1 |
alone |
yalnız |
adj., adv. |
|
- The Commission is not alone in this objective.
- Komisyon bu hedefinde yalnız değildir.
- We have protested in the European Parliament, and we are not alone in having protested.
- Avrupa Parlamentosu'nda protesto gösterileri düzenledik ve bu protesto gösterilerinde yalnız değiliz.
- I am sure Ireland is not alone in this.
- Eminim ki İrlanda bu konuda yalnız değildir.
- I notice, however, and I am not alone, that there is currently no unanimity.
- Bununla birlikte, şu anda oybirliği olmadığını fark ettim ve bu konuda yalnız değilim.
- Mr Fatuzzo is not alone here, which is nice for him.
- Bay Fatuzzo burada yalnız değil, bu da onun için iyi bir şey.
- However, those in favour are not alone by any means.
- Bununla birlikte destek verenler hiçbir şekilde yalnız değildir.
- I am not alone in saying that.
- Bunu söyleyen yalnız ben değilim.
- Yet we are leaving them to fight alone.
- Yine de onları yalnız savaşmaya terk ediyoruz.
- I am not alone in saying that.
- Bunu söylerken yalnız değilim.
- Poland is on the wrong track; its government certainly is, and in that they are not alone.
- Polonya yanlış yolda; hükûmeti de kesinlikle öyle ve bu konuda yalnız değiller.
- Your Group was alone in advocating what you are saying now.
- Grubunuz şu anda söylediklerinizi savunurken yalnızdı.
- Today, thanks to this debate, they are a little less alone.
- Bugün, bu tartışma sayesinde biraz daha az yalnızlar.
- We even think that we are not alone in holding this opinion.
- Hatta bu görüşte yalnız olmadığımızı da düşünüyoruz.
- Moreover, the Fifteen are not alone; there are other countries.
- Üstelik On Beşler yalnız değil; başka ülkeler de var.
- We are more or less alone and talking to each other.
- Aşağı yukarı yalnızız ve birbirimizle konuşuyoruz.
- You're not alone, but that's not an excuse.
- Yalnız değilsiniz ama bu bir mazeret değil.
- Look, all of this means nothing if you're alone.
- Bakın, eğer yalnızsanız tüm bunların hiçbir anlamı yok.
- Look, all of this means nothing if you're alone.
- Bak, eğer yalnızsan bunlar hiçbir şey ifade etmez.
- Look, all of this means nothing if you're alone.
- Bak, eğer yalnızsan bütün bunların hiçbir anlamı yok.
- I usually eat alone.
- Ben genellikle yalnız yerim.
- My grandfather sometimes talks to himself when he's alone.
- Yalnızken, büyükbabam bazen kendi kendine konuşur.
- Are you all still alone?
- Hâlâ yalnız mısınız?
- I'm going there alone.
- Oraya yalnız gidiyorum.
- I felt so alone for a while.
- Bir süre kendimi çok yalnız hissettim.
- Tom was alone in the kitchen.
- Tom mutfakta yalnızdı.
- Sami was truly alone.
- Sami gerçekten yalnızdı.
- I'd like to talk to them alone.
- Onlarla yalnız konuşmak istiyorum.
- Never go anywhere alone.
- Hiçbir yere asla yalnız gitme.
- She was alone with her baby in the house.
- Evde bebeği ile yalnızdı.
- We need a little time alone.
- Biraz yalnız kalmaya ihtiyacımız var.
- Tom was sitting alone in a corner booth, eating his lunch.
- Tom bir köşe standında yalnız oturuyordu, öğle yemeğini yiyordu.
- I just kind of want to be alone right now.
- Şu anda sadece biraz yalnız olmak istiyorum.
- I'd feel better if you weren't going there alone.
- Oraya yalnız gitmeseydin daha iyi hissederdim.
- I came alone.
- Yalnız geldim.
- Sami was not going alone.
- Sami yalnız gitmiyordu.
- Tom didn't need to go there alone.
- Tom'un oraya yalnız gitmesine gerek yoktu.
- Tom has come alone.
- Tom yalnız geldi.
- I can't do this job alone.
- Bu işi yalnız yapamam.
- I'm not doing that alone.
- Bunu yalnız yapmıyorum.
- I'll do it alone.
- Onu yalnız yapacağım.
- I usually do that alone.
- Bunu genelde yalnız yaparım.
- Tom is alone in the living room.
- Tom oturma odasında yalnız.
- I need to speak to them alone.
- Onlarla yalnız konuşmalıyım.
- I'm too young to go there alone.
- Oraya yalnız gidemeyecek kadar gencim.
- She told me not to go there alone.
- Oraya yalnız gitmememi söyledi.
- I'm all alone here.
- Burada tamamen yalnızım.
- I've been alone all my life.
- Hayatım boyunca yalnızdım.
- I'd like to have a few minutes alone with Tom.
- Tom'la birkaç dakika yalnız kalmak istiyorum.
- She works alone.
- O yalnız iş yapar.
- Tom and Mary found John alone.
- Tom ve Mary John'u yalnız buldu.
- I don't want to do this alone.
- Bunu yalnız yapmak istemiyorum.
- I think it's unlikely that Tom will come to the party alone.
- Bence Tom'un partiye yalnız gelmesi pek olası değil.
- John alone went there.
- John oraya yalnız gitti.
- Tom said he was all alone.
- Tom yalnız olduğunu söyledi.
- Tom is still alone.
- Tom hala yalnız.
- If I go, you'll be all alone.
- Ben gidersem, sen yalnız kalırsın.
- As soon as Tom got Mary alone, he told her the bad news.
- Tom Mary'yi yalnız bulur bulmaz, ona kötü haberi söyledi.
- I want to see you alone.
- Seni yalnız görmek istiyorum.
- I feel alone inside.
- İçimde yalnız hissediyorum.
- I've been alone on this island for three years.
- Üç yıldır bu adada yalnızım.
- I prefer to work alone.
- Yalnız çalışmayı tercih ediyorum.
- I need to speak to Tom alone.
- Tom'la yalnız konuşmalıyım.
- Tom said Mary is probably still alone.
- Tom, Mary'nin muhtemelen hâlâ yalnız olduğunu söyledi.
- Laugh and the world laughs with you; cry, and you cry alone.
- Gülersen herkes seninle güler, ağlarsan yalnız ağlarsın.
- Tom and Mary are now alone.
- Tom ve Mary şimdi yalnızlar.
- This is something I need to do alone.
- Bu yalnız yapmam gereken bir şey.
- Do you ever swim alone?
- Hiç yalnız yüzer misin?
- We're going there alone.
- Biz oraya yalnız gidiyoruz.
- I never thought I'd be doing this alone.
- Bunu yalnız yapacağımı hiç düşünmemiştim.
- Sami spends Ramadan alone.
- Sami ramazanı yalnız geçirir.
- I always think of him when I'm alone.
- Ben, yalnız olduğumda her zaman onu düşünürüm.
- Tom died alone.
- Tom yalnız öldü.
- Tom advised Mary not to go there alone.
- Tom Mary'ye oraya yalnız gitmemesini tavsiye etti.
- Tom is still alone.
- Tom hâlâ yalnız.
- Sami never walked alone.
- Sami asla yalnız yürümedi.
- Are you all alone?
- Hepiniz yalnız mısınız?
- Tom wanted to speak to Mary alone.
- Tom Mary ile yalnız konuşmak istedi.
- I liked walking alone on the deserted beach.
- Issız sahilde yalnız yürümek hoşuma gidiyordu.
- I'll have to do that alone.
- Bunu yalnız yapmak zorunda kalacağım.
- My brother insisted on going there alone.
- Erkek kardeşim oraya yalnız gitmek için ısrar etti.
- My dad doesn't let me go to the cinema alone.
- Babam sinemaya yalnız gitmeme izin vermiyor.
- We are not alone in believing that he is not guilty.
- Suçsuz olduğuna inanmakta yalnız değiliz.
- The two of us are finally alone.
- İkimiz nihayet yalnızız.
- I'll talk to them alone.
- Onlarla yalnız konuşacağım.
- He was home alone at the time.
- O zaman evde yalnızdı.
- I usually eat my lunch alone.
- Öğle yemeğimi genellikle yalnız yerim.
- I'd like to talk to Tom alone.
- Tom'la yalnız konuşmak istiyorum.
- Tom and Mary were finally completely alone.
- Tom ve Mary sonunda tamamen yalnız kalmıştılar.
- I didn't do that alone.
- Onu yalnız yapmadım.
- Tom was alone in the house.
- Tom evde yalnızdı.
- Tom said he'd rather do that alone.
- Tom onu yalnız yapmayı tercih ettiğini söyledi.
- Why am I so alone?
- Neden bu kadar yalnızım?
- When I'm home alone, the house is too quiet.
- Evde yalnız olduğumda, ev çok sessiz oluyor.
- I don't often do that alone.
- Bunu genelde yalnız yapmam.
- Tom says I can't stay home alone.
- Tom evde yalnız kalamayacağımı söyledi.
- He lives alone in an apartment.
- Bir apartman dairesinde yalnız yaşıyor.
- We're going alone.
- Yalnız gidiyoruz.
- I never do that alone.
- Bunu asla yalnız yapmam.
- They're there alone.
- Orada yalnızlar.
- Sami is all alone.
- Sami tamamen yalnızdır.
- Would you mind if I speak to Tom alone for a sec?
- Tom'la bir saniye yalnız konuşabilir miyim?
- Tom danced alone on the deck.
- Tom güvertede yalnız dans etti.
- Tom sat alone in his room, waiting by the phone.
- Tom odasında yalnız oturdu, telefonun yanında bekliyordu.
- Tom was home alone at the time.
- Tom o zaman evde yalnızdı.
- Remember that you aren't alone.
- Yalnız olmadığını unutma.
- I'm not letting you do this alone.
- Bunu yalnız yapmana izin vermeyeceğim.
- Tom and Mary wanted some time alone.
- Tom ve Mary bir süre yalnız kalmak istediler.
- Tom seemed to be alone.
- Tom yalnız görünüyordu.
- Can I have a few minutes alone?
- Birkaç dakika yalnız kalabilir miyim?
- How stupid of you to go there alone!
- Senin oraya yalnız gitmen ne kadar da aptalca!
- Tom wants to speak to Mary alone.
- Tom Mary ile yalnız konuşmak istiyor.
- I was compelled to do all the work alone.
- Bütün işi yalnız yapmak zorunda bırakıldım.
- I'm not going to let you spend your birthday alone.
- Doğum gününü yalnız geçirmene izin vermeyeceğim.
- It's better not to go there alone.
- Oraya yalnız gitmemek en iyisi.
- Tom advised Mary not to go there alone.
- Tom, Mary'ye oraya yalnız gitmemesini tavsiye etti.
- They're pretty much alone.
- Oldukça yalnızlar.
- Were you here alone?
- Burada yalnız mıydın?
- I sometimes do that alone.
- Bazen bunu yalnız yapıyorum.
- It looks like Tom is alone.
- Görünüşe göre Tom yalnız.
- He comes alone.
- Yalnız geliyor.
- Tom is alone in his room.
- Tom odasında yalnız.
- Are you still alone?
- Hala yalnız mısın?
- Tom will go alone.
- Tom yalnız gidecek.
- We're here alone.
- Burada yalnızız.
- Unfortunately, Tom wasn't alone.
- Ne yazık ki, Tom yalnız değildi.
- Sami lives alone.
- Sami yalnız yaşıyor.
- I'm alone here.
- Burada yalnızım.
- Tom can't stay here alone.
- Tom burada yalnız kalamaz.
- Did you stay home alone?
- Evde yalnız kaldın mı?
- Tom and Mary were alone in the hall, talking to each other.
- Tom ve Mary koridorda yalnızdılar ve birbirleriyle konuşuyorlardı.
- Avoid walking on the streets alone at night.
- Geceleri sokaklarda yalnız yürümekten kaçının.
- I'd like to spend a few moments with Tom alone.
- Tom'la yalnız birkaç dakika geçirmek istiyorum.
- Would you give me a few minutes alone with Tom?
- Beni Tom'la birkaç dakika yalnız bırakır mısın?
- Let me talk to them alone.
- Bırak onlarla yalnız konuşayım.
- I can't let you go alone.
- Yalnız gitmene izin veremem.
- I don't like eating alone.
- Yalnız yemekten hoşlanmam.
- Tom and Mary suddenly realized they weren't alone.
- Tom ve Mary birdenbire yalnız olmadıklarını fark ettiler.
- I'm afraid to stay alone.
- Yalnız kalmaktan korkuyorum.
- Do you think you can do this alone?
- Bunu yalnız yapabileceğini düşünüyor musun?
- Tom lives here alone.
- Tom burada yalnız yaşıyor.
- Don't you get bored when you're alone?
- Yalnız olduğunda sıkılmaz mısın?
- Let me talk to them alone.
- Onlarla yalnız konuşayım.
- He comes alone.
- O yalnız gelir.
- Tom spent the night alone.
- Tom geceyi yalnız geçirdi.
- Tom has been sitting in that room alone for five hours.
- Tom beş saattir o odada yalnız oturuyor.
- Mary lives alone with her cat, Tom.
- Mary, kedisi Tom'la yalnız yaşıyor.
- Now the old lady lives alone.
- Şimdi yaşlı kadın yalnız yaşıyor.
- He ate breakfast alone.
- Kahvaltısını yalnız yaptı.
- Were you alone all week?
- Bütün hafta yalnız mıydın?
- We're all alone.
- Hepimiz yalnızız.
- Tom insisted on speaking to you alone.
- Tom seninle yalnız konuşmak için ısrar etti.
- Tom wants to speak to Mary alone.
- Tom, Mary ile yalnız konuşmak istiyor.
- Tom says he needs time alone.
- Tom yalnız kalmaya ihtiyacı olduğunu söyledi.
- You aren't alone, are you?
- Yalnız değilsin, değil mi?
- They said they were all alone.
- Hepsi yalnız olduklarını söylediler.
- Tom and Mary aren't alone.
- Tom ve Mary yalnız değiller.
- Tom is no longer alone.
- Tom artık yalnız değil.
- Tom asked Mary not to go alone.
- Tom Mary'den yalnız gitmemesini istedi.
- Now that we're alone, let's have fun.
- Madem yalnızız, hadi eğlenelim.
- I don't want to stay here alone.
- Burada yalnız kalmak istemiyorum.
- Tom went to the movies alone.
- Tom sinemaya yalnız gitti.
- I'm used to eating alone.
- Yalnız yemeğe alışkınım.
- I need some time alone.
- Benim yalnız biraz zamana ihtiyacım var.
- Tom has been living here alone for the past six months.
- Tom son altı aydır burada yalnız yaşıyor.
- How did you know I wanted to be alone?
- Yalnız olmak istediğimi nasıl bildin?
- Don't you get bored when you're alone?
- Yalnız olduğun zaman sıkılmadın mı?
- Tom was alone last night at the bar.
- Tom dün gece barda yalnızdı.
- Tom noticed that he and Mary were finally alone together.
- Tom, Mary ile sonunda yalnız kaldıklarını fark etti.
- You won't have to do it alone.
- Sen onu yalnız yapmak zorunda kalmayacaksın.
- I'd like to have some time alone with Tom.
- Tom'la biraz yalnız kalmak istiyorum.
- Are you here alone?
- Burada yalnız mısın?
- I can't walk alone.
- Yalnız yürüyemem.
- Tom couldn't have done it alone.
- Tom onu yalnız yapmış olamazdı.
- We were alone and a man broke in.
- Biz yalnızdık ve bir adam içeri girdi.
- Are you home alone?
- Evde yalnız mısın?
- Tom made Mary go there alone.
- Tom, Mary'yi oraya yalnız gönderdi.
- Let me talk to them alone, OK?
- Onlarla yalnız konuşayım, tamam mı?
- Are you here alone?
- Yalnız mısın?
- Tom and Mary are alone in the back room.
- Tom ve Mary arka odada yalnız.
- They made me go there alone.
- Onlar beni oraya yalnız gönderdiler.
- Tom wants some alone time.
- Tom biraz yalnız kalmak istiyor.
- Tom likes to take walks alone.
- Tom yalnız yürümeyi sever.
- I don't want to go shopping alone.
- Alışverişe yalnız gitmek istemiyorum.
- Tom wanted some alone time.
- Tom biraz yalnız kalmak istedi.
- Don't you get bored when you're alone?
- Sen yalnızken sıkılmıyor musun?
- I could probably do that alone.
- Muhtemelen onu yalnız yapabilirim.
- I think it's unlikely that Tom will come to the party alone.
- Sanırım Tom'un partiye yalnız gelmesi mümkün değil.
- Tom thought Mary wasn't alone.
- Tom Mary'nin yalnız olmadığını düşündü.
- I'm used to eating alone.
- Yalnız yemeye alışkınım.
- I like walking alone.
- Yalnız yürümeyi seviyorum.
- I don't want to die alone.
- Yalnız ölmek istemiyorum.
- They were alone in the dark.
- Onlar karanlıkta yalnızdı.
- How many of you are alone tonight?
- Bu gece kaçınız yalnızsınız?
- That depends on Sami alone.
- O yalnız Sami'ye bağlı.
- Are we alone?
- Yalnız mıyız?
- I said come alone.
- Yalnız gel dedim.
- They made me go there alone.
- Oraya yalnız gitmemi istediler.
- Did you come alone?
- Yalnız mı geldin?
- I'm alone in the world.
- Ben dünyada yalnızım.
- I think I should go in alone.
- Sanırım yalnız gitmeliyim.
- Tom said that Mary wasn't alone.
- Tom, Mary'nin yalnız olmadığını söyledi.
- I came here alone.
- Buraya yalnız geldim.
- I want to talk to Tom alone.
- Tom'la yalnız konuşmak istiyorum.
- I'll need a few moments alone with Tom.
- Tom'la birkaç dakika yalnız kalmam gerek.
- There are seven billion people in the world, and yet I am nonetheless alone.
- Dünyada 7 milyar insan var, ve ben hâlâ yine de yalnızım.
- Were you alone all week?
- Bütün hafta yalnız mıydınız?
- Tom has always been alone.
- Tom hep yalnızdı.
- I don't want to do that alone.
- Bunu yalnız yapmak istemiyorum.
- We should let them have a moment alone.
- Onların bir süre yalnız olmalarına izin vermeliyiz.
- She lives alone in a house of enormous dimensions.
- Kocaman bir evde yalnız yaşıyor.
- Why do you want to be alone all the time?
- Neden her zaman yalnız olmak istiyorsun?
- Tom went out alone.
- Tom yalnız çıktı.
- He was alone in the dark.
- Karanlıkta yalnızdı.
- Tom and Mary were alone in the hall, talking to each other.
- Tom ve Mary holde yalnızdı, birbirleriyle konuşuyorlardı.
- He stayed alone.
- O yalnız kaldı.
- I want them to do it alone.
- Onların bunu yalnız yapmasını istiyorum.
- I'll go alone.
- Ben yalnız gideceğim.
- Tom needed some time alone.
- Tom'un biraz yalnız kalmaya ihtiyacı vardı.
- I'm afraid when I'm alone in the house.
- Evde yalnız kaldığımda korkuyorum.
- Do you work alone?
- Yalnız mı çalışıyorsun?
- I feel so alone.
- Çok yalnız hissediyorum.
- Tom won't do that alone.
- Tom onu yalnız yapmayacak.
- Sometimes it's great to spend some time alone.
- Bazen yalnız vakit geçirmek harikadır.
- I don't like eating alone.
- Yalnız yemekten hoşlanmıyorum.
- I'm sure you two would like some time alone.
- Eminim ikiniz de biraz yalnız kalmak istersiniz.
- Tom traveled alone.
- Tom yalnız yolculuk ediyordu.
- I don't like the idea of you staying here alone.
- Burada yalnız kalma fikrini sevmiyorum.
- You aren't alone.
- Yalnız değilsin.
- Tom spent all day alone in his room.
- Tom bütün günü odasında yalnız geçirdi.
- Tom and I weren't alone.
- Tom ve ben yalnız değildik.
- I would hate to find myself alone with Tom.
- Kendimi Tom'la yalnız bulmaktan nefret ederdim.
- An elderly man was sitting alone on a dark path.
- Yaşlı bir adam karanlık bir yolda yalnız oturuyordu.
- Tom insists I come alone.
- Tom yalnız gelmemde ısrar ediyor.
- I'm not doing it alone.
- Bunu yalnız yapmayacağım.
- Do you want to spend the rest of your life alone?
- Hayatının geri kalanını yalnız mı geçirmek istiyorsun?
- Tom sat at the bar alone.
- Tom barda yalnız oturdu.
- Tom usually eats alone.
- Tom genellikle yalnız yemek yer.
- I think I should go in alone.
- Sanırım yalnız girmeliyim.
- She was alone on Valentine's Day.
- Sevgililer Günü'nde yalnızdı.
- I want to talk with you alone.
- Seninle yalnız konuşmak istiyorum.
- Tom insisted I come alone.
- Tom yalnız gelmem için ısrar etti.
- We're finally alone.
- Sonunda yalnız kaldık.
- Tom is probably still alone.
- Tom muhtemelen hâlâ yalnız.
- Tom thought it would be dangerous for Mary to go alone.
- Tom, Mary'nin yalnız gitmesinin tehlikeli olabileceğini düşündü.
- Do you live alone?
- Yalnız mı yaşıyorsun?
- I seldom do that alone.
- Bunu nadiren yalnız yaparım.
- I told her it'd be better if she went alone.
- Ona yalnız gitmesinin daha iyi olacağını söyledim.
- Go ahead alone!
- Yalnız gidin!
- You look like you're alone.
- Sen yalnızmış gibi görünüyorsun.
- We're quite alone.
- Oldukça yalnızız.
- Tom was sitting alone in the park, reading a book.
- Tom parkta yalnız oturuyordu, kitap okuyordu.
- Don't you two want to be alone?
- Siz ikiniz yalnız olmak istemiyor musunuz?
- I'd rather eat alone.
- Yalnız yemeyi tercih ederim.
- I'll do it alone.
- Bunu yalnız yapacağım.
- I'd really rather go alone.
- Yalnız gitmeyi tercih ederim.
- I don't like being all alone.
- Yalnız olmayı sevmiyorum.
- Tom told Mary that she shouldn't walk alone after dark.
- Tom, Mary'ye hava karardıktan sonra yalnız yürümemesi gerektiğini söyledi.
- He is too young to go there alone.
- Oraya yalnız gidemeyecek kadar genç.
- I usually eat lunch alone.
- Genellikle öğle yemeğini yalnız yerim.
- That was the first time I was ever alone with Tom.
- Tom'la ilk kez yalnız kalmıştım.
- I don't think we're alone.
- Ben yalnız olduğumuzu düşünmüyorum.
- Tom lives alone in Boston.
- Tom Boston'da yalnız yaşıyor.
- I felt quite alone.
- Oldukça yalnız hissettim.
- I'm alone in my quarters.
- Odamda yalnızım.
- Tom can't do it alone.
- Tom bunu yalnız yapamaz.
- I assumed that I'd go alone.
- Yalnız gideceğimi sandım.
- I didn't really do it alone.
- Gerçekten onu yalnız yapmadım.
- I assumed I'd go alone.
- Yalnız gideceğimi sandım.
- She's out there somewhere alone and scared.
- Dışarıda bir yerde yalnız ve korkmuş durumda.
- Tom is alone in the kitchen.
- Tom mutfakta yalnız.
- We were all alone.
- Hepimiz yalnızdık.
- He was alone most of the time.
- Çoğu zaman yalnızdı.
- I would rather stay at home than go alone.
- Yalnız gitmektense evde kalmayı tercih ederim.
- Go away, I want to be alone!
- Defol, yalnız olmak istiyorum!
- He was alone in the house.
- Evde yalnızdı.
- Tom and Mary found John alone.
- Tom ve Mary, John'u yalnız buldular.
- Have you ever been to karaoke alone?
- Hiç yalnız karaokeye gittin mi?
- I never should've let you go home alone last night.
- Dün gece eve yalnız gitmene asla izin vermemeliydim.
- Tom and Mary were finally completely alone.
- Tom ve Mary nihayet tamamen yalnızdı.
