1 |
as well as |
kadar |
conj. |
|
- It is an advance for producers and consumers, as well as for the environment.
- Bu, üreticiler ve tüketiciler için olduğu kadar çevre için de bir ilerlemedir.
- This trend is good for healthcare as well as being a requirement from patient organisations.
- Bu eğilim sağlık hizmetleri için iyi olduğu kadar hasta örgütleri için de bir gerekliliktir.
- We must press for rights to be recognised at home as well as abroad.
- Hakların yurt içinde olduğu kadar yurt dışında da tanınması için baskı yapmalıyız.
- If this Parliament is to be transparent it must be reported, as well as open.
- Eğer bu Parlamento şeffaf olacaksa, açık olduğu kadar raporlanabilir de olmalıdır.
- However, remember that democracy is made of practices as well as rules.
- Ancak demokrasinin kurallardan olduğu kadar uygulamalardan da oluştuğunu unutmayın.
- Argentina's agriculture could feed Europe as well as its own people.
- Arjantin'in tarımı kendi halkını olduğu kadar Avrupa'yı da besleyebilir.
- It will be a good day for Parliament if we can do this as well as for the animals under consideration.
- Bunu yapabilirsek Parlamento için olduğu kadar söz konusu hayvanlar için de güzel bir gün olacak.
- Security of supply', as mentioned in the Morillon report, must apply to food as well as to armaments.
- Morillon raporunda da belirtildiği üzere "arz güvenliği" silahlar için olduğu kadar gıda için de geçerli olmalıdır.
- Mr Vitorino knows as well as I do that we are concerned here with a framework directive.
- Sayın Vitorino da en az benim kadar burada bir taslak yönerge ile karşı karşıya olduğumuzu biliyor.
- Men, as well as women, must take responsibility for sexual health.
- Kadınlar kadar erkekler de cinsel sağlık konusunda sorumluluk almalıdır.
- This is essentially a matter of the safety, as well as of the convenience, of the consumer.
- Bu esasen tüketicinin rahatlığı kadar güvenliği ile de ilgili bir konudur.
- Lastly, the rules must apply to self-employed hauliers as well as to salaried drivers.
- Son olarak kurallar maaşlı sürücüler için olduğu kadar serbest çalışan nakliyeciler için de geçerli olmalıdır.
- Of course it is sensible to extend protection to users and residents as well as workers.
- Elbette korumanın çalışanlar kadar kullanıcılar ve bölge sakinlerini de kapsayacak şekilde genişletilmesi mantıklıdır.
- Digital broadcasting can reach those with sensory deprivation just as well as it can reach the mass audience.
- Dijital yayıncılık, duyusal yoksunluk yaşayanlara olduğu kadar kitlesel izleyicilere de ulaşabilir.
- Mr Vitorino knows as well as I do that we are concerned here with a framework directive.
- Burada bir çerçeve yönerge ile karşı karşıya olduğumuzun Sayın Vitorino da en az benim kadar farkında.
- That means having rules that are observed, for them as well as for us.
- Bu, bizim için olduğu kadar onlar için de uyulması gereken kurallara sahip olmak anlamına gelir.
- We need guarantees of freedom of movement on the ground as well as in the air.
- Havada olduğu kadar karada da hareket özgürlüğünün güvence altına alınmasına ihtiyacımız var.
- Enlargement has been treated as an ethical and political matter as well as an economic matter.
- Genişleme, ekonomik bir mesele olduğu kadar etik ve siyasi bir mesele olarak da ele alınmıştır.
- The reason our products burn as well as they do is that we already use chemicals in them.
- Ürünlerimizin bu kadar iyi yanmasının nedeni zaten içlerinde kimyasal kullanıyor olmamızdır.
- All this applies to the countries of the north as well as to the countries of the south.
- Tüm bunlar kuzey ülkeleri için olduğu kadar güney ülkeleri için de geçerlidir.
- They will feel deceived and think that the Europeans are cynics as well as the Americans.
- Kendilerini kandırılmış hissedecekler ve Amerikalılar kadar Avrupalıların da alaycı olduğunu düşünecekler.
- Mutual recognition, one of the bases of the internal market, is not working as well as it ought to.
- İç pazarın temellerinden biri olan karşılıklı tanıma, olması gerektiği kadar iyi işlemiyor.
- I am not surprised that it has caused so much outrage, as well as shock, in Parliament.
- Parlamento'da bu kadar büyük bir öfkeye ve aynı zamanda şoka neden olmasına şaşırmadım.
- Nobody else could discuss this report as well as he could.
- Başka hiç kimse bu raporu onun kadar iyi tartışamazdı.
- They have to know the upside as well as the downside.
- Olumlu yanları olduğu kadar olumsuz yanları da bilmek zorundadırlar.
- Agricultural policy in the 15 countries is quite harmful, as well as being superfluous.
- Bu 15 ülkedeki tarım politikası gereksiz olduğu kadar oldukça da zararlıdır.
- You have touched our emotional intelligence as well as our rationality.
- Duygusal zekâmıza olduğu kadar rasyonelliğimize de dokundunuz.
- That importantly means they explain what they are not going to do as well as what they are going to do.
- Bu da en az ne yapacakları kadar ne yapmayacaklarını da açıklamaları anlamına geliyor.
- The information society is important to old as well as new sectors.
- Bilgi toplumu yeni sektörler için olduğu kadar eski sektörler için de önemlidir.
- You know as well as we do that there are genuine and widespread worries about GATS.
- Hizmet Ticareti Genel Anlaşması konusunda gerçek ve yaygın endişeler olduğunu siz de bizim kadar iyi biliyorsunuz.
- It is difficult for the officials as well as for the ministers themselves.
- Bu, yetkililer için olduğu kadar bakanların kendileri için de zor bir durumdur.
- I am not surprised that it has caused so much outrage, as well as shock, in Parliament.
- Bunun Parlamento'da bu kadar büyük bir öfkeye ve aynı zamanda şoka neden olmasına da şaşırmadım.
- This is in the interests of our citizens as well as industry.
- Bu, sanayinin olduğu kadar vatandaşlarımızın da menfaatinedir.
- That importantly means they explain what they are not going to do as well as what they are going to do.
- Bu daha da önemlisi, ne yapacakları kadar ne yapmayacaklarını da açıklamaları anlamına gelmektedir.
- Today is an historic day for Cyprus, as well as for the European Union.
- Bugün Kıbrıs için olduğu kadar Avrupa Birliği için de tarihi bir gün.
- Security of supply', as mentioned in the Morillon report, must apply to food as well as to armaments.
- Morillon raporunda da belirtildiği üzere 'arz güvenliği' silahlar için olduğu kadar gıda için de geçerli olmalıdır.
- This task is the responsibility as well as the duty of everyone.
- Bu görev herkesin görevi olduğu kadar sorumluluğudur da.
- This is a great opportunity for all the young players here as well as me.
- Bu benim için olduğu kadar buradaki tüm genç oyuncular için de büyük bir imkan.
- If Kenner could read as well as he plays drums, he'd be president.
- Kenner davul çaldığı kadar iyi okuyabilseydi, başkan olurdu.
- If Kenner could read as well as he plays drums, he'd be president.
- Kenner davul çaldığı kadar ders çalışsaydı şimdi cumhurbaşkanı olurdu.
- If Kenner could read as well as he plays drums, he'd be president.
- Kenner davul çaldığı kadar okuyabilseydi başkan olurdu.
- I wish I could play the piano as well as Susie.
- Keşke Susie kadar iyi piyano çalabilsem.
- I wonder if Tom can sing as well as Mary.
- Tom'un Mary kadar iyi şarkı söyleyip söylemediğini merak ediyorum.
- I sure wish I could speak French as well as Tom does.
- Keşke ben de Tom kadar iyi Fransızca konuşabilseydim.
- I wish I could play the guitar as well as you do.
- Keşke ben de senin kadar iyi gitar çalabilseydim.
- I couldn't swim as well as the other kids in my class.
- Sınıfımdaki diğer çocuklar kadar iyi yüzemiyordum.
- I wish I could cook as well as Tom does.
- Keşke ben de Tom kadar iyi yemek yapabilseydim.
- They were rich as well as happy.
- Mutlu oldukları kadar zengindiler de.
- Tom didn't swim as well as I thought he could.
- Tom onun yapabileceğini düşündüğüm kadar iyi yüzmedi.
- Tom speaks French as well as you.
- Tom da senin kadar iyi Fransızca konuşuyor.
- I can see as well as you can.
- Ben de senin kadar iyi görebiliyorum.
- Tom can't play tennis as well as he says he can.
- Tom söylediği kadar iyi tenis oynayamıyor.
- I don't speak French as well as you do.
- Ben senin kadar iyi Fransızca konuşmuyorum.
- I wish I could speak French half as well as you can.
- Keşke senin konuşabildiğinin yarısı kadar iyi Fransızca konuşabilsem.
- Tom can speak French as well as you can.
- Tom da sizin kadar iyi Fransızca konuşabiliyor.
- I wish she could sing as well as you.
- Keşke o da senin kadar iyi şarkı söyleyebilseydi.
- Tom probably can't do that as well as I can.
- Tom muhtemelen bunu benim kadar iyi yapamaz.
- I wish I could play the flute as well as Ian Anderson.
- Keşke ben de Ian Anderson kadar iyi flüt çalabilsem.
- Tom didn't do that as well as I thought he could.
- Tom bunu düşündüğüm kadar iyi yapamadı.
- Tom knew that he couldn't speak French as well as Mary.
- Tom, Mary kadar iyi Fransızca konuşamadığını biliyordu.
- Russian is a difficult as well as a beautiful language.
- Rusça güzel olduğu kadar zor bir dildir.
- I wish I could speak French as well as Tom does.
- Keşke ben de Tom kadar iyi Fransızca konuşabilseydim.
- I wish I could play the piano as well as Tom.
- Keşke Tom kadar iyi piyano çalabilsem.
- I can't play tennis as well as you.
- Ben senin kadar iyi tenis oynayamam.
- Tom doesn't speak French as well as Mary.
- Tom, Mary kadar iyi Fransızca konuşamıyor.
- No one knows Tom as well as I know him.
- Hiç kimse Tom'u benim onu tanıdığım kadar iyi tanımıyor.
- He as well as you is in the wrong.
- Senin kadar o da hatalı.
- He speaks French as well as English.
- İngilizce kadar Fransızca da konuşuyor.
- He is handsome as well as rich.
- Zengin olduğu kadar yakışıklı da.
- You don't know Tom as well as you think you do.
- Tom'u tanıdığını düşündüğün kadar iyi tanımıyorsun.
- Tom speaks French about as well as Mary does.
