1 |
raise |
kaldırmak |
v. |
|
- Raise your hand if you know the answer.
- Cevabı biliyorsanız elinizi kaldırın.
- Don't raise your head! The officers may identify us; look down until they leave.
- Kaldırmasana kafanı! Polisler bizi tanıyabilir, onlar gidene kadar yere bak.
- Hungary was the first country to raise the Iron Curtain and to start intensive preparations for full membership.
- Macaristan, Demir Perde'yi kaldıran ve tam üyelik için yoğun hazırlıklara başlayan ilk ülke oldu.
- That is possible only if you raise the hurdles on the route from committee to plenary.
- Bu ancak komiteden genel kurula giden yoldaki engelleri kaldırırsanız mümkündür.
- As a former chairman of the Lithuanian JPC, I must raise the issue of Kaliningrad.
- Litvanya KPK'sının eski bir başkanı olarak Kaliningrad konusunu gündeme getirmeliyim.
- He used to raise it up and say "peace!"
- Onu havaya kaldırır ve "selam" derdi.
- He used to raise it up and say "peace!"
- Onu kaldırıp "selam!" derdi.
- He used to raise it up and say "peace!"
- Onu kaldırır ve "selamlar!" derdi.
- Raise your leg.
- Bacağını kaldır.
- She raised her hand to ask a question.
- Soru sormak için elini kaldırdı.
- Raise your right hand.
- Sağ elinizi kaldırın.
- Raise your left hand.
- Sol elinizi kaldırın.
- Tom raised his glass to Mary.
- Tom kadehini Mary'ye kaldırdı.
- Raise the jib.
- Yelkenleri kaldırın.
- If you want a sandwich, raise your hand.
- Sandviç isteyen elini kaldırsın.
- Tom raised his hand.
- Tom elini kaldırdı.
- Mary shyly raised her hand.
- Mary utangaç bir şekilde elini kaldırdı.
- Several students raised their hands.
- Birkaç öğrenci ellerini kaldırdı.
- You have to raise your hand if you want to speak at the meeting.
- Toplantıda konuşmak istiyorsanız elinizi kaldırmalısınız.
- The swimmer raised his head and gasped for breath.
- Yüzücü başını kaldırdı ve nefes nefese kaldı.
- Raise your left arm.
- Sol kolunu kaldır.
- He raised his hand to ask a question.
- Soru sormak için elini kaldırdı.
- Raise your right hand and repeat after me.
- Sağ elini kaldır ve benden sonra tekrarla.
- I'll raise my hand as a signal.
- Bir sinyal olarak elimi kaldıracağım.
- The car raised a cloud of dust.
- Araba bir toz bulutu kaldırdı.
- Raise your hand.
- Elinizi kaldırın.
- If you want to speak, raise your hand.
- Konuşmak isteyen elini kaldırsın.
- Raise your hand when I call your name.
- Adınızı söylediğimde elinizi kaldırın.
- He raised his hands.
- O, ellerini kaldırdı.
- Tom carefully raised the lid.
- Tom dikkatle kapağı kaldırdı.
- He raised his hand to stop a taxi.
- Bir taksiyi durdurmak için elini kaldırdı.
- Tom raised the crowbar intending to smash his attacker's head.
- Tom, saldırganın kafasını ezmek niyetiyle levyeyi kaldırdı.
- It seemed like the whole school raised their hand to bid.
- Sanki tüm okul teklif vermek için el kaldırmış gibiydi.
- Jim raised his hand.
- Jim elini kaldırdı.
- Raised hands have become a symbol of protest.
- Kaldırılan eller protesto sembolü haline geldi.
- He raised his hat in respect.
- Şapkasını saygıyla kaldırdı.
- As she wanted to ask a question, she raised her hand.
- Bir soru sormak istediğinde elini kaldırdı.
- Raise your right hand and repeat after me.
- Sağ elinizi kaldırın ve benden sonra tekrar edin.
- He raised his hand.
- O elini kaldırdı.
- Takeshi raised his hand to ask a question.
- Takeshi, bir soru sormak için elini kaldırdı.
- She raised her hand for the bus to stop.
- Otobüsün durması için elini kaldırdı.
- He raised his arm intending to stop a taxi.
- Bir taksiyi durdurmak için kolunu kaldırdı.
- Raise both of your arms up like this.
- Her iki kolunuzu da bu şekilde yukarı kaldırın.
- And I will raise it again in three days.
- Ve onu üç gün içinde tekrar kaldıracağım.
- If you have a question, please raise your right hand.
- Bir sorunuz varsa, lütfen sağ elinizi kaldırın.
- Tom carefully raised the lid.
- Tom kapağı dikkatlice kaldırdı.
- Tom raised his hat.
- Tom şapkasını kaldırdı.
- Several students raised their hands.
- Birkaç öğrenci elini kaldırdı.
- She raised her hand.
- Elini kaldırdı.
- Who raised you?
- Kim seni kaldırdı?
- Raise both of your arms up like this.
- İki kolunuzu da bu şekilde kaldırın.
- Raise your hand before you answer.
- Cevap vermeden önce elinizi kaldırın.
- Tom raised his glass of wine to watch the beautiful red color against the light.
- Tom şarap kadehini kaldırıp ışığa karşı güzel kırmızı rengi izledi.
- She raised her hand to ask a question.
- Bir soru sormak için elini kaldırdı.
- She raised her hands.
- O ellerini kaldırdı.
- They raised their glasses and toasted to their success.
- Kadehlerini kaldırdılar ve başarılarına kadeh kaldırdılar.
- Mary shyly raised her hand.
- Mary utanarak elini kaldırdı.
- He raised his hat when he saw me.
- Beni görünce şapkasını kaldırdı.
- The car raised a cloud of dust.
- Araba toz bulutu kaldırdı.
- She wanted to ask a question, so she raised her hand.
- Bir soru sormak istiyordu, o yüzden elini kaldırdı.
- Raise your arm.
- Kolunu kaldır.
- Tom raised his glass of wine to watch the beautiful red color against the light.
- Tom ışığa karşı güzel kırmızı rengi izlemek için şarap kadehini kaldırdı.
- Anyone with an opinion please raise their hand.
- Fikri olan lütfen elini kaldırsın.
- Raise your hand if you know the answer.
- Cevabı biliyorsanız elinizi kaldırın.
- If you understand, please raise your hand.
- Anladıysanız, lütfen elinizi kaldırın.
- That student raised his hand to ask a question.
- O öğrenci soru sormak için elini kaldırdı.
- Tom raised his right hand.
- Tom sağ elini kaldırdı.
- Raise your hand if I read your name.
- Adını okuyan elini kaldırsın.
- Raise your hand if you understand it.
- Anlayan elini kaldırsın.
- Let's raise our glasses for a toast.
- Bardaklarımızı bir tost için kaldıralım.
- I can't raise my right arm.
- Sağ kolumu kaldıramam.
- He raised his hand.
- Elini kaldırdı.
- Tom was the first one to raise his hand.
- Tom elini kaldıran ilk kişiydi.
- As she wanted to ask a question, she raised her hand.
- O bir soru sormak istediği için elini kaldırdı.
- If you have a question, please raise your right hand.
- Eğer herhangi bir sorun varsa sağ elini kaldır.
- Tom raised his head and smiled.
- Tom başını kaldırdı ve gülümsedi.
- Tom raised his hand to ask a question.
- Tom bir soru sormak için elini kaldırdı.
- Raise your hand if you have finished the composition.
- Kompozisyonuzu bitirirseniz elinizi kaldırın.
- I can't raise my right arm.
- Sağ kolumu kaldıramıyorum.
- Tom raised his gun and pointed it at Mary.
- Tom silahını kaldırdı ve Mary'ye doğrulttu.
- Tom raised his arms.
- Tom kollarını kaldırdı.
- Tom raised his hairy fist.
- Tom kıllı yumruğunu kaldırdı.
- He raised his hand and smiled.
- Elini kaldırdı ve gülümsedi.
- He raised his hands.
- Ellerini kaldırdı.
- Tom raised his hand to ask a question.
- Tom soru sormak için elini kaldırdı.
- If you have a question, please raise your hand.
- Bir sorunuz varsa, lütfen elinizi kaldırın.
- He raised his arm.
- Kolunu kaldırdı.
- He raised his hand to ask a question.
- Bir soru sormak için elini kaldırdı.
- Raised hands have become a symbol of protest.
- Kaldırılmış eller bir protesto sembolü haline gelmiştir.
- Tom raised me.
- Tom beni kaldırdı.
- Mary raised the mattress in order to change the sheets.
- Mary çarşafları değiştirmek için döşekleri kaldırdı.
- He raised his hat when he saw me.
- O beni gördüğünde şapkasını kaldırdı.
- She raised her hands.
- Ellerini kaldırdı.
- I didn't raise my hand.
- Elimi kaldırmadım.
- Tom raised his arm.
- Tom kolunu kaldırdı.
- The judge raised his hand to shush Tom.
- Yargıç Tom'u susturmak için elini kaldırdı.
