|
- I rarely cry around people.
- Nadiren insanların yanında ağlarım.
- Besides, ethical issues rarely arise in isolation in some moral vacuum.
- Ayrıca, etik meseleler nadiren ahlaki bir boşlukta tek başına ortaya çıkar.
- We have rarely seen such a miserly and nationalistic spectacle in this House!
- Bu Meclis'te böylesine cimri ve milliyetçi bir gösteriyi nadiren gördük!
- As our esteemed former colleague the President-in-Office has said, decisions involving money rarely are.
- Saygıdeğer eski meslektaşımız Dönem Başkanının da söylediği gibi, para ile ilgili kararlar nadiren öyle olur.
- A large number of new medicines now coming onto the market are, unfortunately, rarely innovative.
- Şu anda piyasaya sürülen çok sayıda yeni ilaç ne yazık ki nadiren yenilikçidir.
- Very rarely have I seen reports on energy of this calibre.
- Çok nadiren bu çapta enerji raporları gördüm.
- Events in the real world can rarely be dealt with by means of a predetermined, prescriptive set of rules.
- Gerçek dünyadaki olaylar nadiren önceden belirlenmiş, kuralcı bir kurallar dizisi aracılığıyla ele alınabilir.
- But in Parliament we rarely have days or votes of such significance as today.
- Ancak Parlamento'da nadiren bugünkü gibi önemli günlerimiz ya da oylamalarımız olur.
- The fish on our plates comes more and more rarely from European Union waters.
- Tabaklarımızdaki balıklar giderek daha nadiren Avrupa Birliği sularından geliyor.
- Rarely in my career as an MEP have I experienced the degree of interest awakened throughout Europe by this committee.
- Bir AP üyesi olarak kariyerim boyunca bu komitenin Avrupa çapında uyandırdığı ilginin derecesini nadiren deneyimledim.
- Even where social partners function as delegates in advisory bodies, these delegates are very rarely women.
- Sosyal ortakların danışma organlarında delege olarak görev yaptığı yerlerde bile, bu delegeler çok nadiren kadındır.
- Rarely enough are there real political decisions.
- Gerçek siyasi kararlar nadiren alınmaktadır.
- In addition, the way the organisations are selected is very rarely based on objective criteria.
- Ayrıca kuruluşların seçilme şekli çok nadiren objektif kriterlere dayanmaktadır.
- This seems a logical course of action which, until now, has very rarely been taken, hence my appreciation.
- Bu, şimdiye kadar çok nadiren uygulanmış olan mantıklı bir hareket tarzı gibi görünüyor, bu nedenle takdir ediyorum.
- Rarely enough are there real political decisions.
- Nadiren gerçek siyasi kararlar alınır.
- The authorities rarely have much desire to throw light on such matters.
- Yetkililer nadiren bu tür konulara ışık tutmak isterler.
- It addresses individual trees but rarely the wood as a whole.
- Tek tek ağaçları ele alır, ancak nadiren bir bütün olarak ormanı ele alır.
- Rarely does one see such excellent reports.
- Bu kadar mükemmel raporlara nadiren rastlanır.
- What is interesting is that the qualifications demanded are rarely defined.
- İlginç olan, talep edilen niteliklerin nadiren tanımlanmış olmasıdır.
- Rarely glimpsed, this baby may be only a day old.
- Nadiren görülen bu bebek sadece bir günlük olabilir.
- Rarely glimpsed, this baby may be only a day old.
- Nadiren görülen bu bebek yalnızca bir günlük olabilir.
- He was powerful, rarely lost a battle.
- Güçlüydü, nadiren savaş kaybediyordu.
- He was powerful, rarely lost a battle.
- Güçlü biriydi, nadiren savaşta yenilirdi.
- President Tom Jackson rarely appears in public.
- Başkan Tom Jackson nadir olarak toplum içinde görünür.
- I used to go fishing quite often, but now I rarely go.
- Balık tutmaya oldukça sık giderdim ama şimdi nadiren gidiyorum.
- I rarely drink instant coffee.
- Nadiren hazır kahve içerim.
- I rarely eat meat.
- Ben nadiren et yerim.
- That rarely happens.
- Bu nadiren olur.
- The children rarely go outside.
- Çocuklar nadiren dışarı çıkar.
- The hostess complained that I visit her so rarely these days.
- Ev sahibesi bu günlerde onu çok nadir ziyaret ettiğimden şikayet etti.