- Sami was alone in the bathroom.
- Sami banyoda yalnızdı.
- Don't you usually travel alone?
- Sen genellikle yalnız yolculuk etmez misin?
- I can't make it alone.
- Yalnız başaramam.
- Tom said Mary isn't alone.
- Tom, Mary'nin yalnız olmadığını söyledi.
- Are you all still alone?
- Hepiniz hâlâ yalnız mısınız?
- That's why I told you that you shouldn't go alone.
- Bu yüzden sana yalnız gitmemen gerektiğini söyledim.
- Tom told me that he's alone.
- Tom bana yalnız olduğunu söyledi.
- Mary lives alone with her cat.
- Mary kedisiyle birlikte yalnız yaşıyor.
- I'll give you a moment alone.
- Seni bir dakika yalnız bırakayım.
- Tom and Mary were alone together.
- Tom ve Mary birlikte yalnızdılar.
- I tried to raise Tom alone.
- Tom'u yalnız büyütmeye çalıştım.
- I didn't want to spend any more time alone.
- Daha fazla yalnız vakit geçirmek istemedim.
- Tom advised Mary when the sky has become dark, don't go out alone.
- Tom, Mary'ye gökyüzü karardığında dışarı yalnız çıkmamasını tavsiye etti.
- I don't think it's good for him to go alone.
- Bence yalnız gitmesi onun için iyi değil.
- I can't do that alone.
- Bunu yalnız yapamam.
- Tom is home alone with Mary.
- Tom evde Mary ile yalnız.
- We can't go in alone.
- İçeri yalnız giremeyiz.
- I went to Boston alone.
- Boston'a yalnız gittim.
- Tom is alone with Mary.
- Tom, Mary ile yalnız.
- I thought Tom was alone.
- Tom'u yalnız sanıyordum.
- Can I talk to you alone for a second?
- Seninle bir saniye yalnız konuşabilir miyim?
- I never liked being at home alone.
- Evde yalnız kalmayı hiç sevmezdim.
- Tom sat alone by the fire.
- Tom ateşin yanında yalnız oturdu.
- You won't have to do it alone.
- Bunu yalnız yapmak zorunda kalmayacaksın.
- The artist always painted alone.
- Sanatçı hep yalnız resim yapardı.
- Tom and Mary walked out, leaving John alone.
- Tom ve Mary, John'u yalnız bırakarak dışarı çıktılar.
- I thought I told you never to go there alone.
- Oraya asla yalnız gitmemeni söylediğimi sanıyordum.
- Tom is finally alone.
- Tom sonunda yalnız.
- Doing something with someone else is more fun than doing it alone.
- Bir şeyi başkasıyla yapmak, yalnız yapmaktan daha eğlencelidir.
- You look like you're alone.
- Yalnız gibi görünüyorsun.
- I don't like to eat alone.
- Yalnız yemek hoşuma gitmiyor.
- He was alone in the room.
- O, odada yalnızdı.
- I thought I asked you to come alone.
- Yalnız gelmeni istediğimi düşündüm.
- Tom could be alone.
- Tom yalnız olabilir.
- He was alone on Friday night.
- Cuma gecesi yalnızdı.
- Tom rarely does that alone.
- Tom bunu nadiren yalnız yapar.
- Jim awoke and found himself alone in the room.
- Jim uyandı ve kendini odada yalnız buldu.
- It looks like Tom is alone.
- Tom yalnız gibi görünüyor.
- I wonder if Tom is really alone.
- Acaba Tom gerçekten yalnız mı?
- Tom was home alone at the time.
- Tom o sırada evde yalnızdı.
- I always do that alone.
- Onu her zaman yalnız yaparım.
- It's better not to go there alone.
- Oraya yalnız gitmemek daha iyi.
- Tom decided to go there alone.
- Tom oraya yalnız gitmeye karar verdi.
- I really don't want the kids left alone now.
- Çocukların yalnız kalmasını istemiyorum.
- Tom and Mary are alone in the back room.
- Tom ve Mary arka odada yalnızlar.
- I didn't come here alone.
- Buraya yalnız gelmedim.
- I assumed that I'd go alone.
- Yalnız gideceğimi düşünmüştüm.
- Tom and Mary were alone in the cave.
- Tom ve Mary mağarada yalnızdı.
- Tom insisted on going alone.
- Tom yalnız gitmekte ısrar etti.
- Tom may be alone.
- Tom yalnız olabilir.
- Tom and Mary left alone.
- Tom ve Mary yalnız kaldılar.
- I was alone in my quarters.
- Odamda yalnızdım.
- When he got her alone for a moment, he asked for a date.
- Onunla bir anlığına yalnız kaldığında, ona çıkma teklif etti.
- As soon as Tom got Mary alone, he started kissing her.
- Tom, Mary'yi yalnız bırakır bırakmaz onu öpmeye başlamış.
- Sami went alone.
- Sami yalnız gitti.
- Can I speak to Tom alone, please?
- Tom'la yalnız konuşabilir miyim, lütfen?
- Tom was alone on an empty beach.
- Tom boş bir kumsalda yalnızdı.
- Were you alone?
- Yalnız mıydın?
- They said they were all alone.
- Yalnız olduklarını söylediler.
- You shouldn't have gone to visit Tom alone.
- Tom'u ziyarete yalnız gitmemeliydin.
- I am not alone in this opinion.
- Bu görüşte yalnız değilim.
- Sami lives alone.
- Sami yalnız yaşar.
- I don't want to be alone anymore.
- Artık yalnız olmak istemiyorum.
- Was he home alone?
- O, evde yalnız mıydı?
- I want to be alone!
- Yalnız olmak istiyorum!
- He won't go alone.
- Yalnız gitmeyecek.
- You shouldn't have gone into the forest alone.
- Ormana yalnız gitmemeliydin.
- Tom had hoped to find Mary alone.
- Tom Mary'yi yalnız bulmayı umuyordu.
- He was home alone at the time.
- O sırada evde yalnızdı.
- Left alone, the baby began to cry.
- Yalnız kalınca, bebek ağlamaya başladı.
- I can't believe you came here alone.
- Buraya yalnız geldiğine inanamıyorum.
- Tom said he's alone.
- Tom yalnız olduğunu söyledi.
- Tom is all alone again.
- Tom yine yalnız.
- Tom was alone.
- Tom yalnızdı.
- Tom is in there alone.
- Tom orada yalnız.
- Tom breakfasted alone.
- Tom yalnız kahvaltı etti.
- I won't have to go there alone.
- Oraya yalnız gitmek zorunda kalmayacağım.
- I need to speak to them alone.
- Onlarla yalnız konuşmam gerekiyor.
- He was completely alone; there wasn't a soul about.
- Tamamen yalnızdı; etrafta hiç kimse yoktu.
- She lives alone in this room.
- Bu odada yalnız yaşıyor.
- I can't let him alone.
- Onu yalnız bırakamam.
- Tom didn't want to be alone.
- Tom yalnız olmak istemedi.
- I think it's not good for him to go alone.
- Bence yalnız gitmesi iyi olmaz.
- Mary lives alone with her two children.
- Mary iki çocuğuyla yalnız yaşıyor.
- I thought I told you never to go there alone.
- Sana oraya asla yalnız gitmemeni söylediğimi düşündüm.
- Tom is alone out on the balcony.
- Tom balkonda yalnız.
- Tom is planning on going alone.
- Tom yalnız gitmeyi planlıyor.
- You can't go in there alone.
- Oraya yalnız gidemezsin.
- Tom always seems to be alone.
- Tom her zaman yalnız görünüyor.
- There's no way I'm letting you spend your birthday alone.
- Doğum gününü yalnız geçirmene izin vermemin hiç bir yolu yok.
- Does Tom live alone?
- Tom yalnız mı yaşıyor?
- Why am I so alone?
- Niçin çok yalnızım?
- Tom wasn't alone.
- Tom yalnız değildi.
- You should not go alone.
- Yalnız gitmemelisin.
- You'll never walk alone.
- Asla yalnız yürümeyeceksin.
- Tom is alone in the dining room with Mary.
- Tom Mary ile yemek odasında yalnız.
- I wish to see you alone.
- Seni yalnız görmek isterdim.
- I don't go to the theater alone, because after the movie I like to talk about it with someone.
- Sinemaya yalnız gitmem, çünkü filmden sonra biriyle film hakkında konuşmak isterim.
- Tom doesn't want to go alone.
- Tom yalnız gitmek istemiyor.
- I want to talk to you alone.
- Seninle yalnız konuşmak istiyorum.
- I don't usually do that alone.
- Genelde bunu yalnız yapmam.
- Tom told me that I shouldn't go out at night alone.
- Tom bana gece yalnız dışarı çıkmamam gerektiğini söyledi.
- Will you travel alone?
- Yalnız mı seyahat edeceksiniz?
- I want to talk with him alone.
- Onunla yalnız konuşmak istiyorum.
- He lives alone in his flat.
- Dairesinde yalnız yaşıyor.
- Tom and Mary walked out, leaving John alone.
- Tom ve Mary John'u yalnız bırakarak çıktılar.
- Tom was alone on Friday night.
- Tom Cuma gecesi yalnızdı.
- I had never felt more alone than at that time.
- Kendimi hiç o zamanki kadar yalnız hissetmemiştim.
- He was alone in the room.
- Odada yalnızdı.
- Let me talk to him alone.
- Onunla yalnız konuşayım.
- Are you all alone?
- Sen yalnız mısın?
- I hope you're not alone.
- Umarım yalnız değilsindir.
- I was alone that night, making noises to trick you, that's all!
- Ben o gece yalnızdım, sizi kandırmak için sesler çıkarıyordum, hepsi bu kadar!
- Tom planned to go alone.
- Tom yalnız gitmeyi planladı.
- Tom lives alone in the woods.
- Tom ormanda yalnız yaşıyor.
- He worked on the job alone.
- İşinde yalnız çalıştı.
- Tom found himself alone again.
- Tom tekrar kendini yalnız buldu.
- Tom was in the kitchen drinking alone.
- Tom mutfakta yalnız içiyordu.
- He stayed alone.
- Yalnız kaldı.
- Tom is afraid to walk through the woods alone.
- Tom ormanda yalnız yürümekten korkuyor.
- Will Tom come with his wife, or alone?
- Tom karısıyla mı gelecek, yoksa yalnız mı?
- She wanted to be alone.
- O, yalnız olmak istedi.
- Tom and Mary wanted to be alone.
- Tom ve Mary yalnız olmak istedi.
- I'd rather do that alone.
- Bunu yalnız yapmayı tercih ederim.
- I need to speak with you alone.
- Seninle yalnız konuşmalıyım.
- And the tree was often alone.
- Ve ağaç genellikle yalnızdı.
- She's out there somewhere alone and scared.
- O orada bir yerde yalnız ve korkmuş.
- Tom is completely alone.
- Tom tamamen yalnız.
- He was alone in the dark.
- O, karanlıkta yalnızdı.
- You're never alone.
- Asla yalnız değilsin.
- She advised him to go there alone.
- Oraya yalnız gitmesini tavsiye etti.
- Tom may do that alone.
- Tom bunu yalnız yapabilir.
- Right now, I simply want to be alone.
- Şu anda gayet yalnız olmayı istiyorum.
- I wonder if Tom is really alone.
- Tom'un gerçekten yalnız olup olmadığını merak ediyorum.
- I usually do that alone.
- Onu genellikle yalnız yaparım.
- I thought he would come alone.
- Onun yalnız geleceğini düşündüm.
- I want her left alone.
- Onun yalnız kalmasını istiyorum.
- Do you think you can handle a few minutes alone with Tom?
- Sence Tom'la birkaç dakika yalnız kalabilir misin?
- I never do that alone.
- Ben bunu asla yalnız yapmam.
- Tom likes to stay at home alone on weekends.
- Tom hafta sonları evde yalnız kalmayı seviyor.
- Do you like to stay alone?
- Yalnız kalmayı seviyor musun?
- Sami sensed he wasn't alone.
- Sami yalnız olmadığını hissetti.
- Tom died alone in the woods.
- Tom ormanda yalnız öldü.
- Tom was alone at the time.
- Tom o zaman yalnızdı.
- To our surprise, she has gone to Brazil alone.
- Şaşırtıcı bir şekilde Brezilya'ya yalnız gitti.
- Tom was home alone with Mary during the storm.
- Tom fırtına sırasında Mary ile evde yalnızdı.
- Why are you sitting alone in the dark?
- Neden karanlıkta yalnız oturuyorsun?
- We are not alone in supporting the plan.
- Planı destekleme konusunda yalnız değiliz.
- Tom lives alone in an apartment.
- Tom bir apartman dairesinde yalnız yaşıyor.
- Tom told Mary not to go there alone.
- Tom Mary'ye oraya yalnız gitmemesini söyledi.
- I'll speak to him alone.
- Onunla yalnız konuşacağım.
- Tom said he's alone.
- Tom bana yalnız olduğunu söyledi.
- Tom saw Mary walking alone in the park.
- Tom Mary'yi parkta yalnız yürürken gördü.
- I eat alone.
- Yalnız yerim.
- Tom is very much alone.
- Tom çok yalnız.
- Can I have a moment alone with Tom, please?
- Tom'la biraz yalnız kalabilir miyim, lütfen?
- Better alone than in bad company.
- Yalnız olmak, kötü arkadaşlarla olmaktan iyidir.
- My father told me I couldn't go abroad alone.
- Babam bana yurt dışına yalnız gidemeyeceğimi söyledi.
- I need to speak with them alone.
- Onlarla yalnız konuşmalıyım.
- My grandmother lives alone in a huge, old house.
- Büyükannem büyük, eski bir evde yalnız yaşıyor.
- Tom was alone there.
- Tom orada yalnızdı.
- I can't do this alone.
- Bunu yalnız yapamam.
- I don't like to eat alone.
- Yalnız yemeyi sevmiyorum.
- I'm alone in the world.
- Dünyada yalnızım.
- I hate to eat alone.
- Yalnız yemekten nefret ediyorum.
- Tom was home alone with Mary during the storm.
- Fırtına sırasında Tom Mary ile birlikte evde yalnızdı.
- I want her to do it alone.
- Onun bunu yalnız yapmasını istiyorum.
- Tom was alone at the time.
- Tom o sırada yalnızdı.
- Tom asked Mary not to leave him alone.
- Tom Mary'den onu yalnız bırakmamasını istedi.
- You shouldn't walk alone at night.
- Geceleri yalnız yürümemelisin.
- Tom was alone on Monday night.
- Tom pazartesi gecesi yalnızdı.
- Tom doesn't like Mary's living there alone.
- Tom, Mary'nin orada yalnız yaşamasından hoşlanmıyor.
- I always do that alone.
- Bunu hep yalnız yaparım.
- Fadil sat in his house alone.
- Fadıl evinde yalnız oturuyordu.
- Tom said he'd rather do that alone.
- Tom bunu yalnız yapmayı tercih edeceğini söyledi.
- They're now alone.
- Artık yalnızlar.
- I don't want to be alone all my life.
- Tüm hayatım boyunca yalnız olmak istemiyorum.
- Everyone was busy, so I went to the movie alone.
- Herkes meşguldü, bu yüzden sinemaya yalnız gittim.
- Do you think Tom was alone?
- Sence Tom yalnız mı?
- I have absolutely no intention of going there alone.
- Oraya yalnız gitmeye hiç niyetim yok.
- I think it's dangerous to walk alone at night.
- Sanırım gece yalnız yürümek tehlikelidir.
- Tom came here alone.
- Tom buraya yalnız geldi.
- Tom is all alone.
- Tom tamamen yalnız.
- Tom was at home alone.
- Tom evde yalnızdı.
- It's because you don't want to be alone.
- Yalnız olmak istememenin nedeni bu.
- Now that we're alone, let's have fun.
- Artık yalnız olduğumuza göre, biraz eğlenelim.
- If you cannot come, I'll eat alone.
- Eğer gelemezsen, yalnız yiyeceğim.
- Let me alone.
- Beni yalnız bırak.
- Is Tom alone now?
- Tom şimdi yalnız mı?
- I thought he would come alone.
- Yalnız geleceğini düşünmüştüm.
- Aren't you alone?
- Yalnız değil misin?
- She likes to walk alone.
- Yalnız yürümeyi seviyor.
- Even though I didn't want to drink alone, I did.
- Yalnız içmek istemediğim halde içtim.
- Tom did the work alone.
- Tom işi yalnız yaptı.
- It isn't safe to walk alone at night.
- Geceleri yalnız yürümek güvenli değil.
- Sami found his kids in the house alone.
- Sami çocuklarını evde yalnız buldu.
- Tom and Mary were alone together on the porch.
- Tom ve Mary verandada yalnızdılar.
- I could use a couple of days alone.
- Birkaç gün yalnız kalabilirim.
- Tom allowed Mary to go alone.
- Tom, Mary'nin yalnız gitmesine izin verdi.
- Tom was alone when Mary and John walked in.
- Mary ve John içeri girdiğinde Tom yalnızdı.
- I need to speak to him alone.
- Onunla yalnız konuşmam gerekiyor.
- Tom had to go there alone.
- Tom oraya yalnız gitmek zorunda kaldı.
- Tom told Mary that he thought John wasn't alone.
- Tom Mary'ye John'un yalnız olmadığını düşündüğünü söyledi.
- Tom soon realized he wasn't alone.
- Tom çok geçmeden yalnız olmadığını fark etti.
- I won't let Tom go alone.
- Tom'un yalnız gitmesine izin vermeyeceğim.
- I was alone there.
- Orada yalnızdım.
- Don't go there alone.
- Oraya yalnız gitmeyin.
- Tom and Mary said that they knew they should do that alone.
- Tom ve Mary bunu yalnız yapmaları gerektiğini bildiklerini söylediler.
- A beautiful woman like you shouldn't be eating alone.
- Senin gibi güzel bir kadın yalnız yemek yememeli.
- I often do that alone.
- Bunu genellikle yalnız yaparım.
- Was he home alone?
- Evde yalnız mıydı?
- I don't believe the child came to Tokyo alone.
- Çocuğun Tokyo'ya yalnız geldiğine inanmıyorum.
- I'd like to speak with Tom alone.
- Tom ile yalnız konuşmak istiyorum.
- Tom is all alone again.
- Tom yine tamamen yalnız.
- Sami spends much of the day alone in the house.
- Sami günün çoğunu evde yalnız geçiriyor.
- Can I talk to her alone?
- Onunla yalnız konuşabilir miyim?
- I can't let Tom go alone.
- Tom'un yalnız gitmesine izin veremem.
- I want him left alone.
- Onun yalnız kalmasını istiyorum.
- Tom felt quite alone.
- Tom kendini oldukça yalnız hissediyordu.
- I'll talk to him alone.
- Onunla yalnız konuşacağım.
- You can't go alone.
- Yalnız gidemezsin.
- She lives alone in the large house.
- O, büyük bir evde yalnız yaşıyor.
- Remember that you aren't alone.
- Yalnız olmadığını hatırla.
- Tom likes to stay at home alone on weekends.
- Tom hafta sonlarında evde yalnız kalmayı seviyor.
- I don't usually do that alone.
- Onu genelde yalnız yapmam.
- I'm surprised Tom let Mary go out alone.
- Tom'un Mary'nin yalnız çıkmasına izin vermesine şaşırdım.
- I'd like to talk to you alone.
- Seninle yalnız konuşmak istiyorum.
- I'm bored, home alone, without cartoons or a computer.
- Sıkıldım, evde yalnızım, çizgi filmim ya da bilgisayarım yok.
- Tom warned Mary not to go there alone.
- Tom, Mary'yi oraya yalnız gitmemesi için uyardı.
- If you don't mind, I'd like to talk to Tom alone.
- Sakıncası yoksa Tom'la yalnız konuşmak istiyorum.
- We were alone and a man broke in.
- Yalnızdık ve bir adam içeri girdi.
- I don't want to be alone right now.
- Şu anda yalnız olmak istemiyorum.
- I'm alone, the distance that stretches from body to body, is as great as that from soul to soul.
- Yalnızım, bedenden bedene uzanan mesafe, ruhtan ruha olan mesafe kadar büyük.
- Do you want to spend the rest of your life alone?
- Hayatının geri kalanını yalnız geçirmek ister misin?
- You didn't come here alone, did you?
- Buraya yalnız gelmedin, değil mi?
- Tom isn't alone anymore.
- Tom artık yalnız değil.
- We can't do it alone.
- Bunu yalnız yapamayız.
- My father doesn't let me go out alone at night.
- Babam geceleri dışarıya yalnız çıkmama izin vermez.
- Tom and Mary are now alone in the classroom.
- Tom ve Mary şimdi sınıfta yalnızlar.
- She asked him not to leave her alone.
- Ondan kendisini yalnız bırakmamasını istedi.
- You're not alone anymore.
- Artık yalnız değilsiniz.
- I'm not alone.
- Yalnız değilim.
- Tom said he was all alone.
- Tom tamamen yalnız olduğunu söyledi.
- Let me talk to him alone, OK?
- Onunla yalnız konuşayım, tamam mı?
- I stay home alone while my parents are at work.
- Ailem işteyken ben evde yalnız kalıyorum.
- I spent the whole week alone, and I longed for conversation.
- Ben bütün haftayı yalnız geçirdim ve ben konuşmayı özledim.
- Don't go anywhere alone.
- Hiçbir yere yalnız gitme.
- Tom and I were alone in the cave.
- Tom ve ben mağarada yalnızdık.
- I wasn't alone.
- Yalnız değildim.
- Tom didn't come here alone tonight, did he?
- Tom bu gece buraya yalnız gelmedi, değil mi?
- I didn't do this alone.
- Bunu yalnız yapmadım.
- Let me talk to her alone.
- Onunla yalnız konuşayım.
- I won't have to go there alone.
- Oraya yalnız gitmem gerekmeyecek.
- We're finally alone.
- Sonunda yalnızız.
- Tom made Mary go there alone.
- Tom Mary'yi oraya yalnız gönderdi.
- Tom ate breakfast alone.
- Tom kahvaltısını yalnız yaptı.
- The fact is that his father lives alone in New York because of work.
- Gerçek şu ki onun babası işten dolayı New York'ta yalnız yaşıyor.
- Do you think Tom is still alone?
- Sence Tom hala yalnız mıdır?
- She was alone in the dark.
- O, karanlıkta yalnızdı.
- She alone decided who could see him.
- Onu kimin görebileceğine yalnız karar verdi.
- Are we alone in the universe?
- Evrende yalnız mıyız?
- Tom, I want you to know that you're not alone.
- Tom, yalnız olmadığını bilmeni istiyorum.
- I was all alone.
- Tamamen yalnızdım.
- They're now alone.
- Onlar şimdi yalnız.
- I don't like the idea of you staying here alone.
- Burada yalnız kalman fikri hoşuma gitmiyor.
- Sami found himself alone.
- Sami kendini yalnız buldu.
- I feel so alone.
- Kendimi çok yalnız hissediyorum.
- Tom and I were alone.
- Tom ve ben yalnızdık.
- I'm getting used to eating alone.
- Yalnız yemeye alışıyorum.
- Sami was all alone.
- Sami tamamen yalnızdı.
- I've been alone so long.
- Uzun süredir yalnızım.
- Tom lives alone in Australia.
- Tom Avustralya'da yalnız yaşıyor.
- Tom and Mary were alone together.
- Tom ve Mary yalnızdılar.
- Tom was not alone.
- Tom yalnız değildi.
- Tom suddenly realized he wasn't alone.
- Tom birden yalnız olmadığını fark etti.
- I found myself alone again.
- Kendimi yine yalnız buldum.
- Sami sensed he wasn't alone.
- Sami yalnız olmadığını hissediyordu.
- I don't think we're alone.
- Yalnız olduğumuzu sanmıyorum.
- I want to do this alone.
- Bunu yalnız yapmak istiyorum.
- Do you usually travel alone?
- Genelde yalnız mı seyahat edersin?
- Sami was home alone with Layla.
- Sami evde Layla ile yalnızdı.
- Tom traveled alone.
- Tom yalnız yolculuk etti.
- She likes walking alone.
- Yalnız yürümeyi seviyor.
- Mary lives alone with her cat, Tom.