- He raised his arm intending to stop a taxi.
- Bir taksiyi durdurmayı deneyerek kolunu kaldırdı.
- If you understand, raise your hand.
- Anladıysanız, elinizi kaldırın.
- Tom raised his hands.
- Tom ellerini kaldırdı.
- That student raised his hand to ask a question.
- Şu öğrenci soru sormak için elini kaldırdı.
- Takeshi raised his hand to ask a question.
- Takeshi, soru sormak için elini kaldırdı.
- Tom was the first one to raise his hand.
- İlk elini kaldıran Tom oldu.
- If you don't understand, please raise your hand.
- Anlamadıysanız, lütfen elinizi kaldırın.
- One of the students raised his hand to ask a question.
- Öğrencilerden biri soru sormak için parmak kaldırdı.
- He raised his arm.
- O kolunu kaldırdı.
- The judge raised his hand to shush Tom.
- Hakim, Tom'u susturmak için elini kaldırdı.
- Tom shyly raised his hand.
- Tom utangaç bir biçimde elini kaldırdı.
- Raise your hand to the sky.
- Elini havaya kaldır.
- Tom raised his glass to Mary.
- Tom onun bardağını Mary'ye kaldırdı.
- The man raised his hand to ask a question.
- Adam bir soru sormak için elini kaldırdı.
- One of the students raised his hand to ask a question.
- Öğrencilerden biri soru sormak için elini kaldırdı.
- He slowly raised the gun.
- O, yavaşça silahı kaldırdı.
- It seemed like the whole school raised their hand to bid.
- Bütün okul teklif vermek için elini kaldırdı gibi görünüyordu.
- Tom smiled and raised his hat.
- Tom gülümsedi ve şapkasını kaldırdı.
- Tom raised his eyebrows.
- Tom kaşlarını kaldırdı.
- He raised his hat.
- Şapkasını kaldırdı.
- Let's raise our glasses for a toast.
- Kadehlerimizi kaldıralım.
- Raise your hand if I read your name.
- Adınızı okursam elinizi kaldırın.
- Raise your hand if you have a question.
- Sorunuz varsa elinizi kaldırın.
- Raise your right arm.
- Sağ kolunuzu kaldırın.
- Raise your right arm.
- Sağ kolunu kaldır.
- You have to raise your hand if you want to speak at the meeting.
- Toplantıda konuşmak isterseniz elinizi kaldırmak zorundasınız.
- Tom raised his gun.
- Tom silahını kaldırdı.
- Raise your hand if you have finished the composition.
- Kompozisyonu bitirenler el kaldırsın.
- He raised his eyebrows.
- Kaşlarını kaldırdı.
- A crane raises heavy construction materials.
- Bir vinç ağır inşaat malzemelerini kaldırır.
- He slowly raised the gun.
- Silahı yavaşça kaldırdı.
- Tom raised his hand to get the teacher's attention.
- Tom öğretmenin dikkatini çekmek için elini kaldırdı.
- She wanted to ask a question, so she raised her hand.
- O bir soru sormak istedi, bu yüzden elini kaldırdı.
- He raised his hand and smiled.
- O, elini kaldırdı ve gülümsedi.
- Tom shyly raised his hand.
- Tom utanarak elini kaldırdı.
- Tom raised his head and smiled.
- Tom kafasını kaldırdı ve gülümsedi.
- The man raised his hand to ask a question.
- Adam soru sormak için elini kaldırdı.
- Anyone with an opinion please raise their hand.
- Bir fikri olan varsa lütfen elini kaldırsın.
- The student raised his hand.
- Öğrenci elini kaldırdı.
- I'll raise my hand as a signal.
- İşaret olarak elimi kaldıracağım.
- Mary raised the mattress in order to change the sheets.
- Mary çarşafları değiştirmek için yatağı kaldırdı.
- Raise your right hand.
- Sağ elini kaldır.
- He raised his hat.
- O, şapkasını kaldırdı.
- She raised her hand.
- O elini kaldırdı.
- The student raised her hand.
- Öğrenci elini kaldırdı.
- Raise your left hand.
- Sol elini kaldır.
- A student raised his hand when the teacher finished the reading.
- Öğretmen okumayı bitirdiğinde bir öğrenci elini kaldırdı.
- If you have a question, please raise your hand.
- Bir sorunuz varsa lütfen elinizi kaldırın.
- Nearly the entire class raised their hands.
- Neredeyse tüm sınıf ellerini kaldırdı.
Show More (142)
|
2 |
raise |
yetiştirmek |
v. |
|
- Her stepfather left his job to raise chickens on a farm.
- Üvey babası bir çiftlikte tavuk yetiştirmek için işini bıraktı.
- Families must be able to raise their children in societies free from hatred, violence, bloodshed and fear.
- Aileler çocuklarını nefret, şiddet, kan dökme ve korkudan arınmış toplumlarda yetiştirebilmelidir.
- They rescued her from a hard life and raised her.
- Onu zor bir hayattan kurtardılar ve yetiştirdiler.
- My grandmother raised a family of ten.
- Büyükannem on kişilik bir aile yetiştirdi.
- My parents raised me.
- Beni ailem yetiştirdi.
- Layla was raised in a very toxic environment.
- Leyla çok zehirli bir ortamda yetiştirildi.
- Tom was raised by foster parents.
- Tom koruyucu anne baba tarafından yetiştirildi.
- Your parents raised you well.
- Ailen seni iyi yetiştirdi.
- I wasn't raised that way.
- Ben böyle yetiştirilmedim.
- I raise orchids.
- Orkide yetiştiririm.
- I was raised Jewish.
- Ben Yahudi olarak yetiştirildim.
- Tom raised rabbits and sold them.
- Tom tavşan yetiştirir ve onları satardı.
- Tom raises rabbits and sells them.
- Tom tavşanları yetiştirir ve onları satar.
- I raise Arabian horses.
- Arap atı yetiştiriyorum.
- She raised the boy to be a fine person.
- Çocuğu iyi bir insan olması için yetiştirdi.
- Layla and Sami raised camels and sold them.
- Leyla ve Sami develeri yetiştirip sattılar.
- Is it possible for me to raise the animal?
- Hayvanı yetiştirmem mümkün mü?
- Sami was raised that way.
- Sami bu şekilde yetiştirildi.
- Layla and Sami raised camels and sold them.
- Leyla ve Sami deve yetiştirip satıyorlardı.
- He learned how to raise cattle.
- Sığır yetiştirmeyi öğrendi.
- More than 75% of farms raised pigs and milk cows.
- Çiftliklerin %75'inden fazlası domuz ve süt ineği yetiştiriyordu.
- Tom was raised Catholic.
- Tom Katolik olarak yetiştirildi.
- He learned to raise cattle.
- Sığır yetiştirmeyi öğrendi.
- My mother worked hard in order to raise us.
- Annem bizi yetiştirmek için çok çalıştı.
- It is estimated that only a few hundred pandas remain, with a small number of them being raised in zoos in China and abroad.
- Sadece birkaç yüz panda kaldığı tahmin ediliyor ve bunların küçük bir kısmı Çin'deki ve yurtdışındaki hayvanat bahçelerinde yetiştiriliyor.
- Tom raises orchids.
- Tom orkide yetiştiriyor.
- I was raised a Muslim.
- Müslüman olarak yetiştirildim.
- Tom raises racing pigeons.
- Tom yarış güvercini yetiştiriyor.
- Sami raised his kids in Cairo.
- Sami çocuklarını Kahire'de yetiştirdi.
- Tom raised his son without any help.
- Tom yardım almadan oğlunu yetiştirdi.
- She raises Arabian horses.
- Arap atı yetiştiriyor.
- Tom's grandmother raised him.
- Tom'un büyükannesi onu yetiştirdi.
- Boston is a great place to raise kids.
- Boston çocuk yetiştirmek için harika bir yer.
- He learned how to raise cattle.
- O, nasıl sığır yetiştireceğini öğrendi.
- Tom raised Mary as his own daughter.
- Tom, Mary'yi kendi kızı olarak yetiştirdi.
- Fadil groomed and raised horses in southern Arizona.
- Fadıl, Güney Arizona'da at seyisliği yapmış ve yetiştirmiştir.
- I wasn't raised like that.
- Ben öyle yetiştirilmedim.
- Boston is a great place to raise kids.
- Boston çocukları yetiştirmek için harika bir yer.
- Your parents raised you well.
- Annenle baban seni iyi yetiştirmiş.
- Mary raises Arabian horses.
- Mary Arap atı yetiştiriyor.
- You raise Arabian horses, don't you?
- Arap atı yetiştiriyorsun, değil mi?
- Mary struggled to raise Tom as a single mother.
- Mary, Tom'u bekar bir anne olarak yetiştirmek için mücadele etti.
- We raised our children in Boston.
- Çocuklarımızı Boston'da yetiştirdik.
- I'll raise you.
- Seni yetiştireceğim.
- I raised Tom.
- Tom'u yetiştirdim.
- He raises Arabian horses.