- I see it rarely.
- Nadiren görüyorum.
- I rarely talk on the phone.
- Telefonda nadiren konuşurum.
- Our meeting rarely starts on time.
- Toplantılarımız nadiren zamanında başlar.
- Tom rarely writes to us.
- Tom bize nadiren yazar.
- President Tom Jackson rarely appears in public.
- Başkan Tom Jackson nadiren halkın karşısına çıkar.
- Tom and Mary rarely go out together.
- Tom ve Mary nadiren birlikte dışarı çıkar.
- Tom rarely goes to bed before midnight.
- Tom nadiren gece yarısından önce yatar.
- Tom rarely does that before lunch.
- Tom nadiren bunu öğle yemeğinden önce yapar.
- He believes in God, but he rarely attends Church.
- Tanrı'ya inanıyor ama kiliseye nadiren gidiyor.
- I rarely make mistakes.
- Ben nadiren hata yapıyorum.
- President Tom Jackson rarely appears in public.
- Başkan Tom Jackson nadiren halka görünür.
- Although she lives nearby, I rarely see her.
- Yakında yaşamasına rağmen , onu nadiren görürüm.
- They rarely ever wake up this early.
- Onlar nadiren bu kadar erken uyanır.
- Tom rarely says anything.
- tom nadiren bir şey söyler.
- Tom rarely goes out after dark.
- Tom hava karardıktan sonra nadiren dışarı çıkar.
- Tom rarely goes to Boston.
- Tom Boston'a nadiren gider.
- She rarely stays home on Sunday.
- O, pazar günü nadiren evde kalır.
- Tom is rarely at home.
- Tom nadiren evde olur.
- I rarely make a mistake.
- Nadiren hata yaparım.
- I have a sewing machine, but I rarely use it.
- Bir dikiş makinem var ama onu nadiren kullanırım.
- Weather reports rarely come true.
- Hava durumu raporları nadiren gerçekleşir.
- I rarely watch television.
- Nadiren televizyon izlerim.
- She is rarely late.
- Nadiren geç kalır.
- Tom rarely kisses his wife anymore.
- Tom artık eşini nadiren öpüyor.
- I rarely see Tom.
- Ben nadiren Tom'u görüyorum.
- He rarely puts sugar in his coffee.
- Kahvesine nadiren şeker koyar.
- The children rarely go outside.
- Çocuklar nadiren dışarıya çıkar.
- Rarely does he go out on Sunday.
- O, pazar günü nadiren dışarı çıkar.
- Tom and I rarely eat together.
- Tom ve ben nadiren birlikte yiyoruz.
- I rarely come to Boston.
- Boston'a nadiren gelirim.
- You rarely smile.
- Nadiren gülümsüyorsun.
- Compared with those in America, Japanese marriages rarely end in divorce.
- Amerika'dakilerle karşılaştırıldığında, Japon evlilikleri nadiren boşanmayla sonuçlanıyor.
- These days, people rarely wear patches on their elbows and knees.
- Bugünlerde insanlar dirseklerine ve dizlerine nadiren yama takıyorlar.
- I rarely ever do that.
- Ben bunu nadiren yaparım.
- Tom and I rarely eat together.
- Tom ve ben nadiren birlikte yemek yeriz.
- Tom rarely goes to Boston.
- Tom nadiren Boston'a gider.
- Tom rarely talks to anybody.
- Tom nadiren birileriyle konuşur.
- Mary rarely wears dresses.
- Mary nadiren elbise giyer.
- I very rarely eat meat.
- Ben çok nadiren et yerim.
- Weather forecasts are rarely accurate.
- Hava tahminleri nadiren doğru çıkar.
- I rarely wear a tie.
- Ben nadiren kravat takıyorum.
- Tom rarely does that.
- Tom bunu nadiren yapar.
- She rarely stays home on Sundays.
- Pazar günleri nadiren evde kalır.
- Tom rarely goes to church.
- Tom kiliseye nadiren gider.
- I rarely sing.
- Nadiren şarkı söylerim.
- Tom says that rarely happens.
- Tom onun nadiren olduğunu söylüyor.
- Weather reports rarely come true.
- Hava raporları nadiren gerçekleşir.
- Tom very rarely laughs.
- Tom çok nadiren güler.
- I rarely use plastic bags.
- Nadiren plastik poşet kullanırım.