- Mary kedisi Tom ile yalnız yaşıyor.
- Tom is alone in his room, reading a book.
- Tom odasında yalnız, kitap okuyor.
- Tom and I wanted to be alone.
- Tom ve ben yalnız olmak istedik.
- I'll speak to Tom alone.
- Tom'la yalnız konuşacağım.
- Tom sat alone.
- Tom yalnız oturdu.
- I can't go back there alone.
- Ben oraya yalnız dönemem.
- Tom lives alone in an apartment.
- Tom bir apartman dairesinde yalnız yaşar.
- I wonder if we're alone in the universe.
- Acaba evrende yalnız mıyız diye merak ediyorum.
- Are you really all alone now?
- Artık gerçekten yalnız mısın?
- Let me go alone.
- Bırak yalnız gideyim.
- I was at home alone.
- Evde yalnızdım.
- Tom is probably still alone.
- Tom muhtemelen hala yalnız.
- Tom isn't alone in thinking that Mary is the most beautiful girl in his class.
- Tom, Mary'nin sınıfındaki en güzel kız olduğunu düşünmekte yalnız değildir.
- Tom and I want to talk to Mary alone for a few minutes.
- Tom ve ben birkaç dakika Mary ile yalnız konuşmak istiyoruz.
- Tom felt quite alone.
- Tom oldukça yalnız hissediyordu.
- He was not accustomed to sleeping alone.
- Yalnız yatmaya alışık değildi.
- Layla didn't want to die alone.
- Layla yalnız ölmek istemiyordu.
- I need to talk to you alone.
- Seninle yalnız konuşmam gerekiyor.
- Tom went home alone.
- Tom eve yalnız gitti.
- She's traveling alone.
- Yalnız yolculuk ediyor.
- Don't you get bored when you're alone?
- Yalnızken sıkılmıyor musun?
- I'd rather do this alone.
- Bunu yalnız yapmayı tercih ederim.
- Tom suddenly realized he wasn't alone.
- Tom aniden yalnız olmadığını fark etti.
- Sometimes my grandfather talks to himself when left alone.
- Bazen büyükbabam yalnız kaldığında kendi kendine konuşur.
- Give me a couple of minutes alone with Tom.
- Tom'la birkaç dakika yalnız kalmama izin ver.
- Tom was alone in the room.
- Tom odada yalnızdı.
- I didn't really do it alone.
- Bunu gerçekten yalnız yapmadım.
- The hero is male and white, he comes alone, he doesn't have a family, he never speaks of his family, and his mother died.
- Kahraman erkek ve beyaz, yalnız geliyor, ailesi yok, ailesinden hiç bahsetmiyor ve annesi öldü.
- Tom told Mary that she shouldn't go there alone.
- Tom, Mary'ye oraya yalnız gitmemesi gerektiğini söyledi.
- Tom said that he wasn't alone.
- Tom yalnız olmadığını söyledi.
- Tom lives alone in a big house.
- Tom büyük bir evde yalnız yaşıyor.
- Fadil went alone.
- Fadıl yalnız gitti.
- Tom wasn't home alone.
- Tom evde yalnız değildi.
- Tom found himself alone again.
- Tom kendini yine yalnız buldu.
- They're there alone.
- Onlara orada yalnızlar.
- He was alone.
- O yalnızdı.
- Tom usually eats lunch alone.
- Tom genellikle öğle yemeğini yalnız yer.
- You're always drinking alone.
- Her zaman yalnız içiyorsun.
- Tom had hoped to find Mary alone.
- Tom, Mary'yi yalnız bulmayı umuyordu.
- I'd like to speak to Tom alone if I may.
- İzin verirseniz Tom'la yalnız konuşmak istiyorum.
- I want Tom left alone.
- Tom'un yalnız kalmasını istiyorum.
- I'm not doing that alone.
- Bunu yalnız yapmayacağım.
- I'm alone now.
- Şimdi yalnızım.
- Do you ever swim alone?
- Hiç yalnız yüzüyor musun?
- I am still alone.
- Hâlâ yalnızım.
- They were never alone.
- Onlar asla yalnız değildi.
- You were alone at that time, weren't you?
- O sırada yalnızdın, değil mi?
- She was alone there.
- O, orada yalnızdı.
- We can't go in alone.
- Yalnız giremeyiz.
- I prefer to work alone.
- Yalnız çalışmayı tercih ederim.
- I didn't come here alone.
- Ben buraya yalnız gelmedim.
- He lives there alone.
- Orada yalnız yaşamaktadır.
- The thought of her going alone left me uneasy.
- Onun yalnız gitmesi düşüncesi beni huzursuz bıraktı.
- I went home alone.
- Eve yalnız gittim.
- We're here alone.
- Buraya yalnız geldik.
- Have you ever been to karaoke alone?
- Karaokeye hiç yalnız gittin mi?
- Tom likes to stay at home alone.
- Tom evde yalnız kalmayı seviyor.
- Am I alone here?
- Burada yalnız mıyım?
- I never liked being at home alone.
- Evde yalnız olmayı asla sevmedim.
- Tom is probably not alone.
- Tom muhtemelen yalnız değildir.
- Tom doesn't like Mary's living there alone.
- Tom Mary'nin orada yalnız yaşamasından hoşlanmıyor.
- My father doesn't let me go to the movies alone.
- Babam sinemaya yalnız gitmeme izin vermiyor.
- I was alone, studying.
- Yalnızdım, çalışıyordum.
- Could I have a moment alone with Tom, please?
- Tom'la biraz yalnız kalabilir miyim, lütfen?
- I just sat there trying not to think about how alone I felt.
- Ne kadar yalnız hissettiğim hakkında düşünmemeye çalışarak sadece orada oturdum.
- They're alone over there.
- Onlar orada yalnızdı.
- Tom lives alone.
- Tom yalnız yaşıyor.
- Tom is alone in his office.
- Tom ofisinde yalnız.
- She lives alone in the large house.
- Büyük bir evde yalnız yaşıyor.
- Mary lives alone except for her cat.
- Mary, kedisi hariç yalnız yaşıyor.
- You're alone, aren't you?
- Yalnızsın, değil mi?
- I'm not suggesting you go alone.
- Yalnız gitmeni tavsiye etmiyorum.
- I hope I don't die alone.
- Umarım yalnız ölmem.
- Tom and I are alone.
- Tom ve ben yalnızız.
- Everyone was busy, so I went to the movie alone.
- Herkes meşguldü, ben de filme yalnız gittim.
- I need to speak to you alone.
- Seninle yalnız konuşmam gerekiyor.
- You're not in this alone.
- Bu işte yalnız değilsin.
- Tom is all alone, isn't he?
- Tom yalnız, değil mi?
- Tom was alone in the dark.
- Tom karanlıkta yalnızdı.
- Tom sat alone in the room.
- Tom odasında yalnız oturdu.
- Tom and Mary are now completely alone.
- Tom ve Mary artık tamamen yalnız.
- Tom told me that I shouldn't go out at night alone.
- Tom bana geceleri yalnız çıkmamam gerektiğini söyledi.
- Tom came alone, without Mary.
- Tom, Mary olmadan yalnız geldi.
- Tom and Mary were alone together on the porch.
- Tom ve Mary verandada birlikte yalnızdılar.
- I'm all alone on this.
- Bu işte yalnızım.
- He lives alone in his flat.
- O, dairesinde yalnız yaşıyor.
- Tom said it was too risky to go there alone.
- Tom, oraya yalnız gitmenin çok riskli olacağını söyledi.
- I didn't want you to feel you were alone.
- Kendini yalnız hissetmeni istemedim.
- You shouldn't have come alone.
- Yalnız gelmemeliydin.
- Tom is alone again.
- Tom yine yalnız.
- You aren't alone.
- Yalnız değilsiniz.
- I'm travelling alone.
- Yalnız yolculuk ediyorum.
- I must speak with you alone.
- Seninle yalnız konuşmam gerekiyor.
- You're always drinking alone.
- Hep yalnız içiyorsun.
- At least I wasn't alone.
- En azından ben yalnız değildim.
- I know I'm alone on this.
- Bu konuda yalnız olduğumu biliyorum.
- Why is Tom alone?
- Tom neden yalnız?
- Tom was eating alone.
- Tom yalnız yiyordu.
- Tom said he thought Mary wasn't alone.
- Tom, Mary'nin yalnız olmadığını düşündüğünü söyledi.
- They aren't alone.
- Onlar yalnız değiller.
- She was alone in the house.
- Evde yalnızdı.
- I wonder if Tom is still alone.
- Tom'un hâlâ yalnız olup olmadığını merak ediyorum.
- Tom and Mary were alone on the beach.
- Tom ve Mary plajda yalnızdı.
- Tom isn't alone in this.
- Tom bu işte yalnız değil.
- When he got her alone for a moment, he asked for a date.
- Onu bir dakika yalnız yakaladığında bir buluşma teklifi yaptı.
- Tom insisted I come alone.
- Tom yalnız gelmem konusunda ısrar etti.
- I have absolutely no intention of going there alone.
- Oraya yalnız gitmeye kesinlikle hiç niyetim yok.
- Tom would often sit alone on the porch, reading a book.
- Tom çoğunlukla sundurmada yalnız otururdu, kitap okurdu.
- Tom often drinks alone.
- Tom sık sık yalnız içer.
- I won't stay here alone.
- Burada yalnız kalmam.
- Tom, may we speak with you alone, please?
- Tom, seninle yalnız konuşabilir miyiz, lütfen?
- Will Tom come with his wife, or alone?
- Tom eşiyle mi gelecek, yoksa yalnız mı?
- Mary lives alone with her cat.
- Mary kedisiyle beraber yalnız yaşıyor.
- Her father didn't allow her to go to movies alone.
- Babası onun sinemaya yalnız gitmesine izin vermedi.
- My brother insisted on going there alone.
- Kardeşim oraya yalnız gitmek için ısrar etti.
- I'm too young to go there alone.
- Oraya yalnız gitmek için çok gencim.
- I want to talk with Tom alone.
- Tom'la yalnız konuşmak istiyorum.
- Tom asked Mary not to leave him alone.
- Tom, Mary'den onu yalnız bırakmamasını istedi.
- Mary is alone in the forest.
- Mary ormanda yalnızdır.
- I need to speak to her alone.
- Onunla yalnız konuşmalıyım.
- I wasn't there alone.
- Orada yalnız değildim.
- I know Tom isn't alone.
- Tom'un yalnız olmadığını biliyorum.
- Aren't you all alone?
- Hepiniz yalnız değil misiniz?
- I don't want you to feel alone.
- Yalnız hissetmeni istemiyorum.
- He himself decided to go there alone.
- Kendisi oraya yalnız gitmeye karar verdi.
- Let me talk to Tom alone.
- Tom'la yalnız konuşmama izin ver.
- I was alone that night, making noises to trick you, that's all!
- O gece yalnızdım, seni kandırmak için sesler çıkarıyordum, hepsi bu!
- I hope you're not alone.
- Senin yalnız olmadığını umuyorum.
- Tom and I were alone in the room.
- Tom'la odada yalnızdık.
- That's why I'm telling you that you don't have to go there alone.
- Oraya yalnız gitmek zorunda olmadığını sana söylememin nedeni bu.
- I felt so alone for a while.
- Bir süre boyunca kendimi çok yalnız hissettim.
- I suddenly feel very much alone.
- Aniden çok yalnız hissediyorum.
- Tom said Mary wasn't planning on doing that alone.
- Tom, Mary'nin bunu yalnız yapmayı planlamadığını söyledi.
- That's why I told you not to go alone.
- Bu yüzden sana yalnız gitmemeni söyledim.
- You aren't alone anymore.
- Artık yalnız değilsin.
- Tom won't be allowed to go there alone.
- Tom'un oraya yalnız gitmesine izin verilmeyecek.
- I'll go alone.
- Yalnız gideceğim.
- I always think of him when I'm alone.
- Yalnız kaldığımda hep onu düşünüyorum.
- I need to speak with him alone.
- Onunla yalnız konuşmam gerekiyor.
- Tom and Mary suddenly realized they weren't alone.
- Tom ve Mary birden yalnız olmadıklarını fark ettiler.
- Much better alone than with fools.
- Yalnız kalmak aptallarla olmaktan çok daha iyidir.
- Tom didn't want to do that alone.
- Tom bunu yalnız yapmak istemedi.
- Tom is alone in his room, reading a book.
- Tom odasında yalnız, bir kitap okuyor.
- I don't want to be alone.
- Yalnız olmak istemiyorum.
- He is too young to go there alone.
- Oraya yalnız gitmek için çok genç.
- Tom thought he was going to be all alone.
- Tom yalnız kalacağını düşündü.
- We are not alone in supporting the plan.
- Planı destekleyenler arasında yalnız değiliz.
- Tom wanted to spend some time alone with Mary.
- Tom, Mary ile biraz yalnız zaman geçirmek istedi.
- I was alone in the class.
- Sınıfta yalnızdım.
- I can't let him go alone.
- Onun yalnız gitmesine izin veremem.
- Alone in this world I'll be.
- Bu dünyada yalnız olacağım.
- Is Tom there alone?
- Tom orada yalnız mı?
- They were never alone.
- Hiç yalnız kalmadılar.
- I'm alone with Tom.
- Tom'la yalnızım.
- Tom and Mary weren't alone anymore.
- Tom ve Mary artık yalnız değildiler.
- Users of Tatoeba shouldn't feel alone and desperate.
- Tatoeba kullanıcıları kendilerini yalnız ve çaresiz hissetmemeli.
- Sami and Layla wanted to be alone together.
- Sami ve Leyla birlikte yalnız olmak istiyorlardı.
- Tom soon realized he wasn't alone.
- Tom kısa süre içinde yalnız olmadığını fark etti.
- Tom was expecting Mary to come alone.
- Tom Mary'nin yalnız gelmesini bekliyordu.
- Tom and Mary were alone in the room.
- Tom ve Mary odada yalnızdı.
- You aren't alone.
- Sen yalnız değilsin.
- I think I can do that alone.
- Sanırım bunu yalnız yapabilirim.
- I don't think I could spend six hours alone with you.
- Seninle altı saat yalnız kalabileceğimi sanmıyorum.
- I ate alone.
- Yalnız yemek yedim.
- Is Tom in there alone?
- Tom orada yalnız mı?
- Tom was alone on Valentine's Day.
- Tom Sevgililer Günü'nde yalnızdı.
- I need a few minutes alone.
- Birkaç dakika yalnız kalmaya ihtiyacım var.
- Tom was sitting alone at the kitchen table when Mary walked in.
- Mary içeri girdiğinde Tom mutfak masasında yalnız oturuyordu.
- I kind of expected you to come alone.
- Yalnız gelmeni bekliyordum.
- Tom went there alone.
- Tom oraya yalnız gitti.
- Tom is alone in the house.
- Tom evde yalnız.
- Tom didn't really do that alone.
- Tom bunu gerçekten yalnız yapmadı.
- We were alone.
- Biz yalnızdık.
- I am alone in the world.
- Dünyada yalnızım.
- Tom was alone most of the time.
- Tom çoğu zaman yalnızdı.
- I ate alone.
- Yalnız yedim.
- Tom currently lives alone in a small apartment.
- Tom şu anda küçük bir dairede yalnız yaşıyor.
- I want to talk to them alone.
- Onlarla yalnız konuşmak istiyorum.
- You were never alone.
- Asla yalnız değildin.
- Aren't you alone right now?
- Şimdi yalnız değil misin?
- I'll talk to Tom alone.
- Tom'la yalnız konuşacağım.
- I almost always do that alone.
- Bunu neredeyse her zaman yalnız yaparım.
- I want Tom to sit there alone.
- Tom'un orada yalnız oturmasını istiyorum.
- I need to handle this alone.
- Bunu yalnız halletmeliyim.
- I feel alone without Tom.
- Tom olmadan yalnız hissediyorum.
- Tom wants to be alone.
- Tom yalnız olmak istiyor.
- We should let them have a moment alone.
- Onları biraz yalnız bırakmalıyız.
- I felt quite alone.
- Kendimi oldukça yalnız hissettim.
- I need to speak to you alone.
- Seninle yalnız konuşmalıyım.
- Tom and I aren't alone.
- Tom ve ben yalnız değiliz.
- I'm all alone now.
- Şimdi tamamen yalnızım.
- She lives alone in this room.
- O bu odada yalnız yaşıyor.
- The child can walk alone.
- Çocuk yalnız yürüyebilir.
- Can we have a moment alone, please?
- Bir dakika yalnız kalabilir miyiz, lütfen?
- How old must a child be to be able to stay at home alone?
- Evde yalnız kalabilmesi için bir çocuk kaç yaşında olmalı?
- Can we have a moment alone, please?
- Biraz yalnız kalabilir miyiz, lütfen?
- I want to speak to Tom alone.
- Tom'la yalnız konuşmak istiyorum.
- Tom stayed at home alone.
- Tom evde yalnız kaldı.
- I've been alone for a long time.
- Uzun bir süredir yalnızım.
- Tom went alone.
- Tom yalnız gitti.
- You go on alone.
- Sen yalnız git.
- Would you give me a few minutes alone with Tom?
- Bana yalnız Tom'la birkaç dakika verir misin?
- Didn't you know Tom and I had to do that alone?
- Tom ve benim bunu yalnız yapmamız gerektiğini bilmiyor muydun?
- I just need some time alone.
- Sadece biraz yalnız kalmaya ihtiyacım var.
- We're all alone here.
- Burada hepimiz yalnızız.
- I do not like Mary's living there alone.
- Mary'nin orada yalnız yaşamasından hoşlanmıyorum.
- My grandfather sometimes talks to himself when he's alone.
- Dedem bazen yalnız kaldığında kendi kendine konuşur.
- He gone, Mary remained thus alone in this sentence.
- O gitti, Mary bu cümlede yalnız kaldı.
- Are we humans alone in this infinite universe?
- Biz insanlar bu sonsuz evrende yalnız mıyız?
- Tom and I were alone on the island.
- Tom ve ben adada yalnızdık.
- Tom and Mary are alone.
- Tom ve Mary yalnızlar.
- She allowed him to go alone.
- Onun yalnız gitmesine izin verdi.
- He gone, Mary remained thus alone in this sentence.
- O gitti, bu yüzden Mary bu cümlede yalnız kaldı.
- I'm not suggesting you go alone.
- Yalnız gitmeni önermiyorum.
- Tom is probably still alone.
- Tom muhtemelen hâlâ yalnızdır.
- I need to speak with her alone.
- Onunla yalnız konuşmam gerekiyor.
- That's why I'm telling you that you don't have to go there alone.
- Bu yüzden sana oraya yalnız gitmene gerek olmadığını söylüyorum.
- I don't want to face that alone.
- Onunla yalnız yüzleşmek istemiyorum.
- Tom, I feel very alone tonight.
- Tom, bu gece kendimi çok yalnız hissediyorum.
- Her father didn't allow her to go to the cinema alone.
- Babası onun sinemaya yalnız gitmesine izin vermedi.
- Dick plans to go there alone.
- Dick oraya yalnız gitmeyi planlıyor.
- Tom and I were alone in the room.
- Tom ve ben odada yalnızdık.
- Tom and Mary were completely alone.
- Tom ve Mary tamamen yalnızdı.
- Tom always seems to be alone.
- Tom her zaman yalnız gibi görünüyor.
- She warned him not to go out at night alone.
- Gece yalnız dışarı çıkmaması için onu uyarmış.
- Tom was alone in his cell.
- Tom hücresinde yalnızdı.
- Tom was expecting Mary to come alone.
- Tom, Mary'nin yalnız gelmesini bekliyordu.
- We can't do that alone.
- Bunu yalnız yapamayız.
- I like to walk alone.
- Yalnız yürümeyi severim.
- Some people like to travel alone.
- Bazı insanlar yalnız yolculuk etmeyi sever.
- Tom and Mary were alone in the room.
- Tom ve Mary odada yalnızdılar.
- I thought I asked you to come alone.
- Senden yalnız gelmeni istediğimi sanıyordum.
- Tom and Mary were alone in the elevator.
- Tom ve Mary asansörde yalnızdılar.
- I'll talk to her alone.
- Onunla yalnız konuşacağım.
- I won't let you go alone.
- Yalnız gitmene izin vermeyeceğim.
- I think Tom just wants to be alone.
- Sanırım Tom sadece yalnız olmak istiyor.
- I wish to stay alone for a couple of hours.
- Birkaç saat yalnız kalmak istiyorum.
- I didn't do it alone.
- Bunu yalnız yapmadım.
- Tom and Mary were alone on the beach.
- Tom ve Mary sahilde yalnızlardı.
- She felt quite alone.
- Kendini çok yalnız hissetti.
- Can I talk to you alone?
- Seninle yalnız konuşabilir miyim?
- Do you really live alone?
- Gerçekten yalnız mı yaşıyorsun?
- Don't walk alone after dark.
- Hava karardıktan sonra yalnız yürüme.
- Tom came alone.
- Tom yalnız geldi.
- Tom has been alone far too long.
- Tom çok uzun zamandır yalnız.
- I just need some time alone.
- Sadece bir süre yalnız kalmaya ihtiyacım var.
- Tom said he wanted to be alone, and then went up to his room.
- Tom yalnız olmak istediğini söyledi ve sonra odasına gitti.
- I hardly ever go shopping alone.
- Neredeyse hiç yalnız alışverişe çıkmam.
- Tom isn't alone in thinking that Mary is the most beautiful girl in his class.
- Tom, Mary'nin sınıfında en güzel kız olduğunu düşünmede yalnız değil.
- I wish to see you alone.
- Seni yalnız görmek istiyorum.
- I will speak to her alone.
- Onunla yalnız konuşacağım.
- Tom said that Mary was probably still alone.
- Tom, Mary'nin muhtemelen hâlâ yalnız olduğunu söyledi.
- I need to speak with Tom alone.
- Tom'la yalnız konuşmalıyım.
- I wanted to let you know you weren't alone.
- Yalnız olmadığını bilmeni istedim.
- He isn't alone anymore.
- O artık yalnız değil.
- Tom is sitting alone in the waiting room.
- Tom bekleme odasında yalnız oturuyor.
- Do you like to stay alone?
- Yalnız kalmayı sever misin?
- I prefer to eat alone.
- Yalnız yemeyi tercih ederim.
- I need to get them alone.
- Onları yalnız yakalamalıyım.
- May I speak to you alone?
- Seninle yalnız konuşabilir miyim?
- Don't go there alone.
- Oraya yalnız gitme.
- Aren't you alone right now?
- Şu anda yalnız değil misin?
- Tom said Mary isn't alone.
- Tom Mary'nin yalnız olmadığını söyledi.
- Tom sat alone at a table near the window.
- Tom pencerenin yanındaki masada yalnız oturdu.
- I wasn't home alone.
- Evde yalnız değildim.
- Tom warned Mary not to go out at night alone.
- Tom, Mary'yi gece yalnız dışarı çıkmaması için uyardı.
- I live here alone.
- Burada yalnız yaşıyorum.
- How old must a child be to be able to stay at home alone?
- Bir çocuğun evde yalnız kalabilmesi için kaç yaşında olması gerekir?
- Can I talk to him alone?
- Onunla yalnız konuşabilir miyim?
- You were never alone.
- Sen hiç yalnız olmadın.
- I prefer to go alone.
- Yalnız gitmeyi tercih ederim.
- Tom, can I speak to you alone, please?
- Tom, seninle yalnız konuşabilir miyim, lütfen?
- Tom isn't alone in this.
- Tom bu konuda yalnız değil.
- They were alone in the library.
- Kütüphanede yalnızdılar.
- He lives alone.
- Yalnız yaşıyor.
- Can we talk alone?
- Yalnız konuşabilir miyiz?
- Did you come here alone?
- Buraya yalnız mı geldin?
- She lives alone.
- O yalnız yaşıyor.
- I trust we're all alone.
- Hepimizin yalnız olduğuna inanıyorum.
- Did you come here alone?
- Buraya yalnız geldin mi?
- I almost always do that alone.
- Onu neredeyse her zaman yalnız yapıyorum.
- Why are you here alone?
- Neden burada yalnızsın?
- She warned him not to go alone.
- Yalnız gitmemesi için onu uyardı.