- O, Arap atlarını yetiştirir.
- He raises horses and cattle.
- At ve sığır yetiştiriyor.
- Tom remembered the rabbits he used to raise.
- Tom yetiştirdiği tavşanları hatırladı.
- He raises crops and cows on his farm.
- Çiftliğinde ekinler ve inekler yetiştiriyor.
- Mary was raised Catholic.
- Mary Katolik olarak yetiştirildi.
- Do you know how hard we worked to raise you?
- Seni yetiştirmek için ne kadar çok çalıştığımızı biliyor musun?
- My parents did not raise me very well.
- Ailem beni çok iyi yetiştirmedi.
- I was raised in an orphanage in Australia.
- Avustralya'daki bir yetimhanede yetiştirildim.
- He raises horses and cattle.
- O at ve sığır yetiştiriyor.
- Who raised these pigs?
- Bu domuzları kim yetiştirdi?
- We raise Arabian horses.
- Arap atı yetiştiriyoruz.
- I will raise my children so that they will be protected from superstition.
- Çocuklarımı batıl inançlardan korunacakları şekilde yetiştireceğim.
- I was raised near Boston.
- Boston yakınlarında yetiştirildim.
- Sami was born and raised Muslim.
- Sami Müslüman olarak doğdu ve yetiştirildi.
- She raised the boy to be a fine person.
- Çocuğu iyi bir insan olarak yetiştirdi.
- That's how I was raised.
- Ben böyle yetiştirildim.
- She raised me.
- O beni yetiştirdi.
- He learned to raise cattle.
- O sığır yetiştirmeyi öğrendi.
- Fadil groomed and raised horses in southern Arizona.
- Fadıl, Güney Arizona'da atları tımar edip yetiştirdi.
- He raised me.
- O beni yetiştirdi.
- These identical twins were separated at birth and raised in different families.
- Bu tek yumurta ikizleri, doğumda ayrıldılar ve farklı ailelerde yetiştirildiler.
- I raise rabbits for meat.
- Eti için tavşan yetiştiriyorum.
- I raise Arabian horses.
- Ben Arap atları yetiştiriyorum.
- I always thought Tom was raised by wolves.
- Tom'un hep kurtlar tarafından yetiştirildiğini düşünmüşümdür.
- My grandfather raises ducks.
- Dedem ördek yetiştirir.
- This would be such a great place to raise kids.
- Burası çocuk yetiştirmek için harika bir yer olurdu.
- I was raised a Christian.
- Hristiyan olarak yetiştirildim.
- They raise Arabian horses.
- Onlar Arap atı yetiştiriyor.
- Tom and Mary are always arguing about how to raise their children.
- Tom ve Mary her zaman çocuklarını nasıl yetiştirecekleri konusunda tartışırlar.
- I was raised Jewish.
- Yahudi olarak yetiştirildim.
- He raises Arabian horses.
- Arap atı yetiştiriyor.
- They also raised animals for meat and milk.
- Ayrıca et ve süt için hayvan yetiştiriyorlardı.
- He raises horses.
- At yetiştiriyor.
- Fadil decided that he wanted to raise his family in a different environment than Cairo, so they moved to Alexandria.
- Fadıl ailesini Kahire'den farklı bir ortamda yetiştirmek istediğine karar verdi ve İskenderiye'ye taşındılar.
- No one has the right to tell you how to raise your child.
- Kimsenin size çocuğunuzu nasıl yetiştireceğinizi söylemeye hakkı yok.
- Tom raises rabbits and sells them.
- Tom tavşan yetiştirip satıyor.
- Tom and Mary are always arguing about how to raise their children.
- Tom ve Mary çocuklarını nasıl yetiştirecekleri konusunda her zaman tartışıyorlar.
- You used to raise canaries.
- Eskiden kanarya yetiştirirdin.
- Sami wanted to raise his children as Muslims.
- Sami çocuklarını Müslüman olarak yetiştirmek istiyordu.
- Mary raises Arabian horses.
- Mary, Arap atları yetiştiriyor.
- Layla enjoyed the types of dogs that Sami raised.
- Layla, Sami'nin yetiştirdiği köpek türlerinden hoşlanıyordu.
- Sami raised his children in Christianity.
- Sami çocuklarını Hristiyanlığa göre yetiştirdi.
- Tom raised Mary as his own daughter.
- Tom, Mary'yi kendi kızı gibi yetiştirdi.
- I raise orchids.
- Orkide yetiştiriyorum.
- I raise cattle.
- Ben sığır yetiştiriyorum.
- It is estimated that only a few hundred pandas remain, with a small number of them being raised in zoos in China and abroad.
- Çin'de ve yurt dışında hayvanat bahçelerinde yetiştirilen birkaç tane ile birlikte, sadece birkaç yüz pandanın kaldığı tahmin edilmektedir.
- I tried to raise Tom alone.
- Tom'u tek başıma yetiştirmeye çalıştım.
- More than 75% of farms raised pigs and milk cows.
- Çiftliklerin %75'inden fazlası domuz ve süt ineği yetiştirdi.
- We raise Arabian horses.
- Biz Arap atları yetiştiririz.
- Layla was raised in a toxic environment.
- Leyla zehirli bir çevrede yetiştirildi.
- Cookie was raised by Kate.
- Cookie'yi Kate yetiştirdi.
- Tom raised three children all by himself.
- Tom yalnız başına üç çocuk yetiştirdi.
- Tom remembered the rabbits he used to raise.
- Tom eskiden yetiştirdiği tavşanları hatırladı.
- Tom raises Arabian horses.
- Tom Arap atı yetiştiriyor.
- Tom used to raise rabbits.
- Tom tavşanlar yetiştirirdi.
- I was raised a Christian.
- Ben Hristiyan olarak yetiştirildim.
- Mary raised me.
- Mary beni yetiştirdi.
- No one has the right to tell you how to raise your child.
- Hiç kimsenin sana çocuğunu nasıl yetiştireceğini söyleme hakkı yok.
- Tom used to raise rabbits.
- Tom eskiden tavşan yetiştirirdi.
- She raises Arabian horses.
- O, Arap atları yetiştirir.
- Sami was raised by an Arabic teacher.
- Sami bir Arapça öğretmeni tarafından yetiştirildi.
- He began to raise beef cattle.
- Sığır yetiştirmeye başladı.
- His father died in the war and his mother raised him and his siblings by herself.
- Onun babası savaşta öldü ve annesi onu ve kardeşlerini kendi başına yetiştirdi.
- I was raised a Muslim.
- Ben Müslüman olarak yetiştirildim.
- This would be a good place to raise kids.
- Burası çocuk yetiştirmek için iyi bir yer olurdu.
- I was raised right.
- Ben doğru yetiştirildim.
- I was raised right.
- Doğru yetiştirildim.
- They raise Arabian horses.
- Arap atları yetiştiriyorlar.
- You used to raise canaries.
- Sen kanaryalar yetiştirirdin.
- Layla was raised in a very toxic environment.
- Leyla çok toksik bir ortamda yetiştirildi.
- Layla raised her two boys on her own.
- Leyla iki oğlan çocuğunu tek başına yetiştirdi.
- My grandfather raises ducks.
- Büyükbabam ördek yetiştirir.
- Tom raises orchids.
- Tom orkide yetiştirir.
- Can I use this area to raise vegetables?
- Bu alanı sebze yetiştirmek için kullanabilir miyim?
- Tom raises Arabian horses.
- Tom Arap atları yetiştirir.
- I wasn't raised that way.
- Ben o şekilde yetiştirilmedim.
- Tom raised rabbits and sold them.
- Tom tavşanları yetiştirdi ve onları sattı.
- He began to raise beef cattle.
- O, besi sığırı yetiştirmeye başladı.
- I raise rabbits for meat.
- Ben et için tavşan yetiştiriyorum.
- I was raised by Tom and Mary.
- Tom ve Mary tarafından yetiştirildim.
- Layla enjoyed the types of dogs that Sami raised.
- Leyla, Sami'nin yetiştirdiği köpek türlerini beğeniyordu.
- You raise Arabian horses, don't you?
- Sen Arap atları yetiştiriyorsun, değil mi?
- Tom and Mary raise rabbits for meat.
- Tom ve Mary et için tavşan yetiştirmektedir.
- Mary raises her son as a single mother.
- Mary oğlunu bekar bir anne olarak yetiştiriyor.
- That's just how I was raised.
- Ben böyle yetiştirildim.
- We've raised three healthy children.
- Üç sağlıklı çocuk yetiştirdik.
- Sami was raised Catholic and he converted to Islam at age 27.
- Sami Katolik olarak yetiştirildi ve 27 yaşında İslam'ı seçti.
- They raised me.
- Onlar beni yetiştirdi.
- Layla lived in a neighborhood where anybody would like to raise a family.
- Leyla herkesin aile yetiştirmek istediği bir mahallede yaşıyordu.
- Tom and Mary raise rabbits for meat.
- Tom ve Mary et için tavşan yetiştiriyorlar.