- Tom neredeyse Mary kadar iyi Fransızca konuşuyor.
- I as well as my brother am to blame.
- Kardeşim kadar ben de suçluyum.
- I can't speak English as well as he can.
- Onun kadar iyi İngilizce konuşamam.
- I wish I could write as well as Tom.
- Keşke Tom kadar iyi yazabilsem.
- I know Tom as well as anybody else does.
- Tom'u başka herkesin tanıdığı kadar iyi tanıyorum.
- Tom is practicing hard so that someday he'll be able to play the accordion as well as Mary.
- Tom, bir gün Mary kadar iyi akordeon çalabilmek için çok alıştırma yapıyor.
- Tom speaks French as well as you do.
- Tom da senin kadar iyi Fransızca konuşuyor.
- Very few children draw as well as Tom can.
- Çok az çocuk Tom kadar iyi çizebilir.
- I couldn't swim as well as the other kids in my class.
- Sınıfımdaki diğer çocuklar kadar iyi yüzemedim.
- You don't know Tom as well as I do.
- Tom'u benim tanıdığım kadar iyi tanımıyorsun.
- She was intelligent as well as beautiful.
- Güzel olduğu kadar zekiydi de.
- I still can't play guitar as well as I want to.
- Ben hâlâ çalmak istediğim kadar iyi gitar çalamıyorum.
- I wasn't able to do that as well as Tom could.
- Bunu Tom kadar iyi yapamadım.
- I wish I could do that as well as you do.
- Keşke bunu senin kadar iyi yapabilseydim.
- Tom can play nearly as well as Mary.
- Tom neredeyse Mary kadar iyi çalabiliyor.
- I don't speak French as well as you do.
- Fransızca'yı senin kadar iyi konuşamıyorum.
- I speak French as well as Tom does.
- Tom kadar iyi Fransızca konuşuyorum.
- I wish I could write as well as Tom.
- Keşke ben de Tom kadar iyi yazabilseydim.
- His daughter, as well as his son, was famous.
- Oğlu kadar kızı da ünlüydü.
- Tom can speak French almost as well as Mary can.
- Tom neredeyse Mary kadar iyi Fransızca konuşabiliyor.
- I wish I could speak French as well as Tom.
- Keşke ben de Tom kadar iyi Fransızca konuşabilseydim.
- I can't play basketball as well as him.
- Onun kadar iyi basket oynayamıyorum.
- Tom can't swim as well as me.
- Tom benim kadar iyi yüzemiyor.
- Tom said he couldn't swim as well as Mary.
- Tom, Mary kadar iyi yüzemediğini söyledi.
- Tom doesn't play the cello as well as Mary does.
- Tom Mary'nin çaldığı kadar iyi çello çalmıyor.
- Aluminum doesn't conduct electricity as well as copper does.
- Alüminyum elektriği bakır kadar iyi iletmez.
- Tom said that he knows he can't do that as well as Mary.
- Tom bunu Mary kadar iyi yapamayacağını bildiğini söyledi.
- Tom speaks French as well as you do.
- Tom senin kadar iyi Fransızca konuşur.
- I've heard that Tom can cook as well as, or better than, his wife.
- Tom'un karısı kadar ya da ondan daha iyi yemek yapabildiğini duydum.
- Tom can swim just about as well as Mary can.
- Tom neredeyse Mary kadar iyi yüzebilir.
- Tom can speak French almost as well as me.
- Tom neredeyse benim kadar iyi Fransızca konuşabiliyor.
- Tom plays the guitar almost as well as Mary.
- Tom neredeyse Mary kadar iyi gitar çalıyor.
- Tom speaks French as well as English.
- Tom Fransızca'yı İngilizce kadar iyi konuşuyor.
- I know Tom as well as anybody else does.
- Tom'u ben de herkes kadar iyi tanıyorum.
- Tom wanted to be able to play the ukulele as well as Mary does.
- Tom, Mary kadar iyi ukulele çalabilmek istiyor.
- I wish I could still swim as well as I used to.
- Keşke hala eskisi kadar iyi yüzebilsem.
- I wish I could play the piano as well as Susie.
- Keşke Susie kadar iyi piyano çalabilseydim.
- You know as well as I do that Tom doesn't know how to swim.
- Tom'un yüzmeyi bilmediğini sen de benim kadar iyi biliyorsun.
- Tony speaks English as well as you.
- Tony, İngilizceyi senin kadar iyi konuşur.
- I can't tell jokes as well as Tom does.
- Tom kadar iyi fıkra anlatamam.
- I often don't express myself as well as I wish I could.
- Ben sık sık kendimi istediğim kadar iyi ifade edemiyorum.
- I never learned how to speak French as well as I wanted.
- Fransızca konuşmayı hiçbir zaman istediğim kadar iyi öğrenemedim.
- Nobody can make pizza as well as Tom can.
- Hiç kimse Tom'un yapabildiği kadar iyi pizza yapamaz.
- I wish he could sing as well as you.
- Keşke o da senin kadar iyi şarkı söyleyebilseydi.
- Tom can speak French about as well as Mary.
- Tom da Mary kadar iyi Fransızca konuşabiliyor.
- Tom can't sing as well as Mary.
- Tom Mary kadar iyi şarkı söyleyemez.
- I don't think Tom plays the oboe as well as Mary.
- Tom'un Mary kadar iyi obua çaldığını düşünmüyorum.
- Tom wished that he could play tennis as well as Mary.
- Tom Mary kadar iyi tenis oynayabilmeyi diledi.
- She was intelligent as well as beautiful.
- Güzel olduğu kadar da zekiydi.
- Tom can swim just as well as Mary can.
- Tom neredeyse Mary kadar iyi yüzebilir.
- Tom says that someday he'll be able to play the English horn as well as Mary does.
- Tom birgün İngiliz kornosunu Mary kadar iyi çalabileceğini söylüyor.
- Tom wished he could play the mandolin as well as Mary.
- Tom, Mary kadar iyi mandolin çalabilmeyi dilerdi.
- If I could speak French half as well as you, I'd be happy.
- Fransızca'yı senin yarın kadar iyi konuşabilseydim, mutlu olurdum.
- Tony speaks English as well as you.
- Tony senin kadar iyi İngilizce konuşuyor.
- At one time I knew chemistry as well as I knew mathematics.
- Bir zamanlar kimyayı da matematiği bildiğim kadar iyi bilirdim.
- Tom probably can't do that as well as I can.
- Tom muhtemelen onu benim kadar iyi yapamaz.
- Tom doesn't speak French as well as Mary does.
- Tom, Mary kadar iyi Fransızca konuşamıyor.
- The rich have troubles as well as the poor.
- Fakirlerin olduğu kadar zenginlerin de sorunları var.
- Tom wants to be able to play the fiddle as well as Mary does.
- Tom Mary kadar iyi keman çalabilmeyi istiyor.
- I don't speak French as well as Tom does.
- Tom kadar iyi Fransızca bilmiyorum.
- I can't paint as well as you do.
- Ben sizin kadar iyi resim yapamıyorum.
- Tom can ski almost as well as Mary.
- Tom neredeyse Mary kadar iyi kayak yapabiliyor.
- Tom did that about as well as we expected.
- Tom bunu yaklaşık olarak beklediğimiz kadar iyi yaptı.
- Tom can speak German as well as English.
- Tom İngilizce kadar Almanca da konuşabiliyor.
- I cannot speak and listen as well as I write.
- Konuşmada ve duyduğunu anlamada yazabildiğim kadar iyi değilim.
- I wish I could speak French as well as you.
- Keşke ben de senin kadar iyi Fransızca konuşabilseydim.
- She speaks English as well as I do.
- O da benim kadar iyi İngilizce konuşuyor.
- Nobody can do it as well as Tom can.
- Hiç kimse onu Tom'un yapabildiği kadar iyi yapamaz.
- The musician is famous abroad as well as in Japan.
- Müzisyen, Japonya'da olduğu kadar yurtdışında da ünlü.
- Nobody can make pizza as well as Tom can.
- Kimse Tom kadar iyi pizza yapamaz.
- Tom can swim about as well as Mary.
- Tom da Mary kadar iyi yüzebiliyor.
- I still can't speak French as well as I need to.
- Hâlâ istediğim kadar iyi Fransızca konuşamıyorum.
- Tom wishes he could speak French as well as he speaks English.
- Tom İngilizce konuştuğu kadar iyi Fransızca konuşabilmeyi diler.
- You know it as well as I do.
- Bunu benim bildiğim kadar iyi biliyorsun.
- You know as well as I do that Tom isn't a very good singer.
- Tom'un çok iyi bir şarkıcı olmadığını benim bildiğim kadar iyi biliyorsun.
- I wish I could sing as well as Tom can.
- Keşke ben de Tom kadar iyi şarkı söyleyebilseydim.
- If I could speak French half as well as you, I'd be happy.
- Senin konuştuğunun yarısı kadar iyi Fransızca konuşabilsem, mutlu olurum.
- Tom speaks French as well as you.
- Tom senin kadar iyi Fransızca konuşur.
- She can ski just as well as her brother.
- Kardeşi kadar iyi kayak yapabiliyor.
- I wish I could sing as well as Lady Gaga.
- Keşke Lady Gaga kadar iyi şarkı söyleyebilsem.
- I can't sing as well as Tom can.
- Tom kadar iyi şarkı söyleyemiyorum.
- Tom said he wished he could do that as well as Mary.
- Tom, bunu Mary kadar iyi yapabilmeyi dilediğini söyledi.
- You know as well as I do that Tom doesn't like Mary.
- Tom'un Mary'den hoşlanmadığını sen de benim kadar iyi biliyorsun.
- She can play tennis very well, but I can play just about as well as she can.
- O çok iyi tenis oynayabiliyor ama ben de en az onun kadar iyi oynayabiliyorum.
- Tom doesn't know Mary as well as we do.
- Tom Mary'yi bizim tanıdığımız kadar iyi tanımıyor.
- Tom can't do this as well as I can.
- Tom bunu benim kadar iyi yapamaz.
- I speak French as well as she does.
- Ben de onun kadar iyi Fransızca konuşuyorum.
- I wish I could speak French as well as you.
- Keşke senin kadar iyi Fransızca konuşabilsem.
- Tom can swim almost as well as Mary.
- Tom neredeyse Mary kadar hızlı yüzebilir.
- I can't paint as well as Tom.
- Tom kadar iyi resim yapamıyorum.
- Nobody can do that as well as me, not even Tom.
- Kimse bunu benim kadar iyi yapamaz, Tom bile.
- I think I can speak French as well as Tom can.
- Sanırım ben de Tom kadar iyi Fransızca konuşabiliyorum.