- Could I talk to the two of you alone?
- Siz ikinizle yalnız konuşabilir miyim?
- Tom isn't alone.
- Tom yalnız değildir.
- Tom and Mary were completely alone.
- Tom ve Mary tamamen yalnızdılar.
- Don't walk alone after dark.
- Hava karardıktan sonra yalnız yürümeyin.
- Mary would often sit alone on the porch.
- Mary, genellikle sundurmada yalnız otururdu.
- I want you to do it alone.
- Bunu yalnız yapmanızı istiyorum.
- Tom warned Mary not to go there alone.
- Tom Mary'yi oraya yalnız gitmemesi için uyardı.
- Tom is sitting alone under that tree over there.
- Tom orada o ağacın altında yalnız oturuyor.
- I don't want you to go alone; this is final.
- Yalnız gitmeni istemiyorum; bu son kararım.
- Tom said Mary wasn't alone.
- Tom Mary'nin yalnız olmadığını söyledi.
- Why was Tom there alone?
- Tom neden orada yalnızdı?
- Tom usually eats his lunch alone.
- Tom genellikle öğle yemeğini yalnız yer.
- I suddenly feel very much alone.
- Birden kendimi çok yalnız hissettim.
- I'm not going alone.
- Yalnız gitmiyorum.
- That's why I told you not to go alone.
- Bu nedenle sana yalnız gitmemeni söylemiştim.
- You're not planning to go after Tom alone, are you?
- Tom'un peşinden yalnız gitmeyi planlamıyorsun, değil mi?
- She was alone in the house.
- O da evde yalnızdı.
- I'm sitting alone in my house.
- Evimde yalnız oturuyorum.
- I'm not doing it alone.
- Onu yalnız yapmıyorum.
- Tom didn't want to go there alone.
- Tom oraya yalnız gitmek istemedi.
- He was alone at the time.
- O sırada yalnızdı.
- You can't go in there alone.
- Oraya yalnız giremezsin.
- I plan to go there alone.
- Oraya yalnız gitmeyi planlıyorum.
- We are not alone in believing that he is not guilty.
- Kendisinin suçlu olmadığına inanmakta yalnız değiliz.
- Tom lives alone in a small cabin near a waterfall.
- Tom bir şelalenin yakınındaki küçük bir kulübede yalnız yaşıyor.
- The thought of her going alone left me uneasy.
- Yalnız gideceği düşüncesi beni huzursuz etti.
- I prefer to go alone.
- Ben yalnız gitmeyi tercih ederim.
- Tom lives alone in a small cabin in the woods.
- Tom ormanda küçük bir kulübede yalnız yaşıyor.
- Let me talk to him alone.
- Bırak onunla yalnız konuşayım.
- You must do this alone.
- Bunu yalnız yapmalısın.
- She likes walking alone.
- O yalnız yürümeyi sever.
- We're alone here.
- Burada yalnızız.
- I know I'm not alone.
- Yalnız olmadığımı biliyorum.
- I prefer to do it alone.
- Yalnız yapmayı tercih ederim.
- I don't know why Tom wanted to be alone.
- Tom'un neden yalnız olmak istediğini bilmiyorum.
- I didn't go alone.
- Yalnız gitmedim.
- I'd feel better if you weren't going there alone.
- Oraya yalnız gitmiyorsan daha iyi hissederim.
- Tom isn't alone in this opinion.
- Tom bu görüşte yalnız değil.
- I'd like to talk to him alone.
- Onunla yalnız konuşmak istiyorum.
- I'm afraid to go there alone.
- Oraya yalnız gitmekten korkuyorum.
- Tom lives alone.
- Tom yalnız yaşamaktadır.
- I need to speak with her alone.
- Onunla yalnız konuşmalıyım.
- Tom and Mary were alone in the park.
- Tom ve Mary parkta yalnızdılar.
- He lives alone in the woods.
- Ormanda yalnız yaşıyor.
- Tom plans to go alone.
- Tom yalnız gitmeyi planlıyor.
- He lived there completely alone.
- O orada tamamen yalnız yaşıyordu.
- Tom often eats lunch alone.
- Tom genellikle öğle yemeğini yalnız yer.
- Tom saw Mary sitting alone at her desk.
- Tom Mary'nin sırasında yalnız oturduğunu gördü.
- I hope we're all alone.
- Hepimizin yalnız olduğunu umuyorum.
- I'm not letting you go alone.
- Yalnız gitmene izin vermeyeceğim.
- I need a few minutes alone.
- Birkaç dakika yalnız kalmam gerekiyor.
- Then you were alone, right?
- O zaman yalnızdın, değil mi?
- Laugh and the world laughs with you; cry, and you cry alone.
- Gülün ve dünya da sizinle birlikte gülsün; ama ağlarsanız yalnız ağlarsınız.
- I've been alone for a long time.
- Uzun zamandır yalnızım.
- I'd like to speak with Tom alone.
- Tom'la yalnız konuşmak istiyorum.
- Sami doesn't want to do this alone.
- Sami bunu yalnız yapmak istemiyor.
- Greece is not alone!
- Yunanistan yalnız değildir!
- Tom hates eating alone.
- Tom yalnız yemekten nefret eder.
- I stay home alone while my parents are at work.
- Ailem işteyken evde yalnız kalırım.
- You don't have to face it alone.
- Onunla yalnız yüzleşmek zorunda değilsin.
- I need to speak with you alone.
- Seninle yalnız konuşmam gerekiyor.
- I need to speak to him alone.
- Onunla yalnız konuşmalıyım.
- Sami spent Ramadan alone.
- Sami ramazanı yalnız geçirdi.
- Tom and Mary were alone in the park.
- Tom ve Mary parkta yalnızdı.
- We aren't alone.
- Biz yalnız değiliz.
- I want to speak to them alone.
- Onlarla yalnız konuşmak istiyorum.
- I felt pretty alone.
- Oldukça yalnız hissettim.
- I was perfectly happy being all alone.
- Ben yalnız olmaktan tamamen mutluydum.
- I want to speak to you alone.
- Seninle yalnız konuşmak istiyorum.
- Tom and Mary are now completely alone.
- Tom ve Mary şimdi tamamen yalnızlar.
- Tom doesn't want to be alone.
- Tom yalnız olmak istemiyor.
- I wonder if we're alone in the universe.
- Evrende yalnız olup olmadığımızı merak ediyorum.
- Maybe we really are alone.
- Belki de gerçekten yalnızızdır.
- May I speak with you alone, Tom?
- Seninle yalnız konuşabilir miyim, Tom?
- I'd like a moment alone with Tom.
- Tom'la biraz yalnız kalmak istiyorum.
- Tom told me he wasn't alone.
- Tom bana yalnız olmadığını söyledi.
- Tom is home alone.
- Tom evde yalnız.
- I'm surprised Tom let Mary go out alone.
- Tom'un Mary'nin dışarı yalnız gitmesine izin vermesine şaşırdım.
- I couldn't have made it alone.
- Bunu yalnız yapamazdım.
- Tom planned on staying at home alone.
- Tom evde yalnız kalmayı planladı.
- I can't do this work alone.
- Bu işi yalnız yapamam.
- Tom often drinks alone.
- Tom genellikle yalnız içer.
- Her father didn't allow her to go to movies alone.
- Babası sinemaya yalnız gitmesine izin vermiyordu.
- Do you usually travel alone?
- Genellikle yalnız mı yolculuk edersin?
- Can I talk to them alone?
- Onlarla yalnız konuşabilir miyim?
- Tom walked alone.
- Tom yalnız yürüyordu.
- Tom is too young to go there alone.
- Tom oraya yalnız gitmek için çok genç.
- I'll speak to her alone.
- Onunla yalnız konuşacağım.
- I'll do that alone.
- Bunu yalnız yapacağım.
- Tom worked on the job alone.
- Tom işte yalnız çalıştı.
- She was alone most of the time.
- Çoğu zaman yalnızdı.
- Why don't you go alone?
- Neden yalnız gitmiyorsun?
- If you don't mind, I'd like to talk to Tom alone.
- Eğer sakıncası yoksa, Tom'la yalnız konuşmak istiyorum.
- I'm not letting you go alone.
- Yalnız gitmene izin vermiyorum.
- You live here alone, don't you?
- Burada yalnız yaşıyorsun, değil mi?
- They are alone.
- Yalnızlar.
- They're alone over there.
- Orada yalnızlar.
- Fadil saw Dania walking alone.
- Fadıl, Dania'yı yalnız yürürken gördü.
- I need to speak with them alone.
- Onlarla yalnız konuşmam gerekiyor.
- At least I wasn't alone.
- En azından yalnız değildim.
- You have to go alone.
- Yalnız gitmelisin.
- As soon as Tom got Mary alone, he told her the bad news.
- Tom, Mary'yi yalnız bırakır bırakmaz ona kötü haberi verdi.
- Don't you usually travel alone?
- Sen genellikle yalnız yolculuk etmiyor musun?
- I'd really rather go alone.
- Gerçekten yalnız gitmeyi tercih ederim.
- Do you two want to be alone?
- Siz ikiniz yalnız olmak istiyor musunuz?
- At the end of his life, Hokusai lived in misery, alone with his daughter, and worked until his death.
- Hayatının sonunda Hokusai sefalet içinde, kızıyla yalnız yaşadı ve ölene kadar çalıştı.
- You should have told me that you wanted me to come alone.
- Yalnız gelmemi istediğini bana söylemeliydin.
- I assumed I'd go alone.
- Yalnız gideceğimi sanmıştım.
- Tom went to Boston alone.
- Tom Boston'a yalnız gitti.
- Tom won't go alone.
- Tom yalnız gitmeyecek.
- We were looking forward to spending an evening at home alone.
- Evde yalnız bir akşam geçirmeyi dört gözle bekliyorduk.
- It isn't safe to walk alone at night.
- Gece yalnız yürümek güvenli değildir.
- Tom had to go there alone.
- Tom oraya yalnız gitmek zorundaydı.
- I don't want to spend the rest of my life alone.
- Hayatımın geri kalanını yalnız geçirmek istemiyorum.
- It was too difficult for Jane to go to school alone.
- Jane için okula yalnız gitmek çok zordu.
- Why would I want to go there alone?
- Neden oraya yalnız gitmek isteyeyim ki?
- Tom said Mary wasn't alone.
- Tom, Mary'nin yalnız olmadığını söyledi.
- Mary lives alone except for her cat.
- Mary, kedisi dışında yalnız yaşıyor.
- Tom said that he wanted to be alone and then he went upstairs to his bedroom.
- Tom yalnız olmak istediğini söyledi ve sonra üst kata odasına gitti.
- I'm never alone, unless I choose to be.
- İstemediğim sürece asla yalnız değilim.
- I've been alone all my life.
- Bütün hayatım boyunca yalnızdım.
- He ordered me to go alone.
- Bana yalnız gitmemi emretti.
- He lived there completely alone.
- Orada tamamen yalnız yaşıyordu.
- Tom and Mary weren't alone anymore.
- Tom ve Mary artık yalnız değillerdi.
- Tom and I want to talk to Mary alone for a few minutes.
- Tom ve ben Mary ile birkaç dakika yalnız konuşmak istiyoruz.
- He lives alone.
- O yalnız yaşıyor.
- I want you to do it alone.
- Onu yalnız yapmanı istiyorum.
- Mary lives alone except for her cat.
- Mary kedisi dışında yalnız yaşıyor.
- May I speak to you alone?
- Sizinle yalnız konuşabilir miyim?
- Mary lives alone with her cat.
- Mary kedisiyle yalnız yaşıyor.
- She was alone there.
- Orada yalnızdı.
- I didn't want to do that alone.
- Bunu yalnız yapmak istemedim.
- Tom often goes shopping alone.
- Tom sık sık alışverişe yalnız gider.
- I want Tom to sit there alone.
- Tom'un orada yalnız kalmasını istiyorum.
- That's why I told you that you shouldn't go alone.
- Yalnız gitmemen gerektiğini söylememin nedeni buydu.
- She isn't alone anymore.
- Artık yalnız değil.
- I'd like some time alone, please.
- Biraz yalnız kalmak istiyorum, lütfen.
- Mary was sitting on the couch alone.
- Mary kanepede yalnız oturuyordu.
- Tom realized he wasn't alone.
- Tom yalnız olmadığını fark etti.
- She lives alone in a house of enormous dimensions.
- Devasa boyutlardaki bir evde yalnız yaşıyor.
- He isn't alone anymore.
- O, artık yalnız değildir.
- Why do I have to do this alone?
- Neden bunu yalnız yapmak zorundayım?
- Why are you alone?
- Niçin yalnızsın?
- Tom has always been alone.
- Tom her zaman yalnızdı.
- Can we have a moment alone?
- Biraz yalnız kalabilir miyiz?
- Tom, I feel very alone tonight.
- Tom, bu gece çok yalnız hissediyorum.
- Tom wonders why Mary came here alone.
- Tom, Mary'nin buraya neden yalnız geldiğini merak eder.
- Do you want to be left alone?
- Yalnız mı kalmak istiyorsun?
- You're too young to go there alone, aren't you?
- Oraya yalnız gitmek için çok gençsin, değil mi?
- I won't let you go alone.
- Yalnız gitmenize izin vermeyeceğim.
- I don't want to go there alone.
- Oraya yalnız gitmek istemiyorum.
- Did Tom go alone?
- Tom yalnız mı gitti?
- To go faster you'd better go alone, to go further you'd better go with someone.
- Daha hızlı gitmek için yalnız gitmelisin, daha uzağa gitmek için biriyle gitmelisin.
- I've been alone so long.
- Çok uzun zamandır yalnızım.
- Do you two want to be alone?
- İkiniz yalnız mı kalmak istiyorsunuz?
- I liked walking alone on the deserted beach.
- Terk edilmiş sahilde yalnız yürümekten hoşlanıyordum.
- I work faster alone.
- Yalnızken daha hızlı çalışırım.
- I'm getting used to eating alone.
- Yalnız yemek yemeye alışıyorum.
- Can I talk to you alone for a second?
- Sizinle bir saniye yalnız konuşabilir miyim?
- Tom didn't want to be alone on Valentine's Day.
- Tom sevgililer gününde yalnız olmak istemiyordu.
- I don't want to go alone.
- Yalnız gitmek istemiyorum.
- I prefer to do it alone.
- Ben onu yalnız yapmayı tercih ederim.
- I spent the whole week alone, and I longed for conversation.
- Bütün haftayı yalnız geçirdim ve konuşmaya hasret kaldım.
- I want to talk to him alone.
- Onunla yalnız konuşmak istiyorum.
- Tom thought Mary wasn't alone.
- Tom, Mary'nin yalnız olmadığını düşündü.
- I want you to do it alone.
- Bunu yalnız yapmanı istiyorum.
- I need some time alone.
- Biraz yalnız kalmaya ihtiyacım var.
- Do you think Tom was alone?
- Sence Tom yalnız mıydı?
- We found Tom alone at the camp.
- Tom'u kampta yalnız bulduk.
- Tom is probably not alone.
- Tom muhtemelen yalnız değil.
- They were alone in the dark.
- Karanlıkta yalnızdılar.
- Tom insists I come alone.
- Tom yalnız gelmem konusunda ısrar ediyor.
- We aren't alone.
- Yalnız da değiliz.
- You're going to have to go alone.
- Yalnız gitmek zorundasın.
- I have to go alone.
- Yalnız gitmek zorundayım.
- I think it would be better if I went alone.
- Sanırım yalnız gitsem daha iyi olur.
- Tom said Mary is probably still alone.
- Tom Mary'nin muhtemelen hâlâ yalnız olduğunu söyledi.
- Tom isn't alone.
- Tom yalnız değil.
- Tom is afraid to go out alone at night.
- Tom gece yalnız çıkmaya korkuyor.
- Why are you alone?
- Neden yalnızsın?
- I'm afraid when I'm alone in the house.
- Evde yalnız olduğum zaman korkuyorum.
- Tom told me not to go there alone.
- Tom oraya yalnız gitmememi söyledi.
- Are you traveling alone?
- Yalnız mı seyahat ediyorsun?
- I was alone in the classroom.
- Sınıfta yalnızdım.
- He ordered me to go alone.
- O benim yalnız gitmemi emretti.
- She likes to walk alone.
- O yalnız yürümeyi sever.
- I'm not going to let you spend your birthday alone.
- Doğum gününü yalnız geçirmene müsaade etmeyeceğim.
- I don't want to walk home alone.
- Eve yalnız yürümek istemiyorum.
- Sami was home alone.
- Sami evde yalnızdı.
- I must speak with you alone.
- Seninle yalnız konuşmalıyım.
- I was home alone.
- Evde yalnızdım.
- I won't stay here alone.
- Burada yalnız kalmayacağım.
- We are alone in believing that she is a beautiful woman.
- Onun güzel bir kadın olduğuna inanmakta yalnızız.
- Sami never walked alone.
- Sami asla yalnız yürümezdi.
- They aren't alone.
- Yalnız değiller.
- Why am I alone?
- Neden yalnızım?
- Tom wanted some time alone.
- Tom biraz yalnız kalmak istedi.
- Never go anywhere alone.
- Asla yalnız bir yere gitme.
- I don't want to be alone.
- Yalnız olmak istemem.
- I don't go to the movies alone because I like to talk to someone about the movie afterwards.
- Sinemaya yalnız gitmem çünkü filmden sonra biriyle film hakkında konuşmak isterim.
- Tom didn't want to do it alone.
- Tom bunu yalnız yapmak istemedi.
- I used to feel safe walking alone at night.
- Geceleri yalnız yürürken kendimi güvende hissederdim.
- He is alone.
- O yalnızdır.
- Tom was sitting alone in his apartment.
- Tom dairesinde yalnız oturuyordu.
- The hero is male and white, he comes alone, he doesn't have a family, he never speaks of his family, and his mother died.
- Kahraman erkek ve beyaz, yalnız geliyor, ailesi yok, ailesinden hiç söz etmiyor ve annesi ölmüş.
- I came here alone.
- Ben buraya yalnız geldim.
- We're now alone.
- Şimdi yalnızız.
- As soon as Tom got Mary alone, he started kissing her.
- Tom Mary'yi yalnız bulur bulmaz, onu öpmeye başladı.
- I trust we're all alone.
- Hepimiz yalnız olduğumuza inanıyoruz.
- Tom shouldn't go there alone.
- Tom oraya yalnız gitmemeli.
- I need to talk to Tom alone.
- Tom'la yalnız konuşmalıyım.
- Tom sat alone on a rock.
- Tom kayanın üstüne yalnız oturdu.
- Dan warned Linda about walking alone at night.
- Dan, Linda'yı gece yalnız yürümemesi konusunda uyardı.
- Tom lives alone with his parents.
- Tom ailesiyle yalnız yaşıyor.
- You aren't safe walking alone around here.
- Buralarda yalnız yürümek güvenli değil.
- Even though I didn't want to drink alone, I did.
- Yalnız içmek istemememe rağmen içtim.
- Could I talk to the two of you alone?
- İkinizle yalnız konuşabilir miyim?
- They're not alone.
- Yalnız değiller.
- I'll come alone.
- Yalnız geleceğim.
- Aren't you afraid alone at night here?
- Geceleri burada yalnız kalmaktan korkmuyor musun?
- Left alone, I sometimes feel like crying.
- Yalnız kalınca bazen ağlamak istiyorum.
- I can't let her go alone.
- Onun yalnız gitmesine izin veremem.
- I'm so alone.
- Çok yalnızım.
- Dare he go alone?
- Yalnız gitmeye cesaret edebilir mi?
- You weren't alone.
- Yalnız değildiniz.
- I left my gold fish alone and without food for too long and it eventually died!
- Altın balığımı çok uzun süre yalnız ve yemsiz bıraktım ve sonunda öldü!
- I felt alone in the bar.
- Kendimi barda yalnız hissettim.
- I was alone in the elevator.
- Asansörde yalnızdım.
- Tom is alone in his apartment.
- Tom dairesinde yalnız.
- We're going there alone.
- Oraya yalnız gidiyoruz.
- We were hoping for some time alone together.
- Birlikte biraz yalnız zaman geçirmeyi umuyorduk.
- I'm not telling you to go alone.
- Sana yalnız git demiyorum.
- I really want to spend some time alone with Tom.
- Tom'la gerçekten biraz yalnız kalmak istiyorum.
- I can't let you go alone.
- Yalnız gitmenize izin veremem.
- There's no way I'm letting you spend your birthday alone.
- Doğum gününü yalnız geçirmene izin vermemin imkanı yok.
- Tom is going to have to go alone.
- Tom yalnız gitmek zorunda kalacak.
- I hope we're all alone.
- Umarım hepimiz yalnızızdır.
- Tom saw Mary return home alone.
- Tom, Mary'nin eve yalnız döndüğünü gördü.
- He made up his mind to go there alone.
- Oraya yalnız gitmeye karar verdi.
- I'm better off alone.
- Yalnız daha iyiyim.
- Did you stay home alone?
- Evde yalnız mı kaldın?
- Layla didn't want to die alone.
- Leyla yalnız ölmek istemedi.
- Tom waited alone in the hallway.
- Tom koridorda yalnız bekledi.
- You aren't alone anymore, are you?
- Artık yalnız değilsin, değil mi?
- Sami can stay home alone.
- Sami evde yalnız kalabilir.
- My father doesn't allow me to go to the movies alone.
- Babam sinemaya yalnız gitmeme izin vermiyor.
- Tom and Mary weren't alone.
- Tom ve Mary yalnız değildi.
- They're not alone.
- Onlar yalnız değil.
- His mother will not consent to his going there alone.
- Annesi onun oraya yalnız gitmesine izin vermeyecek.
- I want to spend more time alone with you.
- Seninle daha fazla yalnız zaman geçirmek istiyorum.
- I wonder if I might have a moment alone with Tom.
- Acaba Tom'la yalnız bir an geçirebilir miyim?
- I never drink alone.
- Asla yalnız içmem.
- He was alone there.
- Orada yalnızdı.
- He knows better than to go there alone.
- Oraya yalnız gitmemesi gerektiğini biliyordu.
- Let me talk to Tom alone, OK?
- Tom'la yalnız konuşmama izin ver, tamam mı?
- I think it's dangerous to walk alone at night.
- Bence geceleri yalnız yürümek tehlikeli.
- There are seven billion people in the world, and yet I am nonetheless alone.
- Düanyada yedi milyar insan var ama ben yine de yalnızım.
- I'd like to talk to Tom alone.
- Tom'la yalnız konuşmak isterim.
- I have to do this alone.
- Bunu yalnız yapmalıyım.
- This is something you need to do alone.
- Bu yalnız yapman gereken bir şey.
- Tom never goes out in his canoe alone.
- Tom kanosuyla asla yalnız çıkmaz.
- It's because you don't want to be alone.
- Çünkü yalnız olmak istemiyorsun.
- I can walk alone.
- Yalnız yürüyebilirim.
- I'm not letting you do this alone.
- Bunu yalnız yapmana izin vermiyorum.
- It's not safe for you to walk home alone.
- Eve yalnız yürümek senin için güvenli değil.
- I need to talk to you alone.
- Seninle yalnız konuşmalıyım.
- I'd like to talk to her alone.
- Onunla yalnız konuşmak istiyorum.
- Why is Tom alone?
- Tom niye yalnız?
- Tom doesn't like walking alone at night.
- Tom geceleri yalnız yürümekten hoşlanmaz.
- My dad doesn't let me go to the cinema alone.
- Babam sinemaya yalnız gitmeme izin vermez.
- When I'm home alone, the house is too quiet.
- Evde yalnız olduğumda, ev çok sessiz.
- Saudi women are not permitted to leave their country alone.
- Suudi kadınların ülkelerinden yalnız ayrılmalarına izin verilmiyor.
- Mary is alone in the forest.
- Mary ormanda yalnız.
- The fact is that his father lives alone in New York because of work.
- Gerçek şu ki, babası işi yüzünden New York'ta yalnız yaşıyor.
- I wasn't alone then.
- O zaman yalnız değildim.
- Tom didn't go alone.
- Tom yalnız gitmedi.
- I would rather go to the movie alone than have Bob come with me.
