1 |
bargain |
pazarlık |
n. |
|
- Upwards of 92% of all convictions are based on plea bargains.
- Tüm mahkumiyetlerin %92'si ceza pazarlıklarına dayanıyor.
- Public servants also obtained the right to establish trade unions but no the right to strike or to bargain collectively.
- Devlet memurları da, sendika kurma hakkını kazandılar, fakat grev veya toplu pazarlık hakkını elde edemediler.
- A bargain requires something that both sides want.
- Pazarlık her iki tarafın da istediği bir şeyi gerektirir.
- A bargain requires something that both sides want.
- Bir pazarlık iki tarafın da istediği bir şeyi gerektirir.
- You must appropriately review the outcome of your bargain.
- Pazarlığınızın sonucunu uygun bir şekilde gözden geçirmelisiniz.
- What a bargain!
- Ne pazarlık ama!
- It doesn't look like a good place for bargains.
- Pazarlık için iyi bir yere benzemiyor.
- Tom is good at finding good bargains.
- Tom pazarlıkla uygun fiyatlı mallar bulmada iyidir.
- It's a bargain.
- Bu bir pazarlık.
- It doesn't look like a good place for bargains.
- Bu pazarlık için iyi bir yer gibi görünmüyor.
- You must appropriately review the outcome of your bargain.
- Pazarlığının sonucunu uygun bir şekilde gözden geçirmelisin.
- Tom is good at finding good bargains.
- Tom iyi pazarlıklar bulmakta iyidir.
- You drive a hard bargain.
- Sıkı bir pazarlığa girişiyorsun.
- This car was very inexpensive, a true bargain.
- Bu araba çok ucuzdu, gerçek bir pazarlık.
- Tom didn't live up to his end of the bargain.
- Tom pazarlığın kendi payına düşen kısmını yerine getirmedi.
- What a bargain!
- Ne pazarlık!
- I just want to make sure you live up to your end of the bargain.
- Ben sadece senin pazarlığın sonuna ulaşmanı kesinleştirmek isterim.
Show More (14)
|
2 |
bargain |
anlaşma |
n. |
|
- Tom kept his end of the bargain.
- Tom anlaşmaya sadık kaldı.
- You made a bargain with us.
- Bizimle bir anlaşma yaptın.
- You and I made a bargain.
- Sen ve ben bir anlaşma yaptık.
- We made a bargain that we wouldn't forsake each other.
- Birbirimizi terk etmeyeceğimize dair bir anlaşma yaptık.
- I'm going to keep my side of the bargain.
- Anlaşmanın bana düşen kısmını yerine getireceğim.
- I just want to make sure you live up to your end of the bargain.
- Sadece anlaşmanın size düşen kısmını yerine getirdiğinizden emin olmak istiyorum.
- I kept my end of the bargain.
- Anlaşmanın bana düşen kısmını yerine getirdim.
- According to our bargain, you have to pay half.
- Anlaşmamıza göre, yarısını ödemek zorundasın.
Show More (5)
|
3 |
bargain |
pazarlık yapmak |
v. |
|
- It is no longer the time for a fool’s bargain for the South.
- Artık Güney için aptalca bir pazarlık yapmanın zamanı değil.
- Tom knows how to bargain.
- Tom nasıl pazarlık yapılacağını biliyor.
- Tom knows how to bargain.
- Tom pazarlık yapmayı biliyor.
- I love to bargain.
- Pazarlık yapmayı seviyorum.
- You drive a hard bargain.
- Zor bir pazarlık yapıyorsun.
- He drives a hard bargain.
- Sıkı bir pazarlık yapıyor.
Show More (3)
|
4 |
bargain |
kelepir |
n. |
|
- I love bargain sales.
- Kelepir satışları severim.
- This carpet was a real bargain.
- Bu halı gerçekten kelepirdi.
- This product is a bargain.
- Bu ürün kelepir.
- It's a real bargain.
- Tam bir kelepir.
- I found a real bargain.
- Tam bir kelepir buldum.
- This watch is a real bargain.
- Bu saat gerçek bir kelepir.
Show More (3)
|
5 |
bargain |
pazarlık etmek |
v. |
|
- I love to bargain.
- Pazarlık etmeyi severim.
- Tom didn't get what he bargained for.
- Tom pazarlık ettiği şeyi alamadı.
- Tom didn't get what he bargained for.
- Tom pazarlık ettiği şeyi almadı.
- Tom got more than he bargained for.
- Tom pazarlık ettiğinden daha fazlasını aldı.
- You're in no position to bargain.
- Pazarlık edecek durumda değilsin.
Show More (2)
|
6 |
bargain |
satış |
n. |
|
- I bought this TV set at a bargain sale.
- Bu televizyonu indirimli bir satıştan aldım.
Show More (-2)
|