Show More (132)
|
3 |
raise |
yükseltmek |
v. |
|
- You should raise your standards by choosing healthier foods because you deserve it.
- Daha sağlıklı gıdalar seçerek standartlarınızı yükseltmelisiniz, çünkü siz buna değersiniz.
- This would also raise the EU's standing in the world.
- Bu aynı zamanda AB'nin dünyadaki konumunu da yükseltecektir.
- Now we want to raise the level of our relations with the other subregional groupings as well.
- Şimdi diğer alt bölge gruplarıyla da ilişkilerimizin seviyesini yükseltmek istiyoruz.
- That is why I have tabled an amendment to raise this to EUR 10 000.
- Bu nedenle bu miktarın 10.000 Avro'ya yükseltilmesi için bir değişiklik önergesi verdim.
- It will be difficult to establish a firm basis for competitiveness unless we raise levels of education.
- Eğitim seviyesini yükseltmediğimiz sürece rekabet edebilirlik için sağlam bir temel oluşturmak zor olacaktır.
- I believe there is also a need to raise the de minimis regulation.
- Ayrıca de minimis tebliğinin de yükseltilmesi gerektiğine inanıyorum.
- Secondly, our directive would raise the status of their profession.
- İkinci olarak yönergemiz mesleklerinin statüsünü yükseltecektir.
- Nor did we react jointly when the OPEC countries raised oil prices.
- OPEC ülkeleri petrol fiyatlarını yükselttiğinde de ortak tepki vermedik.
- Secondly, our directive would raise the status of their profession.
- İkinci olarak, yönergemiz mesleklerinin statüsünü yükseltecektir.
- As I said, we need to do this to raise our profile.
- Dediğim gibi, profilimizi yükseltmek için bunu yapmamız gerekiyor.
- To raise the ceiling in this way is a proper use of funds in the eTEN budget programme.
- Tavanı bu şekilde yükseltmek, eTEN bütçe programındaki fonların doğru bir şekilde kullanılmasıdır.
- However, they will be one-off increases and will only raise prices slightly.
- Ancak, bunlar bir defaya mahsus artışlar olacak ve fiyatları sadece biraz yükseltecektir.
- One very effective way of achieving this would be to raise the effective retirement age.
- Bunu başarmanın çok etkili bir yolu, etkin emeklilik yaşını yükseltmek olacaktır.
- It is proposed amongst other things to raise the age limit for family unification to 24 in the case of marriage.
- Diğer hususların yanı sıra evlilik durumunda aile birleşimi için yaş sınırının 24'e yükseltilmesi önerilmektedir.
- Our third demand - and this is an old request - is for the thresholds applied to the 'de minimis' rule to be raised.
- Üçüncü talebimiz, ki bu eski bir taleptir, 'de minimis' kuralına uygulanan eşik değerlerin yükseltilmesidir.
- The base age has been raised by six years.
- Temel yaş altı yıl yükseltilmiştir.
- The bill raises the retirement age to 58 for women and 60 for men.
- Tasarı emeklilik yaşını kadınlar için 58'e, erkekler için 60'a yükseltmektedir.
- Unfortunately, the Commission is sticking to its plan to raise the minimum rates of excise duties.
- Ne yazık ki Komisyon, asgari tüketim vergisi oranlarını yükseltme planına sadık kalıyor.
- That is why I have tabled an amendment to raise this to EUR 10 000.
- Bu nedenle bu miktarın 10.000 avroya yükseltilmesi için bir değişiklik önergesi verdim.
- However, they will be one-off increases and will only raise prices slightly.
- Ancak bu artışlar bir defaya mahsus olacak ve fiyatları çok az yükseltecektir.
- Does that mean it has been raised to 51 or has 39 been raised to 45?
- Bu, 51'e yükseltildiği veya 39'un 45'e yükseltildiği anlamına mı geliyor?
- Do not, then, raise people's hopes too high.
- O halde, insanların umutlarını çok fazla yükseltmeyin.
- We must bear in mind that failure in Johannesburg will threaten the reasonable expectations raised in Rio.
- Johannesburg'daki başarısızlığın Rio'da yükseltilen makul beklentileri tehdit edeceğini aklımızdan çıkarmamalıyız.
- Basically, all we did was to raise hopes and then dash them again.
- Temelde tek yaptığımız umutları yükseltmek ve sonra tekrar kırmak oldu.
- It will be difficult to establish a firm basis for competitiveness unless we raise levels of education.
- Eğitim seviyesini yükseltmediğimiz sürece rekabet gücü için sağlam bir temel oluşturmak zor olacaktır.
- The bank has raised its dividend by 20%.
- Banka, kar payını % 20 oranında yükseltti.
- You don't have to raise your voice.
- Sesinizi yükseltmenize gerek yok.
- People tend to raise their voices when they get excited.
- İnsanlar heyecanlandıklarında seslerini yükseltmeye eğilimlidirler.
- She asked him to raise the funds.
- Onun fonu yükseltmesini söyledi.
- Drinking a lot of coffee can raise your blood pressure.
- Çok kahve içmek tansiyonunuzu yükseltebilir.
- He began to raise his voice.
- O, sesini yükseltmeye başladı.
- We've raised our prices.
- Fiyatlarımızı yükselttik.
- The US Federal Reserve has raised interest rates to 1%.
- US Federal Reserve faiz oranlarını %1'e yükseltti.
- He began to raise his voice.
- Sesini yükseltmeye başladı.
- She raised her voice.
- Sesini yükseltti.
- Tom raised his voice.
- Tom sesini yükseltti.
- Do you think we should raise prices?
- Fiyatları yükseltmemiz gerektiğini düşünüyor musun?
- Raised kerbs at bus stops should be mandatory.
- Otobüs duraklarında yükseltilmiş kaldırımlar zorunlu olmalı.
- The pharmaceutical company raised the price of a lifesaving drug overnight.
- İlaç şirketi hayat kurtaran bir ilacın fiyatını bir gecede yükseltti.
- Heart of Darkness raises important questions about imperialism, as well as racism.
- Heart of Darkness ırkçılık kadar emperyalizm hakkında önemli sorular yükseltir.
- Raise your voice.
- Sesini yükselt.
- I'm going to raise my English level.
- İngilizce düzeyimi yükselteceğim.
- Don't raise Tom's hopes too much.
- Tom'un umutlarını çok fazla yükseltme.
- We were shocked when the landlord raised our rent by $200.00 a month.
- Ev sahibi kiramızı ayda 200.00 dolara yükselttiği zaman şok olduk.
- Tom didn't have to raise his voice.
- Tom'un sesini yükseltmesine gerek yoktu.
- We're going to raise our prices.
- Fiyatlarımızı yükselteceğiz.
- Don't raise Tom's hopes too much.
- Tom'un umutlarını fazla yükseltme.
- Drinking a lot of coffee can raise your blood pressure.
- Çok kahve içmek senin kan basıncını yükseltebilir.
- Is it true they're planning to raise the minimum wage?
- Asgari ücreti yükseltmeyi planladıkları doğru mu?
- The store raised all the prices.
- Mağaza bütün fiyatları yükseltti.
- This drug company raised the price of a tablet from $13.50 to $750 overnight.
- Bu ilaç şirketi bir tabletin fiyatını bir gecede 13.50 dolardan 750 dolara yükseltti.
- I didn't raise my voice.
- Sesimi yükseltmedim.
- Tom didn't raise his voice.
- Tom sesini yükseltmedi.
- They started a drive to raise a charity fund.
- Yardım fonunu yükseltmek için bir araba gezintisine başladılar.
- The US Federal Reserve has raised interest rates to 1%.
- ABD Merkez Bankası faiz oranlarını %1'e yükseltti.
- You need to raise your standards.
- Standartlarınızı yükseltmeniz gerekir.
- We need to raise prices.
- Fiyatları yükseltmemiz gerekiyor.
- A higher minimum wage can raise earnings and reduce poverty.
- Daha yüksek asgari ücret, kazançları yükseltip yoksulluğu azaltabilir.
- I heard they're going to raise our rent.
- Kiramızı yükselteceklerini duydum.
- Don't raise your voice at me.
- Bana sesini yükseltme.
- Many members dropped out of the club when the dues were raised.
- Aidatlar yükseltilince birçok üye kulüpten ayrıldı.
- Tom raised his voice a little.
- Tom sesini biraz yükseltti.
- He was raised to the rank of colonel two years ago.
- İki yıl önce albay rütbesine yükseltildi.
- Don't raise your voice.
- Sesini yükseltme.
- The landlord says he wants to raise the rent.
- Ev sahibi kirayı yükseltmek istediğini söylüyor.
- Tom never raises his voice.
- Tom asla sesini yükseltmez.
- The store raised all the prices.
- Mağaza tüm fiyatları yükseltti.
- Do you think that the minimum wage should be raised?
- Asgari ücretin yükseltilmesi gerektiğini düşünüyor musunuz?
- They can raise your rent.
- Kiranı yükseltebilirler.