- Bob'un benimle gelmesindense, sinemaya yalnız gitmeyi tercih ederim.
- I felt alone.
- Yalnız hissettim.
- Tom was sitting alone in the dark waiting for Mary.
- Tom Mary'yi beklerken karanlıkta yalnız oturuyordu.
- Aren't you alone now?
- Şimdi yalnız değil misin?
- Layla spent a long night alone.
- Layla uzun bir geceyi yalnız geçirdi.
- I had never felt more alone than at that time.
- Hiç o zaman hissettiğimden daha yalnız hissetmemiştim.
- I really don't want to be alone tonight.
- Ben gerçekten bu gece yalnız olmak istemiyorum.
- Tom lives alone with his dog.
- Tom köpeğiyle yalnız yaşıyor.
- Tom didn't want to go there alone.
- Tom oraya yalnız gitmek istemiyordu.
- Tom was alone on the park bench.
- Tom parktaki bankta yalnızdı.
- I want to speak to her alone.
- Onunla yalnız konuşmak istiyorum.
- I can't stay here alone.
- Burada yalnız kalamam.
- You're not going to make me drink alone, are you?
- Beni yalnız içmeye zorlamayacaksın, değil mi?
- I want to speak to him alone.
- Onunla yalnız konuşmak istiyorum.
- I'm unable to function alone.
- Ben yalnız çalışamam.
- Please tell me you're not going there alone.
- Lütfen bana oraya yalnız gitmediğini söyle.
- Tom didn't seem to be alone.
- Tom yalnız görünmüyordu.
- She lives in an apartment alone.
- O, bir apartmanda yalnız yaşar.
- Emily stays at home alone when her parents are in the factory.
- Ailesi fabrikadayken Emily evde yalnız kalıyor.
- I want Tom to do it alone.
- Tom'un bunu yalnız yapmasını istiyorum.
- I want to talk with them alone.
- Onlarla yalnız konuşmak istiyorum.
- Sami liked to go out alone.
- Sami dışarı yalnız çıkmaktan hoşlanıyordu.
- Tom plans to go there alone.
- Tom oraya yalnız gitmeyi planlıyor.
- He lives there alone.
- Orada yalnız yaşıyor.
- Tom was home alone.
- Tom evde yalnızdı.
- He knows better than to go there alone.
- Oraya yalnız gitmeyecek kadar akıllıdır.
- My brother insisted on going alone.
- Kardeşim yalnız gitmek için ısrar etti.
- I don't think I can do this alone.
- Bunu yalnız yapabileceğimi sanmıyorum.
- Yumi went there alone.
- Yumi oraya yalnız gitti.
- We are not alone.
- Biz yalnız değiliz.
- My father told me I couldn't go abroad alone.
- Babam bana yurtdışına yalnız gidemeyeceğimi söyledi.
- Tom was sitting on the couch alone.
- Tom kanepede yalnız oturuyordu.
- It sounds like you want to be alone.
- Yalnız olmak istiyorsun gibi görünüyor.
- Tom is alone with Mary.
- Tom Mary ile yalnız.
- The old man lives alone.
- Yaşlı adam yalnız yaşıyor.
- His mother will not consent to his going there alone.
- Annesi oraya yalnız gitmesine izin vermiyor.
- Tom is all alone, isn't he?
- Tom tamamen yalnız, değil mi?
- Tom told Mary not to swim alone.
- Tom Mary'ye yalnız yüzmemesini söyledi.
- I can't let you go in there alone.
- Oraya yalnız gitmene izin veremem.
- Users of Tatoeba shouldn't feel alone and desperate.
- Tatoeba kullanıcıları kendilerini yalnız ve çaresiz hissetmemeliler.
- Tom, can I have a moment with you alone?
- Tom, seninle biraz yalnız kalabilir miyim?
- I hate to eat alone.
- Yalnız yemekten nefret ederim.
- Sami spent Ramadan alone.
- Sami Ramazan'ı yalnız geçirdi.
- Tom and Mary were alone in the cave.
- Tom ve Mary mağarada yalnızdılar.
- I found myself alone again.
- Kendimi tekrar yalnız buldum.
- The two of us are finally alone.
- Sonunda ikimiz yalnız kaldık.
- I want to speak to Tom alone.
- Ben Tom'la yalnız konuşmak istiyorum.
- I think it's dangerous to climb that mountain alone.
- O dağa yalnız tırmanmanın tehlikeli olduğunu düşünüyorum.
- I would hate to find myself alone with Tom.
- Kendimi Tom'la yalnız bulmaktan nefret ediyorum.
- Tom insists on seeing you alone.
- Tom seni yalnız görmekte ısrar ediyor.
- Tom seems to prefer spending most of his time alone.
- Tom zamanının çoğunu yalnız geçirmeyi tercih ediyor gibi görünüyor.
- Sami is alone.
- Sami yalnız.
- Tom said he's not alone.
- Tom yalnız olmadığını söyledi.
- Could I talk to you alone for a second?
- Seninle bir saniye yalnız konuşabilir miyim?
- Do I need to meet with Tom alone?
- Tom'la yalnız mı görüşmem gerekiyor?
- Please tell me you're not going there alone.
- Lütfen oraya yalnız gitmeyeceğini söyle.
- Maybe I should spend a few minutes with Tom alone.
- Belki de Tom'la birkaç dakika yalnız kalmalıyım.
- Sami was never alone with Layla.
- Sami, Layla ile hiç yalnız kalmadı.
- Tom and Mary said they knew they should do that alone.
- Tom ve Mary onu yalnız yapmaları gerektiğini bildiklerini söylediler.
- I'd like to talk to the doctor alone for a moment.
- Doktorla biraz yalnız konuşmak istiyorum.
- You oughtn't to go out with the little boy remaining alone.
- Yalnız kalan küçük çocukla dışarı çıkmamalısınız.
- Tom thought it would be dangerous for Mary to go alone.
- Tom, Mary'nin yalnız gitmesinin tehlikeli olacağını düşündü.
- I need to talk to her alone.
- Onunla yalnız konuşmalıyım.
- Tom is there alone.
- Tom orada yalnız.
- That's why I'm telling you not to go alone.
- Bu yüzden sana yalnız gitmemeni söylüyorum.
- Pinocchio, although alone, defended himself bravely.
- Pinokyo, yalnız olmasına rağmen, kendini cesurca savundu.
- I'm sitting home alone.
- Evde yalnız oturuyorum.
- I want to talk with her alone.
- Onunla yalnız konuşmak istiyorum.
- I need to talk to her alone.
- Onunla yalnız konuşmam gerek.
- Don't let Tom do it alone.
- Tom'un bunu yalnız yapmasına izin verme.
- I stand a better chance alone.
- Yalnız daha çok şansım var.
- Tom looks like he's alone.
- Tom yalnız gibi görünüyor.
- I don't want to go back alone.
- Yalnız dönmek istemiyorum.
- Tom and Mary didn't do that alone.
- Tom ve Mary bunu yalnız yapmadılar.
- Tom and Mary were finally alone.
- Tom ve Mary sonunda yalnız kalmışlardı.
- Give me a couple of minutes alone with Tom.
- Tom'la beni birkaç dakika yalnız bırakın.
- Unfortunately, Tom wasn't alone.
- Ne yazık ki Tom yalnız değildi.
- I wonder if we're alone in the universe.
- Acaba evrende yalnız mıyız?
- My grandmother is in sound health and lives alone.
- Büyükannemin sağlığı yerinde ve yalnız yaşıyor.
- Is Tom alone?
- Tom yalnız mı?
- Tom is alone in his car.
- Tom arabasında yalnız.
- Tom said he felt alone.
- Tom yalnız hissettiğini söyledi.
- I didn't do it alone.
- Ben bunu yalnız yapmadım.
- I'll speak with him alone.
- Onunla yalnız konuşacağım.
- You don't really want me to go there alone, do you?
- Oraya yalnız gitmemi gerçekten istemiyorsun, değil mi?
- They suggested to him that he go alone.
- Ona yalnız gitmesini önerdiler.
- I wonder if Tom is still alone.
- Acaba Tom hala yalnız mı?
- Do you think Tom is still alone?
- Sence Tom hâlâ yalnız mı?
- You're all alone.
- Hepiniz yalnızsınız.
- I work faster alone.
- Yalnız daha hızlı çalışırım.
- She felt quite alone.
- O kendini oldukça yalnız hissediyordu.
- He was alone there.
- O orada yalnızdı.
- A misfortune never comes alone.
- Bir talihsizlik asla yalnız gelmez.
- Was Tom working alone?
- Tom yalnız mı çalışıyordu?
- I thought Tom was alone.
- Tom'u yalnızdır diye düşünmüştüm.
- I hardly ever go shopping alone.
- Neredeyse hiç yalnız alışverişe gitmem.
- Tom didn't die alone.
- Tom yalnız ölmedi.
- Tom and Mary were finally alone.
- Tom ve Mary en sonunda yalnız kalmışlardı.
- I must go alone.
- Yalnız gitmeliyim.
- Let me go alone.
- Ben yalnız gideyim.
- She advised him to go there alone, but he didn't think that was good advice.
- Oraya yalnız gitmesini tavsiye etti ama o bunun iyi bir tavsiye olmadığını düşündü.
- Don't walk home alone.
- Eve yalnız gitme.
- I felt all alone.
- Kendimi tamamen yalnız hissettim.
- Tom spent the night alone in the woods.
- Tom geceyi ormanda yalnız geçirdi.
- She lives alone.
- Yalnız yaşıyor.
- I seldom do that alone.
- Onu nadiren yalnız yaparım.
- We're now alone.
- Artık yalnızız.
- I'd rather stay home than go alone.
- Yalnız gitmektense evde kalmayı tercih ederim.
- I sometimes do that alone.
- Onu bazen yalnız yaparım.
- He celebrated New Year's Eve alone.
- Yılbaşı gecesini yalnız kutladı.
- I'm afraid to go there alone.
- Oraya yalnız gitmeye korkuyorum.
- I'm all alone.
- Tamamen yalnızım.
- I'm travelling alone.
- Yalnız geziyorum.
- That's why I'm telling you not to go alone.
- Sana bu nedenle yalnız gitmemeni söylüyorum.
- You're not all alone.
- Yalnız değilsin.
- All of a sudden, Mary and I were alone.
- Aniden, Mary ve ben yalnızdık.
- I need to speak to her alone.
- Onunla yalnız konuşmam gerekiyor.
- She came alone.
- Yalnız geldi.
- Sami spends much of the day alone in the house.
- Sami günün çoğunu evde yalnız geçirir.
- I'll speak to them alone.
- Onlarla yalnız konuşacağım.
- I can't let him go alone.
- Yalnız gitmesine izin veremem.
- We were alone.
- Yalnızdık.
- I'll just go alone.
- Sadece yalnız gideceğim.
- I will speak to him alone.
- Onunla yalnız konuşacağım.
- I'm never alone, unless I choose to be.
- Ben olmayı seçmediğim sürece asla yalnız değilim.
- I eat alone.
- Yalnız yemek yerim.
- Tom didn't have to go there alone.
- Tom'un oraya yalnız gitmesine gerek yoktu.
- Let me talk to her alone, OK?
- Onunla yalnız konuşayım, tamam mı?
- You spend too much time alone.
- Yalnız çok fazla zaman geçiriyorsun.
- I want them to do it alone.
- Onların onu yalnız yapmasını istiyorum.
- I doubt that Tom is still alone.
- Tom'un hâlâ yalnız olduğundan şüpheliyim.
- I don't want to sit alone in the dark.
- Karanlığın içinde yalnız oturmak istemiyorum.
- Tom needs some alone time.
- Tom'un biraz yalnız kalmaya ihtiyacı var.
- These are decisions I want to make alone.
- Bunlar yalnız vermek istediğim kararlar.
- I finally found a place where we can be alone.
- Sonunda yalnız olabileceğimiz bir yer buldum.
- Dan warned Linda about walking alone at night.
- Dan gece yalnız yürüme hakkında Linda'yı uyardı.
- I never drink alone.
- Asla yalnız içki içmem.
- I hope you're not alone.
- Sen yalnız değilsindir umarım.
- Greece is not alone!
- Yunanistan yalnız değil!
Show More (1262)
|
2 |
alone |
tek başına |
adv., adj. |
|
- It is the European Parliament that, alone, possesses the power to integrate Europe.
- Avrupa'yı bütünleştirme gücüne tek başına sahip olan Avrupa Parlamentosudur.
- The country's domestic air traffic, in particular, can be managed very flexibly alone.
- Özellikle ülkenin iç hava trafiği tek başına çok esnek bir şekilde yönetilebilir.
- If necessary, we will go it alone; we hear them say.
- Gerekirse tek başımıza gideriz; dediklerini duyuyoruz.
- We have made it quite clear that an animal testing ban within the European Union alone is insufficient.
- Avrupa Birliği içerisinde hayvan deneylerinin yasaklanmasının tek başına yeterli olmadığını açıkça ifade ettik.
- This proposal alone defends the interests of consumers without doing away with European jobs on a massive scale.
- Bu teklif tek başına, Avrupa'daki istihdamı büyük ölçüde ortadan kaldırmadan tüketicilerin çıkarlarını savunmaktadır.
- However, we are all aware, once again, that farming cannot do it alone.
- Bununla birlikte hepimiz bir kez daha çiftçiliğin bunu tek başına yapamayacağının farkındayız.
- There is no doubt that they have to do that, but that alone will not secure peace.
- Bunu yapmak zorunda olduklarına şüphe yok, ancak bu tek başına barışı sağlamayacaktır.
- Moreover, that alone is not enough.
- Üstelik bu tek başına yeterli değildir.
- The vision of competition alone cannot prevail.
- Rekabet vizyonu tek başına üstün gelemez.
- EUR 230 million alone will certainly not suffice.
- 230 milyon Avro tek başına kesinlikle yeterli olmayacaktır.
- The EU cannot bear the responsibility for the entire world alone.
- AB tüm dünyanın sorumluluğunu tek başına taşıyamaz.
- Parliament alone has the privilege of coming to a decision on every single accession treaty.
- Parlamento tek başına her bir katılım anlaşması hakkında karar verme ayrıcalığına sahiptir.
- The most pressing world problems cannot, and should not, be solved by the United States alone.
- Dünyanın en acil sorunları tek başına Amerika Birleşik Devletleri tarafından çözülemez ve çözülmemelidir.
- Management alone cannot make important decisions.
- Yönetim tek başına önemli kararlar alamaz.
- We are a democratic group, in which decisions are never taken by the chairman acting alone.
- Biz, kararların asla başkanın tek başına hareket etmesiyle alınmadığı demokratik bir grubuz.
- Words alone may contribute little to the resolution of this conflict.
- Tek başına kelimeler bu çatışmanın çözümüne çok az katkıda bulunabilir.
- Parliament alone has the privilege of coming to a decision on every single accession treaty.
- Parlamento, her bir katılım anlaşması hakkında karar verme ayrıcalığına tek başına sahiptir.
- That alone speaks volumes about the true social content and nature of 'enlargement'.
- Tek başına bu bile 'genişlemenin' gerçek sosyal içeriği ve doğası hakkında çok şey anlatıyor.
- Furthermore, standards alone are never enough because standards can be broken.
- Ayrıca, standartlar asla tek başına yeterli değildir çünkü standartlar ihlal edilebilir.
- It has already been mentioned that the CARDS programme alone is not enough.
- CARDS programının tek başına yeterli olmadığı daha önce belirtilmişti.
- But that alone is not enough.
- Ancak bu tek başına yeterli değildir.
- Opposition alone and the self-centred defence of one's own territory cannot be sufficient.
- Tek başına muhalefet ve kendi bölgesinin ben merkezli savunması yeterli olamaz.
- We recognise that standing alone is of little benefit when international cooperation is increasing.
- Uluslararası işbirliği artarken tek başına ayakta kalmanın çok az fayda sağlayacağının farkındayız.
- That, rather than austerity alone, is the challenge that Europe faces.
- Avrupa'nın karşı karşıya olduğu zorluk, tek başına kemer sıkma politikalarından ziyade budur.
- But it is very clear that that alone will not be enough.
- Ancak bunun tek başına yeterli olmayacağı çok açıktır.
- That alone illustrates how sensitive this issue is.
- Bu bile tek başına bu konunun ne kadar hassas olduğunu göstermektedir.
- These and these alone can be dependent on the 75% criterion.
- Bunlar ve bunlar tek başına %75 kriterine bağlı olabilir.
- However, mastery of this technique alone is not enough to respond to the expectations of sick people.
- Ancak bu teknikte uzmanlaşmak hasta insanların beklentilerine cevap vermek için tek başına yeterli değildir.
- Bureaucracy alone will not promote equal treatment.
- Bürokrasi tek başına eşit muameleyi teşvik etmeyecektir.
- We recognise that standing alone is of little benefit when international cooperation is increasing.
- Uluslararası işbirliğinin arttığı bir dönemde tek başına ayakta kalmanın pek bir faydası olmadığının farkındayız.
- If Europe cannot decide, the United States will hopefully act alone.
- Avrupa karar veremezse, ABD'nin tek başına hareket edeceği umulmaktadır.
- Price alone can never be a complete measure of what is in the public interest, of what is the most advantageous offer.
- Fiyat hiçbir zaman tek başına kamu yararına olanın, en avantajlı teklifin ne olduğunun tam bir ölçüsü olamaz.
- GNP alone is inadequate as a criterion in determining eligible areas.
- Uygun alanların belirlenmesinde GSMH tek başına bir kriter olarak yetersizdir.
- Harm reduction alone is not a solution.
- Zarar azaltma tek başına bir çözüm değil.
- That alone would not be enough and would be of no benefit.
- Bu tek başına yeterli olmaz ve hiçbir fayda sağlamaz.
- Of course, the states must work together in this, for financial means alone will not overcome crises.
- Elbette devletler bu konuda birlikte çalışmalıdır, çünkü mali araçlar tek başına krizlerin üstesinden gelmeyecektir.
- This fact alone has a major impact on costs.
- Bu gerçek tek başına maliyetler üzerinde büyük bir etkiye sahiptir.
- Rather, it is the victim of these, which is why it should not be left to shoulder the burden alone.
- Aksine, bunların kurbanıdır ve bu nedenle yükü tek başına omuzlamak zorunda bırakılmamalıdır.
- I also wish to mention that the EU cannot shoulder this burden alone.
- Ayrıca AB'nin bu yükü tek başına omuzlayamayacağını da belirtmek isterim.
- The market alone will not manage successfully to solve this problem.
- Piyasa tek başına bu sorunu çözmeyi başaramayacaktır.
- Statistical indicators alone cannot justify terminating a cohesion policy for the current Member States.
- İstatistiki göstergeler tek başına mevcut Üye Devletler için bir uyum politikasının sona erdirilmesini haklı gösteremez.
- The third will be operations in which the European forces act alone.
- Üçüncüsü, Avrupa güçlerinin tek başına hareket ettiği operasyonlar olacaktır.
- A thousand people died per day, alone, abandoned.
- Günde bin kişi tek başına öldü, terk edildi.
- That alone is the reason and trademark law cannot after all be stronger than competition law.
- Bu tek başına bir sebeptir ve marka hukuku neticede rekabet hukukundan daha güçlü olamaz.
- Words alone, however, are not enough!
- Ancak kelimeler tek başına yeterli değildir!
- Controls alone are not sufficient.
- Kontroller tek başına yeterli değildir.
- That alone will serve the cause of human rights in the Middle East.
- Bu bile tek başına Orta Doğu'da insan hakları davasına hizmet edecektir.
- Will discussion alone suffice, I wonder?
- Tartışma tek başına yeterli olacak mı, merak ediyorum?
- Social campaigning alone will put a stop to the erring ways of an uncontrollable system.
- Tek başına sosyal kampanya, kontrol edilemeyen bir sistemin hatalı yollarını durduracaktır.
- We cannot do it alone; we need all our partners.
- Bunu tek başımıza yapamayız; tüm ortaklarımıza ihtiyacımız var.
- The load cannot be left to rest on one pillar alone.
- Yük tek başına bir sütunun üzerine bırakılamaz.
- The word alone gives rise to a whole range of discrepancies.
- Bu kelime tek başına bir dizi tutarsızlığa yol açmaktadır.
- That alone is difficult enough.
- Bu bile tek başına yeterince zor.
- Opposition alone and the self-centred defence of one's own territory cannot be sufficient.
- Tek başına muhalefet ve kişinin kendi bölgesini benmerkezci bir şekilde savunması yeterli olamaz.
- This fact alone has a major impact on costs.
- Bu gerçek bile tek başına maliyetler üzerinde önemli bir etkiye sahiptir.
- The EU cannot attend to this alone.
- AB bu konuyla tek başına ilgilenemez.
- That alone is the reason and trademark law cannot after all be stronger than competition law.
- Tek başına bu bile marka hukukunun rekabet hukukundan daha güçlü olamayacağını gösteriyor.
- But we alone should not bear the blame for the delay.
- Ancak gecikmenin sorumluluğunu tek başımıza üstlenmemeliyiz.
- In reply to your second question, as I said earlier, the European Union cannot solve this problem alone.
- İkinci sorunuza cevaben, daha önce de söylediğim gibi, Avrupa Birliği bu sorunu tek başına çözemez.
- That alone would signify 'back to square one' and, for us, new opportunities of obtaining an improved directive.
- Bu bile tek başına 'başa dönmek' ve bize daha iyi bir direktif elde etmek için yeni fırsatlar anlamına gelecektir.
- Of course, your efforts alone will not suffice and the Member States must not be left out of this process.
- Elbette tek başına sizin çabalarınız yeterli olmayacaktır ve Üye Devletler bu sürecin dışında bırakılmamalıdır.
- OLAF alone has investigated cases with a value of EUR 144 million this year.
- OLAF tek başına bu yıl 144 milyon Euro değerinde vakayı incelemiştir.
- It is not a question of having done nothing alone.
- Tek başına hiçbir şey yapmamış olmak söz konusu değil.
- There was no wind, and we must therefore conclude that wind alone does not solve the problem.
- Rüzgar yoktu ve bu nedenle rüzgarın tek başına sorunu çözmediği sonucuna varmalıyız.
- It is time we understood that humanitarian declarations alone are not enough.
- İnsani yardım beyanlarının tek başına yeterli olmadığını anlamamızın zamanı gelmiştir.
- It cannot simply be left to individual Member States to act alone.
- Tek başına hareket etmek Üye Devletlere bırakılamaz.
- That alone would signify 'back to square one' and, for us, new opportunities of obtaining an improved directive.
- Tek başına bu bile "başa dönmek" ve bize daha iyi bir yönerge elde etmek için yeni fırsatlar anlamına gelecektir.
- Of course marketing alone is not enough.
- Tabii ki pazarlama tek başına yeterli değil.
- I did all this alone while my husband was on the road.
- Bütün bunları kocam yoldayken tek başıma yaptım.
- Of course marketing alone is not enough.
- Elbette pazarlama tek başına yeterli değildir.
- Of course marketing alone is not enough.
- Tabii ki pazarlama tek başına yeterli değildir.
- Reason alone cannot achieve harmony between infinite truth and universal fact.
- Akıl tek başına, sınırsız gerçeklik ve evrensel gerçek arasındaki ahengi oluşturamaz.
- Reason alone cannot achieve harmony between infinite truth and universal fact.
- Sonsuz gerçek ile evrensel gerçek arasındaki uyumu tek başına akıl sağlayamaz.
- The three rules together are more powerful than any of them alone.
- Üç kural birlikte, tek başına hepsinden daha güçlüdür.
- Tom ate alone.
- Tom tek başına yedi.
- Tom eats alone in front of his computer.
- Tom bilgisayarının başında tek başına yemek yer.
- I liked walking alone on the deserted beach in the evening.
- Akşamları ıssız sahilde tek başıma yürümeyi severdim.
- I wonder if Tom is really alone.
- Tom gerçekten tek başına mı, merak ediyorum.
- I was waiting all alone.
- Tek başıma bekliyordum.
- I don't think I can do this alone.
- Bunu tek başıma yapabileceğimi sanmıyorum.
- Tom often goes shopping alone.
- Tom çoğunlukla tek başına alışverişe gider.
- I'm just saying you shouldn't go out alone at night.
