1 |
severe |
ciddi |
adj. |
|
- The hurricane caused severe damage.
- Kasırga ciddi hasara yol açtı.
- The protracted war in Angola has brought about a severe crisis and a calamitous economic and social situation.
- Angola'da uzun süredir devam eden savaş ciddi bir krize ve felaket boyutunda bir ekonomik ve sosyal duruma yol açmıştır.
- This is a domain of severe under-achievement in the European Union.
- Bu, Avrupa Birliği'nde ciddi bir başarısızlık alanıdır.
- There must be severe cut-backs, as the Fisheries Council decided in December 2002.
- Balıkçılık Konseyi'nin Aralık 2002'de kararlaştırdığı gibi ciddi kesintiler yapılmalıdır.
- That is not just a sign of severe incompetence in European policy.
- Bu sadece Avrupa politikasındaki ciddi beceriksizliğin bir işareti değildir.
- This puts the private temporary work agencies at a severe disadvantage.
- Bu da özel geçici iş bürolarını ciddi bir dezavantaja sokmaktadır.
- That is not just a sign of severe incompetence in European policy.
- Bu sadece Avrupa politikasında ciddi bir beceriksizliğin işareti değildir.
- The new government is faced with severe difficulties and we must provide more than just economic aid.
- Yeni hükümet ciddi güçlüklerle karşı karşıyadır ve biz sadece ekonomik yardımdan fazlasını sağlamalıyız.
- There will be reverses that will place this commitment under severe strain.
- Bu taahhüdü ciddi bir baskı altına sokacak geri dönüşler olacaktır.
- The protracted war in Angola has brought about a severe crisis and a calamitous economic and social situation.
- Angola'daki uzun süreli savaş ciddi bir krize ve felaket boyutunda bir ekonomik ve sosyal duruma yol açmıştır.
- Even with a moderate level of reduction, the effects on communities are severe.
- Orta düzeyde bir azalma olsa bile, topluluklar üzerindeki etkiler ciddidir.
- This represents a severe handicap for pensioners, for savers in general and for the efficiency of the economy.
- Bu durum emekliler, genel olarak tasarruf sahipleri ve ekonominin verimliliği için ciddi bir handikap teşkil etmektedir.
- Even with a moderate level of reduction, effects on communities are severe.
- Orta düzeyde bir azalma olsa bile, toplumlar üzerindeki etkiler ciddi boyutlardadır.
- The tragic events in America have sent severe economic shock waves through the world.
- Amerika'da yaşanan trajik olaylar tüm dünyaya ciddi ekonomik şok dalgaları gönderdi.
- The fact that a severe budgetary discipline has been followed is, in these Member States, seen as one reason for this.
- Bu Üye Devletlerde ciddi bir bütçe disiplini izlenmiş olması bunun bir nedeni olarak görülmektedir.
- The new government is faced with severe difficulties and we must provide more than just economic aid.
- Yeni hükümet ciddi zorluklarla karşı karşıyadır ve ekonomik yardımdan daha fazlasını sağlamalıyız.
- Alcohol-related problems are also severe in several of the accession countries.
- Alkolle ilgili sorunlar da birçok katılım ülkesinde ciddi boyutlardadır.
- Democratic rights, employment rights, and religious rights are all under very severe pressure.
- Demokratik haklar, istihdam hakları, ve dini haklar hepsi çok ciddi baskı altında.
- We also need to exert severe pressure on those countries which refuse to take back their own nationals.
- Ayrıca kendi vatandaşlarını geri almayı reddeden ülkelere de ciddi baskı uygulamalıyız.
- Any such ban would impose severe limitations, especially in viticulture.
- Böyle bir yasak, özellikle bağcılıkta ciddi sınırlamalar getirecektir.
- It is also its most severe test.
- Bu aynı zamanda onun en ciddi sınavıdır.
- There is a clear danger that a ban on them might result in severe shortages of these products.
