| 1 |
desperate |
çaresiz |
adj. |
|
- I didn't want to take the money she offered, but I was desperate.
- Teklif ettiği parayı kabul etmek istemiyordum ama çaresizdim.
- He is desperate, because Russia's situation is desperate.
- O çaresiz durumda, çünkü Rusya'nın durumu da çaresiz.
- We must also relax immigration laws to prevent people from being driven to take these desperate remedies.
- Ayrıca insanların bu çaresiz çarelere başvurmalarını önlemek için göçmenlik yasalarını gevşetmeliyiz.
- They are victims because they are desperate and are looking for compassion.
- Onlar mağdur çünkü çaresizler ve merhamet bekliyorlar.
- When I was elected President four years ago, Korea was in a desperate situation, faced with a serious financial crisis.
- Dört yıl önce Başkan seçildiğimde Kore ciddi bir mali krizle karşı karşıya kalmış, çaresiz bir durumdaydı.
- I appreciate that anyone dying of kidney failure will be desperate.
- Böbrek yetmezliğinden ölen herkesin çaresiz kalacağını takdir ediyorum.
- This is the plight of desperate people seeking desperate measures to start a new life.
- Bu, yeni bir hayata başlamak için umutsuz önlemler arayan çaresiz insanların kötü durumudur.
- We must help the poor, the oppressed and the powerless before they become desperate, suicidal terrorists.
- Çaresiz, intihara meyilli teröristlere dönüşmeden önce yoksullara, ezilenlere ve güçsüzlere yardım etmeliyiz.
- Asylum seekers are desperate people escaping in many cases war, violence and torture.
- Sığınmacılar çoğu durumda savaş, şiddet ve işkenceden kaçan çaresiz insanlardır.
- It was a difficult decision but I was desperate.
- Zor bir karar oldu ama çaresizdim.
- It was a difficult decision but I was desperate.
- Zor bir karardı ama çaresizdim.
- We were all desperate.
- Hepimiz çaresizdik.
- You don't want to seem desperate.
- Çaresiz görünmek istemiyorsun.
- A desperate wife has the capacity to do dangerous things.
- Çaresiz bir eşin tehlikeli şeyler yapma kapasitesi vardır.
- Tom is desperate, isn't he?
- Tom çaresiz, değil mi?
- How desperate are you?
- Sen ne kadar çaresizsin?
- I'm not that desperate yet.
- Henüz o kadar çaresiz değilim.
- You sound desperate.
- Sesin çaresiz geliyor.
- We're desperate now.
- Biz şimdi çaresiziz.
- Tom said that he was really desperate.
- Tom gerçekten çaresiz olduğunu söyledi.
- Do I look that desperate?
- O kadar çaresiz görünüyor muyum?
- You looked like you were desperate.
- Çaresiz gibiydin.
- He's starting to feel desperate.
- O kendini çaresiz hissetmeye başlıyor.
- Tom said he felt desperate.
- Tom çaresiz hissettiğini söyledi.
- Tom was desperate for Mary's affection.
- Tom, Mary'nin sevgisi için çaresizdi.
- Tom is desperate to do that.
- Tom bunu yapmak için çaresiz.
- Tom seemed to be desperate.
- Tom çaresiz görünüyordu.
- Tom seemed to be very desperate.
- Tom çok çaresiz görünüyordu.
- He's desperate.
- O çaresizdir.
- He was desperate to defend his reputation.
- İtibarını korumak için çaresizdi.
- Users of Tatoeba shouldn't feel alone and desperate.
- Tatoeba kullanıcıları kendilerini yalnız ve çaresiz hissetmemeliler.
- You seem a little desperate.
- Biraz çaresiz görünüyorsun.
- Tom seemed to be desperate to do that.
- Tom bunu yapmak için çaresiz görünüyordu.
- No one's that desperate.
- Kimse o kadar çaresiz değildir.
- Do I look desperate to you?
- Sana çaresiz mi görünüyorum?
- Are you really that desperate?
- Gerçekten bu kadar çaresiz misin?
- They were desperate to get to Europe.
- Avrupa'ya ulaşmak için çaresiz durumdalar.
- Sami was desperate enough to try that.