- You don't know Tom as well as I do.
- Tom'u benim kadar iyi tanımıyorsun.
- Do you think you could do that as well as Tom?
- Onu Tom kadar iyi yapabileceğini düşünüyor musun?
- She was intelligent as well as beautiful.
- Güzel olduğu kadar zekiydi.
- Tom can speak French almost as well as me.
- Tom neredeyse benim kadar iyi Fransızca konuşabilir.
- You don't know how to speak French as well as I do.
- Sen benim kadar güzel Fransızca konuşmasını bilmiyorsun.
- She likes tennis as well as basketball.
- Tenisi basketbol kadar seviyor.
- If I could only speak English half as well as you can, I wouldn't be worried about traveling around the world.
- İngilizceyi senin konuşabildiğinin yarısı kadar iyi konuşabilseydim, dünyayı dolaşma konusunda endişelenmezdim.
- Tom wishes he could speak French as well as he speaks English.
- Tom İngilizce konuştuğu kadar iyi Fransızca konuşabilmeyi diliyor.
- Tom can play nearly as well as Mary.
- Tom neredeyse Mary kadar iyi çalabilir.
- I can't speak French as well as Tom.
- Tom kadar iyi Fransızca konuşamam.
- I wish I could sing as well as Tom.
- Keşke Tom kadar iyi şarkı söyleyebilsem.
- Tom can swim just as well as Mary can.
- Tom da en az Mary kadar iyi yüzebiliyor.
- Russian is a difficult as well as a beautiful language.
- Rusça zor olduğu kadar güzel bir dil.
- I can't do that as well as you can.
- Bunu senin yapabildiğin kadar iyi yapamam.
- Tom doesn't speak French as well as he speaks English.
- Tom Fransızcayı İngilizce kadar iyi konuşamıyor.
- Tom speaks French as well as Mary.
- Tom, Mary kadar iyi Fransızca konuşuyor.
- Tom plays the guitar almost as well as Mary.
- Tom neredeyse Mary kadar iyi gitar çalar.
- Men don't drive as well as women.
- Erkekler, kadınlar kadar iyi araba kullanmaz.
- Tom doesn't play the cello as well as Mary.
- Tom Mary kadar iyi çello çalmaz.
- Tom can ski just as well as Mary can.
- Tom da Mary kadar iyi kayak yapabilir.
- Tom says that someday he'll be able to play the English horn as well as Mary does.
- Tom bir gün İngiliz kornosunu Mary kadar iyi çalabileceğini söylüyor.
- Heart of Darkness raises important questions about imperialism, as well as racism.
- Heart of Darkness ırkçılık kadar emperyalizm hakkında önemli sorular yükseltir.
- I wish I could sing as well as Tom does.
- Keşke Tom kadar iyi şarkı söyleyebilsem.
- I don't play tennis as well as I used to.
- Eskisi kadar iyi tenis oynayamıyorum.
- Tom knew that he couldn't speak French as well as Mary could.
- Tom Mary kadar iyi Fransızca konuşamadığını biliyordu.
- I think that globalization has negative effects as well as positive.
- Bence küreselleşmenin olumlu olduğu kadar olumsuz etkileri de var.
- I can't speak English as well as he can.
- Ben onun kadar iyi İngilizce konuşamıyorum.
- Tom doesn't know Mary as well as I do.
- Tom Mary'yi benim tanıdığım kadar iyi tanımıyor.
- I think that globalization has negative effects as well as positive.
- Küreselleşmenin pozitif olduğu kadar negatif etkilerinin de olduğunu düşünüyorum.
- I don't speak French as well as you think I do.
- Ben senin sandığın kadar iyi Fransızca konuşmuyorum.
- I sure wish I could sing as well as Tom.
- Keşke Tom kadar iyi şarkı söyleyebilsem.
- You don't know how to drive as well as I do.
- Araba kullanmayı benim kadar iyi bilmiyorsun.
- He can ski just as well as his brother.
- O, erkek kardeşi kadar iyi kayak yapabilir.
- I can't express myself in French as well as I'd like to.
- Fransızcada kendimi istediğim kadar iyi ifade edemiyorum.
- I can't walk as well as I used to.
- Eskisi kadar iyi yürüyemiyorum.
- I don't speak French as well as I want to.
- İstediğim kadar iyi Fransızca konuşamıyorum.
- Tom can speak French as well as you can.
- Tom senin kadar iyi Fransızca konuşabilir.
- Nobody can do that as well as I can, not even Tom.
- Kimse bunu benim yapabildiğim kadar iyi yapamaz, Tom bile.
- Tom can speak French almost as well as he can speak Spanish.
- Tom Fransızcayı neredeyse İspanyolcayı iyi konuştuğu kadar iyi konuşabilir.
- Tom can't sing as well as Mary.
- Tom, Mary kadar iyi şarkı söyleyemez.
- The mind needs exercise as well as the body.
- Bedenin olduğu kadar zihnin de egzersize ihtiyacı var.
- Tom doesn't speak French as well as he speaks English.
- Tom İngilizce konuştuğu kadar iyi Fransızca konuşmaz.
- You didn't do that as well as I expected you to.
- Bunu beklediğim kadar iyi yapmadınız.
- She speaks English as well as I.
- O da benim kadar iyi İngilizce konuşuyor.
- Tom can ski almost as well as Mary.
- Tom neredeyse Mary kadar iyi kayak yapabilir.
- I wish I could play the piano as well as Tom.
- Keşke Tom kadar iyi piyano çalabilseydim.
- I can't see as well as I used to.
- Eskisi kadar iyi göremiyorum.
- You know as well as I do that Tom doesn't know how to swim.
- Tom'un yüzmeyi bilmediğini benim bildiğim kadar iyi biliyorsun.
- He sang as well as a bird.
- O bir kuş kadar güzel şarkı söyledi.
- I wish I could write as well as Tom.
- Keşke Tom kadar iyi yazabilseydim.
- Tom can't swim as well as me.
- Tom benim kadar iyi yüzemez.
- Tom doesn't know Mary as well as I do.
- Tom, Mary'yi benim kadar iyi tanımıyor.
- I can't cook as well as Tom does.
- Tom'un yaptığı kadar iyi yemek yapamam.
- I wish I could swim as well as you do.
- Keşke senin yüzdüğün kadar iyi yüzebilsem.
- Linda can dance as well as Meg.
- Linda, Meg kadar iyi dans edebilir.
- Slaves are generally expected to sing as well as to work.
- Kölelerden genellikle çalışmak kadar şarkı söylemeleri de beklenir.
- I wish my kid behaved as well as my dog.
- Keşke benim çocuğum benim köpeğim kadar iyi davransa.
- Tom speaks French well, but not as well as he speaks English.
- Tom Fransızcayı iyi konuşur ama İngilizceyi konuştuğu kadar iyi değil.
- Tom can speak French about as well as Mary.
- Tom da Fransızcayı neredeyse Mary kadar iyi konuşabilir.
- Tom doesn't speak French as well as I thought he did.
- Tom sandığım kadar iyi Fransızca konuşamıyormuş.
- Tom doesn't know how to speak French as well as I do.
- Tom Fransızca konuşmayı benim kadar iyi bilmiyor.
- I wish I could sing as well as you.
- Keşke senin kadar iyi şarkı söyleyebilseydim.
- I can't speak French as well as Tom can.
- Tom kadar iyi Fransızca konuşamıyorum.
- I can't speak French as well as Tom.
- Ben Tom kadar iyi Fransızca konuşamıyorum.
- I think that globalization has negative effects as well as positive.
- Küreselleşmenin olumlu olduğu kadar olumsuz etkileri de olduğunu düşünüyorum.
- I wish I could play volleyball as well as Tom.
- Keşke ben de Tom kadar iyi voleybol oynayabilseydim.
- You don't know them as well as I do.
- Onları benim kadar iyi tanımıyorsun.
- I wish I could play the guitar as well as Tom.
- Keşke Tom kadar iyi gitar çalabilseydim.
- Tom doesn't do that as well as me.
- Tom bunu benim kadar iyi yapamıyor.
- Please treat me this year as well as you did last year.
- Lütfen bu yıl bana geçen yıl davrandığın kadar iyi davran.
- Tom said he couldn't swim as well as Mary.
- Tom Mary kadar iyi yüzemediğini söyledi.
- Tom wished that he could play tennis as well as Mary.
- Tom, Mary kadar iyi tenis oynayabilmeyi diledi.
- I wish I could sing as well as you do.
- Keşke senin söyleyebildiğin kadar iyi şarkı söyleyebilsem.
- I want to be able to play the mandolin as well as Tom does.
- Ben de Tom kadar iyi mandolin çalabilmek istiyorum.
- I wish I could speak French as well as you do.
- Keşke senin konuştuğun kadar iyi Fransızca konuşabilsem.
- You know as well as I do that we can't afford to buy that kind of car.
- Sen de benim kadar biliyorsun ki o tür bir araba almaya gücümüz yetmez.
- You'll soon be able to sing as well as Tom.
- Yakında Tom kadar iyi şarkı söyleyebileceksin.
- Men don't drive as well as women.
- Erkekler kadınlar kadar iyi araba kullanamaz.
- I can't sing as well as Tom can.
- Sesim Tom'unki kadar güzel değil.
- She can play tennis very well, but I can play as well as she can.
- Çok iyi tenis oynayabiliyor ama ben de onun kadar iyi oynayabiliyorum.
- I wish I could sing as well as you do.
- Keşke ben de senin kadar iyi şarkı söyleyebilseydim.
- I can't play tennis as well as you.
- Senin kadar iyi tenis oynayamam.
- I wish I could cook as well as my mother.
- Keşke annem kadar iyi yemek pişirebilsem.
- Nobody can do that as well as I can, not even Tom.
- Kimse bunu benim kadar iyi yapamaz, Tom bile.
- I wish that I could speak French as well as Tom.
- Keşke Tom kadar iyi Fransızca konuşabilsem.
- Tom knows he'll never be able to play the French horn as well as Mary.
- Tom hiçbir zaman Mary kadar iyi Fransız kornosu çalamayacağını biliyor.
- I wonder if Tom can sing as well as Mary.
- Acaba Tom da Mary kadar iyi şarkı söyleyebiliyor mu?
- I know Tom as well as anybody.
- Ben de Tom'u diğer herkes kadar iyi tanıyorum.
- I don't know Tom as well as you do.
- Tom'u senin kadar iyi tanımıyorum.
- I wish I could play tennis as well as Tom does.
- Keşke ben de Tom kadar iyi tenis oynayabilseydim.
- I wish I could speak English half as well as he can.