- Sadece gece tek başınıza dışarı çıkmamanız gerektiğini söylüyorum.
- Tom needs some alone time.
- Tom'un biraz tek başına zaman geçirmesi lazım.
- Is it dangerous to take a subway alone?
- Bir metroya tek başına binmek tehlikeli mi?
- Sami spends Ramadan alone.
- Sami Ramazan'ı tek başına geçirdi.
- Tom is supposed to do that alone.
- Tom'un bunu tek başına yapması bekleniyor.
- She was weeping alone.
- Tek başına ağlıyordu.
- Tom didn't need to do that alone.
- Tom'un bunu tek başına yapması gerekmiyordu.
- Tom couldn't do this alone.
- Tom bunu tek başına yapamadı.
- This alone is enough to convince us.
- Bu tek başına bizi ikna etmek için yeterlidir.
- Tom was sitting alone at a private table eating the most expensive meal that the restaurant served.
- Tom özel bir masada tek başına oturup restoranın sunduğu en pahalı yemeği yiyordu.
- Tom is alone in the house.
- Tom evde tek başına.
- Dan was too young to go to the park alone.
- Dan parka tek başına gitmek için çok gençti.
- I can't do this job alone.
- Bu işi tek başıma yapamam.
- Why don't you leave him alone?
- Neden onu tek başına bırakmıyorsun?
- Tom isn't supposed to do that alone.
- Tom'un onu tek başına yapması gerekmiyor.
- I can't possibly do this alone.
- Bunu tek başıma yapmam mümkün değil.
- It is dangerous for children to go out alone at night.
- Çocukların gece tek başına dışarı çıkmaları tehlikelidir.
- You won't be able to do that alone.
- Bunu tek başına yapamazsın.
- Was the work done by him alone?
- İşi tek başına mı yaptı?
- Tom has been alone far too long.
- Tom çok uzun süredir tek başına.
- Tom said that Mary could've done that alone.
- Tom, Mary'nin bunu tek başına yapabileceğini söyledi.
- Tom didn't really do that alone.
- Tom bunu tek başına yapmadı.
- Tom lives all alone in the woods.
- Tom ormanda tek başına yaşıyor.
- Tom was sitting alone in the dark waiting for Mary.
- Tom karanlıkta tek başına oturmuş Mary'yi bekliyordu.
- Tom may do that alone.
- Tom bunu tek başına yapabilir.
- Tom, however, can't act alone.
- Ancak Tom tek başına hareket edemez.
- He lives alone in an apartment.
- O, bir apartman dairesinde tek başına yaşıyor.
- This box is too heavy for me alone to lift.
- Bu kutu benim tek başıma kaldıramayacağım kadar ağır.
- Why did you leave her alone?
- Neden onu tek başına bıraktın?
- Tom is eating breakfast alone in the kitchen.
- Tom mutfakta tek başına kahvaltı ediyor.
- Fadil sat in his house alone.
- Fadıl evinde tek başına oturdu.
- I'm not capable of finishing this work alone.
- Bu işi tek başıma bitiremem.
- She brought up the three children alone.
- Üç çocuğunu tek başına büyüttü.
- Tom didn't act alone.
- Tom tek başına hareket etmedi.
- You don't have to face it alone.
- Bununla tek başına yüzleşmek zorunda değilsin.
- Tom usually eats his lunch alone.
- Tom öğle yemeğini genellikle tek başına yer.
- You can't defeat Tom alone.
- Tom'u tek başına yenemezsin.
- Tom sat alone on a boulder.
- Tom bir kaya parçasının üzerine tek başına oturdu.
- I didn't want to do that alone.
- Bunu tek başıma yapmak istemedim.
- Tom lives alone with his parents.
- Tom ebeveynleriyle tek başına yaşıyor.
- Sami's wife was left to raise her child alone.
- Sami'nin karısı çocuğunu tek başına büyütmek zorunda kaldı.
- Tom sat on the couch all alone.
- Tom kanepede tek başına oturuyordu.
- I couldn't have made it alone.
- Tek başıma yapamazdım.
- Tom doesn't want Mary to do that alone.
- Tom, Mary'nin bunu tek başına yapmasını istemiyor.
- Tom saw Mary sitting alone on a park bench.
- Tom, Mary'yi bir park bankında tek başına otururken gördü.
- Tom was working alone in the lab.
- Tom laboratuvarda tek başına çalışıyordu.
- Tom was sitting alone at the bar.
- Tom barda tek başına oturuyordu.
- I wonder whether you could do it alone as well.
- Acaba bunu tek başına da yapabilir misin?
- Tom didn't have to do it alone.
- Tom bunu tek başına yapmak zorunda değildi.
- Emily stays at home alone when her parents are in the factory.
- Anne ve babası fabrikadayken Emily evde tek başına kalır.
- He lives in the forest alone.
- Ormanda tek başına yaşıyor.
- Tom won't be able to handle this alone.
- Tom bunu tek başına halledemez.
- Tom sat alone at the table with a half-empty bottle of wine.
- Tom yarısı boş bir şarap şişesiyle masada tek başına oturdu.
- That alone is an achievement.
- O tek başına bir başarı.
- Tom sat alone with a half-empty bottle of wine.
- Tom, yarısı boşalmış bir şarap şişesiyle tek başına oturuyordu.
- Tom was sitting all alone.
- Tom tek başına oturuyordu.
- I can't possibly do this alone.
- Bunu tek başıma yapma imkanım yok.
- Tom was all alone in the house.
- Tom evde tamamen tek başınaydı.
- I don't want to sit alone in the dark.
- Karanlıkta tek başıma oturmak istemiyorum.
- Tom isn't supposed to do that alone.
- Tom'un bunu tek başına yapmaması gerekiyordu.
- Tom sat alone on a log away from the fire.
- Tom yangından uzakta bir kütük üzerinde tek başına oturdu.
- I usually eat my lunch alone.
- Öğle yemeğimi genelde tek başıma yerim.
- I can't possibly do that alone.
- Bunu tek başıma yapamam.
- Tom is supposed to do that alone.
- Tom'un bunu tek başına yapması gerek.
- Tom left, leaving Mary alone with John.
- Tom Mary'yi John'la tek başına bırakarak gitti.
- Mary sat alone on a rock.
- Mary bir kayanın üzerinde tek başına oturdu.
- Have you ever gone mountain climbing alone?
- Hiç tek başına dağa tırmanmaya gittin mi?
- Tom didn't need to go there alone.
- Tom'un tek başına oraya gitmesine gerek yoktu.
- Tom spent the night alone in the woods.
- Tom geceyi ormanda tek başına geçirdi.
- I think I can do that alone.
- Sanırım bunu tek başıma yapabilirim.
- Tom was sitting alone in the park, reading a book.
- Tom parkta tek başına oturmuş kitap okuyordu.
- Tom has come alone.
- Tom tek başına geldi.
- Why do I have to do this alone?
- Neden bunu tek başıma yapmak zorundayım?
- I think it's dangerous to climb that mountain alone.
- Bence o dağa tek başına tırmanmak tehlikeli.
- I don't like your going out alone.
- Tek başına dışarı çıkmandan hoşlanmıyorum.
- She brought up the three children alone.
- O, üç çocuğu tek başına yetiştirdi.
- This is something I must face alone.
- Bununla tek başıma yüzleşmeliyim.
- I'll leave her alone.
- Ben onu tek başına bırakacağım.
- Tom didn't need to do that alone.
- Tom'un bunu tek başına yapmasına gerek yoktu.
- Tom did it all alone.
- Tom tek başına yaptı.
- Tom warned Mary not to go out at night alone.
- Tom Mary'yi gece tek başına dışarı çıkmaması için uyardı.
- Why are you out here all alone?
- Neden burada tek başınasın?
- He likes to go out fishing alone.
- Tek başına balığa çıkmayı sever.
- When I was little, I read for hours alone in my room.
- Küçükken odamda tek başıma saatlerce kitap okurdum.
- Tom worked on the job alone.
- Tom işte tek başına çalıştı.
- We can't do that alone.
- Bunu tek başımıza yapamayız.
- Tom went there alone.
- Tom oraya tek başına gitti.
- Sami acted alone.
- Sami tek başına hareket etti.
- Neither of us could've done that alone.
- Bunu tek başımıza ikimiz de yapamazdık.
- I saw him walking alone in the park.
- Onu parkta tek başına yürürken gördüm.
- Tom was ready do it all alone.
- Tom her şeyi tek başına yapmaya hazırdı.
- Tom says I can't stay home alone.
- Tom evde tek başıma kalamam diyor.
- The mouse is small and all alone.
- Fare küçük ve tek başına.
- I liked walking alone on the deserted beach in the evening.
- Akşamleyin ıssız bir plajda tek başıma yürümeyi sevdim.
- Tom often eats lunch alone.
- Tom genellikle öğle yemeğini tek başına yer.
- Tom can't handle this alone.
- Tom bunu tek başına halledemez.
- Tom didn't have the courage to go there alone.
- Tom oraya tek başına gitmeye cesaret edemedi.
- Tom didn't want to do that alone.
- Tom bunu tek başına yapmak istemedi.
- I think Tom didn't need to do that alone.
- Sanırım Tom'un bunu tek başına yapmasına gerek yoktu.
- You'll have to handle it alone.
- Onunla tek başına meşgul olmalısın.
- You're not planning to go after Tom alone, are you?
- Tom'un peşinden tek başına gitmeyi planlamıyorsun, değil mi?
- Have you ever eaten alone in a restaurant?
- Sen hiç bir restoranda tek başına yemek yedin mi?
- It's just a myth that Rambo can defeat an army alone.
- Rambo'nun tek başına bir orduyu yenebileceği sadece bir efsane.
- I often do that alone.
- Sık sık bunu tek başıma yaparım.
- Tom won't be able to solve his problems alone.
- Tom kendi sorunlarını tek başına çözemez.
- Tom was sitting alone, reading a book.
- Tom tek başına oturup kitap okuyordu.
- Have you ever eaten in a restaurant alone?
- Sen hiç bir restoranda tek başına yemek yedin mi?
- She sat alone at a table in front of a cup of coffee.
- Bir fincan kahvenin önünde tek başına bir masaya oturdu.
- I can't go alone.
- Tek başıma gidemem.
- Tom knows better than to go out alone after dark.
- Tom hava karardıktan sonra tek başına dışarı çıkmaması gerektiğini biliyor.
- You are mad to try to do it all alone.
- Tek başına onu yapmaya çalışman çılgınlık.
- You don't expect me to face Tom alone, do you?
- Tom'la tek başıma yüzleşmemi beklemiyorsun, değil mi?
- Can you do it alone?
- Bunu tek başına yapabilir misin?
- I have to do this alone.
- Bunu tek başıma yapmalıyım.
- I don't think I can finish the job alone.
- Bu işi tek başıma bitirebileceğimi sanmıyorum.
- Does Tom live alone?
- Tom tek başına mı yaşıyor?
- Jim sat alone with his arms folded.
- Jim kollarını kavuşturmuş tek başına oturuyordu.
- He lives here all alone.
- Burada tek başına yaşıyor.
- Lucy might be able to help you, if you can't cook dinner for ten people alone.
- On kişilik yemeği tek başına pişiremiyorsan Lucy sana yardım edebilir.
- I'm not leaving Tom here alone.
- Tom'u burada tek başına bırakmıyorum.
- The child can walk alone.
- Çocuk tek başına yürüyebilir.
- I can't do that alone.
- Bunu tek başıma yapamam.
- Tom can't do that alone.
- Tom bunu tek başına yapamaz.
- Tom walked down the hall alone.
- Tom koridorda tek başına yürüyordu.
- They consider it a mistake for Jim to travel alone in Africa.
- Onlar Jim'in Afrika'da tek başına seyahat etmesinin bir hata olduğunu düşünüyorlar.
- Tom is going to do that alone.
- Tom bunu tek başına yapacak.
- Tom is eating breakfast alone in the kitchen.
- Tom mutfakta tek başına kahvaltı yapıyordu.
- Nowadays it is not unusual for a woman to travel alone.
- Bir kadının tek başına seyahat etmesi günümüzde normaldir.
- That's more than I can handle alone.
- Bu tek başıma baş edebileceğimden çok daha fazla.
- Tom frequently does that alone.
- Tom bunu genellikle tek başına yapar.
- Hiroko sat there all alone.
- Hiroko orada tek başına oturuyordu.
- Tom wouldn't have done that alone.
- Tom bunu tek başına yapmazdı.
- Tom won't do that alone.
- Tom bunu tek başına yapmaz.
- I do not like Mary's living there alone.
- Mary'nin orada tek başına yaşamasından hoşlanmıyorum.
- Tom had to continue working alone.
- Tom tek başına çalışmaya devam etmek zorunda kaldı.
- Don't walk home alone.
- Eve tek başına gitme.
- You can't handle this alone.
- Bununla tek başına başa çıkamazsın.
- This box is too heavy for me alone to lift.
- Bu kutu tek başıma kaldırabilmem için çok ağır.
- Tom is alone in his room.
- Tom tek başına odasında.
- Tom was sitting on the couch alone.
- Tom kanepede tek başına oturuyordu.
- The load was too heavy for a driver to carry alone.
- Yük bir sürücünün tek başına taşıyamayacağı kadar çok ağırdı.
- This is something I must face alone.
- Bu tek başıma yüzleşmem gereken bir şey.
- Tom can do this work alone.
- Tom bu işi tek başına yapabilir.
- She was alone in the dark.
- O, karanlıkta tek başınaydı.
- Tom saw Mary return home alone.
- Tom Mary'nin eve tek başına döndüğünü gördü.
- Layla died alone in the woods.
- Leyla ormanda tek başına öldü.
- He was brave enough to go there alone.
- Oraya tek başına gidecek kadar cesurdu.
- I couldn't do this all alone.
- Bunu tek başıma yapmadım.
- He is too young to go swimming alone.
- Tek başına yüzmeye gitmek için çok küçük.
- Tom was sitting alone at the counter.
- Tom tezgâhta tek başına oturuyordu.
- Fadil can't solve his problems alone.
- Fadıl problemlerini tek başına çözemez.
- Tom said he wouldn't have to do that alone.
- Tom, bunu tek başına yapmak zorunda kalmayacağını söyledi.
- It was too difficult for Jane to go to school alone.
- Jane'in tek başına okula gitmesi çok zordu.
- I couldn't have done it alone.
- Onu tek başıma yapamazdım.
- Tom is used to doing that alone.
- Tom bunu tek başına yapmaya alışkın.
- My brother insisted on going alone.
- Erkek kardeşim tek başına gitmekte ısrar etti.
- Tom is sitting alone in the waiting room.
- Tom bekleme odasında tek başına oturuyor.
- Tom sat alone in the room.
- Tom odada tek başına oturuyordu.
- I can't handle this alone.
- Bunu tek başıma halledemem.
- They consider it a mistake for Jim to travel alone in Africa.
- Jim'in Afrika'da tek başına seyahat etmesinin bir hata olduğunu düşünüyorlar.
- I usually eat alone.
- Genelde tek başıma yerim.
- Tom sat alone on the couch.
- Tom kanepede tek başına oturdu.
- Tom sat alone at the counter.
- Tom tezgâhta tek başına oturuyordu.
- You should finally admit you can't cope alone with it.
- Sonunda bununla tek başına başa çıkamayacağını kabul etmelisin.
- He lives alone in a little cottage in the swamp.
- Bataklıktaki küçük bir kulübede tek başına yaşıyor.
- Tom sat alone at the counter.
- Tom tezgahta tek başına oturdu.
- Tom planned to do that alone.
- Tom bunu tek başına yapmayı planladı.
- Tom danced alone on the deck.
- Tom güvertede tek başına dans etti.
- I can survive alone.
- Tek başıma hayatta kalabilirim.
- Fadil can't solve his problems alone.
- Fadıl sorunlarını tek başına çözemiyor.
- Tom likes to go fishing alone.
- Tom tek başına balığa çıkmayı seviyor.
- She sat alone at a table in front of a cup of coffee.
- O, bir fincan kahvenin önünde bir masada tek başına oturdu.
- Change alone is eternal, perpetual, immortal.
- Değişim tek başına ebedi, daimi ve ölümsüzdür.
- Tom didn't have the courage to go there alone.
- Tom'un tek başına oraya gitmek için cesareti yoktu.
- I don't like your going out alone.
- Tek başına dışarı gitmenden hoşlanmıyorum.
- I wanted to live alone, not in a retirement home.
- Tek başıma yaşamak istiyordum, bir huzurevinde değil.
- How stupid of you to go there alone!
- Oraya tek başına gitmen ne kadar aptalca!
- You'll have to handle it alone.
- Bunu tek başına halletmen gerekecek.
- She came alone.
- O tek başına geldi.
- Tom is home alone.
- Tom evde tek başına.
- He was brave enough to go there alone.
- Tek başına oraya gidecek kadar cesurdu.
- I was perfectly happy being all alone.
- Tek başıma olmaktan çok mutluydum.
- Tom shouldn't have tried to tackle that alone.
- Tom bu işi tek başına halletmeye çalışmamalıydı.
- Tom didn't need to do it alone.
- Tom'un bunu tek başına yapmasına gerek yoktu.
- I don't want to do this alone.
- Bunu tek başıma yapmak istemiyorum.
- That's more than I can handle alone.
- Bu tek başıma halledebileceğimden daha fazla.
- Tom has to deal with this alone.
- Tom tek başına bunun üstesinden gelmeli.
- He is old enough to travel alone.
- Tek başına seyahat edebilecek yaşta.
- Tom doesn't want to go alone.
- Tom tek başına gitmek istemiyor.
- Tom walked along the shore alone.
- Tom tek başına sahil boyunca yürüdü.
- We think it is very dangerous that you're climbing the mountain alone.
- Tek başına dağa tırmanmanın tehlikeli olduğunu düşünüyorum.
- He lives alone in the woods.
- O, ormanda tek başına yaşar.
- It's very unlikely that Tom will ever want to travel alone.
- Tom'un tek başına seyahat etmek istemesi çok zayıf bir olasılıktır.
- I think Tom didn't want to do that alone.
- Bence Tom bunu tek başına yapmak istemedi.
- I think Tom didn't need to do that alone.
- Bence Tom'un bunu tek başına yapmasına gerek yoktu.
- Tom decided that it wouldn't be much fun to go camping alone.
- Tom tek başına kamp yapmaya gitmenin eğlenceli olmayacağına karar verdi.
- I'll have to do that alone.
- Bunu tek başıma yapmak zorundayım.
- Sometimes it's great to spend some time alone.
- Bazen tek başına biraz zaman harcamak harika oluyor.
- The load was too heavy for a driver to carry alone.
- Yük, bir şoförün tek başına taşıyamayacağı kadar ağırdı.
- Tom is relaxing alone at home.
- Tom evde tek başına dinleniyor.
- I didn't do that alone.
- Bunu tek başıma yapmadım.
- We can't do this alone.
- Bunu tek başımıza yapamayız.
- I don't want to go upstairs alone in the dark.
- Karanlıkta tek başıma yukarı çıkmak istemiyorum.
- He himself decided to go there alone.
- Oraya tek başına gitmeye karar verdi.
- Tom did that alone.
- Tom onu tek başına yaptı.
- I thought Tom was alone.
- Tom'u tek başına zannediyordum.
- He can do this work alone.
- Bu işi tek başına yapabilir.
- We won't be able to do this alone.
- Bunu tek başımıza yapamayacağız.
- Sami is all alone.
- Sami tek başına.
- Tom didn't do that alone.
- Tom bunu tek başına yapmadı.
- That alone is an achievement.
- Bu tek başına bir başarı.
- Why are you sitting alone in the dark?
- Neden karanlıkta tek başına oturuyorsun?
- Tom was sitting alone on a bench.
- Tom bir bankta tek başına oturuyordu.
- Tom sat alone on a rock.
- Tom bir kayanın üzerine tek başına oturdu.
- Tom would often sit alone on the porch, reading a book.
- Tom sık sık verandada tek başına oturup kitap okurdu.
- Layla couldn't have carried this murder alone.
- Layla bu cinayeti tek başına işlemiş olamaz.
- She was standing alone in the parking lot.
- Otoparkta tek başına duruyordu.
- I was alone in the elevator.
- Asansörde tek başınaydım.
- Tom stood alone under a big clock in the deserted train station.
- Tom tenha tren istasyonunda büyük bir saatin altında tek başına durdu.
- Can you do it alone?
- Onu tek başına yapabilir misin?
- I couldn't have done it alone.
- Bunu tek başıma yapamazdım.
- Tom sat there all alone, waiting for Mary.
- Tom orada tek başına oturmuş Mary'yi bekliyordu.
- Tom was sitting alone at the kitchen table when Mary walked in.
- Mary içeri girdiğinde Tom mutfak masasında tek başına oturuyordu.
- Tom was sitting alone, reading a book.
- Tom tek başına oturmuş kitap okuyordu.
- You alone can do this.
- Bunu tek başına yapabilirsin.
- Tom sat alone on the porch smoking a cigar.
- Tom bir puro içerken verandada tek başına oturdu.
- He was left alone in the center of the stage.
- Sahnenin ortasında tek başına bırakıldı.
- Tom did the work alone.
- Tom işi tek başına yaptı.
- He was left all alone in the woods.
- Ormanda tek başına bırakıldı.
- Tom sat alone on a log away from the fire.
- Tom ateşten uzakta bir kütüğün üzerine tek başına oturdu.
- Tom is alone in the living room.
- Tom oturma odasında tek başına.
- I wonder whether you could do it alone as well.
- Tek başına da yapabilir misin diye merak ediyorum.
- Tom told Mary she shouldn't go out at night alone.
- Tom, Mary'ye geceleri tek başına dışarı çıkmaması gerektiğini söyledi.
- Tom saw Mary walking alone in the park.
- Tom, Mary'yi parkta tek başına yürürken görmüş.
- When I was little, I read for hours alone in my room.
- Ben küçükken saatlerce tek başına odamda okurdum.
- Let him do it alone.
- Bırak tek başına yapsın.
- You don't have to do this alone.
- Bunu tek başına yapmak zorunda değilsin.
- Alone, he did the work of ten men.
- Tek başına, on adamın yapacağı işi yaptı.
- This power station alone provides several cities with electricity.
- Bu santral, tek başına çeşitli şehirlere elektrik sağlar.
- Tom can't survive alone.
- Tom tek başına hayatta kalamaz.
- I can do it alone.
- Bunu tek başıma yapabilirim.
- I don't want to go back alone.
- Tek başıma geri dönmek istemiyorum.
- Don't ever leave her alone.
- Onu asla tek başına bırakma.
- Tom lives alone in the woods.
- Tom ormanda tek başına yaşıyor.
- I can't possibly do this alone.
- Bunu tek başıma yapmama imkân yok.
- Tom didn't have to go there alone.
- Tom'un tek başına oraya gitmek zorunda değildi.
- Tom has been sitting in that room alone for five hours.
- Tom beş saattir o odada tek başına oturuyor.
- I tried to raise Tom alone.
- Tom'u tek başıma yetiştirmeye çalıştım.
- Tom sat alone at a table near the window.
- Tom pencerenin yanındaki masada tek başına oturdu.
- Tom can't solve the problem alone.
- Tom sorunu tek başına çözemez.
- Detectives believe Tom acted alone.
- Dedektifler Tom'un tek başına hareket ettiğine inanıyor.
- It is risky for you to go into that area alone.
- O bölgeye tek başına girmen riskli.
- I think Tom didn't have to do that alone.
- Bence Tom bunu tek başına yapmak zorunda değildi.
- You can't do this alone and still meet the deadline.
- Bunu tek başına yapamazsın ve son teslim tarihine yetişemezsin.
- Tom decided that it wouldn't be much fun to go camping alone.
- Tom tek başına kamp yapmanın pek eğlenceli olmayacağına karar verdi.
- Neither of us could have done it alone.
- İkimiz de bunu tek başımıza yapamazdık.
- I don't think I can finish the job alone.
- İşi tek başına bitirebileceğimi sanmıyorum.
- Tom walked along the shore alone.
- Tom kıyı boyunca tek başına yürüdü.
- I'd rather do this alone.