- Sami bunu deneyecek kadar çaresizdi.
- We're not that desperate.
- Biz o kadar da çaresiz değiliz.
- It looks like Tom is desperate.
- Tom çaresiz görünüyor.
- We're not that desperate.
- O kadar da çaresiz değiliz.
- I'm desperate, I don't know what to do.
- Çaresizim, ne yapacağımı bilmiyorum.
- I'm desperate.
- Çaresizim.
- Layla was desperate.
- Leyla çaresizdi.
- Tom felt desperate.
- Tom çaresiz hissetti.
- Tom didn't want to seem desperate.
- Tom çaresiz görünmek istemedi.
- Sami was desperate.
- Sami çaresizdi.
- I was desperate.
- Çaresizdim.
- I didn't think Tom would be so desperate to do that.
- Tom'un bunu yapmak için bu kadar çaresiz olacağını düşünmemiştim.
- I wasn't as desperate to do that as Tom thought I was.
- Bunu yapmak için Tom'un sandığı kadar çaresiz değildim.
- How desperate can you be?
- Ne kadar çaresiz olabilirsin?
- I'm desperate to do that.
- Bunu yapmak için çaresizim.
- Tom was starting to feel desperate.
- Tom çaresiz hissetmeye başlamıştı.
- I'm very desperate to do that.
- Bunu yapmak için çok çaresizim.
- We're desperate for weapons.
- Silahlar için çaresiziz.
- Tom is clearly frustrated and desperate.
- Tom belli ki sinirli ve çaresiz.
- Tom was desperate to do that.
- Tom bunu yapacak kadar çaresizdi.
- You don't seem to be as desperate as Tom seems to be.
- Tom kadar çaresiz görünmüyorsun.
- Desperate people will try anything.
- Çaresiz insanlar her şeyi dener.
- The hungry monkey gets desperate to eat bananas.
- Aç maymun muz yemek için çaresiz kalır.
- Sami became desperate.
- Sami çaresiz kaldı.
- She's desperate.
- O çaresizdir.
- It's desperate, I know.
- Çaresiz, biliyorum.
- I'm not that desperate.
- O kadar da çaresiz değilim.
- Tom was starting to feel desperate.
- Tom çaresiz hissetmeye başlıyordu.
- She was feeling desperate.
- Çaresiz hissediyordu.
- Tom said Mary wasn't desperate.
- Tom, Mary'nin çaresiz olmadığını söyledi.
- I'm starting to feel desperate.
- Çaresiz hissetmeye başlıyorum.
- Tom said he's desperate.
- Tom çaresiz olduğunu söyledi.
- She's starting to feel desperate.
- Kendini çaresiz hissetmeye başlıyor.
- Tom is desperate now.
- Tom artık çaresiz.
- She's a desperate housewife.
- Çaresiz bir ev kadını.
- Tom seems to be desperate.
- Tom çaresiz görünüyor.
- Tom is likely to be desperate.
- Tom muhtemelen çaresizdir.
- I'm not as desperate to do that as you are.
- Bunu yapmak için senin kadar çaresiz değilim.
- He's desperate.
- O çaresiz.
- Desperate needs lead to desperate deeds.
- Çaresiz ihtiyaçlar, çaresiz eylemlere yol açar.
- She was feeling desperate.
- O kendini çaresiz hissediyordu.
- You're desperate, aren't you?
- Çaresizsin, değil mi?
- The situation is desperate.
- Durum çaresiz.
- Tom was a bit desperate.
- Tom biraz çaresizdi.
- I'm not that desperate.
- Ben o kadar çaresiz değilim.
- Desperate men often do desperate things.
- Çaresiz insanlar genellikle tehlikeli şeyler yaparlar.
- Tom was desperate.
- Tom çaresizdi.
- Mary is desperate.
- Mary çaresizdir.
- When he failed to find a job, Tom started feeling desperate.
- İş bulamayınca Tom çaresiz hissetmeye başladı.
- I'm desperate.
- Ben çaresizim.
- Tom is desperate now, isn't he?
- Tom çaresiz, değil mi?
- Tom is desperate now, isn't he?
- Tom şu an çaresiz, değil mi?