- Keşke İngilizceyi onun konuşabildiğinin yarısı kadar iyi konuşabilsem.
- Tom said he could swim at least as well as Mary.
- Tom en az Mary kadar iyi yüzebildiğini söyledi.
- I think I know Tom as well as anybody.
- Sanırım Tom'u herkes kadar iyi tanıyorum.
- I can't cook as well as Tom does.
- Tom kadar iyi yemek yapamam.
- Tom can swim almost as well as Mary.
- Tom neredeyse Mary kadar iyi yüzebilir.
- Tom doesn't do that as well as he used to.
- Tom bunu eskisi kadar iyi yapamıyor.
- He was a great poet as well as a doctor.
- Doktor olduğu kadar büyük bir şairdi de.
- Tom swims as well as Mary does.
- Tom da Mary kadar iyi yüzüyor.
- At one time I knew chemistry as well as I knew mathematics.
- Bir zamanlar matematik bildiğim kadar kimya bilirdim.
- I speak French as well as she does.
- Onun konuştuğu kadar iyi Fransızca konuşurum.
- Tom didn't know Mary as well as I did.
- Tom Mary'yi benim tanıdığım kadar iyi tanımıyordu.
- I still can't play guitar as well as I want to.
- Hâlâ istediğim kadar iyi gitar çalamıyorum.
- Tom said he can't sing as well as Mary.
- Tom, Mary kadar iyi şarkı söyleyemediğini söyledi.
- I often don't express myself as well as I wish I could.
- Kendimi çoğu zaman istediğim kadar iyi ifade edemiyorum.
- Tom can't sing as well as Mary can.
- Tom, Mary kadar iyi şarkı söyleyemiyor.
- Tom isn't able to do that as well as Mary.
- Tom bunu Mary kadar iyi yapamayabilir.
- I still can't speak French as well as I need to.
- Hala ihtiyaç duyduğum kadar iyi Fransızca konuşamıyorum.
- Tom wants to be able to play the fiddle as well as Mary does.
- Tom, Mary'nin çaldığı kadar iyi keman çalabilmek istiyor.
- You don't know them as well as I do.
- Onları benim kadar iyi bilmiyorsun.
- Tom doesn't swim as well as he used to.
- Tom eskisi kadar iyi yüzemiyor.
- I may not be able to speak French as well as Tom, but I can usually communicate what I want to say.
- Tom kadar iyi Fransızca konuşamayabilirim, ama genellikle söylemek istediklerimi ifade edebilirim.
- The rich have trouble as well as the poor.
- Fakirlerin olduğu kadar zenginlerin de sorunları var.
- I as well as you am to blame.
- Senin kadar ben de suçluyum.
- I wish I could speak French half as well as you do.
- Keşke ben de senin yarısı kadar Fransızca konuşabilseydim.
- I wish I could sing as well as Tom does.
- Keşke ben de Tom kadar iyi şarkı söyleyebilseydim.
- I wish I could speak French half as well as you.
- Keşke senin konuştuğunun yarısı kadar iyi Fransızca konuşabilsem.
- I still can't play golf as well as I'd like to.
- Hâlâ istediğim kadar iyi golf oynayamıyorum.
- I know that Tom can't do that as well as I can.
- Tom'un bunu benim kadar iyi yapamayacağını biliyorum.
- Television enlightens the viewers as well as entertains them.
- Televizyon, izleyicileri eğlendirdiği kadar aydınlatır da.
- Tom can't play the piano as well as he used to.
- Tom eskisi kadar iyi piyano çalamıyor.
- Tom didn't speak French as well as I thought he could.
- Tom düşündüğüm kadar iyi Fransızca konuşamıyordu.
- I think Tom plays the bassoon just about as well as Mary.
- Bence Tom da en az Mary kadar iyi fagot çalıyor.
- Nobody knows Tom as well as I do.
- Kimse Tom'u benim kadar iyi tanımıyor.
- I wish I could play the guitar as well as Tom does.
- Keşke ben de Tom kadar iyi gitar çalabilseydim.
- I wish I could speak French as well as you do.
- Keşke ben de senin kadar iyi Fransızca konuşabilseydim.
- I think that globalization has negative effects as well as positive.
- Bence küreselleşmenin pozitif olduğu kadar negatif etkileri de var.
- You know it as well as I do.
- Bunu sen de benim kadar iyi biliyorsun.
- Tom can speak French almost as well as you and I can.
- Tom neredeyse senin ve benim kadar iyi Fransızca konuşabiliyor.
- Children, as well as adults, crave love and attention.
- Çocuklar yetişkinler kadar sevgi ve ilgi istiyorlar.
- Tom knew that he couldn't speak French as well as Mary.
- Tom Mary kadar iyi Fransızca konuşamadığını biliyordu.
- I'll never be able to sing as well as you do.
- Asla senin kadar iyi şarkı söyleyemeyeceğim.
- You know as well as I do that Tom hates Mary.
- Tom'un Mary'den nefret ettiğini benim bildiğim kadar biliyorsun.
- The rich have trouble as well as the poor.
- Zenginlerin fakirler kadar sorunu vardır.
- I think Tom plays the bassoon just about as well as Mary.
- Tom'un hemen hemen Mary kadar iyi fagot çaldığını düşünüyorum.
- Tom speaks French as well as me.
- Tom benim kadar iyi Fransızca konuşur.
- I wish I could play volleyball as well as Tom.
- Keşke Tom kadar iyi voleybol oynayabilsem.
- Very few children draw as well as Tom can.
- Çok az çocuk Tom kadar iyi resim yapabilir.
- Tom can ski as well as his brother.
- Tom kardeşi kadar iyi kayak yapabilir.
- I wish I could sing as well as Lady Gaga.
- Keşke Lady Gaga kadar iyi şarkı söyleyebilseydim.
- Tom isn't able to do that as well as Mary.
- Tom bunu Mary kadar iyi yapamıyor.
- Tony speaks English as well as you do.
- Tony senin kadar iyi İngilizce konuşur.
- I wish I could sing as well as you.
- Keşke senin kadar iyi şarkı söyleyebilsem.
- Tom wished he could play the mandolin as well as Mary.
- Tom Mary kadar iyi mandolin çalabilmeyi istiyordu.
- Nobody knows Tom as well as I know him.
- Kimse Tom'u benim tanıdığım kadar iyi tanımıyor.
- Tom didn't swim as well as I thought he could.
- Tom düşündüğüm kadar iyi yüzemedi.
- Tom can ski almost as well as Mary can.
- Tom neredeyse Mary kadar iyi kayak yapabilir.
- Tom can ski about as well as Mary.
- Tom neredeyse Mary kadar iyi kayak yapabilir.
- Sports make us healthy in mind as well as in body.
- Spor bizi bedenen olduğu kadar zihnen de sağlıklı kılar.
- Can you swim as well as Tom?
- Tom kadar iyi yüzebilir misin?
- Tom can't swim as well as Mary can.
- Tom, Mary kadar iyi yüzemiyor.
- Tom can speak French almost as well as you and I can.
- Tom neredeyse senin ve benim konuşabildiğim kadar iyi Fransızca konuşabilir.
- Tom wished he could play the mandolin as well as Mary does.
- Tom Mary kadar iyi mandolin çalabilmeyi diledi.
- You know as well as I do that Tom doesn't like Mary.
- Tom'un Mary'yi sevmediğini benim bildiğim kadar biliyorsun.
- You know as well as I do that Tom isn't a very good singer.
- Tom'un iyi bir şarkıcı olmadığını sen de benim kadar biliyorsun.
- Tom can ski about as well as Mary.
- Tom da Mary kadar iyi kayak yapabiliyor.
- She can ski just as well as her brother.
- O erkek kardeşi kadar güzel kayak yapabilir.
- I can't swim now as well as I used to be able to.
- Artık eskisi kadar iyi yüzemiyorum.
- French is spoken in parts of Italy as well as in France.
- Fransızca, Fransa'da olduğu kadar İtalya'nın bazı bölgelerinde de konuşulmaktadır.
- The rich have troubles as well as the poor.
- Zenginlerin fakirler kadar sorunları vardır.
- I think Tom is able to play the harmonica as well as Mary.
- Bence Tom, Mary kadar iyi armonika çalabiliyor.
- I can swim as well as you.
- Ben de senin kadar iyi yüzebiliyorum.
- Tom said that he knows he can't do that as well as Mary.
- Tom, bunu Mary kadar iyi yapamayacağını bildiğini söyledi.
- Tom hopes that someday he'll be able to play the drums as well as Mary does.
- Tom birgün Mary kadar iyi bateri çalabileceğini umuyor.
- I wish I could speak English half as well as he can.
- Keşke ben de onun yarısı kadar iyi İngilizce konuşabilseydim.
- Tom doesn't play the cello as well as Mary does.
- Tom, Mary kadar iyi çello çalamıyor.
- Tom doesn't know how to speak French as well as I do.
- Tom benim kadar iyi Fransızca konuşmayı bilmiyor.
- He can cook as well as his wife.
- O, karısı kadar iyi yemek pişirebilir.
- I work as well as you, neither better nor worse.
- Ben de sizin kadar çalışıyorum, ne daha iyi ne de daha kötü.
- Do you think you could do that as well as Tom?
- Bunu Tom kadar iyi yapabileceğini düşünüyor musun?
- Tom swims as well as Mary does.
- Tom, Mary kadar iyi yüzer.
- I can't tell jokes as well as Tom does.
- Tom kadar iyi espriler yapamıyorum.
- I wish I could do that as well as you.
- Keşke bunu senin kadar iyi yapabilsem.
- Tom wants to be able to play the fiddle as well as Mary.
- Tom Mary kadar iyi keman çalabilmeyi istiyor.
- Tom can't sing as well as Mary can.
- Tom Mary'nin söyleyebildiği kadar iyi şarkı söyleyemez.
- Tom knew that he couldn't speak French as well as Mary could.
- Tom, Mary kadar iyi Fransızca konuşamadığını biliyordu.
- Tom wishes he could speak French as well as Mary does.
- Tom, Mary kadar iyi Fransızca konuşabilmeyi dilerdi.
- I'll never be able to sing as well as you do.
- Ben asla senin kadar iyi şarkı söyleyemeyeceğim.
- Tom can swim almost as well as Mary can.
- Tom neredeyse Mary kadar iyi yüzebilir.
- You know as well as I do that that isn't likely to happen.
- Onun muhtemelen olmayacağını benim bildiğim kadar iyi biliyorsun.
- I can't do that as well as you can.
- Bunu senin kadar iyi yapamam.
- He sang as well as a bird.
- Bir kuş kadar iyi şarkı söylerdi.