- I rarely read magazines.
- Nadiren dergi okurum.
- Tom rarely ever hugs Mary anymore.
- Tom artık nadiren Mary'ye sarılır.
- Tom rarely goes out anymore.
- Tom artık nadiren dışarıya çıkıyor.
- I rarely watch documentaries.
- Nadiren belgesel izlerim.
- Tom rarely stays home on Monday.
- Tom nadiren pazartesi günü evde kalır.
- She rarely sings, but I think she will tonight.
- Nadiren şarkı söyler, ama sanırım bu gece söyleyecek.
- I have a sewing machine, but I rarely use it.
- Dikiş makinem var ama nadiren kullanıyorum.
- She is rarely late for appointments.
- Randevularına nadiren geç kalır.
- I see it rarely.
- Ben onu nadiren görüyorum.
- Tom rarely does that anymore.
- Tom artık bunu nadiren yapmaktadır.
- It's not wrong, but it's rarely written like that.
- Yanlış değil ama nadiren öyle yazılır.
- In Australia, it very rarely snows in December.
- Avustralya'da Aralık ayında çok nadiren kar yağar.
- Tom rarely drinks coffee.
- Tom nadiren kahve içiyor.
- Tom rarely walks anywhere.
- Tom nadiren bir yere yürür.
- Tom rarely does that anymore.
- Tom artık bunu nadiren yapıyor.
- She rarely stays home on Sunday.
- Pazar günleri nadiren evde kalır.
- Tom rarely ever spoke.
- Tom nadiren konuşurdu.
- Tom rarely hugs Mary anymore.
- Tom artık Mary'ye nadiren sarılıyor.
- Tom's family rarely eats together.
- Tom'un ailesi nadiren birlikte yemek yer.
- Words rarely have only one meaning.
- Kelimelerin nadiren sadece bir anlamı vardır.
- Tom rarely makes a mistake.
- Tom nadiren hata yapar.
- Tom rarely goes to bed before midnight.
- Tom gece yarısından önce nadiren yatağa gider.
- I rarely get to sit down.
- Nadiren oturabiliyorum.
- Tom rarely ever laughs.
- Tom nadiren güler.
- Tom says that rarely happens.
- Tom bunun nadiren olduğunu söylüyor.
- She rarely goes out.
- O nadiren dışarı gider.
- Tom is rarely late.
- Tom nadiren geç kalır.
- I see him very rarely.
- Onu çok nadiren görüyorum.
- Tom rarely complains.
- Tom nadiren şikayet eder.
- He rarely went there.
- Oraya nadiren giderdi.
- They rarely go there.
- Onlar nadiren oraya gider.
- Tom rarely ever does that.
- Tom bunu nadiren yapar.
- I rarely sing.
- Ben nadiren şarkı söylerim.
- I use this expression very rarely.
- Bu ifadeyi çok nadiren kullanıyorum.
- I rarely get angry.
- Nadiren sinirlenirim.
- Tom rarely comes to Boston.
- Tom nadiren Boston'a gelir.
- I've rarely seen her so quiet.
- Onu nadiren bu kadar sessiz gördüm.
- He rarely stays home on Sunday.
- O, pazar günü nadiren evde kalır.
- Sociopaths rarely display remorse or feelings of guilt for their crimes.
- Sosyopatlar işledikleri suçlar için nadiren pişmanlık ya da suçluluk hissi gösterirler.
- Tom rarely sings, but I think he will tonight.
- Tom nadiren şarkı söyler, ama sanırım bu gece söyleyecek.
- I rarely make mistakes.
- Nadiren hata yaparım.
- I rarely wear a hat.
- Nadiren şapka takıyorum.
- Tom rarely wears dark colors.
- Tom nadiren koyu renk giyer.
- We rarely have soup.
- Nadiren çorba içeriz.
- Tom rarely reads magazines.
- Tom nadiren dergi okur.
- I'm rarely this angry.
- Nadiren bu kadar öfkelenirim.
- Tom rarely does that alone.
- Tom nadiren bunu yalnız yapar.
- Words rarely have only one meaning.
- Kelimelerin nadiren tek bir anlamı vardır.
- I rarely do that with Tom.
- Onu nadiren Tom'la yapıyorum.
- He is rarely in a good mood.
- Nadiren iyi bir ruh halinde olur.
- Always something new, but rarely something good.