- If we don't raise our employees' salaries, we'll have a strike on our hands.
- Eğer çalışanlarımızın maaşlarını yükseltmezsek, elimizde bir grev olacak.
- Raise your voice.
- Sesinizi yükseltin.
- We need to raise prices.
- Fiyatları yükseltmeliyiz.
- Buddha, impressed by the rabbit's efforts, raised him unto the moon and set him in that form forever more.
- Buda, tavşanın çabalarından etkilenerek onu aya yükseltti ve sonsuza dek bu formda kalmasını sağladı.
- This store hasn't raised prices in years.
- Bu mağaza yıllardır fiyatlarını yükseltmedi.
- We're going to raise our prices.
- Biz fiyatlarımızı yükselteceğiz.
- You need to raise your standards.
- Standartlarını yükseltmelisin.
- I raised my voice.
- Sesimi yükselttim.
- Don't raise my hopes like that.
- Beklentilerimi böyle yükseltmeyin.
- This drug company raised the price of a tablet from $13.50 to $750 overnight.
- Bu ilaç şirketi bir tabletin fiyatını bir gecede 13,50 dolardan 750 dolara yükseltti.
- You don't have to raise your voice.
- Sesini yükseltmek zorunda değilsin.
- I'm going to raise my English level.
- İngilizce seviyemi yükselteceğim.
- She raised her voice.
- O, sesini yükseltti.
- Raised kerbs at bus stops should be mandatory.
- Otobüs duraklarında yükseltilmiş bordürler zorunlu olmalıdır.
- And you are going to raise it in three days?
- Peki üç gün içinde mi yükselteceksin?
- People tend to raise their voices when they get excited.
- İnsanlar heyecanlandıklarında seslerini yükseltme eğilimindedirler.
- Tom didn't have to raise his voice.
- Tom sesini yükseltmek zorunda değildi.
Show More (83)
|
4 |
raise |
büyütmek (çocuk) |
v. |
|
- Since my parents died in an accident when I was three, my aunt raised me on her own.
- Ailem ben üç yaşındayken bir kazada öldüğü için beni teyzem tek başına büyüttü.
- Most women now have a paid job, while men do not work fewer hours to look after and raise the children.
- Artık kadınların çoğunun ücretli bir işi var, erkekler ise çocuklara bakmak ve büyütmek için daha az saat çalışmıyor.
- They rescued her from a hard life and raised her.
- Onu zorlu bir hayattan kurtarıp büyüttüler.
- She raised me.
- Beni o büyüttü.
- Mary raises her son as a single mother.
- Mary, bekar bir anne olarak oğlunu büyütüyor.
- My parents raised me.
- Beni annem ve babam büyüttü.
- Layla raised her two boys on her own.
- Leyla iki oğlunu tek başına büyüttü.
- I can't raise our child by myself.
- Çocuğumuzu kendi başıma büyütemem.
- Tom was raised by his grandfather.
- Tom büyükbabası tarafından büyütüldü.
- We raised our children in Boston.
- Çocuklarımızı Boston'da büyüttük.
- Do you really want to raise these children by yourself?
- Bu çocukları gerçekten tek başına büyütmek istiyor musun?
- I raised Tom.
- Tom'u büyüttüm.
- Tom raised the three children by himself.
- Tom üç çocuğu kendisi büyüttü.
- I'll raise you.
- Seni büyüteceğim.
- My grandmother raised me.
- Beni büyükannem büyüttü.
- His father died in the war and his mother raised him and his siblings by herself.
- Babası savaşta öldü ve annesi onu ve kardeşlerini tek başına büyüttü.
- Tom raised the three children by himself.
- Tom üç çocuğunu tek başına büyüttü.
- Tom's mom raised him by herself.
- Tom'un annesi onu tek başına büyüttü.
- Layla was raised in a very toxic environment.
- Layla çok toksik bir ortamda büyütüldü.
- Mary struggled to raise Tom as a single mother.
- Mary tek bir anne olarak Tom'u büyütmeye çabaladı.
- Tom was raised by his uncle.
- Tom'u amcası büyütmüştü.
- Tom was raised by his grandmother.
- Tom büyükannesi tarafından büyütüldü.
- Mary raised her three children on her own.
- Mary üç çocuğunu tek başına büyüttü.
- They raised me.
- Beni onlar büyüttü.
- Layla was raised in a very toxic environment.
- Layla çok zehirli bir ortamda büyütüldü.
- Tom and Mary raised John.
- John'u Tom ve Mary büyüttü.
- Sami was raised by his mother and grandmother.
- Sami annesi ve büyükannesi tarafından büyütüldü.
- Tom raised his children in Boston.
- Tom çocuklarını Boston'da büyüttü.
- I have three children to raise.
- Büyütmem gereken üç çocuğum var.
- He was raised by his grandmother.
- Büyükannesi tarafından büyütüldü.
- Sami raised his kids in Cairo.
- Sami çocuklarını Kahire'de büyüttü.
- Tom was raised by his grandmother.
- Tom'u büyükannesi büyüttü.
- Tom was raised by his uncle.
- Tom amcası tarafından büyütüldü.
- My mother worked hard in order to raise us.
- Annem bizi büyütmek için çok çalıştı.
- Who raised you?
- Seni kim büyüttü?
- Sami was raised by his mother and grandmother.
- Sami, annesi ve büyükannesi tarafından büyütüldü.
- He was raised in the United States, but his native language is Japanese.
- O Amerika'da büyütüldü ama onun ana dili Japonca.
- He was raised by his grandparents.
- Büyükannesi ve büyükbabası tarafından büyütüldü.
- Tom raised his family in Boston.
- Tom ailesini Boston'da büyüttü.
- Sami wanted to raise his children as Muslims.
- Sami çocuklarını Müslüman olarak büyütmek istiyordu.
- I tried to raise Tom alone.
- Tom'u yalnız büyütmeye çalıştım.
- Tom raised me.
- Tom beni büyüttü.
- Sami and Layla raised that child together.
- Sami ve Layla o çocuğu birlikte büyüttüler.
- Tom was raised in an orphanage.
- Tom bir yetimhanede büyütüldü.
- Tom raised his son without any help.
- Tom oğlunu yardım almadan büyüttü.
- She was raised by her grandmother.
- Büyükannesi tarafından büyütüldü.
- What's harder than for a single mother to work 2 jobs and raise 5 kids?
- Bekar bir anne için iki işte çalışmak ve 5 çocuk büyütmekten daha ne zor olabilir?
- Tom has raised three children.
- Tom üç çocuk büyüttü.
- You were in prison, so I had to raise our children by myself.
- Sen hapisteydin, ben de çocuklarımızı tek başıma büyütmek zorunda kaldım.
- I always thought Tom was raised by wolves.
- Ben hep Tom'un kurtlar tarafından büyütüldüğünü düşündüm.
- I was raised by Tom and Mary.
- Beni Tom ve Mary büyüttü.
- Tom was raised near Boston.
- Tom Boston yakınında büyütüldü.
- Sami's wife was left to raise her child alone.
- Sami'nin karısı çocuğunu tek başına büyütmek zorunda kaldı.
- Fadil decided that he wanted to raise his family in a different environment than Cairo, so they moved to Alexandria.
- Fadil ,ailesini Kahire dışında bir yerde büyütmeye karar verdi, bu yüzden İskenderiye'ye taşındılar.
- These identical twins were separated at birth and raised in different families.
- Bu tek yumurta ikizleri doğumda ayrılmış ve farklı ailelerde büyütülmüşlerdir.
- We've raised three healthy children.
- Üç sağlıklı çocuk büyüttük.
- What's harder than for a single mother to work 2 jobs and raise 5 kids?
- Bekar bir annenin iki işte çalışıp beş çocuk büyütmesinden daha zor ne olabilir?
- He raised me.
- Beni o büyüttü.
- Tom's grandmother raised him.
- Onu Tom'un büyükannesi büyüttü.
- I can't raise our child by myself.
- Çocuğumuzu tek başıma büyütemem.
- He was raised by his grandmother.
- O büyükannesi tarafından büyütüldü.
- Shelley was raised by her father.
- Shelley babası tarafından büyütüldü.
- Mary raised her three children on her own.
- Mary üç çocuğunu kendi başına büyüttü.
- Tom was raised by his grandparents.
- Tom'u büyükannesi ve büyükbabası büyüttü.
- Tom raised three children all by himself.
- Tom üç çocuğunu tek başına büyüttü.
- Cookie was raised by Kate.
- Cookie, Kate tarafından büyütüldü.
- Tom and Mary raised three children.
- Tom ve Mary üç çocuk büyüttü.
- Layla was raised in a conservative community.
- Leyla muhafazakar bir toplumda büyütüldü.
- Sami raised Layla's baby.
- Sami, Layla'nın bebeğini büyüttü.
- Do you really want to raise these children by yourself?
- Bu çocukları tek başına büyütmeyi gerçekten istiyor musun?
- Mary raised me.
- Mary beni büyüttü.
Show More (68)
|
5 |
raise |
zam |
n. |
|
- I think I deserve a raise.