- If I could only speak English half as well as you can, I wouldn't be worried about traveling around the world.
- Senin konuşabildiğinin yarısı kadar iyi İngilizce konuşabilsem, tüm dünyayı seyahat etme hakkında endişeli olmam.
- He can ski just as well as his brother.
- O da kardeşi kadar iyi kayak yapabiliyor.
- I can't sing as well as Tom does.
- Tom kadar iyi şarkı söyleyemiyorum.
- I don't speak French as well as you think I can.
- Konuşabildiğimi düşündüğün kadar iyi Fransızca konuşmuyorum.
- Time reveals truth as well as falsehood.
- Zaman yalanı olduğu kadar gerçeği de ortaya çıkarır.
- I think we played as well as we could have.
- Sanırım elimizden geldiği kadar iyi oynadık.
- Tom knows he'll never be able to play the French horn as well as Mary.
- Tom Fransız kornosunu Mary kadar iyi çalamayacağını söylüyor.
- No one knows Tom as well as I do.
- Kimse Tom'u benim kadar iyi tanımıyor.
- I can swim as well as you.
- Ben sizin kadar iyi yüzebilirim.
- I work as well as you, neither better nor worse.
- Ben de sizin kadar iyi çalışıyorum, ne daha iyi ne de daha kötü.
- I wish I could swim as well as Tom.
- Keşke ben de Tom kadar iyi yüzebilseydim.
- Tom speaks French well, but not as well as he speaks English.
- Tom iyi Fransızca konuşuyor ama İngilizce konuştuğu kadar değil.
- Tom doesn't swim as well as he used to.
- Tom eskisi kadar iyi yüzmüyor.
- I wish I could play the piano as well as Susie.
- Keşke ben de Susie kadar iyi piyano çalabilseydim.
- I don't think Tom plays the oboe as well as Mary.
- Tom'un Mary kadar iyi obua çaldığını sanmıyorum.
- You know as well as I do that we can't afford to buy that kind of car.
- O tür arabayı satın almayı göze alamayacağımızı benim kadar iyi biliyorsun.
- I wish I could swim as well as Tom.
- Keşke Tom kadar iyi yüzebilseydim.
- I don't speak French as well as Tom does.
- Tom kadar iyi Fransızca konuşamıyorum.
- Tom doesn't know you as well as I do.
- Tom seni benim kadar iyi tanımıyor.
- Tom wants to be able to play the fiddle as well as Mary.
- Tom, Mary kadar iyi keman çalabilmek istiyor.
- I wish he could sing as well as you.
- Keşke o senin kadar iyi şarkı söyleyebilse.
- Tom can speak French almost as well as Mary.
- Tom neredeyse Mary kadar iyi Fransızca konuşabilir.
- She speaks English as well as I.
- O, İngilizceyi benim kadar iyi konuşur.
- I wonder whether Tom can do that as well as Mary.
- Tom'un bunu Mary kadar iyi yapıp yapamayacağını merak ediyorum.
- Tom doesn't remember people's names as well as he used to.
- Tom insanların isimlerini eskisi kadar iyi hatırlamıyor.
- No one knows Tom as well as I know him.
- Kimse Tom'u benim tanıdığım kadar iyi tanımıyor.
- Tom did that about as well as we expected.
- Tom bunu beklediğimiz kadar iyi yaptı.
- You don't know Tom as well as you think you do.
- Tom'u sandığın kadar iyi tanımıyorsun.
- I can't play basketball as well as him.
- Ben onun kadar iyi basketbol oynayamıyorum.
- I wish I could speak French half as well as you can.
- Keşke ben de senin kadar iyi Fransızca konuşabilseydim.
- I as well as you am to blame.
- Sizin kadar ben de suçluyum.
- You know as well as I do that we have no chance of surviving.
- Hayatta kalma şansımızın olmadığını sen de benim kadar biliyorsun.
- Tom can swim almost as well as Mary can.
- Tom da neredeyse Mary kadar iyi yüzebiliyor.
- Tom speaks French as well as anybody else in this room.
- Tom bu odadaki herkes kadar iyi Fransızca konuşuyor.
- Contemporary Persian poems haven’t been known in west world as well as ancient ones.
- Çağdaş Farsça şiirler batı dünyasında antik şiirler kadar bilinmiyor.
- I can't paint as well as Tom.
- Tom kadar iyi resim yapamam.
- I wish she could sing as well as you.
- Keşke, o senin kadar iyi şarkı söyleyebilse.
- I can't paint as well as you do.
- Ben senin kadar iyi resim yapamam.
- I wish I could speak French half as well as you do.
- Keşke senin konuştuğunun yarısı kadar Fransızca konuşabilsem.
- I may not be able to sing as well as Tom, but I can sing.
- Tom kadar iyi şarkı söyleyemeyebilirim, ama şarkı söyleyebiliyorum.
- She is charming as well as diligent.
- Çalışkan olduğu kadar çekicidir de.
- I don't speak French as well as you think I do.
- Düşündüğünüz kadar iyi Fransızca konuşamıyorum.
- We didn't do as well as we should've.
- Gerektiği kadar iyi iş çıkaramadık.
- Tom can speak French almost as well as he can speak English.
- Tom neredeyse İngilizce konuştuğu kadar iyi Fransızca konuşabiliyor.
- Tom said he could swim at least as well as Mary.
- Tom en azından Mary kadar iyi yüzebildiğini söyledi.
- Tom can ski just as well as Mary can.
- Tom Mary kadar iyi kayak yapabilir.
- He teaches mathematics as well as English.
- O, İngilizce öğrettiği kadar matematik de öğretiyor.
- Tom can't sing as well as me.
- Tom benim kadar iyi şarkı söyleyemez.
- I don't speak French as well as you think I can.
- Fransızca'yı senin düşündüğün kadar iyi konuşamıyorum.
- I wish I could cook as well as Tom does.
- Keşke Tom kadar iyi yemek pişirebilsem.
- Tom didn't know Mary as well as I did.
- Tom, Mary'yi benim kadar iyi tanımıyordu.
- Tom can speak French almost as well as Mary.
- Tom neredeyse Mary kadar iyi Fransızca konuşabiliyor.
- He can cook as well as his wife.
- Karısı kadar iyi yemek yapabiliyor.
- Tom speaks French about as well as Mary does.
- Tom da Mary kadar iyi Fransızca konuşuyor.
- Tom speaks French as well as I do.
- Tom da benim kadar iyi Fransızca konuşuyor.
- I cannot speak and listen as well as I write.
- Konuşma ve duyduğunu anlama konusunda yazabildiğim kadar iyi değilim.
- Tom isn't doing as well as he should be.
- Tom olması gerektiği kadar iyi değil.
- I cannot speak and listen as well as I write.
- Yazdığım kadar iyi konuşamıyor ve dinleyemiyorum.
- Tom doesn't do that as well as Mary.
- Tom bunu Mary kadar iyi yapamıyor.
- Tom can swim about as well as Mary.
- Tom neredeyse Mary kadar iyi yüzebilir.
- I think I know Tom as well as anybody.
- Tom'u herkes kadar iyi tanıdığımı düşünüyorum.
- Tom can't sing as well as I can.
- Tom benim kadar iyi şarkı söyleyemiyor.
- Tom doesn't play the cello as well as Mary.
- Tom, Mary kadar iyi çello çalamıyor.
- Tom can speak French almost as well as he can speak English.
- Tom Fransızcayı neredeyse İngilizceyi konuşabildiği kadar iyi konuşabilir.
- Tom speaks French as well as Mary does.
- Tom da Mary kadar iyi Fransızca konuşuyor.
- I don't get around as well as I used to.
- Eskisi kadar iyi dolaşamıyorum.
- You know as well as I do that we shouldn't be doing this.
- Bunu yapmamamız gerektiğini benim bildiğim kadar iyi biliyorsun.
- I want to be able to play the mandolin as well as Tom does.
- Tom'un çaldığı kadar iyi mandolin çalabilmeyi istiyorum.
- I can't sing as well as Tom does.
- Tom'un söylediği kadar iyi şarkı söyleyemem.
- I wish that I could speak French as well as Tom.
- Keşke ben de Tom kadar iyi Fransızca konuşabilseydim.
- I speak French as well as Tom does.
- Tom kadar iyi Fransızca konuşurum.
- I wish I could cook as well as my mother.
- Keşke annem kadar iyi yemek yapabilseydim.
- Mary can't cook as well as her mother can.
- Mary annesi kadar iyi yemek yapamıyor.
- Tom wished he could play the mandolin as well as Mary does.
- Tom, Mary'nin çaldığı kadar iyi mandolin çalabilmeyi dilerdi.
- I wish I could play the guitar as well as Tom.
- Keşke Tom kadar iyi gitar çalabilsem.
- I don't think Tom knows Mary as well as I do.
- Tom'un Mary'yi benim kadar iyi tanıdığını sanmıyorum.
- Tom can ski just as well as Mary.
- Tom da Mary kadar iyi kayak yapabiliyor.
- She speaks English as well as I do.
- Benim kadar iyi İngilizce konuşur.
- I may not be able to sing as well as Tom, but I can sing.
- Tom kadar iyi şarkı söyleyemeyebilirim fakat şarkı söyleyebilirim.
- I wish I could swim as well as you do.
- Keşke ben de senin kadar iyi yüzebilseydim.
- We forget our faults easily if no one knows them as well as us.
- Hatalarımızı kimse bizim kadar iyi bilmezse kolayca unuturuz.
- Tom can swim just about as well as Mary can.
- Tom da Mary kadar iyi yüzebiliyor.
- Tom doesn't know Mary as well as we do.
- Tom Mary'yi bizim kadar iyi tanımıyor.
- I can't speak French as well as Tom can.
- Tom kadar iyi Fransızca konuşamam.
- Tom is ambidextrous and can use his right hand equally as well as his left.
- Tom iki elini de kullanabiliyor ve sağ elini de sol eli kadar iyi kullanabiliyor.
- I wish I could play tennis as well as Tom does.
- Keşke Tom'un oynadığı kadar iyi tenis oynayabilsem.
- I wonder whether or not Tom can sing as well as Mary.
- Tom'un Mary kadar iyi şarkı söyleyip söyleyemeyeceğini merak ediyorum.
- I sure wish I could sing as well as Tom.
- Keşke Tom kadar iyi şarkı söyleyebilseydim.
- I don't know Tom as well as I know Mary.
- Tom'u Mary'yi tanıdığım kadar iyi tanımıyorum.
- I know Tom as well as anybody.
- Tom'u ben de herkes kadar iyi tanıyorum.
- All of us are connected with the past and the future as well as the present.
- Hepimiz, şu anla olduğu kadar, geçmişle ve gelecekle de bağlantılıyız.