- Bu ürünlerin yasaklanmasının ciddi kıtlıklara yol açabileceği yönünde açık bir tehlike bulunmaktadır.
- There will be reverses that will place this commitment under severe strain.
- Bu taahhüdü ciddi şekilde zorlayacak geri dönüşler olacaktır.
- It is also its most severe test.
- Bu aynı zamanda en ciddi sınavıdır.
- Moreover, the regulation is of course also being extended to cover severe delays and flight cancellations.
- Ayrıca düzenleme elbette ciddi gecikmeleri ve uçuş iptallerini de kapsayacak şekilde genişletilmektedir.
- We should not forget that the severe shortages, which result in many patients dying, remain a key problem.
- Birçok hastanın ölümüne neden olan ciddi eksikliklerin önemli bir sorun olmaya devam ettiğini unutmamalıyız.
- An ordinary piece of legislation is proposed for a severe emergency situation.
- Ciddi bir acil durum için sıradan bir mevzuat parçası önerilmektedir.
- There is a severe lack of effective medicines in developing countries.
- Gelişmekte olan ülkelerde ciddi bir etkili ilaç eksikliği söz konusudur.
- Severe restrictions on freedom of expression and freedom of information persist.
- İfade ve haber alma özgürlüğü üzerindeki ciddi kısıtlamalar devam etmektedir.
- I think this situation is open to severe criticism.
- Bu durumun ciddi eleştirilere açık olduğunu düşünüyorum.
- The earthquake has also caused severe destruction in northern Chile and in Bolivia.
- Deprem Şili'nin kuzeyinde ve Bolivya'da da ciddi yıkıma neden oldu.
- As many have pointed out, there are severe problems in Afghanistan today.
- Pek çok kişinin de belirttiği gibi, bugün Afganistan'da ciddi sorunlar var.
- It has even been shown to have an effect on severe infections like sepsis.
- Sepsis gibi ciddi enfeksiyonlarda bile etkili olduğu gösterilmiştir.
- It has even been shown to have an effect on severe infections like sepsis.
- Sepsis gibi ciddi enfeksiyonlar üzerinde bile etkili olduğu gösterilmiştir.
- Likewise, a whole society can also undergo a severe trauma.
- Aynı şekilde, bütün bir toplum da ciddi bir travma geçirebilir.
- You cannot waste time and wait until you are in the middle of more severe security problems.
- Daha ciddi güvenlik sorunlarının ortasında kalana kadar zaman kaybedemez ve bekleyemezsiniz.
- You cannot waste time and wait until you are in the middle of more severe security problems.
- Zaman kaybedip daha ciddi güvenlik sorunlarının ortasında kalmanızı bekleyemezsiniz.
- In severe cases, rhabdomyolysis can develop; the muscles break down and release the protein myoglobin into the bloodstream.
- Ciddi vakalarda rabdomiyoliz gelişebilir; kaslar parçalanır ve protein miyoglobini kan dolaşımına bırakır.
- For example, Egypt had severe pressure on the exchange rate due to the fall of the US dollar to the black market.
- Örneğin Mısır, ABD dolarının karaborsaya düşmesi nedeniyle döviz kuru üzerinde ciddi bir baskı yaşadı.
- Tom has got a severe concussion.
- Tom'un ciddi beyin sarsıntısı var.
- The spell of drought did severe damage to the harvest.
- Kuraklık dönemi ürüne ciddi hasar verdi.
- If you're withholding information, there could be severe consequences.
- Eğer bilgi saklıyorsanız, bunun ciddi sonuçları olabilir.
- The spell of drought did severe damage to the harvest.
- Kuraklık dönemi hasada ciddi zarar vermiştir.
- Tom suffered a severe head injury.
- Tom ciddi bir kafa travması geçirdi.
- The introduction of foreign plants and animals can cause severe damage to ecosystems.