- Her zaman yeni bir şey ama nadiren iyi bir şey.
- Tom very rarely does that.
- Tom onu çok nadiren yapar.
- I rarely go to Boston.
- Boston'a nadiren giderim.
- Her ideas are rarely practical.
- Onun fikirleri nadiren pratiktir.
- Tom is rarely at home on Monday.
- Tom nadiren Pazartesi günü evdedir.
- I'm rarely this angry.
- Nadiren bu kadar kızgın olurum.
- I rarely get out on weekends.
- Hafta sonları nadiren dışarı çıkarım.
- He rarely goes to church.
- Kiliseye nadiren gider.
- Tom rarely shows emotion.
- Tom nadiren duygularını gösterir.
- I very rarely eat meat.
- Çok nadir et yerim.
- Tom rarely eats with his family.
- Tom nadiren ailesiyle yemek yer.
- Tom rarely asks questions.
- Tom nadiren soru sorar.
- Tom very rarely says anything.
- Tom çok nadiren bir şey söylüyor.
- I rarely ever laugh.
- Nadiren gülerim.
- Tom rarely gives his wife presents.
- Tom karısına nadiren hediye verir.
- He rarely gives in, confronted with difficulties.
- O, zorluklarla karşılaştığında nadiren pes eder.
- Tom very rarely speaks French.
- Tom çok nadir Fransızca konuşur.
- Tom rarely drinks coffee.
- Tom nadiren kahve içer.
- Mary and I rarely agree on anything.
- Mary ve ben de nadiren aynı fikirdeyiz.
- Neutrinos rarely interact with matter.
- Nötrinolar nadiren madde ile etkileşir.
- Tom rarely eats breakfast with us.
- Tom nadiren bizimle kahvaltı ediyor.
- Always something new, but rarely something good.
- Her zaman yeni bir şey, ama nadiren iyi bir şey.
- Tom rarely complains about anything.
- Tom nadiren bir şeyden şikayet eder.
- Tom rarely gets angry.
- Tom nadiren kızar.
- Nowadays, Japanese people rarely wear kimonos.
- Günümüzde, Japon halkı nadiren kimono giyerler.
- I have a sewing machine, but I rarely use it.
- Bir dikiş makinem var ama onu çok nadir kullanıyorum.
- I rarely wear my nose ring.
- Ben nadiren hızmamı takarım.
- Tom rarely talks about his work.
- Tom işi hakkında nadiren konuşur.
- I rarely ever do that.
- Ben nadiren onu yaparım.
- He rarely puts sugar in his coffee.
- O nadiren kahvesine şeker koyar.
- He rarely goes to church.
- Nadiren kiliseye gider.
- Tom rarely does that.
- Tom onu nadiren yapar.
- Tom rarely eats breakfast with us.
- Tom nadiren bizimle kahvaltı yapar.
- We rarely go out.
- Biz nadiren dışarı çıkarız.
- Neutrinos rarely interact with matter.
- Nötrinolar madde ile nadiren etkileşime girer.
- Mary rarely kisses her husband anymore.
- Mary artık kocasını nadiren öpüyor.
- Tom rarely wears dark colors.
- Tom nadiren koyu renkler giyer.
- I have rarely laughed so much.
- Nadiren bu kadar çok gülmüşümdür.
- We rarely have soup.
- Biz nadiren çorba içeriz.
- Tom rarely writes to us.
- Tom nadiren bize yazıyor.
- Tom rarely laughs.
- Tom nadiren güler.
- Tom is rarely at home on Monday.
- Tom pazartesi günleri nadiren evde olur.
- I rarely read magazines.
- Nadiren dergiler okudum.
- Tom is rarely in a good mood.
- Tom nadiren iyi bir ruh halinde olur.
- We rarely eat out.
- Nadiren dışarıda yeriz.
- Tom very rarely says anything.
- Tom çok nadiren bir şey söyler.
- When writing English, she rarely makes a mistake.
- İngilizce yazarken nadiren hata yapar.
- They rarely go there.
- Oraya nadiren giderler.
- I rarely talk on the phone.
- Nadiren telefonda konuşurum.
- Tom rarely does that before lunch.
- Tom bunu nadiren öğle yemeğinden önce yapar.
- Rarely does he go out on Sunday.
- Pazar günleri nadiren dışarı çıkar.
- Tom rarely goes to church.
- Tom nadiren kiliseye gider.