- Bunu tek başıma yapmayı tercih ederim.
- Tom wonders why Mary came here alone.
- Tom, neden Mary'nin tek başına buraya geldiğini merak ediyor.
- When I was a child, I spent many hours reading alone in my room.
- Çocukken odamda tek başıma kitap okuyarak saatler geçirirdim.
- It amazed us that she had been to Brazil alone.
- Brezilya'ya tek başına gitmiş olması bizi şaşırttı.
- Layla spent a long night alone in the outback.
- Layla taşrada tek başına uzun bir gece geçirdi.
- Nobody does this kind of thing alone.
- Kimse böyle bir şeyi tek başına yapmaz.
- This is something you need to do alone.
- Bu tek başına yapman gereken bir şey.
- Lucy might be able to help you, if you can't cook dinner for ten people alone.
- Tek başına on kişilik akşam yemeği pişiremezsen, Lucy sana yardımcı olabilir.
- Tom doesn't have to do this alone.
- Tom bunu tek başına yapmak zorunda değil.
- I need to speak with Tom alone.
- Tom'la tek başıma konuşmalıyım.
- Tom is sitting alone under that tree over there.
- Tom şuradaki ağacın altında tek başına oturuyor.
- I used to feel safe walking alone at night.
- Gece tek başıma yürürken güvenli hissederdim.
- Hiroko sat there all alone.
- Hiroko orada tek başına oturdu.
- He likes to travel alone.
- O tek başına seyahat etmeyi sever.
- I can't do it alone.
- Onu tek başıma yapamıyorum.
- Tom told Mary she shouldn't go out at night alone.
- Tom Mary'ye gece tek başına dışarı çıkmaması gerektiğini söyledi.
- Tom sat alone on the porch smoking a cigar.
- Tom verandada tek başına oturmuş puro içiyordu.
- I never thought I'd be doing this alone.
- Bunu tek başıma yapacağımı hiç düşünmedim.
- Layla died alone in the desert.
- Layla çölde tek başına öldü.
- Tom wouldn't do that alone.
- Tom bunu tek başına yapmaz.
- How do you expect me to do all this alone?
- Bütün bunları tek başıma yapmamı nasıl beklersiniz?
- Tom was working alone in the lab.
- Tom tek başına laboratuvarda çalışıyordu.
- She was weeping alone.
- O tek başına ağlıyordu.
- Tom was in the kitchen drinking alone.
- Tom mutfakta tek başına içiyordu.
- Doing something with someone else is more fun than doing it alone.
- Bir şeyi başkasıyla birlikte yapmak tek başına yapmaktan daha eğlencelidir.
- Tom might do that alone.
- Tom bunu tek başına yapabilir.
- Tom has to deal with this alone.
- Tom bununla tek başına başa çıkmak zorunda.
- Tom spent the night alone in the haunted house.
- Tom geceyi perili evde tek başına geçirdi.
- Tom sat alone on the couch.
- Tom kanepede tek başına oturuyordu.
- Tom made the mistake of trying to do it alone.
- Tom bunu tek başına yapmaya çalışarak hata yaptı.
- Tom couldn't do this alone.
- Tom bunu tek başına yapamazdı.
- I want you to do it alone.
- Bunu tek başına yapmanı istiyorum.
- An elderly man was sitting alone on a dark path.
- Yaşlı bir adam karanlık bir yolda tek başına oturuyordu.
- I can't do this work alone.
- Bu işi tek başıma yapamam.
- In those days, he lived in the house alone.
- O günlerde evde tek başına yaşıyordu.
- My father doesn't let me go to the movies alone.
- Babam tek başıma sinemaya gitmeme izin vermez.
- You shouldn't have gone into the forest alone.
- Ormana tek başına gitmemeliydin.
- Tom didn't trust Mary to work alone.
- Tom tek başına çalışması için Mary'ye güvenmedi.
- Tom acted alone.
- Tom tek başına hareket etti.
- Do you like to exercise alone or with a class?
- Tek başına mı yoksa bir sınıfla mı egzersiz yapmayı seviyorsun?
- He lives all alone in the woods.
- Ormanda tek başına yaşıyor.
- Her father didn't allow her to go to the cinema alone.
- Babası onun tek başına sinemaya gitmesine izin vermedi.
- I usually eat lunch alone.
- Genelde öğle yemeğini tek başıma yerim.
- She's alone in her room reading a book.
- O, odasında tek başına bir kitap okuyordu.
- I'm sure he doesn't want to be alone on New Year's Eve.
- Yılbaşı gecesi tek başına olmak istemediğinden eminim.
- Tom couldn't have done that alone.
- Tom bunu tek başına yapamazdı.
- Tom couldn't have done this alone.
- Tom bunu tek başına yapamazdı.
- Everyone has the right to own property alone as well as in association with others.
- Herkes hem tek başına hem de başkalarıyla birlikte mülk edinme hakkına sahiptir.
- Tom said that he shouldn't have done that alone.
- Tom bunu tek başına yapmaması gerektiğini söyledi.
- Just because I'm alone doesn't mean I'm lonely.
- Tek başıma olmam yalnız olduğum anlamına gelmez.
- He lives in the forest alone.
- O, ormanda tek başına yaşar.
- Tom sat alone in the otherwise empty room.
- Tom boş odada tek başına oturuyordu.
- Don't let him do it alone.
- Tek başına yapmasına izin verme.
- I can't make it alone.
- Tek başıma yapamam.
- Tom is working alone at the laboratory.
- Tom laboratuvarda tek başına çalışıyor.
- Investigators say Tom acted alone.
- Müfettişler Tom'un tek başına hareket ettiğini söylüyor.
- What're you doing sitting here alone in the dark?
- Burada karanlıkta tek başına oturmuş ne yapıyorsun?
- Tom can't solve the problem alone.
- Tom problemi tek başına çözemez.
- Tom was sitting alone in a corner booth, eating his lunch.
- Tom köşedeki bir kabinde tek başına oturmuş, öğle yemeğini yiyordu.
- Tom stood alone under a big clock in the deserted train station.
- Tom ıssız tren istasyonunda büyük bir saatin altında tek başına duruyordu.
- She's alone in her room reading a book.
- Odasında tek başına kitap okuyor.
- I can't survive here alone.
- Burada tek başıma hayatta kalamam.
- Tom was at home alone.
- Tom evde tek başınaydı.
- Tom has been spending a lot of time alone in his room.
- Tom odasında tek başına çok zaman geçiriyor.
- Tom can't solve the problem alone.
- Tom bu sorunu tek başına çözemez.
- I didn't want to spend any more time alone.
- Tek başıma daha fazla zaman geçirmek istemiyorum.
- Mary was sitting alone, reading a book.
- Mary tek başına oturmuş kitap okuyordu.
- A misfortune never comes alone.
- Bir talihsizlik asla tek başına gelmez.
- She is incapable of doing anything alone.
- Tek başına hiçbir şey yapamaz.
- I'm not supposed to do that alone.
- Bunu tek başıma yapmamalıyım.
- I'm here all alone.
- Burada tek başımayım.
- Tom was all alone.
- Tom tek başınaydı.
- Tom came alone, without Mary.
- Tom tek başına geldi, Mary olmadan.
- Tom said he wouldn't have to do that alone.
- Tom bunu tek başına yapmak zorunda kalmayacağını söyledi.
- I was compelled to do all the work alone.
- Bütün işi tek başıma yapmak zorunda kaldım.
- Can I speak to Tom alone, please?
- Tom'la tek başıma konuşabilir miyim, lütfen?
- I can't possibly do this alone.
- Bunu tek başıma mümkünatı yok yapamam.
- Tom sat alone at a corner table.
- Tom köşedeki masada tek başına oturuyor.
- Let him do it alone.
- Onu tek başına yapsın.
- The man is enjoying windsurfing alone.
- Adam, tek başına rüzgar sörfü yapmanın tadını çıkarıyor.
- Tom promised not to go out after dark alone.
- Tom hava karardıktan sonra tek başına dışarı çıkmayacağına söz verdi.
- Tom hacked his way through the jungle alone.
- Tom ormanda tek başına ilerledi.
- I don't want to face that alone.
- Bununla tek başıma yüzleşmek istemiyorum.
- Tom sat alone by the fire.
- Tom ateşin yanında tek başına oturdu.
- Mary would often sit alone on the porch.
- Mary, sık sık verandada tek başına otururdu.
- She lives in an apartment alone.
- Tek başına bir dairede yaşıyor.
- He was all alone in the house.
- Evde tek başınaydı.
- This power station alone provides several cities with electricity.
- Bu elektrik santrali tek başına birkaç şehre elektrik sağlıyor.
- I have to deal with this alone.
- Bunu tek başıma halletmeliyim.
- I'm just saying you shouldn't go out alone at night.
- Geceleri tek başına dışarı çıkmamalısın diyorum.
- Tom said Mary wasn't planning on doing that alone.
- Tom, Mary'nin bunu tek başına yapmayı planlamadığını söyledi.
- I think you should leave Tom alone.
- Sanırım Tom'u tek başına bırakmalısın.
- You're too young to be left alone.
- Tek başına bırakılamayacak kadar küçüksün.
- Tom sat alone at the kitchen table.
- Tom mutfak masasında tek başına oturuyordu.
- We won't be able to do this alone.
- Bunu tek başımıza yapamayız.
- Love alone is not enough for a successful international marriage.
- Aşk tek başına başarılı bir uluslararası evlilik için yeterli değildir.
- She did the work alone.
- O, işi tek başına yaptı.
- I want Tom to do it alone.
- Tom'un bunu tek başına yapmasını istiyorum.
- Tom is used to doing that alone.
- Tom bunu tek başına yapmaya alışkındır.
- The opening address alone lasted one hour.
- Açılış konuşması tek başına bir saat sürdü.
- It is risky for you to go into that area alone.
- O bölgeye tek başınıza girmeniz risklidir.
- I can't do it alone.
- Bunu tek başıma yapamam.
- Tom can't do this alone.
- Tom bunu tek başına yapamaz.
- Tom ate breakfast all alone.
- Tom kahvaltısını tek başına yaptı.
- Tom was alone on an empty beach.
- Tom boş bir plajda tek başınaydı.
- Tom plans to go there alone.
- Tom oraya tek başına gitmeyi planlıyor.
- Tom was surprised to find Mary sitting all alone in the chapel.
- Tom, Mary'yi şapelde tek başına otururken görünce şaşırdı.
- Tom plans to do that alone.
- Tom bunu tek başına yapmayı planlıyor.
- He was alone most of the time.
- Çoğunlukla tek başınaydı.
- Mary sat alone on a rock.
- Mary bir kayanın üzerinde tek başına oturuyordu.
- I'm going to do that alone.
- Bunu tek başıma yapacağım.
- She likes to walk alone.
- O tek başına yürümeyi sever.
- I didn't go alone.
- Tek başıma gitmedim.
- I can't go back there alone.
- Oraya tek başıma dönemem.
- I didn't do this alone.
- Bunu tek başıma yapmadım.
- Tom can't do this alone.
- Tom bu işi tek başına yapamaz.
- He had breakfast all alone.
- Tek başına kahvaltı yaptı.
- Tom sat alone on a boulder.
- Tom bir kayanın üzerine tek başına oturdu.
- I wonder why Tom is alone.
- Tom neden tek başına acaba?
- Tom is afraid to go out alone at night.
- Tom geceleri tek başına dışarı çıkmaya korkuyor.
- Tom can't do it alone.
- Tom bunu tek başına yapamaz.
- I'd never try to do that alone.
- Bunu asla tek başıma yapmaya çalışmazdım.
- Can you manage alone?
- Tek başına idare edebilir misin?
- I couldn't do this all alone.
- Bunu tek başıma yapamazdım.
- I can do this alone.
- Bunu tek başıma yapabilirim.
- Love alone is not enough for a successful international marriage.
- Başarılı bir uluslararası evlilik için aşk tek başına yeterli değildir.
- You can't handle this alone.
- Bunu tek başına halledemezsin.
- Tom won't go alone.
- Tom tek başına gitmeyecek.
- Layla spent a long night alone.
- Leyla tek başına uzun bir gece geçirdi.
- It's very unlikely that Tom will ever want to travel alone.
- Tom'un tek başına seyahat etmek istemesi pek olası değil.
- Tom is afraid to walk through the woods alone.
- Tom ormanda tek başına yürümekten korkuyor.
- Tom never goes out in his canoe alone.
- Tom asla tek başına kanosuyla dışarı çıkmaz.
- I can't do this alone.
- Bunu tek başıma yapamam.
- Tom always works alone.
- Tom hep tek başına çalışır.
- I did it all alone.
- Hepsini tek başıma yaptım.
- Mary was sitting on the couch alone.
- Mary kanepede tek başına oturuyordu.
- Tom said he could've done that alone.
- Tom bunu tek başına yapabileceğini söyledi.
- Tom saw a girl sitting all alone, so he went over to talk to her.
- Tom tek başına oturan bir kız gördü ve onunla konuşmak için yanına gitti.
- When I was a child, I used to spend time reading alone in my room.
- Çocukken odamda tek başıma kitap okuyarak vakit geçirirdim.
- Tom couldn't have done it alone.
- Tom bunu tek başına yapamazdı.
- Tom waited alone in the hallway.
- Tom koridorda tek başına bekledi.
- Who's that beautiful woman eating all alone?
- Tek başına yemek yiyen bu güzel kadın da kim?
- Tom sat at the bar alone.
- Tom barda tek başına oturuyordu.
- Have you ever eaten alone in a restaurant?
- Hiç bir restoranda tek başına yemek yedin mi?
- Tom saw Mary sitting alone at her desk.
- Tom, Mary'nin masasında tek başına oturduğunu gördü.
- Tom died alone in the woods.
- Tom ormanda tek başına öldü.
- Could you survive alone in the wilderness?
- Vahşi doğada tek başına hayatta kalabilir misin?
- Some things can't be done alone.
- Bazı şeyler tek başına yapılamaz.
- Have you ever eaten in a restaurant alone?
- Hiç tek başına bir restoranda yemek yedin mi?
- One thing you definitely don't want to do is to go out alone after dark.
- Kesinlikle yapmak istemeyeceğiniz bir şey varsa o da hava karardıktan sonra tek başınıza dışarı çıkmaktır.
- I acted alone.
- Tek başıma hareket ettim.
- Tom went to Boston alone.
- Tom tek başına Boston'a gitti.
- Tom planned to do that alone.
- Tom bunu tek başına yapmayı planlıyordu.
- It's more interesting to travel alone than to go on a group tour.
- Tek başına seyahat etmek grupla tura katılmaktan daha ilginç.
- I did that alone.
- Tek başıma yaptım.
- Tom advised Mary when the sky has become dark, don't go out alone.
- Tom Mary'ye hava karardıktan sonra tek başına dışarı çıkmamasını tavsiye etti.
- Tom doesn't have to face it alone.
- Tom bununla tek başına yüzleşmek zorunda değil.
- I did that all alone.
- Bunu tek başıma yaptım.
- Is it dangerous to take a subway alone?
- Tek başına metroya binmek tehlikeli mi?
- Why is Tom alone?
- Tom neden tek başına?
- Tom likes to travel alone.
- Tom tek başına seyahat etmeyi sever.
- I can do it alone.
- Tek başıma yapabilirim.
- Are you here alone?
- Burada tek başına mısın?
- She was standing alone in the parking lot.
- O, otoparkta tek başına duruyordu.
- You won't be able to do that alone.
- Bunu tek başına yapamayacaksın.
- I want to live alone.
- Tek başıma yaşamak istiyorum.
- You cannot lift the piano alone.
- Piyanoyu tek başına kaldıramazsın.
- I'm afraid to go there alone.
- Oraya tek başıma gitmekten korkuyorum.
- I'm unable to function alone.
- Tek başıma yapamıyorum.
- I could probably do that alone.
- Muhtemelen bunu tek başıma yapabilirim.
- He worked on the job alone.
- İşi tek başına yaptı.
- Tom sat alone at the kitchen table.
- Tom mutfak masasında tek başına oturdu.
- Tom sat alone in his room, waiting by the phone.
- Tom odasında tek başına oturmuş, telefonun başında bekliyordu.
- We found Tom alone at the camp.
- Tom'u kampta tek başına bulduk.
- The difference between sex and death, is that death can be done alone, and nobody laughs about it.
- Seks ve ölüm arasındaki fark, ölümün tek başına yapılabilmesi ve kimsenin buna gülmemesi.
- You can't do this alone.
- Bunu tek başına yapamazsın.
- Tom is studying alone.
- Tom tek başına ders çalışıyor.
- Do you think you can do this alone?
- Bunu tek başına yapabileceğini mi sanıyorsun?
- My parents never allowed me to swim alone in the sea.
- Ailem denizde tek başıma yüzmeme asla izin vermezdi.
- Neither of us could've done that alone.
- İkimiz de bunu tek başımıza yapamazdık.
- Tom will do that alone.
- Tom bunu tek başına yapacak.
- We can't leave her alone.
- Biz onu tek başına bırakamayız.
- She did the work alone.
- İşi tek başına yaptı.
- I need to handle this alone.
- Bunu tek başıma ele almalıyım.
- You go on alone.
- Tek başına devam edersin.
- I can do it alone.
- Onu tek başıma yapabilirim.
- Tom won't be able to solve his problems alone.
- Tom sorunlarını tek başına çözemeyecek.
Show More (523)
|
3 |
alone |
sadece |
adv. |
|
- However, Europe also knows that wars are not won with weapons alone.
- Ancak Avrupa da biliyor ki savaşlar sadece silahlarla kazanılmıyor.
- Over three million people will die from AIDS this year alone.
- Sadece bu yıl üç milyondan fazla insan AIDS nedeniyle hayatını kaybedecek.
- They – they alone – have budget sovereignty behind closed doors.
- Kapalı kapılar ardında bütçe egemenliği sadece onların elindedir.
- She had, apart from anything else, 123 amendments to work through, 35 of which were from my group alone.
- Her şey bir yana, üzerinde çalışması gereken 123 değişiklik vardı ve bunların 35'i sadece benim grubumdan geldi.
- There were 47 in the Algarve alone, including one riverside beach.
- Sadece Algarve'de biri nehir kenarı plajı olmak üzere 47 plaj vardı.
- Each year, in Europe alone, 250 000 people are victims of overbooking.
- Sadece Avrupa'da her yıl 250.000 kişi fazla rezervasyon mağduru oluyor.
- It is my impression that this intolerable situation is not manifesting itself in Greece alone.
- Edindiğim izlenime göre bu tahammül edilemez durum sadece Yunanistan'da kendini göstermiyor.
- Sustainable transport systems cannot be achieved by modal shift actions alone.
- Sürdürülebilir ulaşım sistemleri sadece mod değiştirme eylemleriyle sağlanamaz.
- In Germany alone, that means over 50 000 women every year.
- Bu sadece Almanya'da her yıl 50.000'den fazla kadın anlamına gelmektedir.
- Our rural recovery and urban rehabilitation programmes are providing over 3 million person-days of work this year alone.
- Kırsal kurtarma ve kentsel rehabilitasyon programlarımız sadece bu yıl 3 milyon işgününden fazla iş sağlamaktadır.
- Thousands have died on Sulawesi alone, where there has been two years of fighting.
- Sadece Sulawesi'de iki yıldır devam eden çatışmalarda binlerce kişi öldü.
- Of this, Denmark alone is responsible for 600 000 to 700 000 tons.
- Bunun 600.000 ila 700.000 tonundan sadece Danimarka sorumludur.
- Each year, in Europe alone, 250 000 people are victims of overbooking.
- Sadece Avrupa'da her yıl 250.000 kişi fazla rezervasyon kurbanı olmaktadır.
- In the European Union alone, 21,000 small and medium-sized companies are affected.
- Sadece Avrupa Birliği'nde 21.000 küçük ve orta ölçekli şirket bu durumdan etkilenmiştir.
- Enlargement makes it even more necessary, and that policy cannot be reduced to competition policy alone.
- Genişleme bunu daha da gerekli kılmaktadır ve bu politika sadece rekabet politikasına indirgenemez.
- In the last six years alone five thousand people died in Nepal.
- Sadece son altı yılda Nepal'de beş bin kişi öldü.
- In 2002 alone seizure of such goods doubled in the European Union.
- Sadece 2002 yılında Avrupa Birliği'nde bu tür mallara el konulması iki katına çıkmıştır.
- In the European Parliament alone, 406 Members supported this disastrous move.
- Sadece Avrupa Parlamentosu'nda 406 üye bu felaket hamleyi destekledi.
- However, the pace of negotiations does not depend on the efforts of the Commission, the Council or the Presidency alone.
- Bununla birlikte müzakerelerin hızı sadece Komisyon, Konsey veya Başkanlığın çabalarına bağlı değildir.
- It is not divisible and cannot be reserved for EU citizens alone.
- Bölünemez ve sadece AB vatandaşları için ayrılamaz.
- The assessment must not be restricted to matters of safety alone.
- Değerlendirme sadece güvenlik konularıyla sınırlı kalmamalıdır.
- This fact alone can incite us to the required degree and reduce our negligence to date.
- Sadece bu gerçek bile bizi gerekli ölçüde teşvik edebilir ve bugüne kadarki ihmalimizi azaltabilir.
- That cannot be surmounted with new administrative units and financial plans alone.
- Bu sadece yeni idari birimler ve mali planlarla aşılamaz.
- In the past year alone, a dozen petitions from victims of violent crime within the EU have been passed on to us.
- Sadece geçtiğimiz yıl, AB içinde şiddet suçu mağdurlarından gelen bir düzine dilekçe bize iletildi.
- In Iran alone a total of 35 people, both men and women, have already been executed this year in various ways.
- Sadece İran'da bu yıl içinde kadın ve erkek olmak üzere toplam 35 kişi çeşitli şekillerde idam edildi.
- At that time it was proposed to create a common market organisation for ethyl alcohol alone.
- O dönemde sadece etil alkol için bir ortak pazar organizasyonu oluşturulması önerilmişti.
- You can buy that virtually for the price of the bottle alone.
- Bunu neredeyse sadece şişe fiyatına satın alabilirsiniz.
- This alone makes amendment of the directive and other measures necessary.
- Sadece bu bile direktifte değişiklik yapılmasını ve diğer tedbirlerin alınmasını gerekli kılmaktadır.
- It is impossible to meet this growing demand by road transport alone.
- Bu artan talebi sadece karayolu taşımacılığı ile karşılamak mümkün değildir.
- There are over 290 million people who live within the twelve new euro zone countries alone.
- Sadece on iki yeni Avro bölgesi ülkesinde yaşayan 290 milyondan fazla insan var.
- It is not enough to introduce it in one Member State alone.
- Bunu sadece bir Üye Devlette uygulamaya koymak yeterli değildir.
- It cannot come from Berlaymont alone.
- Sadece Berlaymont'tan gelemez.
- It is now up to the Council, and the Council alone, to issue strong instructions in order to restore some balance.
- Artık dengeyi yeniden tesis etmek için güçlü talimatlar vermek Konseye ve sadece Konsey'e düşmektedir.
- In Kampuchea alone, over 35 000 people have been injured by landmines and those are the survivors.
- Sadece Kampuchea'da 35.000'den fazla insan kara mayınları nedeniyle yaralanmıştır ve bunlar hayatta kalanlardır.
- The cost to the Netherlands alone is immense, tens of millions of euros.
- Sadece Hollanda'ya maliyeti çok büyük, on milyonlarca avro.
- Unfortunately, in 2003 alone, more than 600 British subjects purchased pharmaceutical products over the Internet.
- Ne yazık ki, sadece 2003 yılında 600'den fazla İngiliz vatandaşı internet üzerinden eczacılık ürünleri satın almıştır.
- Yet the number of victims alone should concern us, if it were not concealed by the effects of poverty.
- Yine de, yoksulluğun etkisiyle gizlenmemiş olsaydı, sadece kurbanların sayısı bile bizi endişelendirmeliydi.
- It is symptomatic that these prescriptions demand sacrifices from employees alone.
- Bu reçetelerin sadece çalışanlardan fedakarlık talep etmesi semptomatiktir.
- It is his decision alone, and there are extremely important reasons for this.
- Bu sadece onun kararıdır ve bunun için son derece önemli nedenler vardır.
