hala bu bağlantıyı kuramamış görünüyor.
  • Rest assured, then, that we returned inspired by our discussions and by the contacts we made at the social forum.
  • Tartışmalarımızdan ve sosyal forumda kurduğumuz bağlantılardan ilham alarak geri döndüğümüzden emin olabilirsiniz.
  • Progress has also been made in exchanges of good practice such as cutting red tape in company creation.
  • Şirket kurma sürecindeki bürokrasinin azaltılması gibi iyi uygulama değiş tokuşlarında da ilerleme kaydedilmiştir.
Show More (2)
make ulaşmak v.
  • The biotechnology industry can make a major contribution to achieving this ambition.
  • Biyoteknoloji endüstrisi bu hedefe ulaşılmasına büyük katkı sağlayabilir.
  • He just barely made the last train.
  • O, son trene zar zor ulaştı.
  • We're not going to make that goal.
  • O hedefe ulaşamayacağız.
Show More (2)
make sebep olmak v.
  • Sometimes that kind of blues will make you even kill one another.
  • Bazen böyle bir Blues birbirinizi öldürmenize bile sebep olur.
  • That dress makes you look fat.
  • Bu elbise senin şişman görünmene sebep oluyor.
  • What made you confess?
  • İtiraf etmene ne sebep oldu?
Show More (2)
make tutmak v.
  • We must make the perpetrators liable for all manner of damage done to our environment.
  • Çevremize verilen her türlü zarardan failleri sorumlu tutmalıyız.
  • It makes no sense to keep any of this quiet.
  • Bunların hiçbirini gizli tutmanın bir anlamı yok.
  • Obviously, making ports responsible for the condition of vessels to be loaded is not enough.
  • Açıkçası, yüklenecek gemilerin durumundan limanları sorumlu tutmak yeterli değildir.
Show More (1)
make yaptırmak v.
  • I didn't mow the lawn; I made my little brother do it instead.
  • Çimleri ben biçmedim; onun yerine işi küçük kardeşime yaptırdım.
  • My parents made me practice the piano every day.
  • Ebeveynim bana her gün piyano uygulama yaptırdı.
  • I made hotel reservations one month in advance.
  • Bir ay önceden otel rezervasyonu yaptırdım.
Show More (0)
make çevirmek v.
  • It has made me feel good, but I have already tried to pass this praise back.
  • Bu beni iyi hissettirdi, ancak bu övgüyü geri çevirmeye çalıştım bile.
  • Tom makes a lot of money translating menus for restaurants.
  • Tom restoranlar için menü çevirerek çok para kazanıyor.
  • He makes my life a living hell.
  • Hayatımı cehenneme çeviriyor.
Show More (0)
make üretim n.
  • We have to make absolutely clear that manufacture and production of such materials should be punishable.
  • Bu tür materyallerin imalatı ve üretiminin cezalandırılması gerektiğini kesinlikle netleştirmeliyiz.
  • These cameras are made in Japan.
  • Bu kameralar Japon üretimi.
Show More (-1)
make bulunmak v.
  • Let me also, at this point, make an observation as a German.
  • Bu noktada bir Alman olarak bir gözlemde bulunmama da izin verin.
  • I will make a few observations to the measures included in the Commission proposal.
  • Komisyon önerisinde yer alan tedbirlere ilişkin birkaç gözlemde bulunacağım.
Show More (-1)
make (bir şey yapmaya) davranmak v.
  • Make yourself at home!
  • Evindeymiş gibi davran!
  • Make yourselves at home.
  • Kendi evinizdeymiş gibi davranın.
Show More (-1)
make zihinde hesaplamak v.
  • I make that exactly $100.
  • Zihnimde tam 100 dolar olarak hesaplıyorum.
Show More (-2)
make sayı yapmak v.
  • They made 36 in the first set.
  • İlk sette 36 sayı yaptılar.
Show More (-2)
make tamamlamak v.
  • That belt certainly makes the dress.
  • O kemer kesinlikle elbiseyi tamamlıyor.
Show More (-2)
make (takıma/organizasyona) girmek v.
  • I don't think they'll pick him; he barely made the shortlist.
  • Onu seçeceklerini sanmıyorum; son listeye bile giremedi.
Show More (-2)
make (karar) vermek v.
  • I've made a decision not to accept their offer.
  • Tekliflerini kabul etmemeye karar verdim.
Show More (-2)
make haline gelmek v.
  • Glancing through a scientific report on the status of fish stocks makes for very depressing reading these days.
  • Balık stoklarının durumuna ilişkin bilimsel bir rapora göz atmak bugünlerde çok iç karartıcı bir okuma haline geliyor.
Show More (-2)
make anlam çıkarmak v.
  • What is the consumer supposed to make of all this?
  • Tüketicinin tüm bunlardan ne anlam çıkarması gerekiyor?
Show More (-2)
make yapı n.
  • We have to make CFSP structures responsive enough to cater for 10 or more new Member States.
  • ODGP yapılarını 10 veya daha fazla yeni Üye Devlete cevap verebilecek hale getirmeliyiz.
Show More (-2)
make yakalamak v.
  • Moreover, at this rate, we will not make 1 January with the notification in the Official Journal practically speaking.
  • Ayrıca, bu gidişle Resmi Gazete'deki tebliğ ile 1 Ocak'ı pratikte yakalayamayacağız.
Show More (-2)
make çalışarak para kazanmak v.
  • Tom and Mary made money through hard work.
  • Tom ve Mary çok çalışarak para kazandılar.
Show More (-2)
make düzenlemek v.
  • They made an assault on the summit.
  • Onlar zirveye bir saldırı düzenlediler.
Show More (-2)
make becermek v.
  • We're going to make it.
  • Becereceğiz.
Show More (-2)
make imal etme n.
  • The old man had been making white lightning for 50 years.
  • O yaşlı adam elli yıldır kaçak içki imal etmekteydi.
Show More (-2)