- I rarely go out after dark.
- Ben nadiren karanlıktan sonra dışarı çıkarım.
- We rarely go out.
- Nadiren dışarı çıkarız.
- Tom rarely eats with his family.
- Tom nadiren ailesiyle birlikte yemek yer.
- I rarely eat out.
- Nadiren dışarıda yerim.
- Tom rarely goes out after dark.
- Tom hava karardıktan sonra nadiren dışarıya çıkar.
- Tom rarely goes out nowadays.
- Tom bugünlerde nadiren dışarı çıkıyor.
- Tom rarely wears a tie.
- Tom nadiren kravat takar.
- Tom rarely complains about anything.
- Tom nadiren bir şeylerden şikayet eder.
- I rarely do that with Tom.
- Tom'la bunu nadiren yaparım.
- I rarely go out after dark.
- Hava karardıktan sonra nadiren dışarı çıkarım.
- Tom rarely hugs Mary anymore.
- Tom artık nadiren Mary'ye sarılıyor.
- You rarely smile anymore.
- Artık nadiren gülümsüyorsun.
- It rarely snows in this area.
- Bu bölgeye nadiren kar yağar.
- He rarely goes to the movies.
- O, nadiren sinemalara gider.
- Englishmen rarely talk to strangers in the train.
- İngilizler trende yabancılarla nadiren konuşurlar.
- It rarely snows here in the winter.
- Kışın burada nadiren kar yağar.
- Tom very rarely cries.
- Tom çok nadiren ağlıyor.
- Tom rarely comes home so early.
- Tom eve nadiren bu kadar erken gelir.
- Tom rarely spoke.
- Tom nadiren konuşurdu.
- Tom and Mary rarely go out together.
- Tom ve Mary nadiren birlikte dışarı çıkarlar.
- His ideas are rarely practical.
- Onun fikirleri nadiren pratiktir.
- Tom rarely comes to Boston.
- Tom Boston'a nadiren gelir.
- Tom rarely goes out anymore.
- Tom artık nadiren dışarı çıkıyor.
- I rarely get angry.
- Ben nadiren kızarım.
- Tom rarely speaks French.
- Tom nadiren Fransızca konuşur.
- I used to go fishing quite often, but now I rarely go.
- Eskiden sık sık balığa giderdim ama artık nadiren gidiyorum.
- Tom rarely makes mistakes.
- Tom nadiren hata yapar.
- Your ideas are rarely practical.
- Senin fikirlerin nadiren pratiktir.
- Although she lives nearby, I rarely see her.
- Yakınlarda yaşamasına rağmen, onu nadiren görüyorum.
- I rarely wear a hat.
- Nadiren şapka takarım.
- Tom rarely does that alone.
- Tom bunu nadiren yalnız yapar.
- It rarely snows here.
- Buraya nadiren kar yağar.
- I rarely get visitors.
- Nadiren ziyaretçim olur.
- Tom very rarely does that.
- Tom bunu çok nadir yapar.
- He rarely gives in, confronted with difficulties.
- Zorluklarla karşılaştığında nadiren pes eder.
- I rarely see him.
- Onu nadiren görüyorum.
- I rarely cry.
- Ben nadiren ağlarım.
- Tom rarely leaves the house on Monday.
- Tom pazartesi günleri evden nadiren çıkar.
- Tom and Mary rarely go out.
- Tom ve Mary nadiren dışarı çıkarlar.
- I rarely go to Boston.
- Nadiren Boston'a giderim.
- I'm rarely invited to parties.
- Partilere nadiren davet edilirim.
- I rarely complain.
- Ben nadiren şikayet ederim.
- Mary rarely kisses her husband anymore.
- Mary artık nadiren kocasını öpüyor.
- Tom very rarely speaks French.
- Tom çok nadiren Fransızca konuşur.
- I rarely make a mistake.
- Ben nadiren hata yaparım.
- I rarely step out of the house.
- Nadiren evden dışarı adım attım.
- Tom rarely eats at home.
- Tom nadiren evde yemek yer.
- I rarely wear my nose ring.
- Burun halkamı nadiren takarım.
- Tom rarely gets angry.
- Tom nadiren sinirlenir.
- They rarely ever wake up this early.
- Nadiren bu kadar erken uyanırlar.
- He rarely gets angry.
- O, nadiren sinirlenir.
- I rarely sleep on a plane.
- Uçakta nadiren uyurum.