- Yabancı bitkilerin ve hayvanların tanıtımı ekosistemler için ciddi hasara sebep olabilir.
- Air traffic controllers are under severe mental strain.
- Hava trafik kontrolörleri ciddi zihinsel baskı altındadır.
- There is a severe shortage of water in this city, so we must give up having a bath occasionally.
- Bu şehirde ciddi bir su sıkıntısı var, bu yüzden ara sıra banyo yapmaktan vazgeçmeliyiz.
- Tom suffered a severe head injury.
- Tom ciddi kafa travması yaşadı.
- We are suffering from a severe water shortage this summer.
- Bu yaz ciddi bir su sıkıntısı çekiyoruz.
- Schistosomiasis is a tropical disease that affects millions of people and may lead to severe disabilities or even death.
- Şistozomiyaz milyonlarca insanı etkileyen ve ciddi sakatlıklara hatta ölüme yol açabilen tropikal bir hastalıktır.
- The Spanish government has announced a severe austerity budget.
- İspanyol hükümeti ciddi kemer sıkma bütçesini duyurdu.
- Tom has got a severe concussion.
- Tom ciddi bir beyin sarsıntısı geçirdi.
- He survived a severe heart attack.
- Ciddi bir kalp krizi atlattı.
- Pollen can cause severe allergic reactions.
- Polen ciddi alerjik reaksiyonlara sebep olabilir.
- Fadil came out of a severe depression thanks to Layla.
- Fadıl, Leyla sayesinde ciddi bir depresyondan çıktı.
- We should apply severe measures for the economic crisis.
- Ekonomik kriz için ciddi önlemler almalıyız.
- Kuwait suffered severe damage.
- Kuveyt ciddi zarar gördü.
- I have a severe pain here.
- Benim burada ciddi bir ağrım var.
- The drought did severe damage to the harvest.
- Kuraklık hasada ciddi zarar verdi.
- The most severe problem at present is that of over-population.
- Şu anda en ciddi sorun aşırı nüfus.
- The introduction of foreign plants and animals can cause severe damage to ecosystems.
- Yabancı bitki ve hayvanların getirilmesi ekosistemlere ciddi zararlar verebilir.
- The look on my boss's face was severe.
- Patronumun yüzündeki ifade çok ciddiydi.
- Unless it rains in Ethiopia soon, there could be severe drought problems.
- Yakında Etiyopya'da yağmur yağmazsa, ciddi kuraklık problemleri olabilir.
- Tom had severe emotional problems.
- Tom'un ciddi duygusal sorunları vardı.
- Sami suffered several severe injuries to his body.
- Sami vücudunda birkaç ciddi yara aldı.
- Unless it rains in Ethiopia soon, there could be severe drought problems.
- Etiyopya'da yakında yağmur yağmazsa, ciddi kuraklık sorunları yaşanabilir.
- That's a severe disease.
- O ciddi bir hastalıktır.
- There were severe shortages of food and fuel.
- Yiyecek ve yakıt konusunda ciddi sıkıntılar vardı.
- There was severe property damage.
- Ciddi maddi hasar vardı.
- The Spanish government has announced a severe austerity budget.
- İspanyol hükümeti ciddi bir kemer sıkma bütçesi açıkladı.
- The explorers began to suffer from a severe lack of food.
- Kaşifler ciddi bir yiyecek sıkıntısı çekmeye başladılar.
- Pollen can cause severe allergic reactions.
- Polenler ciddi alerjik reaksiyonlara neden olabilir.
- He had a severe look on his face.
- Yüzünde ciddi bir görünüm vardı.
- Tom had a severe allergic reaction.
- Tom ciddi bir alerjik reaksiyon geçirdi.
- The most severe problem at present is that of over-population.
- Günümüzün en ciddi problemi aşırı nüfustur.
Show More (72)
|
2 |
severe |
şiddetli |
adj. |
|
- The severe snowstorm blocked all the roads to the village.
