1 |
vain |
kibirli |
adj. |
|
- He is very vain about his good looks.
- Yakışıklılığı konusunda çok kibirlidir.
- Do you think Tom is vain?
- Sence Tom kibirli mi?
- Tom is vain, isn't he?
- Tom kibirli, değil mi?
- You're vain.
- Sen kibirlisin.
- I think Tom is vain.
- Bence Tom kibirli.
- If you compare yourself with others, you may become vain or bitter; for always there will be greater and lesser persons than yourself.
- Kendinizi başkalarıyla kıyaslarsanız, kibirli veya acımasız olabilirsiniz; çünkü her zaman sizden daha büyük ve daha küçük insanlar olacaktır.
- He's lazy and vain.
- Tembel ve kibirli biri.
- Tom is vain.
- Tom kibirli.
Show More (5)
|
2 |
vain |
nafile |
adj. |
|
- He reached up in a vain effort to change the bulb.
- Ampulü değiştirmek için nafile bir çabayla yukarı uzandı.
Show More (-2)
|
3 |
vain |
faydasız |
adj. |
|
- A vain attempt.
- Faydasız bir girişim.
Show More (-2)
|
4 |
vain |
kendini beğenmiş |
adj. |
|
- I think Tom is vain.
- Tom'un kendini beğenmiş olduğunu düşünüyorum.
Show More (-2)
|
5 |
vain |
boş |
adj. |
|
- The finest words in the world are only vain sounds, if you cannot comprehend them.
- Eğer onları anlayamıyorsanız, dünyanın en güzel kelimeleri sadece boş seslerdir.
Show More (-2)
|