| 1 |
exquisite |
enfes |
adj. |
|
- He does not give to receive; giving is in itself exquisite joy.
- Almak için vermez; vermek başlı başına enfes bir keyiftir.
- An exquisite location in which the beauty of the landscape shines almost as brightly as your love for one another.
- Manzaranın güzelliğinin neredeyse birbirinize olan sevginiz kadar parladığı enfes bir yer.
- This soup is exquisite.
- Bu çorba enfes.
- This restaurant offers some really exquisite dishes.
- Bu restoran gerçekten enfes yemekler sunuyor.
- This is an exquisite little painting.
- Bu, enfes bir küçük tablodur.
Show More (2)
|
| 2 |
exquisite |
nefis |
adj. |
|
- This soup is exquisite.
- Bu çorba nefis.
- This restaurant offers some really exquisite dishes.
- Bu restoran gerçekten bazı nefis yemekler sunuyor.
- This is an exquisite little painting.
- Bu nefis küçük bir tablo.
Show More (0)
|
| 3 |
exquisite |
üstün |
adj. |
|
- The handmade watch is a work of exquisite craftsmanship.
- El yapımı saat üstün bir işçiliğin eseridir.
Show More (-2)
|
| 4 |
exquisite |
mükemmel |
adj. |
|
- John was an exquisite singer.
- John mükemmel bir şarkıcıydı.
Show More (-2)
|
| 5 |
exquisite |
şiddetli |
adj. |
|
- Falling in love is an exquisite pain for the lover.
- Aşık olmak, seven için şiddetli bir acıdır.
Show More (-2)
|