- Şiddetli kar fırtınası köye giden bütün yolları kapattı.
- A number of other colleagues have told me that they had had similar, though not such severe, symptoms.
- Diğer bazı meslektaşlarım da bu kadar şiddetli olmasa da benzer semptomlar yaşadıklarını söylediler.
- The impact has been particularly severe in the Netherlands.
- Bu etki özellikle Hollanda'da çok şiddetli olmuştur.
- The regional impact of this structural change has been and continues to be at its most severe in the peripheral regions.
- Bu yapısal değişimin bölgesel etkileri en şiddetli şekilde çevre bölgelerde yaşanmış ve yaşanmaya devam etmektedir.
- The impact has been particularly severe in the Netherlands.
- Etki özellikle Hollanda'da çok şiddetli olmuştur.
- We have seen as much in the case of severe acute respiratory syndrome.
- Şiddetli akut solunum sendromu vakasında da bunu gördük.
- The reason I could not attend the meeting was that I had a severe headache.
- Toplantıya katılamamamın nedeni şiddetli bir baş ağrımın olmasıydı.
- Severe weather frightens people.
- Şiddetli hava insanları korkutur.
- Mary suffered from severe postnatal depression after the birth of her first child.
- Mary ilk çocuğunun doğumundan sonra şiddetli bir doğum sonrası depresyon geçirdi.
- Tom was imprisoned at a psychiatric hospital due to his severe insanity.
- Tom şiddetli delilik nedeniyle bir psikiyatri hastanesinde hapsedildi.
- If the climate is harsh and severe, the people are also harsh and severe.
- Eğer iklim sert ve şiddetli ise, insanlar da sert ve şiddetlidir.
- I felt a severe pain on the shoulder.
- Omzumda şiddetli bir ağrı hissettim.
- Layla died of severe dehydration.
- Layla şiddetli su kaybından öldü.
- He felt severe pain in his back and legs.
- Sırtında ve bacaklarında şiddetli ağrı hissediyordu.
- In severe weather, it's best to stay indoors.
- Şiddetli havalarda, evde kalmak en iyisidir.
- Alice returned home early from work with a severe headache.
- Alice şiddetli bir baş ağrısı yüzünden işten eve erken döndü.
- There is no telling when a severe earthquake will strike Tokyo.
- Şiddetli bir depremin Tokyo'yu ne zaman vuracağı belli olmaz.
- Tom is suffering from severe abdominal pain.
- Tom şiddetli karın ağrısı çekiyor.
- The severe housing shortage is partly to blame for the inflated rents.
- Şiddetli konut sıkıntısı kısmen şişirilmiş kiraların sorumlusudur.
- He felt severe pain in his back and legs.
- Sırtında ve bacaklarında şiddetli ağrı hissetti.
- I have a severe pain here.
- Buramda şiddetli bir ağrı var.
- Tom has a severe headache.
- Tom'un şiddetli bir baş ağrısı var.
- There is no knowing when a severe earthquake will happen in Tokyo.
- Tokyo'da şiddetli bir depremin ne zaman olacağını bilinmez.
- I had a severe headache.
- Şiddetli bir baş ağrım vardı.
- The woman used a nasal spray because she had a severe cold.
- Kadın şiddetli bir soğuk algınlığı geçirdiği için burun spreyi kullanmış.
- Tom's foot had to be amputated after it had become infected with gangrene following a severe frostbite.
- Tom'un ayağı, şiddetli bir donma sonucu kangrene dönüştükten sonra kesilmek zorunda kaldı.
- The reason he was absent was that he had a severe headache.
- Gelmemesinin nedeni şiddetli bir baş ağrısıydı.
- I have a severe headache.
- Şiddetli bir baş ağrım var.
- We may have a very severe earthquake any moment now.
- Her an çok şiddetli bir deprem olabilir.
- A baby was flung out of its mother's arms when a plane hit severe turbulence while commencing its descent prior to landing.