- I still can't speak French as well as I want to.
- Hâlâ istediğim kadar iyi Fransızca konuşamıyorum.
- I think Tom is able to play the harmonica as well as Mary.
- Bence Tom da Mary kadar iyi mızıka çalabiliyor.
- I still can't speak French as well as I want to.
- Hala istediğim kadar iyi Fransızca konuşamıyorum.
- You don't know how to speak French as well as I do.
- Fransızca konuşmayı benim kadar iyi bilmiyorsun.
- I can't swim now as well as I used to be able to.
- Eskiden yüzebildiğim kadar iyi yüzemiyorum.
- I as well as my brother am to blame.
- Kardeşim kadar ben de suçlanacağım.
- Tom hopes that someday he'll be able to play the drums as well as Mary does.
- Tom bir gün Mary kadar iyi davul çalabilmeyi umuyor.
- I never learned how to speak French as well as I wanted.
- İstediğim kadar iyi Fransızca konuşmayı öğrenmedim.
- I wish I could speak French half as well as you.
- Keşke ben de sizin yarınız kadar iyi Fransızca konuşabilseydim.
- I wish I could sing as well as Tom can.
- Keşke Tom kadar iyi şarkı söyleyebilsem.
- He speaks Spanish as well as French.
- O, Fransızca kadar İspanyolca da konuşuyor.
- I can't sing as well as Tom can.
- Tom kadar güzel şarkı söyleyemem.
- You know as well as I do that Tom hates Mary.
- Tom'un Mary'den nefret ettiğini sen de benim kadar iyi biliyorsun.
- Tom wishes he could speak French as well as Mary.
- Tom, Mary kadar iyi Fransızca konuşabilmeyi dilerdi.
- I can't express myself in French as well as I'd like to.
- Kendimi Fransızcada istediğim kadar iyi ifade edemiyorum.
- I wish I could play the guitar as well as Tom does.
- Keşke Tom kadar iyi gitar çalabilsem.
- I think that globalization has negative effects as well as positive.
- Küreselleşmenin olumlu olduğu kadar olumsuz etkilerinin de olduğunu düşünüyorum.
- Tom can ski almost as well as Mary can.
- Tom da neredeyse Mary kadar iyi kayak yapabiliyor.
- I wish I could play the guitar as well as you do.
- Keşke senin çaldığın kadar iyi gitar çalabilsem.
- You know as well as I do that that isn't likely to happen.
- Bunun olmayacağını sen de benim kadar iyi biliyorsun.
- Tom speaks French as well as I do.
- Tom benim kadar iyi Fransızca konuşur.
- Tom speaks French as well as me.
- Tom benim kadar iyi Fransızca konuşuyor.
- You know as well as I do that we shouldn't be doing this.
- Bunu yapmamamız gerektiğini sen de benim kadar biliyorsun.
- Tom can't sing as well as I can.
- Tom benim kadar iyi şarkı söyleyemez.
- Tony speaks English as well as you do.
- Tony de senin kadar iyi İngilizce konuşuyor.
- I don't think Tom will ever be able to sing as well as Mary.
- Tom'un Mary kadar iyi şarkı söyleyebileceğini sanmıyorum.
- Tom can speak French almost as well as he can speak Spanish.
- Tom neredeyse İspanyolca konuştuğu kadar iyi Fransızca konuşabilir.
- I wish I could sing as well as Tom.
- Keşke ben de Tom kadar iyi şarkı söyleyebilseydim.
- I can see as well as you can.
- Senin kadar iyi görebiliyorum.
- You don't know how to drive as well as I do.
- Benim bildiğim kadar iyi araba sürmeyi bilmiyorsun.
- Nobody can do it as well as Tom can.
- Kimse bunu Tom kadar iyi yapamaz.
- Aluminum doesn't conduct electricity as well as copper.
- Alüminyum elektriği bakır kadar iyi iletmez.
- I wish I could play the flute as well as Ian Anderson.
- Keşke Ian Anderson kadar iyi flüt çalabilseydim.
- I wish I could speak French as well as Tom does.
- Keşke Tom'un konuştuğu kadar iyi Fransızca konuşabilsem.
Show More (465)
|
2 |
as well as |
yanı sıra |
conj. |
|
- That was the case and continues to be so where other areas as well as the Structural Funds are concerned.
- Yapısal Fonların yanı sıra diğer alanlar söz konusu olduğunda da durum böyleydi ve böyle olmaya devam ediyor.
- On the price of food as well as the quality and the variety available to our consumers?
- Gıda fiyatlarının yanı sıra tüketicilerimize sunulan kalite ve çeşitlilik üzerine?
- The postal system is a service of general interest as well as an economic activity.
- Posta sistemi, ekonomik bir faaliyet olmasının yanı sıra genel menfaatlere yönelik bir hizmettir.
- This will require political will, as well as investments.
- Bu, yatırımların yanı sıra siyasi irade de gerektirecektir.
- In future, the EU will border on Byelorussia and the Ukraine, as well as Russia.
- Gelecekte AB, Rusya'nın yanı sıra Beyaz Rusya ve Ukrayna ile de sınır komşusu olacak.
- It is clearly a linguistic error and I would like it to be noted, as well as the other two, which are more important.
- Bu açıkça bir dil hatasıdır ve daha önemli olan diğer iki hususun yanı sıra bunun da not edilmesini istiyorum.
- This will benefit consumers all over the world, as well as industry.
- Bu, tüm dünyadaki tüketicilerin yanı sıra endüstriye de fayda sağlayacaktır.
- So for heaven's sake, let us start listening to the fishermen as well as the scientists.
- Tanrı aşkına, bilim insanlarının yanı sıra balıkçıları da dinlemeye başlayalım.
- Therefore, other internal cases are to be covered by the directive as well as cross-border cases.
- Bu nedenle, sınır ötesi davaların yanı sıra diğer dahili davalar da direktif kapsamına alınacaktır.
- Media pluralism concerns the broadcasting of information, television and the Internet as well as audiovisual creation.
- Medya çoğulculuğu, bilgi yayını, televizyon ve internetin yanı sıra görsel-işitsel yaratımla da ilgilidir.
- The Member States, as well as the Commission, have clear responsibilities in this area.
- Komisyon'un yanı sıra Üye Devletlerin de bu alanda açık sorumlulukları bulunmaktadır.
- Member States should monitor European money as well as their own money, starting with my own government.
- Üye Devletler, kendi hükümetlerinden başlayarak, kendi paralarının yanı sıra Avrupa parasını da izlemelidir.
- It condemns all forms of child exploitation, as well as the worst forms of child labour.
- Her türlü çocuk sömürüsünün yanı sıra çocuk işçiliğinin en kötü biçimlerini de kınamaktadır.
- We must ensure that their voices, as well as our own, are properly heard.
- Kendi sesimizin yanı sıra onların seslerinin de doğru bir şekilde duyulmasını sağlamalıyız.
- We want to see it concentrate on prevention as well as treatment of all three diseases.
- Bu fonun her üç hastalığın tedavisinin yanı sıra önlenmesine de odaklanmasını istiyoruz.
- Its remit should be extended to cover feedstuffs as well as foodstuffs.
- Görev alanı, gıda maddelerinin yanı sıra yem maddelerini de kapsayacak şekilde genişletilmelidir.
- Member States should monitor European money as well as their own money, starting with my own government.
- Üye Devletler, kendi hükümetlerinden başlayarak, kendi paralarının yanı sıra Avrupa parasını da denetlemelidir.
- They have to know the upside as well as the downside.
- Olumsuz yanlarının yanı sıra olumlu yanlarını da bilmeleri gerekir.
- Would it not be better to have more jobs as well as more babies?
- Daha fazla bebeğin yanı sıra daha fazla işe sahip olmak daha iyi olmaz mı?
- It is clearly a linguistic error and I would like it to be noted, as well as the other two, which are more important.
- Bu açıkça bir dil hatasıdır ve daha önemli olan diğer ikisinin yanı sıra bunun da not edilmesini istiyorum.
- As well as national governments, industry, in particular, must make more investments.
- Ulusal hükümetlerin yanı sıra özellikle sanayi daha fazla yatırım yapmalıdır.
- At the moment western military forces are operational in Bosnia, Kosovo and Macedonia, as well as in Afghanistan.
- Şu anda Batılı askeri güçler Bosna, Kosova ve Makedonya'nın yanı sıra Afganistan'da da operasyonel durumdadır.
- We need a free flow of goods within the European Union, as well as an ever freer flow of goods in the world.
- Avrupa Birliği içerisinde serbest mal akışının yanı sıra dünyada da daha serbest bir mal akışına ihtiyacımız var.
- It is used by Iceland and Norway as well as thirteen EU Member States.
- İzlanda ve Norveç'in yanı sıra on üç AB Üye Devleti tarafından da kullanılmaktadır.
- You have touched our emotional intelligence as well as our rationality.
- Rasyonelliğimizin yanı sıra duygusal zekamıza da dokundunuz.
- This is an important subject for the Member States as well as the candidate countries.
- Bu, Üye Devletlerin yanı sıra aday ülkeler için de önemli bir konudur.
- As well as the common market, we have the great Schengen agreement.
- Ortak pazarın yanı sıra büyük Schengen anlaşmasına da sahibiz.
- I would, however, like to point out that this issue affects other sectors as well as politics.
- Ancak bu konunun siyasetin yanı sıra diğer sektörleri de etkilediğini belirtmek isterim.
- It favours development and democracy, as well as growth leading to greater prosperity.
- Bu, kalkınma ve demokrasinin yanı sıra daha fazla refaha yol açan büyümeyi de desteklemektedir.
- It is a question of irresponsible behaviour as well as poor administration.
- Bu, sorumsuz davranışların yanı sıra kötü yönetimle de ilgili bir sorundur.
- But as well as betraying the EU/EOM and ordinary Pakistanis, you are also betraying the ideals of your own Presidency.
- Ancak AB/EOM ve sıradan Pakistanlılara ihanet etmenin yanı sıra kendi Başkanlığınızın ideallerine de ihanet ediyorsunuz.
- This requires high-standard training possibilities as well as adequate employment and career prospects.
- Bunun için yüksek standartlarda eğitim olanaklarının yanı sıra yeterli istihdam ve kariyer olanakları gerekmektedir.
- It moves money as well as infiltrating business, politics and worldwide legal and police systems with impunity.
- Paranın yanı sıra iş dünyasına, siyasete ve dünya çapındaki hukuk ve polis sistemlerine cezasız bir şekilde sızmaktadır.
- I ask that the exclusion clauses should not be routinely considered for practical as well as humanitarian reasons.