- Bir zammı hak ettiğimi düşünüyorum.
- I'd like a raise.
- Bir zam istiyorum.
- Tom asked his boss for a raise.
- Tom patronundan zam istedi.
- She put in for a raise.
- O zam istedi.
- I'd like a raise.
- Zam istiyorum.
- You deserve a raise.
- Zammı hak ediyorsun.
- I'm hoping they'll give me a big raise.
- Bana büyük bir zam vereceklerini umuyorum.
- I heard that Tom's boss refused to give him a raise.
- Tom'un patronunun ona zam vermeyi reddettiğini duydum.
- Tom deserves a raise.
- Tom bir zammı hak ediyor.
- Did you get another raise?
- Bir zam daha mı aldın?
- Did you get another raise?
- Bir zam daha aldın mı?
- I asked for a raise.
- Ben bir zam istedim.
- She needs a raise.
- Onun bir zamma ihtiyacı var.
- Tom had planned to ask his boss for a raise, but he chickened out.
- Tom patronundan zam istemeyi planlamıştı ama vazgeçti.
- He needs a raise.
- Onun zamma ihtiyacı var.
- Tom said that he wanted a raise.
- Tom zam istediğini söyledi.
- The management finally succumbed to the demand of the workers and gave them a raise.
- Yönetim sonunda çalışanların talebine direnemedi ve onlara bir zam verdi.
- Tom didn't have the courage to ask his boss for a raise.
- Tom'un patronundan zam istemeye cesareti yoktu.
- Tom needs a raise.
- Tom'un bir zamma ihtiyacı var.
- They're debating about raises.
- Onlar zam hakkında tartışıyorlar.
- I'll make sure you get the raise in a year.
- Bir yıl içinde zam aldığından emin olacağım.
- I think I deserve a raise.
- Sanırım bir zammı hak ediyorum.
- Tom deserves a raise.
- Tom zammı hak ediyor.
- I think it's time we gave Tom a raise.
- Sanırım Tom'a zam verme zamanımız geldi de geçiyor.
- Tom knew that he wasn't going to get the raise he'd asked for.
- Tom istediği zammı almayacağını biliyordu.
- It's unlikely that the boss would consider giving Tom a raise.
- Patronun Tom'a zam vermeyi düşünmesi pek olası değil.
- I want a raise.
- Zam istiyorum.
- Tom asked for a raise.
- Tom bir zam istedi.
- Peter applied to his boss for a raise.
- Peter zam için patronuna başvurdu.
- Tom put in for a raise.
- Tom bir zam istedi.
- I deserve that raise.
- O zammı hak ediyorum.
- She put in for a raise.
- Zam talebinde bulunmuş.
- Mary requested a raise from her boss.
- Mary patronundan bir zam istedi.
- I deserve a raise.
- Bir zammı hak ediyorum.
- I asked for a raise.
- Zam istedim.
- Mary requested a raise from her boss.
- Mary patronundan zam talep etti.
- I asked the boss for a raise.
- Patrondan bir zam istedim.
- I still think I deserve a raise.
- Hâlâ zammı hak ettiğimi düşünüyorum.
- Mary needs a raise.
- Mary'nin zam alması gerekiyor.
- They're debating about raises.
- Zamları tartışıyorlar.
- You'd better not count on a raise.
- Zam alacağına güvenmesen iyi edersin.
- They gave me another raise.
- Onlar bana bir zam daha verdi.
- They gave me another raise.
- Bana bir zam daha yaptılar.
- He needs a raise.
- Onun bir zamma ihtiyacı var.
- My boss refused my request for a raise.
- Patronum zam isteğimi reddetti.
- I heard that Tom asked his boss for a raise.
- Tom'un patronundan zam istediğini duydum.
- Tom put in for a raise.
- Tom zam için başvurdu.
- Tom asked for a raise.
- Tom zam istedi.
- My boss refused my request for a raise.
- Patronum zam talebimi reddetti.
- I'm getting a big raise.
- Ben büyük bir zam alıyorum.
- Mary needs a raise.
- Mary'nin bir zamma ihtiyacı var.
- You'd better not count on a raise.
- Zam beklemesen iyi olur.
- I'm getting a big raise.
- Büyük bir zam alıyorum.
- I deserve a raise.
- Zammı hak ediyorum.
- I need a raise.
- Zam istiyorum.
- Tom didn't have the courage to ask his boss for a raise.
- Tom'un patronundan zam isteyecek cesareti yoktu.
- I asked the boss for a raise.
- Patrondan zam istedim.
- She needs a raise.
- Zam alması gerekiyor.
- Tom knew that he wasn't going to get the raise he'd asked for.
- Tom istediği zammı alamayacağını biliyordu.
- Tom intended to ask his boss for a raise, but he reconsidered.
- Tom patronundan zam istemeye niyetlenmişti ama sonra vazgeçti.
- I'll make sure you get the raise in a year.
- Bir yıl içinde mutlaka zam almanı sağlayacağım.
- I'd give you a raise if it were up to me.
- Bana kalsa sana bir zam veririm.
- Tom needs a raise.
- Tom'a zam gerekiyor.
- The boss wouldn't give me a raise.
- Patron bana bir zam vermedi.
Show More (61)
|
6 |
raise |
toplamak (para) |
v. |
|
- An effective way to raise money fast is to sell personal belongings on the Internet.
- Hızlı şekilde para toplamanın etkili bir yolu da şahsi eşyalarınızı internet üzerinden satmaktır.
- The president hadn't been so afraid until the protesters raised a violent army.
- Başkan, protestocular kuvvetli bir ordu toplayıncaya kadar pek de korkmuyordu.
- You will help her raise money, perhaps an army.
- Para, belki de bir ordu toplamasına yardım edeceksin.
- By staying you've given me time to raise a large army.
- Burada kalarak bana büyük bir ordu toplamam için zaman verdiniz.
- Veronica and I are raising money for a very good cause.
- Veronica ve ben çok iyi bir amaç için para topluyoruz.
- Veronica and I are raising money for a very good cause.
- Veronica ve ben çok değerli bir amaç için para topluyoruz.
- We're raising money for animals tonight.
- Bu gece hayvanlar için para topluyoruz.
- We're raising money for animals tonight.
- Bu gece hayvanlar için para toplayacağız.
- You have to raise funds for the relief work.
- Sen yardım çalışmaları için fon toplamak zorundasın.
- He went abroad to raise fund for the project.
- Proje için fon toplamak üzere yurtdışına gitti.
- I don't think we'll have any problem with raising the money we need.
- İhtiyacımız olan parayı toplamakta sorun yaşayacağımızı sanmıyorum.
- The company raised money for new computers.
- Şirket yeni bilgisayarlar için para topladı.
- We haven't raised enough money yet.
- Henüz yeterince para toplamadık.
- The company raised money for new computers.
- Şirket, yeni bilgisayarlar için para topladı.
- Tom raised some money from his parents and his friends.
- Tom ailesinden ve arkadaşlarından biraz para topladı.
- Tom raised some money from his parents and his friends.
- Tom ebeveynlerinden ve arkadaşlarından biraz para topladı.
- He's good at fund raising.
- Bağış toplama konusunda iyidir.
- We raised quite a bit of money.
- Epey para topladık.
- Macbeth raised an army to attack his enemy.
- Macbeth düşmanına saldırmak için bir ordu topladı.
- Politicians are good at raising money.
- Politikacılar para toplamakta iyidir.
- The sponsored event raised a lot of money for charity.
- Sponsorlu etkinlik hayır işleri için çok para topladı.
- And you are going to raise it in three days?
- Ve siz onu üç gün içinde mi toplayacaksınız?
- Tom had a hard time raising enough money build the orphanage he'd promised to build.
- Tom söz verdiği yetimhaneyi inşa etmek için yeterli parayı toplamakta zorlandı.
- I raise funds.
- Sermaye topluyorum.
- We haven't raised enough money yet.
- Henüz yeterli para toplamadık.
- Tom is good at fund raising.
- Tom bağış toplama konusunda iyidir.
- They started a drive to raise a charity fund.
- Yardım fonu toplamak için bir kampanya başlattılar.
- Sami and his neighbors raised money to support Layla.
- Sami ve komşuları Layla'yı desteklemek için para topladı.
- This politician spends most of his time raising funds.
- Bu politikacı zamanının çoğunu para toplamakla geçiriyor.
Show More (26)
|
7 |
raise |
artırmak |
v. |
|
- That is essential if we are truly going to integrate the market for capital raising.
- Sermaye artırımı için piyasayı gerçekten bütünleştireceksek bu çok önemlidir.
- There is also a pressing need to raise environmental awareness in Russia.
- Rusya'da çevre bilincinin artırılmasına da acil ihtiyaç vardır.
- Your visit raised their hopes that in such a case, the EU would intervene.
- Ziyaretiniz, böyle bir durumda AB'nin müdahale edeceğine dair umutlarını artırdı.
- The matter of raising conciliation will be after the vote tomorrow.