- Taking personnel costs alone, the Council has awarded itself a twofold increase.
- Sadece personel giderleri dikkate alındığında, Konsey kendisine iki kat artış sağlamıştır.
- In 2001, the number of unemployed in Europe rocketed on account of insolvency cases alone.
- 2001 yılında, sadece iflas davaları nedeniyle Avrupa'daki işsiz sayısı hızla artmıştır.
- Twenty-three instances of this have occurred in the last couple of weeks alone.
- Sadece son birkaç hafta içerisinde bu konuda yirmi üç örnek yaşandı.
- That means that, in Germany alone, 50 000 companies closed and over 100 000 workers lost their jobs.
- Bu, sadece Almanya'da 50.000 şirketin kapandığı ve 100.000'den fazla işçinin işini kaybettiği anlamına gelmektedir.
- It is a matter for the European Union and the candidate countries alone.
- Bu sadece Avrupa Birliği ve aday ülkeleri ilgilendiren bir konudur.
- In Germany alone, that means over 50 000 women every year.
- Sadece Almanya'da bu, her yıl 50.000'den fazla kadın anlamına gelmektedir.
- It is therefore naive to think that Saddam could have been called to order with diplomatic pleas alone.
- Dolayısıyla Saddam'ın sadece diplomatik ricalarla yola getirilebileceğini düşünmek saflık olur.
- This and this alone is the reason why I have voted against this motion for a resolution.
- Bu ve sadece bu bile, bu karar önergesine karşı oy kullanmamın nedenidir.
- In the general approach alone there are already differences.
- Sadece genel yaklaşımda bile farklılıklar vardır.
- The European audiovisual sector alone directly employs more than 1 million people.
- Sadece Avrupa görsel-işitsel sektörü 1 milyondan fazla kişiye doğrudan istihdam sağlamaktadır.
- In Upper Austria alone, thousands of jobs have been affected or put at risk by the flood disaster.
- Sadece Yukarı Avusturya'da binlerce işyeri sel felaketinden etkilendi ya da risk altına girdi.
- It cannot be governed by market forces and competition alone.
- Bu sadece piyasa güçleri ve rekabet tarafından yönetilemez.
- In the last six years alone, five thousand people died in Nepal.
- Sadece son altı yılda Nepal'de beş bin kişi öldü.
- The impending accession of a number of new Member States alone would prompt this.
- Sadece bir dizi yeni Üye Devletin yaklaşan katılımı bile bunu tetikleyecektir.
- We alone are responsible for the delay in institutional reform.
- Kurumsal reformun gecikmesinden sadece biz sorumluyuz.
- In its decision, the Commission is, in actual fact, highlighting discrimination alone.
- Komisyon, kararında aslında sadece ayrımcılığa vurgu yapmaktadır.
- We must not focus the problems on this aspect alone.
- Sorunlara sadece bu açıdan odaklanmamalıyız.
- This year alone we will probably draw up six supplementary and amending budgets.
- Sadece bu yıl muhtemelen altı ek ve değişiklik bütçesi hazırlayacağız.
- The damage to property alone amounts to over EUR 3 billion.
- Sadece mülkiyete verilen zarar 3 milyar Avro'nun üzerindedir.
- These bonds alone would be enough to prove the real nature and mission of the famous ESDP.
- Sadece bu bağlar bile meşhur AGSP'nin gerçek doğasını ve misyonunu kanıtlamaya yetecektir.
- We do not want to build a Europe of cities alone.
- Sadece şehirlerden oluşan bir Avrupa inşa etmek istemiyoruz.
- Every year 4 500 people die from asbestos-related diseases in the UK alone.
- Sadece Birleşik Krallık'ta her yıl 4.500 kişi asbestle bağlantılı hastalıklar nedeniyle hayatını kaybetmektedir.
- Why should there be special rules for embryos alone?
- Neden sadece embriyolar için özel kurallar olsun ki?
- In the German version alone, I have found more than twenty mistakes.
- Sadece Almanca versiyonda yirmiden fazla hata buldum.
- It is liable for the sums which it approves and it alone is directly answerable to the European Court of Auditors.
- Onayladığı meblağlardan sorumlu olup sadece Avrupa Sayıştayı'na karşı doğrudan mesuliyet altındadır.
- We are creating another 99 posts this year alone.
- Sadece bu yıl 99 gönderi daha oluşturuyoruz.
- It would be irresponsible to leave it to the market sector alone.
- Bu işi sadece piyasa sektörüne bırakmak sorumsuzluk olur.
- The European Union has supported Afghanistan alone to the tune of EUR 400 million over the last 10 years.
- Avrupa Birliği son 10 yılda sadece Afganistan'a 400 milyon Avro destek sağlamıştır.
- We have calculated that this premium alone cost EUR 200 000 million.
- Sadece bu primin 200.000 milyon Avro'ya mal olduğunu hesapladık.
- The dialogue is also cultural and not capable of being brought about by politics alone.
- Diyalog aynı zamanda kültüreldir ve sadece siyaset tarafından gerçekleştirilemez.
- That and that alone is the starting point for all this.
- Tüm bunların başlangıç noktası sadece ve sadece budur.
- We do not, however, build the EU with plans alone.
- Ancak AB'yi sadece planlarla inşa etmiyoruz.
- In the last month alone there were 25 deaths.
- Sadece geçtiğimiz ay 25 ölüm vakası yaşandı.
- Perhaps they think that decisions taken by Eurocrats alone are more democratic?
- Belki de sadece Eurokratlar tarafından alınan kararların daha demokratik olduğunu düşünüyorlardır?
- However, Europe also knows that wars are not won with weapons alone.
- Bununla birlikte Avrupa, savaşların sadece silahlarla kazanılmadığını da bilmektedir.
- With regard to derogations, the Member States alone must control marketing authorisations.
- Derogasyonlar konusunda, pazarlama yetkilendirmelerini sadece üye devletlerin kontrol etmesi gerekiyor.
- This own-initiative report does not concern the Council alone.
- Bu kendi inisiyatifiyle hazırlanan rapor sadece Konseyi ilgilendirmemektedir.
- Parliament alone cannot be blamed for the present system's shortcomings, however.
- Ancak mevcut sistemin eksikliklerinden sadece Parlamento sorumlu tutulamaz.
- In the United Kingdom alone, 10.000 jobs rest with Alstom.
- Sadece Birleşik Krallık'ta, 10.000 kişi Alstom'da çalışmaktadır.
- In Upper Austria alone, thousands of jobs have been affected or put at risk by the flood disaster.
- Sadece Yukarı Avusturya'da, sel felaketi nedeniyle binlerce iş yeri etkilenmiş ya da risk altına girmiştir.
- In Saxony alone, some 1 900 farms have been directly affected by floodwater, and another 640 in Saxony-Anhalt.
- Sadece Saksonya'da yaklaşık 1 900, Saksonya-Anhalt'ta ise 640 çiftlik sel sularından doğrudan etkilendi.
- That and that alone is the issue at stake.
- Söz konusu olan sadece ve sadece budur.
- The common agricultural policy must for that reason alone undergo far-reaching changes.
- Ortak tarım politikası sadece bu nedenle bile geniş kapsamlı değişikliklere tabi tutulmalıdır.
- Twenty-three instances of this have occurred in the last couple of weeks alone.
- Sadece son birkaç hafta içinde bu şekilde yirmi üç vaka meydana gelmiştir.
- In 2001, the number of unemployed in Europe rocketed on account of insolvency cases alone.
- 2001 yılında Avrupa'daki işsizlerin sayısı sadece iflas davaları nedeniyle artmıştır.
- These and these alone can be dependent on the 75% criterion.
- Bunlar ve sadece bunlar %75 kriterine bağlı olabilir.
- In its decision, the Commission is, in actual fact, highlighting discrimination alone.
- Komisyon bu kararıyla aslında sadece ayrımcılığa vurgu yapmaktadır.
- For this reason alone, it would be sensible for the ECB in future to vote by majority.
- Sadece bu nedenle bile, Avrupa Komisyonu'nun gelecekte çoğunluk ile oy kullanması mantıklı olacaktır.
- To blame fishermen alone for environmental damage is both unfair and wrong.
- Çevresel zararlar için sadece balıkçıları suçlamak hem adil değil hem de yanlıştır.
- That is the context in which it needs to be discussed because it does of course go far beyond agriculture alone.
- Bu konunun tartışılması gereken bağlam budur, çünkü konu elbette sadece tarımın çok ötesine geçmektedir.
- It is estimated that the European processing industry alone employs at least 100 000 people.
- Sadece Avrupa işleme endüstrisinin en az 100.000 kişiye istihdam sağladığı tahmin edilmektedir.
- In Saxony alone, some 1 900 farms have been directly affected by floodwater, and another 640 in Saxony-Anhalt.
- Sadece Saksonya'da yaklaşık 1 900, Saksonya-Anhalt'ta ise 640 çiftlik sel sularından doğrudan etkilenmiştir.
- In that period 28 000 further operations were carried out in the UK alone.
- Bu dönemde sadece Birleşik Krallık'ta 28.000 ilave operasyon gerçekleştirilmiştir.
- The worst by far is China with over 1 000 executions this year alone.
- Açık ara en kötüsü ise sadece bu yıl 1000'den fazla infazın gerçekleştiği Çin.
- We must not focus the problems on this aspect alone.
- Sorunları sadece bu boyuta odaklamamalıyız.
- You cannot rely on structures alone.
- Sadece yapılara güvenemezsiniz.
- Of course this matter does not rest with us alone.
- Tabii ki bu konu sadece bizi ilgilendirmiyor.
- In the last month alone there were 25 deaths.
- Sadece geçtiğimiz ay 25 kişi hayatını kaybetti.
- Sustainable transport systems cannot be achieved by modal shift actions alone.
- Sürdürülebilir ulaştırma sistemleri sadece mod değiştirme eylemleriyle sağlanamaz.
- In the United Kingdom alone, 10 000 jobs rest with Alstom.
- Sadece Birleşik Krallık'ta Alstom'a bağlı 10 000 kişi çalışmaktadır.
- Unfortunately, in 2003 alone, more than 600 British subjects purchased pharmaceutical products over the Internet.
- Ne yazık ki sadece 2003 yılında 600'den fazla İngiliz vatandaşı internet üzerinden eczacılık ürünleri satın almıştır.
- OLAF alone has investigated cases with a value of EUR 144 million this year.
- Sadece OLAF bu yıl 144 milyon Avro değerinde davayı soruşturdu.
- That alone will guarantee that social and labour legislation will continue to progress along democratic lines.
- Sadece bu bile sosyal ve çalışma mevzuatının demokratik çizgide ilerlemeye devam edeceğini garanti edecektir.
- Unused appropriations for Structural Funds alone amounted to EUR 10.5 billion, or 32% of the total.
- Sadece Yapısal Fonlar için kullanılmayan ödenekler 10,5 milyar Avro veya toplamın %32'sine tekabül etmektedir.
- I mean, you have a whole room for your shoes alone.
- Yani, sadece ayakkabıların için bile kocaman bir odan var.
- France was not defeated by military means alone.
- Fransa sadece askeri yöntemlerle yenilgiye uğratılmadı.
- France was not defeated by military means alone.
- Fransız ordusu sadece askerî anlamda yenilgiye uğratılmadı.
- Hence, the victory of socialism is possible first in several or even in one capitalist country alone.
- Dolayısıyla, sosyalizmin zaferi önce birkaç kapitalist ülkede, hatta sadece bir kapitalist ülkede mümkündür.
- In the past three decades alone, one third of the planet's natural resource base has been consumed - gone.
- Sadece son 30 yılda yeryüzünün doğal kaynaklarının yüzde üçte biri tamamen yok oldu, gitti.
- In the past three decades alone, one third of the planet's natural resource base has been consumed - gone.
- Sadece son otuz yılda, gezegendeki doğal kaynak tabanının üçte biri tüketildi; yani yok oldu.
- There was an amazing diversity of opinion within the first century alone.
- Sadece ilk yüzyılda bile inanılmaz bir fikir çeşitliliği vardı.
- I mean, you have a whole room for your shoes alone.
- Demek istediğim, sadece ayakkabıların için koca bir odan var.
- You must not base your estimation of a person on rumor alone.
- Bir kişi hakkındaki tahmininizi sadece söylentilere dayandırmamalısınız.
- You alone can help me.
- Bana sadece sen yardım edebilirsin.
- You should not judge a person by his appearance alone.
- Bir insanı sadece görünüşü ile yargılamamalısın.
- That alone made the trip worthwhile.
- Sadece bu bile yolculuğa değdi.
- That depends on Sami alone.
- Bu sadece Sami'ye bağlı.
- She alone is able to use the personal computer.
- Kişisel bilgisayarı sadece o kullanabiliyor.
- You should not judge a person by his appearance alone.
- Bir insanı sadece görünüşüne göre yargılamamalısınız.
- You must not base your estimation of a person on rumor alone.
- Bir insana dair tahminlerinizi sadece söylentilere dayandırmamalısınız.
- He, and he alone, must go.
- O gitmeli, sadece o.
- Man cannot live by bread alone.
- İnsan sadece ekmekle yaşayamaz.
- This was your decision alone.
- Bu sadece senin kararındı.
Show More (119)
|
4 |
alone |
yalnız başına |
adv. |
|
- When I was a child, I used to spend time reading alone in my room.
- Ben çocukken, odamda yalnız başıma okuyarak vakit geçirirdim.
- You'd better leave him alone.
- Onu yalnız başına bıraksan iyi olur.
- Tom spends a lot of time alone.
- Tom yalnız başına çokça zaman geçirir.
- Tom was whistling in the dark to belie how terrified he was to be alone in the house which was rumoured to be haunted.
- Tom, tekinsiz olduğu söylenen evde, karanlıkta yalnız başınayken, korkusunu bastırmak için ıslık çalıyordu.
- Tom spends a lot of time alone.
- Tom yalnız başına çok zaman geçirir.
- Alone, he did the work of ten men.
- Yalnız başına on adamın işini yaptı.
- Tom has been spending a lot of time alone in his room.
- Tom odasında yalnız başına çok zaman geçiriyor.
- Tom doesn't want to travel alone.
- Tom yalnız başına yolculuk etmek istemiyor.
- I don't often do that alone.
- Onu genellikle yalnız başıma yapmam.
- I really want to spend some time alone with Tom.
- Tom'la yalnız başıma biraz zaman harcamayı gerçekten istiyorum.
- I think Tom didn't have to do that alone.
- Sanırım Tom bunu yalnız başına yapmak zorunda değildi.
- Avoid walking on the streets alone at night.
- Geceleri yalnız başına sokaklarda yürümekten kaçının.
- Layla spent a long night alone in the outback.
- Leyla taşrada yalnız başına uzun bir gece geçirdi.
- He lived alone in the forest.
- Ormanda yalnız başına yaşadı.
- He won't go alone.
- Yalnız başına gitmez.
- Don't travel alone late at night.
- Gece geç saatlerde yalnız başına dolaşma.
- I can do it alone.
- Onu yalnız başıma yapabilirim.
- I don't want to go shopping alone.
- Yalnız başına alışverişe gitmek istemiyorum.
- I'm going to do that alone.
- Onu yalnız başıma yapacağım.
- Tom was sitting alone at the counter.
- Tom tezgahta yalnız başına oturuyordu.
- I thought Tom was alone.
- Tom'un yalnız başına olduğunu sanıyordum.
- Tom insisted on going alone.
- Tom yalnız başına gitmekte ısrar etti.
- He likes to go out fishing alone.
- Yalnız başına balığa çıkmayı sever.
- A beautiful woman like you shouldn't be eating alone.
- Senin gibi güzel bir kadın yalnız başına yemek yememeli.
- Tom did that alone.
- Tom bunu yalnız başına yaptı.
- Tom sat there all alone, waiting for Mary.
- Tom, Mary'yi beklerken yalnız başına oraya oturdu,
- Layla couldn't have carried this murder alone.
- Layla bu cinayeti yalnız başına işleyemezdi.
- I don't want to go upstairs alone in the dark.
- Karanlıkta yalnız başına yukarı çıkmak istemiyorum.
- I can't possibly do this alone.
- Bunu yalnız başıma yapmam olanaksız.
- I don't go to the movies alone because I like to talk to someone about the movie afterwards.
- Sinemalara yalnız başıma gitmem çünkü daha sonra film hakkında birisiyle konuşmayı seviyorum.
- Tom breakfasted alone.
- Tom yalnız başına kahvaltı etti.
- You can't do this alone.
- Bunu yalnız başına yapamazsın.
- Tom plans to do that alone.
- Tom bunu yalnız başına yapmayı planlıyor.
- Don't go anywhere alone.
- Yalnız başına bir yere gitme.
- I'm sitting alone in my house.
- Evimde yalnız başıma oturuyorum.
- She is incapable of doing anything alone.
- O, yalnız başına bir şey yapamaz.
- Sami was home alone.
- Sami evde yalnız başınaydı.
- Tom was ready do it all alone.
- Tom bunu yalnız başına yapmaya hazırdı.
- Layla died alone in the desert.
- Leyla çölde yalnız başına öldü.
- I did that alone.
- Yalnız başıma yaptım bunu.
- Tom can do this work alone.
- Tom, bu işi yalnız başına yapabilir.
- You should finally admit you can't cope alone with it.
- Sonunda yalnız başına baş edemeyeceğini itiraf etmelisin.
- Tom likes to spend quiet time alone every day.
- Tom her gün yalnız başına sessiz zaman geçirmeyi sever.
- How do you expect me to do all this alone?
- Yalnız başıma bütün bunları yapmamı nasıl beklersin?
- Dan was too young to go to the park alone.
- Dan yalnız başına parka gitmek için fazla gençti.
- She found him sitting alone, his head in his hands.
- Onu yalnız başına, başı ellerinin arasında otururken buldu.
- Sami was home alone.
- Sami evde yalnız başına idi.
- Are you here alone?
- Burada yalnız başına mısın?
- Tom ate alone.
- Tom yalnız başına yemek yedi.
Show More (46)
|
5 |
alone |
yalnızca |
adv. |
|
- It is illusory to believe that processes of transformation in society can be managed by free market forces alone.
- Toplumdaki dönüşüm süreçlerinin yalnızca serbest piyasa güçleri tarafından yönetilebileceğine inanmak yanıltıcıdır.
- Nevertheless, the exception for safety is again welcome provided it is indeed for safety alone.
- Bununla birlikte yalnızca güvenlik için olması koşuluyla, güvenlik istisnası yine memnuniyetle karşılanmaktadır.
- Cultural, and therefore broadcasting, sovereignty belongs to the Member States alone.
- Kültürel ve dolayısıyla yayıncılık alanındaki egemenlik yalnızca Üye Devletlere aittir.
- The aim of full employment cannot be achieved by economic policy alone.
- Tam istihdam hedefine yalnızca ekonomi politikasıyla ulaşılamaz.
- We do not want to build a Europe of cities alone.
- Yalnızca şehirlerden oluşan bir Avrupa inşa etmek istemiyoruz.
- Wars cannot be won with weapons alone and, above all, peace cannot be built with the aid of weapons alone.
- Savaşlar yalnızca silahlarla kazanılamaz ve her şeyden önce barış yalnızca silahların yardımıyla inşa edilemez.
- In my country - Austria - alone, 540 000 people are at present in need of help and care.
- Benim ülkemde - Avusturya'da - yalnızca 540.000 kişi şu anda yardıma ve bakıma ihtiyaç duymaktadır.
- First of all, it concerns an area of competence reserved for the Member States alone.
- Her şeyden önce, yalnızca Üye Devletlere ayrılmış bir yetki alanıyla ilgilidir.
- However, the timetable for possible accession lies in Turkish hands alone.
- Bununla birlikte, olası katılımın takvimi yalnızca Türkiye'nin elindedir.
- Nor can we expect sustainability to be achieved through decommissioning alone.
- Sürdürülebilirliğin yalnızca hizmetten çıkarma yoluyla sağlanmasını da bekleyemeyiz.
- Too many positions held are marked by national interests alone and ideological mindsets.
- Sahip olunan çok sayıda mevki, yalnızca ulusal çıkarlar ve ideolojik zihniyetler tarafından belirlenmektedir.
- In future, it should be the Italian guarantee fund alone, which would obviously try to obtain redress.
- Gelecekte tazminat elde etmeye çalışacak olan yalnızca İtalyan garanti fonu olmalıdır.
- There is a common European strategy, but there is a need to do more than prevention alone.
- Ortak bir Avrupa stratejisi bulunsa da yalnızca önlemeden daha fazlasını yapmaya ihtiyaç vardır.
- However, the timetable for possible accession lies in Turkish hands alone.
- Bununla birlikte olası katılım için zaman çizelgesi yalnızca Türkiye'nin elindedir.
- In the past three decades alone, one third of the planet's natural resource base has been consumed - gone.
- Yalnızca son otuz yılda yeryüzünün doğal kaynak tabanının üçte biri tüketildi, resmen yok oldu.
- France was not defeated by military means alone.
- Fransa yalnızca askeri yöntemlerle mağlup edilmedi.
- We need a little time alone.
- Yalnızca biraz zamana ihtiyacımız var.
- You cannot live by love alone.
- Yalnızca sevgiyle yaşayamazsınız.
- He, and he alone, must go.
- O, yalnızca o gitmeli.
Show More (16)
|
6 |
alone |
tek |
adv. |
|
- The Russians will not manage alone in this.
- Ruslar bu işi tek başlarına başaramayacaklar.
- Trials are essential, but Iraqi judges cannot carry the burden alone.
- Yargılamalar elzemdir ancak Iraklı yargıçlar bu yükü tek başlarına taşıyamazlar.
- We must not deceive ourselves that public research institutes can manage the task alone.
- Kamu araştırma enstitülerinin bu işin üstesinden tek başlarına gelebilecekleri konusunda kendimizi kandırmamalıyız.
- With regard to derogations, the Member States alone must control marketing authorisations.
- Derogasyonlarla ilgili olarak Üye Devletler pazarlama izinlerini tek başlarına kontrol etmelidir.
- With regard to derogations, the Member States alone must control marketing authorisations.
- Derogasyonlarla ilgili olarak, Üye Devletler pazarlama izinlerini tek başlarına kontrol etmelidir.
- Thus, it is Europe alone that must, at last, create its own economic policy capability.
- Dolayısıyla nihayetinde kendi ekonomi politikası kapasitesini yaratması gereken tek ülke Avrupa'dır.
- Local authorities alone cannot shoulder the financial burden of ensuring that water quality remains high.
- Yerel yönetimler su kalitesinin yüksek kalmasını sağlamanın mali yükünü tek başlarına omuzlayamazlar.
- Thus, it is Europe alone that must, at last, create its own economic policy capability.
- Dolayısıyla, nihayetinde kendi ekonomi politikası kapasitesini yaratması gereken tek ülke Avrupa'dır.
- For the rest, the candidates alone set the pace of the process.
- Geri kalanlar için sürecin hızını adaylar tek başlarına belirler.
- Don't make them waste time trying to fix computer problems alone.
- Bilgisayar sorunlarını tek başlarına çözmeye çalışarak zaman kaybetmelerine neden olmayın.
- You alone are my hope.
- Tek umudum sizsiniz.
- It is dangerous for children to go out alone at night.
- Çocukların gece tek başlarına dışarı çıkmaları tehlikelidir.
- Saudi women are not permitted to leave their country alone.
- Suudi kadınların ülkelerini tek başlarına terk etmelerine izin verilmiyor.
- I don't like living alone.
- Tek yaşamayı sevmiyorum.
- He is not old enough to live alone.
- Tek yaşayacak kadar büyük değil.
- Tom and Mary said that they knew they should do that alone.
- Tom ve Mary onu tek başlarına yapmaları gerektiğini bildiklerini söylediler.
- All Tom wanted was for Mary to leave him alone.
- Tom'un tek istediği Mary'nin onu rahat bırakmasıydı.
Show More (14)
|
7 |
alone |
bir başına |
adv. |
|
- Tom didn't want to be left alone.
- Tom bir başına bırakılmayı istemedi.
- Layla died alone in the woods.
- Layla ormanda bir başına öldü.
Show More (-1)
|