- Users of Tatoeba shouldn't feel alone and desperate.
- Tatoeba kullanıcıları kendilerini yalnız ve çaresiz hissetmemeli.
- Tom said Mary was likely to be desperate.
- Tom, Mary'nin çaresiz olabileceğini söyledi.
- I grew desperate.
- Çaresiz kaldım.
- Tom was a desperate fanatic.
- Tom çaresiz bir fanatikti.
- She sounded desperate.
- Sesi çaresiz geliyordu.
- I didn't want to seem desperate.
- Çaresiz görünmek istemedim.
- Tom seems desperate.
- Tom çaresiz görünüyor.
- Tom might be desperate to do that.
- Tom bunu yapmak için çaresiz olabilir.
- When he failed to find a job, Tom started feeling desperate.
- O bir iş bulmak için başarısız olduğunda, Tom çaresiz hissetmeye başladı.
- I was desperate.
- Ben çaresizdim.
- Tom was desperate to win.
- Tom kazanmak için çaresizdi.
- You're desperate.
- Çaresizsin.
- We're desperate now.
- Artık çaresiziz.
- Fadil resorted to a desperate measure.
- Fadıl çaresiz bir tedbire başvurdu.
- Tom is desperate to reach Mary.
- Tom, Mary'ye ulaşmak için çaresizdir.
- I'm not desperate.
- Çaresiz değilim.
- I think Tom is desperate.
- Bence Tom çaresiz.
- Desperate men do desperate things.
- Çaresiz adamlar çaresiz şeyler yapar.
- This feels kind of desperate.
- Bu biraz çaresiz hissettiriyor.
- We're desperate.
- Çaresiziz.
- These housewives are desperate.
- Bu ev kadınları çaresiz.
- It's hard to tell who's more desperate.
- Kimin daha çaresiz olduğunu söylemek zor.
- She was truly desperate.
- Gerçekten çaresizdi.
- Tom is getting desperate.
- Tom çaresizleşiyor.
- Tom is in a desperate situation.
- Tom çaresiz bir durumda.
- Tom was truly desperate.
- Tom gerçekten çaresizdi.
- Sami was desperate to get his girlfriend back.
- Sami kız arkadaşını geri almak için çaresizdi.
- Tom is desperate.
- Tom çaresiz.
- I doubt if Tom will be desperate.
- Tom'un çaresiz kalacağından şüpheliyim.
- She's desperate.
- Çaresiz durumda.
- Tom looks desperate.
- Tom çaresiz görünüyor.
- I'm desperate to do that.
- Onu yapmak için çaresizim.
- Sami was desperate enough to try that.
- Sami onu deneyecek kadar çaresizdi.
Show More (119)
|
| 2 |
desperate |
umutsuz |
adj. |
|
- This only breeds terrorism and results in desperate suicide acts.
- Bu sadece terörizmi besler ve umutsuz intihar eylemleriyle sonuçlanır.
- Desperate diseases need desperate remedies, as the saying goes.
- Umutsuz hastalıkların umutsuz çarelere ihtiyacı vardır, derler.
- Secondly, Belarus is actually signalling, albeit in a desperate way, that it is seeking contact with the EU.
- İkincisi Belarus aslında umutsuz bir şekilde de olsa AB ile temas arayışında olduğunun sinyallerini veriyor.
- I'm not desperate.
- Umutsuz değilim.
- It looks like Tom is desperate.
- Tom umutsuz gibi görünüyor.
- Tom said Mary was desperate.
- Tom Mary'nin umutsuz olduğunu söyledi.
- Tom looks desperate.
- Tom umutsuz görünüyor.
- Tom didn't seem desperate.
- Tom umutsuz gözükmüyordu.
- Tom is desperate now.
- Tom şimdi umutsuz.
- Tom said that he was desperate.
- Tom umutsuz olduğunu söyledi.
- Tom seemed to be desperate.
- Tom umutsuz görünüyordu.
- You must be desperate.
- Umutsuz olmalısın.
- I doubt if Tom will be desperate.
- Tom'un umutsuz olup olmayacağından şüpheliyim.
- Tom said Mary was likely to be desperate.