- İnsani nedenlerin yanı sıra pratik nedenlerden dolayı istisna maddelerinin rutin olarak dikkate alınmamasını istiyorum.
- This may comprise organisational and technical structures, as well as training.
- Bu, örgütsel ve teknik yapıların yanı sıra eğitimi de içerebilir.
- Argentina's agriculture could feed Europe as well as its own people.
- Arjantin'in tarımı kendi insanlarının yanı sıra Avrupa'yı da besleyebilir.
- This has been an environmental disaster as well as a deplorable waste of resources.
- Bu bir çevre felaketinin yanı sıra içler acısı bir kaynak israfı olmuştur.
- This may involve partnerships with the US, as well as European and other companies.
- Bu, ABD'nin yanı sıra Avrupalı ve diğer şirketlerle ortaklıkları da içerebilir.
- We need other measures as well as this directive.
- Bu direktifin yanı sıra başka önlemlere de ihtiyacımız var.
- This evidence should involve fishermen as well as scientists.
- Bu kanıt bilim adamlarının yanı sıra balıkçıları da içermelidir.
- Our food programmes are directly related to structural reforms in agriculture as well as poverty alleviation.
- Gıda programlarımız, yoksulluğun azaltılmasının yanı sıra tarımdaki yapısal reformlarla da doğrudan ilgilidir.
- Let us be thrifty, following the trust placed in us by our citizens, and apply thrift as well as hard work.
- Vatandaşlarımızın bize duyduğu güveni takip ederek tutumlu olalım ve çalışkanlığın yanı sıra tutumluluğu da uygulayalım.
- The EIB has been criticised for neglecting environmental issues, as well as the issues of openness and transparency.
- AYB, çevre konularının yanı sıra açıklık ve şeffaflık konularını ihmal etmekle eleştirilmektedir.
- At the same time, legislation, as well as cooperation, are inadequate.
- Aynı zamanda, mevzuatın yanı sıra işbirliği de yetersizdir.
- All parties could participate as well as the European Union, the Council of Europe and the OSCE.
- Avrupa Birliği, Avrupa Konseyi ve AGİT'in yanı sıra tüm partiler katılabilir.
- At the moment, manufacturers can demand that dealers provide servicing as well as sales.
- Şu anda üreticiler bayilerden satışın yanı sıra servis hizmeti de vermelerini talep edebiliyor.
- It raises questions of institutional balance, as well as issues surrounding the application of data protection itself.
- Kurumsal dengeye ilişkin soruların yanı sıra veri korumanın uygulanmasına ilişkin sorunları da gündeme getirmektedir.
- The overall fishing effort must be controlled as well as fleet size so as to correspond to the resources available.
- Genel balıkçılık çabasının yanı sıra filo büyüklüğü de mevcut kaynaklarla uyumlu olacak şekilde kontrol edilmelidir.
- As well as all these issues, there are other external policy issues which we have already discussed.
- Tüm bu konuların yanı sıra, daha önce tartıştığımız başka dış politika konuları da vardır.
- We also encounter genitally mutilated women in Europe, as well as many different perpetrators and accomplices.
- Avrupa'da birçok farklı fail ve suç ortağının yanı sıra genital sakatlanmaya maruz kalmış kadınlarla da karşılaşıyoruz.
- It is a question of irresponsible behaviour as well as poor administration.
- Bu, kötü yönetimin yanı sıra sorumsuz davranışlarla ilgili bir sorundur.
- National and bilateral legislation, as well as certain existing rights, must be tailored to this.
- Ulusal ve ikili mevzuatın yanı sıra mevcut bazı haklar da buna uygun hale getirilmelidir.
- This is why replacement employment in coastal areas must be sought, as well as the protection of the Third World.
- Bu nedenle, Üçüncü Dünyanın korunmasının yanı sıra kıyı bölgelerinde ikame istihdam aranmalıdır.
- The Algerian authorities, as well as the European Union, must listen to these aspirations.
- Avrupa Birliği'nin yanı sıra Cezayirli yetkililer de bu isteklere kulak vermelidir.
- We met the Israeli and Palestinian political leaders as well as NGOs.
- İsrailli ve Filistinli siyasi liderlerin yanı sıra STK'larla da bir araya geldik.
- We are, therefore, in agreement with the report, as well as the broad outlines of the White Paper.
- Bu nedenle raporun yanı sıra Beyaz Kitap'ın ana hatlarını da kabul ediyoruz.
- And I have in mind successive British governments as well as others.
- Aklımda, birbirini izleyen İngiliz hükümetlerinin yanı sıra diğerleri de var.
- Such important signals are easily understood throughout Asia as well as in other countries.
- Bu tür önemli sinyaller Asya'nın yanı sıra diğer ülkelerde de kolayca anlaşılmaktadır.
- It involves a number of my colleagues within the Commission as well as Parliament and the Council.
- Komisyon'daki bazı meslektaşlarımın yanı sıra Parlamento ve Konsey de bu konuya dahil.
- The European Football Championships will be held as well as the Olympic and Paralympic Games in Athens.
- Atina'da Olimpiyat ve Paralimpik Oyunlarının yanı sıra Avrupa Futbol Şampiyonası da düzenlenecektir.
- So for heaven's sake, let us start listening to the fishermen as well as the scientists.
- Tanrı aşkına, bilim adamlarının yanı sıra balıkçıları da dinlemeye başlayalım.
- I welcome this proposal for a directive, therefore, as well as Mrs Angelilli’s report.
- Bu nedenle, Bayan Angelilli'nin raporunun yanı sıra bu yönerge önerisini de memnuniyetle karşılıyorum.
- We need each other, as well as Russia and the Arab countries, in order to reach a genuine prospect of peace.
- Gerçek bir barış ihtimaline ulaşmak için Rusya ve Arap ülkelerinin yanı sıra birbirimize de ihtiyacımız var.
- With regard to land-based food chains, we have to sow and breed as well as harvest and process.
- Karasal gıda zincirleri söz konusu olduğunda, hasat ve işlemenin yanı sıra ekmek ve yetiştirmek de zorundayız.
- As well as the actual environmental aspect, congestion is worrying.
- Çevresel boyutun yanı sıra trafik sıkışıklığı da endişe vericidir.
- I welcome the fact that in the reports there is a role for Europol and Eurojust as well as between the Member States.
- Raporlarda Europol ve Eurojust'ın yanı sıra Üye Devletler arasında da bir rol üstlenilmesini memnuniyetle karşılıyorum.
- As well as the many good proposals, the White Paper unfortunately contains seriously mistaken evaluations.
- Beyaz Kitap birçok iyi önerinin yanı sıra maalesef ciddi hatalı değerlendirmeler de içeriyor.
- The agricultural budget is probably typified by strokes of good fortune as well as huge setbacks.
- Tarım bütçesi muhtemelen büyük aksiliklerin yanı sıra iyi talih darbeleriyle de karakterize edilir.
- Television must empower as well as entertain.
- Televizyon eğlendirmenin yanı sıra güçlendirmelidir de.
- We are expecting a major contribution from the Member States' advisory committees as well as from this House.
- Üye Devletlerin danışma komitelerinin yanı sıra bu Meclisten de önemli bir katkı bekliyoruz.
- As well as the common market, we have the great Schengen agreement.
- Ortak pazarın yanı sıra elimizde büyük Schengen anlaşması da var.
- It condemns all forms of child exploitation, as well as the worst forms of child labour.
- Her türlü çocuk sömürüsünün yanı sıra çocuk işçiliğinin en kötü biçimleri de kınanmaktadır.
- Hence we have to assess the different measures as well as the different situations in the Member States.
- Dolayısıyla farklı tedbirlerin yanı sıra Üye Devletlerdeki farklı durumları da değerlendirmek zorundayız.
- Furthermore, its scope was tightened with regard to explosive and pyrotechnic substances as well as ammonium nitrate.
- Ayrıca, amonyum nitratın yanı sıra patlayıcı ve piroteknik maddelerle ilgili olarak da kapsamı daraltılmıştır.
- The IPP strategy has to do with this, our resource-use strategy as well as a new waste-recycling strategy.
- IPP stratejisi, kaynak kullanım stratejimizin yanı sıra yeni bir atık geri dönüşüm stratejisi de bununla ilgilidir.
- They are there now, as well as the French, Belgians and the Irish.
- Fransızlar, Belçikalılar ve İrlandalıların yanı sıra onlar da şu anda oradalar.
- Market participants as well as social organisations, for example, will have to play a major role.
- Örneğin piyasa katılımcılarının yanı sıra sosyal kuruluşların da önemli bir rol oynaması gerekecektir.
- However, it is unfortunate that the Maghreb countries as well as Israel are strangely absent.
- Bununla birlikte, Mağrip ülkelerinin yanı sıra İsrail'in de garip bir şekilde yer almaması talihsizliktir.
- Enterprising land owners have had success growing as well as packaging and marketing the sunflower seed.
- Girişimci arazi sahipleri, ayçiçeği tohumunun paketlenmesi ve pazarlanmasının yanı sıra büyümede de başarı elde etti.
- Enterprising land owners have had success growing as well as packaging and marketing the sunflower seed.
- Girişimci arazi sahipleri, ayçiçeği tohumunu yetiştirmenin yanı sıra paketleme ve pazarlamada da başarılı oldular.
- We use gestures as well as words to communicate with others.
- Biz başkaları ile iletişim kurmak için sözlerin yanı sıra jestler de kullanırız.
- He teaches maths as well as English.
- İngilizce'nin yanı sıra matematik de öğretiyor.
- He teaches maths as well as English.
- O, İngilizcenin yanı sıra matematik de öğretir.
- The musician is famous abroad as well as in Japan.
- Müzisyen, Japonya'nın yanı sıra yurtdışında da ünlüdür.
- He teaches mathematics as well as English.
- İngilizcenin yanı sıra matematik de öğretir.
- Television enlightens the viewers as well as entertains them.
- Televizyon, izleyicileri eğlendirmesinin yanı sıra onları aydınlatır.
- He likes sports as well as music.
- Müziğin yanı sıra sporu da seviyor.
- I love music as well as sports.
- Sporun yanı sıra müziği de seviyorum.
- She was intelligent as well as beautiful.
- O güzel olmasının yanı sıra zekiydi.
- The mind needs exercise as well as the body.
- Vücudun yanı sıra zihnin de egzersize ihtiyacı var.
- He gave me clothes as well as food.
- Bana yemeğin yanı sıra giysi de verdi.
- I love music as well as sports.
- Sporun yanı sıra müziği de severim.
- Write the amount on the check in letters as well as figures.
- Çekin üzerindeki tutarı rakamların yanı sıra harflerle de yazın.