- Tom very rarely walks anywhere.
- Tom çok nadiren bir yere yürür.
- Tom is rarely in a good mood.
- Tom nadiren iyi bir ruh halindedir.
- He rarely gives up.
- Nadiren pes ediyor.
- Tom rarely eats at home.
- Tom nadiren evde yer.
- Tom rarely kisses his wife anymore.
- Tom artık karısını nadiren öpüyor.
- My father rarely goes to extremes.
- Babam nadiren aşırıya kaçar.
- Tom lives in seclusion and rarely sees anyone.
- Tom inzivada yaşıyor ve nadiren kimseyle görüşüyor.
- Tom only very rarely does that.
- Tom bunu çok nadir yapar.
- It rarely snows here.
- Burada nadiren kar yağar.
- Tom rarely watches TV.
- Tom nadiren televizyon izler.
- Tom lives in seclusion and rarely sees anyone.
- Tom inzivada yaşar ve nadiren birini görür.
- Nowadays, Japanese people rarely wear kimonos.
- Bugünlerde Japonlar nadiren kimono giyiyor.
- They rarely go out.
- Onlar nadiren dışarı çıkarlar.
- I'm rarely invited to parties.
- Ben nadiren partilere davet edilirim.
- Tom rarely smiled.
- Tom nadiren gülümserdi.
- Tom very rarely does that by himself.
- Tom bunu çok nadiren kendi başına yapar.
- Compared with those in America, Japanese marriages rarely end in divorce.
- Amerika'dakilere kıyasla Japon evlilikleri nadiren boşanmayla sonuçlanır.
- I have rarely laughed so much.
- Ben nadiren çok gülerim.
- She rarely goes out.
- Nadiren dışarı çıkar.
- Tom and Mary rarely do anything together.
- Tom ve Mary nadiren birlikte bir şey yapar.
- Tom rarely smiles anymore.
- Tom artık nadiren gülümsüyor.
- The police rarely intervene.
- Polis nadiren müdahale eder.
- I have a sewing machine, but I rarely use it.
- Bir dikiş makinem var ama nadiren kullanıyorum.
- I rarely come to Boston.
- Ben nadiren Boston'a gelirim.
- They rarely go out.
- Nadiren dışarı çıkıyorlar.
- He rarely stays home on Sunday.
- Pazar günleri nadiren evde kalır.
- Tom rarely ever does that.
- Tom nadiren bunu yapar.
- Tom only very rarely does that.
- Tom sadece çok nadiren bunu yapar.
- He rarely goes to the movies.
- Sinemaya nadiren gider.
- I rarely eat meat.
- Nadiren et yiyorum.
- Tom is rarely at home.
- Tom nadiren evde.
- I rarely get to sit down.
- Ben nadiren otururum.
- With the exceptions of the polar regions, salty ocean water rarely freezes.
- Kutup bölgeleri hariç, tuzlu okyanus suyu nadiren donar.
- I rarely go shopping.
- Nadiren alışverişe çıkarım.
- I rarely go to the mall, but I went yesterday.
- Alışveriş merkezine nadiren giderim ama dün gittim.
- I rarely walk to work.
- İşe nadiren yürüyerek giderim.
- We rarely agree on what to do.
- Ne yapacağımız konusunda nadiren aynı fikirde oluruz.
- Tom rarely walks anywhere.
- Tom herhangi bir yere nadiren yürür.
- Tom rarely stays home on Monday.
- Tom pazartesi günleri nadiren evde kalır.
- I rarely use plastic bags.
- Plastik torbaları nadiren kullanırım.
- She rarely goes out on Sundays.
- Pazar günlerinde nadiren dışarı çıkar.
- Tom very rarely cries.
- Tom çok nadir ağlar.
- I rarely see Tom.
- Tom'u nadiren görüyorum.
- Tom rarely ever speaks French.
- Tom nadiren Fransızca konuşur.
- He is rarely in a good mood.
- O, nadiren iyi bir ruh hali içindedir.
- Tom and Mary rarely do anything together.
- Tom ve Mary nadiren birlikte bir şey yaparlar.
- I rarely complain.
- Nadiren şikayet ederim.
- Tom rarely ever hugs Mary anymore.
- Tom artık Mary'ye nadiren sarılıyor.
- She rarely sings, but I think she will tonight.
- O nadiren şarkı söyler ama sanırım bu gece söyleyecek.