- Tom Mary'nin muhtemelen umutsuz olacağını söyledi.
- In a desperate attempt to escape, Tom hijacked a school bus but was quickly captured by the police.
- Kaçmak için umutsuz bir girişimde bulunan Tom, bir okul otobüsünü kaçırdı ancak polis tarafından kısa sürede yakalandı.
- Did that seem desperate to you?
- O senin için umutsuz görünüyor muydu?
- Tom is in a desperate situation.
- Tom umutsuz bir durumda.
- Tom sounded pretty desperate.
- Tom'un sesi oldukça umutsuz geliyordu.
- Tom said Mary wasn't desperate.
- Tom Mary'nin umutsuz olmadığını söyledi.
- Tom was a bit desperate.
- Tom biraz umutsuzdu.
- I was desperate.
- Umutsuzdum.
- Desperate men do desperate things.
- Umutsuz adamlar umutsuz şeyler yapar.
- Desperate people will try anything.
- Umutsuz insanlar her şeyi deneyecektir.
- Sami was desperate to get his girlfriend back.
- Sami kız arkadaşını geri almak için umutsuzdu.
- Tom isn't desperate, but Mary is.
- Tom umutsuz değildir ama Mary umutsuzdur.
- This feels kind of desperate.
- Bu biraz umutsuz görünüyor.
- She sounds desperate.
- O umutsuz görünüyor.
- Tom was desperate to do that.
- Tom bunu yapmak için umutsuzdu.
- She was truly desperate.
- O gerçekten umutsuzdu.
- Tom seems to be desperate.
- Tom umutsuz gibi görünüyor.
- Tom seemed desperate.
- Tom umutsuz görünüyordu.
- Tom was desperate.
- Tom umutsuzdu.
- Tom said he's desperate.
- Tom umutsuz olduğunu söyledi.
- I'm not as desperate to do that as you are.
- Bunu yapmak için senin kadar umutsuz değilim.
- You're desperate.
- Sen umutsuzsun.
- Are you really that desperate?
- Gerçekten o kadar umutsuz musun?
- She sounds desperate.
- Sesi umutsuz geliyordu.
- You sound desperate.
- Umutsuz görünüyorsun.
- Tom said he felt desperate.
- Tom kendini umutsuz hissettiğini söyledi.
- Tom is desperate to do that.
- Tom onu yapmak için umutsuzdur.
- Desperate diseases require desperate remedies.
- Umutsuz hastalıklar umutsuz çareler gerektirir.
- The war situation was desperate.
- Savaş durumu umutsuzdu.
- Fadil resorted to a desperate measure.
- Fadıl umutsuz bir önleme başvurdu.
- He was desperate to defend his reputation.
- O, ününü savunmak için umutsuzdu.
- Tom didn't want to seem desperate.
- Tom umutsuz görünmek istemiyordu.
- Mary is desperate.
- Mary umutsuz durumda.
- Tom didn't seem desperate.
- Tom umutsuz görünmüyordu.
- She sounded desperate.
- O umutsuz görünüyordu.
- Tom told Mary that he was desperate.
- Tom, Mary'ye umutsuz olduğunu söyledi.
- I didn't think Tom would be so desperate.
- Tom'un bu kadar umutsuz olacağını düşünmedim.
- How desperate can you be?
- Ne kadar umutsuz olabilirsin?
- Tom was desperate to win.
- Tom kazanmak için umutsuzdu.
- Tom said that he was really desperate.
- Tom gerçekten umutsuz olduğunu söyledi.
- I know the situation is desperate.
- Durumun umutsuz olduğunu biliyorum.
- Tom was a desperate fanatic.
- Tom umutsuz bir fanatikti.
- She's a desperate housewife.
- O umutsuz bir ev kadını.
- Tom is desperate.
- Tom umutsuz.
- You looked like you were desperate.
- Sen umutsuz gibi görünüyordun.
- Tom said Mary is desperate.
- Tom Mary'nin umutsuz olduğunu söyledi.
- Tom is a bit desperate.
- Tom biraz umutsuz.
- Do I look desperate to you?
- Sana umutsuz görünüyor muyum?
- Tom isn't desperate, but Mary is.