- Bir uçak inişten önce alçalmaya başlarken şiddetli türbülansa girdiğinde bir bebek annesinin kollarından fırladı.
- The woman used a nasal spray because she had a severe cold.
- Kadın bir burun spreyi kullanıyordu, çünkü şiddetli bir soğuk algınlığı vardı.
- A severe ocean storm hit the West Indies.
- Şiddetli bir okyanus fırtınası Batı Hint Adaları'nı vurdu.
- The weather service has issued a severe weather warning.
- Hava durumu servisi şiddetli bir hava uyarısı yayınladı.
- They say we are going to have a severe winter.
- Şiddetli bir kış geçireceğimizi söylüyorlar.
- There is no telling when a severe earthquake will strike Tokyo.
- Şiddetli bir depremin Tokyo'yu ne zaman vuracağını tahmin etmek mümkün değil.
- The Great Blizzard of 1888 was one of the most severe blizzards in the history of the United States.
- 1888'deki Büyük Kar Fırtınası, Birleşik Devletler tarihindeki en şiddetli kar fırtınalarından biriydi.
- There is no knowing when a severe earthquake will happen in Tokyo.
- Tokyo'da ne zaman şiddetli bir deprem olacağı bilinmiyor.
- Layla suffered from a severe depression.
- Leyla şiddetli bir depresyondan muzdaripti.
- Analgesics may be used if pain is severe.
- Ağrı şiddetliyse analjezikler kullanılabilir.
- Tom had injuries consistent with a severe beating.
- Tom'un yaraları şiddetli bir dayakla uyumlu.
- In severe weather, it's best to stay indoors.
- Şiddetli havalarda, içeride kalmak en iyisidir.
- The Met Office has issued a severe weather warning.
- Met Office şiddetli hava uyarısı yaptı.
- We have a severe winter this year.
- Bu yıl şiddetli bir kış geçiriyoruz.
- Due to severe educational influence the child became a wholly different person.
- Şiddetli eğitim etkisi nedeniyle çocuk tamamen farklı bir insan haline geldi.
- Alice returned home early from work with a severe headache.
- Alice şiddetli bir baş ağrısıyla işten eve erken döndü.
- He used to suffer from severe nasal congestion.
- Eskiden şiddetli burun tıkanıklığından muzdaripti.
- The reason I could not attend the meeting was that I had a severe headache.
- Toplantıya katılamamamın nedeni şiddetli bir baş ağrım olmasıydı.
Show More (44)
|
3 |
severe |
ağır |
adj. |
|
- I don't think he deserved such severe punishment.
- Bence o bu kadar ağır bir cezayı hak etmedi.
- The political party received severe criticism for its new agenda.
- Siyasi parti yeni gündemi nedeniyle ağır eleştiriler aldı.
- Malnutrition is generally more severe.
- Yetersiz beslenme genellikle daha ağırdır.
- In Tibet, there is severe oppression of the Tibetan people, especially of monks.
- Tibet'te Tibet halkına, özellikle de rahiplere yönelik ağır baskılar var.
- People can and do achieve, despite severe physical and mental disabilities.
- İnsanlar ağır fiziksel ve zihinsel engellerine rağmen başarabilirler ve başarıyorlar da.
- Malnutrition is generally more severe.
- Yetersiz beslenme genel olarak daha ağırdır.
- Likewise, a whole society can also undergo a severe trauma.
- Aynı şekilde, bütün toplum da ağır bir travma geçirebilir.
- Likewise, a whole society can also undergo a severe trauma.
- Aynı şekilde bütün bir toplum da ağır bir travma yaşayabilir.
- It has even been shown to have an effect on severe infections like sepsis.
- Hatta sepsis gibi ağır enfeksiyonlar üzerinde bile etkisi olduğu gösterilmiştir.
- This is the only hospital with specialized personnel for severe burns.