- Uzlaşmanın arttırılması konusu ise yarınki oylamadan sonra ele alınacaktır.
- Nor did we react jointly when the OPEC countries raised oil prices.
- OPEC ülkeleri petrol fiyatlarını artırdığında da ortak tepki vermedik.
- Enactment of legislation under Article 23 has raised such concerns.
- 23. Madde kapsamındaki mevzuatın yürürlüğe girmesi bu tür endişeleri artırmıştır.
- So one could say that the development of this oil sector has raised the stakes for the peace negotiations.
- Dolayısıyla bu petrol sektörünün gelişmesinin barış müzakereleri için riskleri artırdığı söylenebilir.
- The new law also tightened rules and raised penalties for misbehaviour.
- Yeni yasa ayrıca kuralları sıkılaştırmış ve yanlış davranışlara yönelik cezaları artırmıştır.
- The banks have always been able to raise interest rates and bank charges overnight.
- Bankalar her zaman faiz oranlarını ve banka masraflarını bir gecede artırabilmişlerdir.
- The wages of all employees were at once raised, and the hours shortened.
- Tüm çalışanların ücretleri hemen artırıldı ve çalışma saatleri kısaltıldı.
- They oppose the plan to raise taxes.
- Vergileri artırma planına karşı çıkıyorlar.
- Fadil's death raised suspicions.
- Fadıl'ın ölümü şüpheleri artırdı.
- Tuition will be raised by nearly ten percent as of April 1, 2001.
- Öğrenim ücretleri 1 Nisan 2001'den itibaren yaklaşık yüzde on oranında artırılacak.
- He said Bill Clinton would raise taxes.
- Bill Clinton'ın vergileri artıracağını söyledi.
- I heard they're going to raise our rent.
- Kiramızı artıracaklarını duydum.
- The CEO raised his salary even though the company was losing money.
- Şirket zarar etmesine rağmen CEO kendi maaşını artırdı.
- Will the government raise the consumption tax soon?
- Hükümet tüketim vergisini yakında artıracak mı?
- The CEO raised his salary even though the company was losing money.
- CEO, şirket para kaybetmesine rağmen maaşını artırdı.
- Is it true they're planning to raise the minimum wage?
- Asgari ücreti artırmayı tasarladıkları doğru mu?
- We were shocked when the landlord raised our rent by $200.00 a month.
- Ev sahibi kiramızı ayda 200.00 dolar artırınca şok olduk.
- They'll debate raising taxes.
- Vergileri artırmayı tartışacaklar.
- Is it true they're planning on raising the minimum wage?
- Asgari ücreti artırmayı planladıkları doğru mu?
- He was criticized for raising taxes.
- O, vergileri artırdığı için eleştirildi.
- The bank has raised its dividend by 20%.
- Banka, kar payını %20 artırdı.
- Raising taxes may not be such a good idea at this time.
- Vergileri artırmak şu anda iyi bir fikir olmayabilir.
- Tom and Mary were discussing the pros and cons of raising the minimum wage.
- Tom ve Mary asgari ücretin artırılmasının artılarını ve eksilerini tartışıyorlardı.
- Subway fares will be raised as of April 1st, 1999.
- Metro ücretleri, 1 Nisan 1999'dan itibaren artırılacaktır.
- They'll debate raising taxes.
- Onlar vergileri artırmayı tartışacaklar.
- This store hasn't raised prices in years.
- Bu mağaza yıllardır fiyat artırmadı.
Show More (26)
|
8 |
raise |
maaş zammı |
n. |
|
- I asked my boss for a pay raise.
- Patronumdan maaşıma zam istedim.
- That young man deserves a raise in his wages.
- Bu genç adam maaşına zam yapılmasını hak ediyor.
- Mary said that she would reveal all of her employer's secrets if he did not raise her wage.
- Mary, maaşına zam yapmazsa işvereninin tüm sırlarını açıklayacağını söyledi.
- Tom asked for a raise in pay.
- Tom maaşına zam istedi.
- Tom asked his boss for a pay raise.
- Tom patronundan maaşına zam istedi.
- He would not raise my salary.
- Maaşıma zam yapmadı.
- Tom hasn't had a pay raise for three years.
- Tom üç yıldır maaşına zam almadı.
- He asked for a pay raise.
- Maaşına zam istedi.
- Tom deserves a pay raise.
- Tom maaş zammını hak ediyor.
- You deserve a pay raise.
- Bir maaş zammını hak ediyorsun.
- If we don't raise our employees' salaries, we'll have a strike on our hands.
- Çalışanlarımızın maaşlarına zam yapmazsak grevle karşı karşıya kalacağız.
- Tom deserves a pay raise.
- Tom bir maaş zammını hak ediyor.
- Why did you turn down his request for a pay raise?
- Maaşına zam isteğini neden geri çevirdin?
- Tom's boss appreciates his work, but he doesn't want to give him a pay raise.
- Tom'un patronu onun çalışmasını takdir ediyor ama maaşına zam yapmak istemiyor.
- They refused to accept the pay raise.
- Maaş zammını kabul etmediler.
- You deserve a pay raise.
- Maaş zammını hak ediyorsun.
- Most employees expect a pay raise once a year.
- Çoğu çalışan yılda bir kez maaşına zam yapılmasını bekler.
- Why don't you ask for a pay raise?
- Neden maaşına zam istemiyorsun?
Show More (15)
|
9 |
raise |
para toplamak |
v. |
|
- His students were arrested when they tried to raise the money.
- Öğrencileri para toplamaya çalıştıklarında tutuklandılar.
- His students were arrested when they tried to raise the money.
- Öğrencileri para toplamaya çalıştıklarında tutuklanmışlardı.
- You will help her raise money, perhaps an army.
- Para toplamasına yardım edeceksin, belki de bir ordu.
- It'll be pretty hard to raise that much money.
- O kadar para toplamak oldukça zor olacak.
- We need to raise some money.
- Biz biraz para toplamalıyız.
- I doubt that Tom had to sell his car in order to raise money for medical expenses.
- Tom'un sağlık harcamaları için para toplamak amacıyla arabasını satmak zorunda kaldığından şüpheliyim.
- I'll help you raise money for your charity.
- Hayır kurumun için para toplamana yardım edeceğim.
- Chris was hired to paint houses and was able to raise the money.
- Chris evleri boyamak için işe alındı ve parayı toplayabildi.
- How much money did your group raise?
- Grubunuz ne kadar para topladı?
- We need to raise some money.
- Biraz para toplamamız lazım.
- The singers sang together in order to raise money to help people with AIDS.
- Şarkıcılar, AIDS'li insanlara yardım etmek için para toplamak amacıyla birlikte şarkı söylediler.
- I raise funds.
- Ben para topluyorum.
- Tom volunteered to help raise money for a new orphanage.
- Tom yeni bir yetimhane için para toplanmasına yardım etmeye gönüllü oldu.
- The singers sang together in order to raise money to help people with AIDS.
- Aids'li insanlara yardım etmek amacıyla para toplamak için şarkıcılar birlikte şarkı söylediler.
- We need to raise some money.
- Biraz para toplamamız gerekiyor.
- She asked him to raise the funds.
- Ondan para toplamasını istedi.
Show More (13)
|
10 |
raise |
arttırmak |
v. |
|
- We must also push economic and social policies to raise the purchasing power of low-income families.
- Ayrıca düşük gelirli ailelerin satın alma gücünü arttırmak için ekonomik ve sosyal politikaları zorlamalıyız.
- However, I believe that the concern is that two or three years raises the problem, as does four years.
- Bununla birlikte, iki ya da üç yılın, dört yıl gibi sorunu arttırdığı yönünde bir endişe olduğuna inanıyorum.
- The amendment proposed to Article 10 raises concerns in this respect.
- Madde 10'da önerilen değişiklik bu açıdan endişeleri arttırmaktadır.
- The new controls are focused on raising the level of public awareness and on exchanging skills and information.
- Yeni kontroller, kamuoyunun farkındalık düzeyini arttırmaya ve beceri ve bilgi alışverişine odaklanmıştır.
- The EU must agree to raise taxes on alcohol, hence reducing consumption and the harm it does.
- AB alkol üzerindeki vergileri arttırmayı kabul etmeli, böylece tüketimi ve verdiği zararı azaltmalıdır.
- We must adopt the measures needed to further raise voter awareness of the importance of these elections.
- Seçmenlerin bu seçimlerin önemine ilişkin farkındalığını daha da arttırmak için gereken tedbirleri almalıyız.
- I see no reason whatsoever for the European Union to raise its own direct tax.
- Avrupa Birliği'nin kendi doğrudan vergisini arttırması için hiçbir neden göremiyorum.
- They can raise your rent.
- Kiranızı arttırabilirler.
- A higher minimum wage can raise earnings and reduce poverty.
- Daha yüksek bir asgari ücret kazançları arttırabilir ve yoksulluğu azaltabilir.
- The bus fare was raised.
- Otobüs bilet ücreti arttırıldı.
- Do you think we should raise prices?