- Our teacher speaks French as well as English.
- Öğretmenimiz İngilizce'nin yanı sıra Fransızca da konuşuyor.
- We use gestures as well as words to communicate with others.
- Başkalarıyla iletişim kurmak için sözcüklerin yanı sıra jestleri de kullanırız.
- He can speak Thai as well as English.
- İngilizcenin yanı sıra Tay dili de konuşabiliyor.
- Brazil borders ten countries as well as the Atlantic Ocean.
- Brezilya Atlantik Okyanusu'nun yanı sıra on ülkeye sınır komşusudur.
- Heart of Darkness raises important questions about imperialism, as well as racism.
- Karanlığın Yüreği, ırkçılığın yanı sıra emperyalizm hakkında da önemli soruları gündeme getirir.
- Tom speaks French as well as English.
- Tom İngilizcenin yanı sıra Fransızca da konuşur.
- The meal includes dessert as well as beverage.
- Yemek, içeceğin yanı sıra tatlı da içeriyor.
- He can speak Thai as well as English.
- İngilizcenin yanı sıra Tayca da konuşabiliyor.
- Didn't they teach you common sense as well as typing at the school where you studied?
- Okuduğunuz okulda size daktilo yazmanın yanı sıra sağduyu da öğretmediler mi?
- He teaches mathematics as well as English.
- İngilizce'nin yanı sıra matematik de öğretiyor.
- Mr Nakajima can, as well as English, speak fluent German.
- Bay Nakajima, İngilizcenin yanı sıra akıcı Almanca da konuşabiliyor.
- Squirrels eat seeds and nuts, as well as insects and mushrooms.
- Sincaplar tohum ve kabuklu yemişlerin yanı sıra böcek ve mantar da yerler.
- The teacher as well as his students has come.
- Öğrencilerinin yanı sıra öğretmen de geldi.
- She can speak Spanish as well as English.
- O İspanyolcanın yanı sıra İngilizce de konuşabilir.
- Nancy went to London as well as Paris.
- Nancy, Paris'in yanı sıra Londra'ya da gitti.
- He has experience as well as knowledge.
- Bilgisinin yanı sıra tecrübesi de var.
- Time reveals truth as well as falsehood.
- Zaman yalanın yanı sıra gerçeği de ortaya koyar.
- Mr Nakajima can, as well as English, speak fluent German.
- Bay Nakajima, İngilizcenin yanı sıra, akıcı Almanca konuşabilir.
- He speaks Spanish as well as French.
- Fransızca'nın yanı sıra İspanyolca da konuşuyor.
- Slaves are generally expected to sing as well as to work.
- Kölelerden çalışmanın yanı sıra genellikle şarkı söylemeleri bekleniyor.
- She gave me advice as well as information.
- Bana bilginin yanı sıra tavsiye de verdi.
- Our teacher speaks French as well as English.
- Öğretmenimiz İngilizcenin yanı sıra Fransızca da konuşur.
- His wife speaks Spanish as well as English.
- Onun karısı İngilizcenin yanı sıra İspanyolca konuşur.
- Brazil borders ten countries as well as the Atlantic Ocean.
- Brezilya, Atlantik Okyanusu'nun yanı sıra on ülkeyle sınır komşusudur.
- Didn't they teach you common sense as well as typing at the school where you studied?
- Okuduğun okulda yazı yazmanın yanı sıra sağduyuyu da öğretmediler mi?
- She gave me advice as well as information.
- O, bilginin yanı sıra bana tavsiye verdi.
- Tom can speak German as well as English.
- Tom, İngilizce'nin yanı sıra, Almanca da konuşabilir.
- His daughter, as well as his son, were famous.
- Oğlunun yanı sıra kızı da ünlüydü.
- My aunt speaks Chinese as well as English.
- Teyzem İngilizce'nin yanı sıra Çince de konuşuyor.
- She can speak Spanish as well as English.
- İngilizce'nin yanı sıra İspanyolca da konuşabiliyor.
- His wife speaks Spanish as well as English.
- Karısı İngilizce'nin yanı sıra İspanyolca da konuşuyor.
- There were garbanzo beans in the salad as well as in the hummus.
- Humusun yanı sıra salatada da garbanzo fasulyesi vardı.
Show More (122)
|
3 |
as well as |
hem |
conj. |
|
- I ask that the exclusion clauses should not be routinely considered for practical as well as humanitarian reasons.
- Hem pratik hem de insani nedenlerden ötürü istisna maddelerinin rutin olarak dikkate alınmamasını rica ediyorum.
- I was pleased that my amendments were accepted by the rapporteur as well as the full House today.
- Yaptığım değişikliklerin hem raportör hem de Meclis'in tamamı tarafından kabul edilmesinden memnuniyet duydum.
- This is why I voted in favour of Amendment No 8 as well as Amendment No 5.
- Bu nedenle hem 8 No'lu Değişiklik hem de 5 No'lu Değişiklik lehinde oy kullandım.
- I have raised it in Tehran, as well as at meetings outside Tehran.
- Bu konuyu hem Tahran'da hem de Tahran dışındaki toplantılarda gündeme getirdim.
- I am also particularly delighted that the right to parental leave is being strengthened, and for women as well as men.
- Ebeveyn izni hakkının, hem kadınlar hem de erkekler için güçlendirilmesinden de özellikle memnuniyet duyuyorum.
- This is why I voted in favour of Amendment No 8 as well as Amendment No 5.
- Bu nedenle hem 8 No.lu Değişiklik hem de 5 No.lu Değişiklik lehinde oy kullandım.
- That would be totally stupid, as well as impossible.
- Bu hem tamamen aptalca hem de imkansız olurdu.
- He was a great poet as well as a doctor.
- Hem büyük bir şair hem de bir doktordu.
- Nancy went to London as well as Paris.
- Nancy hem Londra'ya hem de Paris'e gitti.
- Everyone has the right to own property alone as well as in association with others.
- Herkes hem tek başına hem de başkalarıyla birlikte mülk edinme hakkına sahiptir.
- She likes tennis as well as basketball.
- Hem tenisi hem de basketbolu sever.
- My aunt speaks Chinese as well as English.
- Teyzem hem Çince hem de İngilizce konuşur.
- She gave him money as well as food.
- Ona hem para hem de yiyecek verdi.
- There was an explosive mixture in his head containing feelings of inferiority as well as visions of omnipotence.
- Kafasında hem aşağılık duygusu hem de her şeye gücü yetme hayalleri içeren patlayıcı bir karışım vardı.
- Write the amount on the check in letters as well as figures.
- Çek miktarını hem rakamla hem de harflerle yazın.
- They were rich as well as happy.
- Onlar hem zenginlerdi hem de mutlulardı.
- He speaks French as well as English.
- O hem Fransızca hem de İngilizce konuşuyor.
- He, as well as his sister, are invited to the party.
- Hem o hem de kız kardeşi partiye davetliler.
- Tom plays the drums as well as the organ.
- Tom hem davul hem de org çalıyor.
- My father can speak French as well as English.
- Babam hem Fransızca hem de İngilizce konuşabiliyor.
- He gave me money as well as advice.
- Bana hem nasihat hem de para verdi.
- My father can speak French as well as English.
- Babam hem İngilizce hem de Fransızca konuşabilir.
- She is charming as well as diligent.
- O hem çekici hem de çalışkandır.
- She was intelligent as well as beautiful.
- O hem zeki hem de güzeldi.
- He gave me clothes as well as food.
- Bana hem elbiseler hem de yiyecek verdi.
- He gave me money as well as advice.
- Bana hem para hem de tavsiye verdi.
- He has experience as well as knowledge.
- Hem bilgiye hem de deneyime sahiptir.
Show More (24)
|
4 |
as well as |
gibi |
conj. |
|
- Things have, alas, not gone nearly as well as we would have liked since June last year.
- Geçen yıl Haziran ayından bu yana işler ne yazık ki istediğimiz gibi gitmedi.
- In short, this scourge of poverty can also be prevented, as well as combated.
- Kısacası, bu yoksulluk belasıyla mücadele edilebileceği gibi önlenebilir de.
- I am sure your comment has been heard by all those who need to take action to resolve the issue as well as me.
- Eminim yorumunuz benim gibi sorunun çözümü için harekete geçmesi gereken herkes tarafından duyulmuştur.
- Will you look after us as well as you did in Genoa?
- Cenova'da olduğu gibi bizimle de ilgilenecek misiniz?
- I hope that the ACP-EU Joint Assembly will approve our position as well as this House.
- ACP-AB Ortak Asamblesi'nin de bu Meclis gibi bizim tutumumuzu onaylayacağını umuyorum.
- We will need to work with these executive agencies as well as we have worked, thankfully, with the national agencies.
- Neyse ki ulusal ajanslarla çalıştığımız gibi bu yürütme ajanslarıyla da çalışmamız gerekecek.
- This is a great opportunity for all the young players here as well as me.
- Bu benim gibi buradaki tüm genç oyuncular için de büyük bir fırsat.
- They as well as you are ordinary people.
- Onlar da sizin gibi sıradan insanlar.
- I wish I could still swim as well as I used to.
- Keşke hala eskiden olduğu gibi yüzebilsem.
- His daughter, as well as his son, was famous.
- Kızı da oğlu gibi ünlüydü.
- Tom wishes he could speak French as well as a native speaker.
- Tom Fransızcayı ana dili gibi konuşabilmeyi diliyor.
- I wish my kid behaved as well as my dog.
- Keşke çocuğum da köpeğim gibi uslu dursaydı.
- I as well as my brother am to blame.
- Kardeşim gibi ben de suçluyum.
- He as well as you is tired of this work.
- Senin gibi o da bu işten bıktı.
- Please treat me this year as well as you did last year.
- Lütfen geçen yıl olduğu gibi bu yıl da bana iyi davranın.
- He as well as you is tired of this work.
- O da sizin gibi bu işten yoruldu.
- The teacher as well as his students has come.
- Öğretmen de öğrencileri gibi geldi.
- She as well as her friends is fond of music.
- Arkadaşları gibi o da müziğe düşkündür.
- Children, as well as adults, crave love and attention.
- Çocuklar da yetişkinler gibi sevgi ve ilgi isterler.
- He teaches mathematics as well as English.
- O, İngilizce öğrettiği gibi matematik de öğretiyor.
- I as well as you was late for school yesterday.
- Dün ben de senin gibi okula geç kaldım.
Show More (18)
|
5 |
as well as |
birlikte |
adv. |
|
- Write the amount on the check in words as well as figures.
- Çekin üzerindeki miktarı rakamlarla birlikte kelimelerle de yazın.
Show More (-2)
|