- Burası ağır yanıklar için uzman personeli olan tek hastane.
- This is the only hospital with specialized personnel for severe burns.
- Burası ağır yanıklar konusunda uzman personele sahip olan tek hastane.
- In my family, the punishment for lying was severe.
- Benim ailemde yalan söylemenin cezası çok ağırdı.
- Fadil came out of a severe depression thanks to Layla.
- Fadıl, Leyla sayesinde ağır bir depresyondan çıktı.
- That's a severe disease.
- Bu ağır bir hastalık.
- The Great Blizzard of 1888 was one of the most severe blizzards in the history of the United States.
- 1888'deki Büyük Kar Fırtınası, Birleşik Devletler tarihinin en ağır kar fırtınalarından biriydi.
- Mary suffered from severe postnatal depression after the birth of her first child.
- Mary ilk çocuğunun doğumundan sonra ağır bir doğum sonrası depresyonu geçirdi.
- Layla suffered from a severe depression.
- Layla ağır bir depresyon geçirdi.
- Air traffic controllers are under severe mental strain.
- Hava trafik kontrolörleri ağır zihinsel yük altındadırlar.
- He survived a severe heart attack.
- Ağır bir kalp krizinden kurtuldu.
- Layla died of severe dehydration.
- Leyla ağır dehidrasyon nedeniyle öldü.
- Tom was imprisoned at a psychiatric hospital due to his severe insanity.
- Tom, ağır deliliği nedeniyle bir psikiyatri hastanesine hapsedildi.
- Tom's injuries weren't as severe as Mary's.
- Tom'un yaraları Mary'ninki kadar ağır değildi.
- Schistosomiasis is a tropical disease that affects millions of people and may lead to severe disabilities or even death.
- Şistozomiazis milyonlarca insanı etkileyen ve ağır sakatlıklara ve hatta ölüme yol açabilen tropikal bir hastalıktır.
Show More (20)
|
4 |
severe |
sert |
adj. |
|
- The judge with a severe expression declared the final decision.
- Yargıç sert bir yüz ifadesiyle nihai kararı açıkladı.
- With regard to Europe, in Italy, we are preparing a fairer, more severe, more appropriate law on immigration.
- Avrupa ile ilgili olarak İtalya'da daha adil, daha sert, daha uygun bir göç yasası hazırlıyoruz.
- The winter will be severe.
- Kış sert geçecek.
- The winter will be severe.
- Kış sert olacak.
- If the climate is harsh and severe, the people are also harsh and severe.
- İklim sert ve haşinse, insanlar da sert ve haşin olur.
- They say we are going to have a severe winter.
- Sert bir kış geçireceğimizi söylüyorlar.
- He was severe with his children.
- O, çocuklarına karşı sertti.
- Mr Yoshida is too severe with his children.
- Bay Yoshida çocuklarına karşı çok serttir.
- The look on my boss's face was severe.
- Patronumun yüzündeki ifade sertti.
- On the whole, Canada has a severe climate.
- Genel olarak Kanada'da sert bir iklim vardır.
- He had a severe look on his face.
- Yüzünde sert bir ifade vardı.
- He was severe with his children.
- Çocuklarına karşı sertti.
- The way they plan to punish Tom seems kind of severe.
- Tom'u cezalandırma planları biraz sert görünüyor.
- On the whole, Canada has a severe climate.
- Genel olarak Kanada'nın sert bir iklimi vardır.
- Jack is very severe with his children.
- Jack, çocuklarına karşı çok serttir.
Show More (12)
|
5 |
severe |
çetin |
adj. |
|
- The acceptance process comprises severe performance tests to choose the right candidate.
- Kabul süreci, doğru adayı seçmeye yönelik çetin performans testlerinden oluşmaktadır.
Show More (-2)
|
6 |
severe |
sade |
adj. |
|
- She wore a severe red dress.
- Sade kırmızı bir elbise giymişti.
Show More (-2)
|