- Sence fiyatları arttırmalı mıyız?
- The documentary is meant to raise consciousness about the plight of the poor.
- Belgesel, yoksulların durumuyla ilgili bilinci arttırmayı amaçlıyor.
Show More (9)
|
11 |
raise |
ücret artışı |
n. |
|
- Peter applied to his boss for a raise.
- Peter ücret artışı için patronuna başvurdu.
- Tom asked his boss for a pay raise.
- Tom patronundan ücret artışı istedi.
- I got a big pay raise.
- Ben büyük bir ücret artışı aldım.
- Tom deserves a pay raise.
- Tom bir ücret artışını hak ediyor.
- I asked my boss for a pay raise.
- Patronumdan ücret artışı istedim.
- They refused to accept the pay raise.
- Ücret artışını kabul etmeyi reddettiler.
- Why don't you ask for a pay raise?
- Niçin ücret artışı istemiyorsun?
Show More (4)
|
12 |
raise |
yol açmak |
v. |
|
- The spread of the virus has raised concerns for public health.
- Virüsün yayılması halk sağlığı açısından endişelere yol açtı.
- The provisions of the system of contingents, which vary according to categories, would also raise difficulties.
- Kategorilere göre değişen birlikler sisteminin hükümleri de zorluklara yol açacaktır.
- I believe that this amendment would raise similar difficulties in law.
- Bu değişikliğin hukuk alanında da benzer zorluklara yol açacağına inanıyorum.
- That would also raise problems.
- Bu da sorunlara yol açacaktır.
- It would raise problems with far-reaching constitutional consequences for our Member States.
- Bu durum, Üye Devletlerimiz için geniş kapsamlı anayasal sonuçlar doğuracak sorunlara yol açacaktır.
- Summit meetings of Heads of State and Government always raise great expectations.
- Devlet ve Hükümet Başkanlarının Zirve toplantıları her zaman büyük beklentilere yol açar.
Show More (3)
|
13 |
raise |
çıkarmak |
v. |
|
- Secondly, the setting of quantitative thresholds raises the problem of their revision and updating.
- İkinci olarak, nicel eşiklerin belirlenmesi, bunların gözden geçirilmesi ve güncellenmesi sorununu ortaya çıkarmaktadır.
- That is why we propose that it be raised to two billion.
- Bu nedenle bu rakamın iki milyara çıkarılmasını öneriyoruz.
- Following a new wave of recruitment in March 2000, this number should be further raised to 10,347.
- Mart 2000'deki yeni işe alım dalgasının ardından bu sayının 10,347'ye çıkarılması gerekmektedir.
- Hence my appeal to the Member States not to raise any new obstructions in respect of enlargement.
- Bu nedenle Üye Devletlere genişleme konusunda yeni engeller çıkarmamaları çağrısında bulunuyorum.
- I should also like to raise the point about international funding for decommissioning.
- Ayrıca hizmetten çıkarma için uluslararası finansman konusuna da değinmek istiyorum.
- The concern that this issue has raised is justified.
- Bu konunun ortaya çıkardığı endişe haklıdır.
Show More (3)
|
14 |
raise |
yükselmek |
v. |
|
- The Pope was recently in Ukraine and voices were raised both for and against him.
- Papa kısa bir süre önce Ukrayna'daydı ve hem lehinde hem de aleyhinde sesler yükseldi.
- It was at that stage that expectations were raised amongst the citizens.
- Bu aşamada vatandaşlar arasında beklentiler yükselmiştir.
- Well then, it is good to hear a voice raised in the explanations of vote on behalf of the Radical Party too.
- O halde, Radikal Parti adına da oylama açıklamalarında bir sesin yükseldiğini duymak güzel.
- The bus fares have been raised by 20 percent.
- Otobüs bilet ücretleri yüzde yirmi yükselmiştir.
- Many members dropped out of the club when the dues were raised.
- Birçok üye aidatlar yükseldiğinde kulüpten ayrıldı.
Show More (2)
|
15 |
raise |
neden olmak |
v. |
|
- Finally, the point which raised more questions for our delegation than any other concerns Natura 2000.
- Son olarak, delegasyonumuz için diğerlerinden daha fazla soru işaretine neden olan nokta Natura 2000 ile ilgilidir.
- Cloning people raises serious ethical problems.
- İnsanları klonlamak ciddi etik sorunlara neden olur.
- This raises many concerns.
- Bu birçok kaygıya neden oluyor.
Show More (0)
|
16 |
raise |
üretmek |
v. |
|
- We are still not able to raise questions about how we produce our food in general.
- Genel olarak gıdamızı nasıl ürettiğimizle ilgili soruları hala gündeme getiremiyoruz.
- We are still not able to raise questions about how we produce our food in general.
- Hala genel olarak gıdalarımızı nasıl ürettiğimiz konusunda soru soramıyoruz.
Show More (-1)
|
17 |
raise |
zam yapmak |
v. |
|
- It's unlikely that the boss would consider giving Tom a raise.
- Patronun Tom'a zam yapmayı düşünmesi olası değil.
- The management finally succumbed to the demand of the workers and gave them a raise.
- Yönetim sonunda işçilerin talebine boyun eğdi ve onlara zam yaptı.
Show More (-1)
|
18 |
raise |
(anıt vb.) dikmek |
v. |
|
- One day, this country will raise a monument to her memory.
- Bir gün bu ülke onun hatırasına bir anıt dikecektir.
Show More (-2)
|
19 |
raise |
telsizle bağlanmak |
v. |
|
- Could you raise the headquarters on the radio? We can't get through as the connection is terrible here.
- Telsizden merkeze bağlanabilir misiniz? Burada bağlantı berbat olduğu için irtibat kuramıyoruz.
Show More (-2)
|
20 |
raise |
doğrulmak |
v. |
|
- I know you are so in pain, but please raise yourself from the pillow so that I can at least help you to eat.
- Biliyorum çok canın yanıyor ama ne olur yastıktan doğrul da yemek yemene bari yardım edebileyim.
Show More (-2)
|
21 |
raise |
hayata geri dönmek |
v. |
|
- According to the New Testament, Lazarus was miraculously raised from the dead four days after the entombment.
- Yeni Ahit'e göre, Lazarus toprağa gömüldükten dört gün sonra mucizevi bir şekilde hayata dönmüştür.
Show More (-2)
|
22 |
raise |
yataktan kaldırmak |
v. |
|
- No matter how hard she tried, she couldn't raise her father.
- Ne kadar uğraştıysa da babasını yatağından kaldıramadı.
Show More (-2)
|
23 |
raise |
gündeme getirmek |
v. |
|
- They did not raise the subject again.
- Bir daha da konuyu gündeme getirmediler.
Show More (-2)
|
24 |
raise |
bahis artırmak |
v. |
|
- When she raised me $200, I threw my cards on the table without hesitation.
- Bana karşı bahsi 200 dolar artırdığında, hiç tereddüt etmeden kartlarımı masaya koydum.
Show More (-2)
|
25 |
raise |
oluşturmak |
v. |
|
- Health officials try to raise awareness about Covid 19.
- Sağlık yetkilileri Covid-19 konusunda farkındalık oluşturmaya çalışıyor.
Show More (-2)
|
26 |
raise |
ortaya atmak |
v. |
|
- It does not raise any questions concerning the incineration of animal-based meals.
- Hayvansal gıdaların yakılmasıyla ilgili herhangi bir soru ortaya atmamaktadır.
Show More (-2)
|
27 |
raise |
konusunu açmak |
v. |
|
- Since you raise the subject, I should tell you that we were faced with some very difficult incidents yesterday.
- Madem konuyu açtınız, dün çok zor olaylarla karşı karşıya kaldığımızı söylemeliyim.
Show More (-2)
|
28 |
raise |
artış |
n. |
|
- That young man deserves a raise in his wages.
- O genç adam, maaşındaki bir artışı hak ediyor.
Show More (-2)
|
29 |
raise |
kabartmak |
v. |
|
- Blind people read by touching, using a system of raised dots called Braille.
- Görme engelli insanlar Braille denilen kabartılmış noktalardan oluşan bir sistem kullanarak, dokunarak okurlar.
Show More (-2)
|
30 |
raise |
beslemek |
v. |
|
- They also raised animals for meat and milk.
- Onlar ayrıca eti ve sütü için hayvanlar besledi.
Show More (-2)
|
31 |
raise |
uyandırmak |
v. |
|
- Fadil's death raised suspicions.
- Fadıl'ın ölümü kuşku uyandırıyordu.
Show More (-2)
|
32 |
raise |
(sesini)duyurmak |
v. |
|
- To raise one's name in later generations and thereby glorify one's parents, this is the greatest expression of filial piety.
- Birinin adını sonraki nesillere duyurmak ve böylece ebeveynlerini yüceltmek, evlat sevgisinin en büyük ifadesidir.
Show More (-2)
|
33 |
raise |
artmak |
v. |
|
- Prices raise from day to day.
- Fiyatlar günden güne artıyor.
Show More (-2)
|