- Tom umutsuz değil ama Mary umutsuz.
- You seem a little desperate.
- Biraz umutsuz görünüyorsun.
- We're not desperate yet.
- Henüz umutsuz değiliz.
- Layla was desperate.
- Layla umutsuzdu.
- How desperate are you?
- Ne kadar umutsuzsun?
- Tom seems desperate.
- Tom umutsuz görünüyor.
- Tom's situation is desperate.
- Tom'un durumu umutsuz.
- That sounded a little desperate.
- Bu biraz umutsuz görünüyordu.
- A desperate wife has the capacity to do dangerous things.
- Umutsuz bir eşin tehlikeli şeyler yapma kapasitesi vardır.
- Tom might be desperate to do that.
- Tom bunu yapmak için umutsuz olabilir.
- Desperate measures were taken.
- Umutsuz önlemler alındı.
- I thought Tom was desperate.
- Tom'un umutsuz olduğunu düşündüm.
- Tom sounded pretty desperate.
- Tom oldukça umutsuz görünüyordu.
- Tom thought Mary was desperate.
- Tom Mary'nin umutsuz olduğunu düşünüyordu.
- Tom is still desperate to do that.
- Tom bunu yapmak için hala umutsuz.
- These housewives are desperate.
- Bu ev kadınları umutsuz.
- Suicide is a desperate act.
- İntihar umutsuz bir eylemdir.
- He was desperate to escape.
- Kaçmak konusunda umutsuzdu.
- The situation is desperate.
- Durum umutsuz.
- Tom's desperate.
- Tom umutsuz.
- Tom is likely to be desperate.
- Tom muhtemelen umutsuz olacak.
- I didn't think Tom would be so desperate.
- Tom'un bu kadar umutsuz olacağını düşünmemiştim.
- Tom felt desperate.
- Tom umutsuz hissetti.
- It's kind of desperate.
- Bu biraz umutsuz.
- Tom sounds desperate.
- Tom umutsuz görünüyor.
- It's desperate, I know.
- Bu umutsuz, biliyorum.
- Tom is still desperate to do that.
- Tom hala bunu yapmak için umutsuz.
- Sami made a desperate plea for help.
- Sami, umutsuz bir yardım talebi yaptı.
- It's hard to tell who's more desperate.
- Kimin daha umutsuz olduğunu söylemek zor.
Show More (87)
|
| 3 |
desperate |
vahim |
adj. |
|
- They are facing a desperate shortage of clean water.
- Temiz su konusunda vahim bir kıtlık yaşıyorlar.
- The situation is desperate and we must all intervene at once and do something about it.
- Durum vahim ve hepimiz bir an önce müdahale etmeli ve bu konuda bir şeyler yapmalıyız.
- The situation in Kabylia is still desperate, and peaceful demonstrators have been killed.
- Kabylia'daki durum hala vahimdir ve barışçıl göstericiler öldürülmüştür.
- They explained to us very vividly way just how desperate the situation is.
- Bize durumun ne kadar vahim olduğunu çok canlı bir şekilde anlattılar.
- The situation was desperate then.
- O zaman durum vahim haldeydi.
Show More (2)
|
| 4 |
desperate |
ümitsiz |
adj. |
|
- I didn't think Tom would be so desperate to do that.
- Tom'un onu yapmak için bu kadar ümitsiz olacağını düşünmemiştim.
- Sami was desperate.
- Sami ümitsizdi.
- Tom is in a desperate situation.
- Tom ümitsiz bir durumda.
Show More (0)
|
| 5 |
desperate |
son çare olarak |
adj. |
|
- He made a desperate attempt to save his failing company.
- Batmakta olan şirketini kurtarmak amacıyla son çare olarak bir girişimde bulundu.
Show More (-2)
|
| 6 |
desperate |
yanıp tutuşan |
adj. |
|
- I got lost in the woods and was desperate for water.
- Ormanda kayboldum ve su bulmak için yanıp tutuşuyordum.
Show More (-2)
|
| 7 |
desperate |
aşırı |
adj. |
|
- He made desperate efforts to reach the shore.
- O, kıyıya ulaşmak için aşırı derecede çaba sarfetti.
Show More (-2)
|