- He rarely goes to church.
- O, nadiren kiliseye gider.
- This spider rarely bites humans.
- Bu örümcek insanları nadiren ısırır.
- We rarely eat out.
- Biz nadiren dışarıda yeriz.
- Life is rarely fair.
- Hayat nadiren adildir.
- People rarely come to see you once you are retired.
- Emekli olduktan sonra insanlar sizi nadiren görmeye geliyor.
- I've rarely seen Tom so quiet.
- Tom'u nadiren bu kadar sessiz gördüm.
- Tom rarely comes home so early.
- Tom nadiren eve bu kadar erken gelir.
- My father rarely goes to extremes.
- Baban nadiren aşırıya kaçar.
- She rarely goes out on Sundays.
- O, pazar günleri nadiren dışarı çıkar.
- I rarely listen to the radio.
- Nadiren radyo dinlerim.
- Tom rarely gives his wife presents.
- Tom nadiren karısına hediyeler verir.
- Tom is rarely late for appointments.
- Tom randevulara nadiren geç kalır.
- I rarely wear a tie.
- Nadiren kravat takarım.
- Tom's family rarely eat together.
- Tom'un ailesi nadiren birlikte yemek yer.
- I rarely go to the mall, but I went yesterday.
- Ben nadiren alışveriş merkezine giderim ama dün gittim.
- She is rarely late.
- O nadiren geç kalır.
- Tom and I rarely agree on anything.
- Tom ve ben nadiren aynı fikirde oluruz.
- I rarely speak French.
- Nadiren Fransızca konuşurum.
- Tom rarely leaves the house on Monday.
- Tom pazartesi günü nadiren evden ayrılır.
- He rarely gives up.
- O nadiren vazgeçer.
- Tom rarely gets sick.
- Tom nadiren hastalanır.
- He rarely writes to his father.
- O, nadiren babasına yazar.
- I rarely speak French.
- Ben nadiren Fransızca konuşurum.
- She rarely stays home on Sundays.
- O, pazar günü nadiren evde kalır.
- Our meeting rarely starts on time.
- Toplantımız nadiren zamanında başlar.
- I rarely complain about anything.
- Nadiren bir şey hakkında şikayet ederim.
- I rarely step out of the house.
- Evden nadiren dışarı çıkarım.
- This rarely happens.
- Bu nadiren olur.
- Tom rarely gets sick.
- Tom nadiren hasta olur.
- Tom rarely smiled.
- Tom nadiren gülümsedi.
- He rarely went there.
- O, nadiren oraya giderdi.
- The hostess complained that I visit her so rarely these days.
- Ev sahibesi bugünlerde onu çok nadiren ziyaret ettiğimden şikayet etti.
- Englishmen rarely talk to strangers in the train.
- İngilizler trende nadiren yabancılarla konuşurlar.
- Sociopaths rarely display remorse or feelings of guilt for their crimes.
- Sosyopatlar işledikleri suçlar için nadiren pişmanlık ya da suçluluk hissi duyarlar.
- Tom is rarely late for appointments.
- Tom randevularına nadiren geç kalır.
- Tom very rarely does that by himself.
- Tom çok nadiren bunu kendi başına yapıyor.
- I rarely go shopping.
- Nadiren alışverişe giderim.
- I rarely do that.
- Bunu nadiren yaparım.
- Dad rarely gets back home before midnight.
- Babam nadiren gece yarısından önce eve döner.
- It's not wrong, but it's rarely written like that.
- Yanlış değil ama nadiren böyle yazılır.
- He rarely gets angry.
- Nadiren sinirlenir.
- Weather forecasts are rarely accurate.
- Hava tahminleri nadiren doğrudur.
- Tom rarely smiles.
- Tom nadiren gülümser.
- Tom rarely talks about himself.
- Tom nadiren kendinden bahseder.
- We rarely agree on what to do.
- Ne yapacağımız konusunda nadiren hemfikiriz.
- He rarely writes to his father.
- Babasına nadiren yazıyor.
- It rarely snows here in the winter.
- Burada kışın nadiren kar yağar.
- Tom rarely snores.
- Tom nadiren horlar.
- I see him very rarely.
- Onu çok nadir görüyorum.
- Tom rarely sings, but I think he will tonight.
- Tom nadiren şarkı söyler ama sanırım bu gece söyleyecek.
Show More (329)
|