1 |
land |
arazi |
n. |
|
- We are planning to acquire a piece of land.
- Bir parça arazi edinmeyi planlıyoruz.
- "Get off my land," he shouted.
- "Defolun arazimden," diye bağırdı.
- There are 4 500 farmers of British, Dutch, German and Greek origin who own 8.3 million hectares of land in Zimbabwe.
- Zimbabve'de 8,3 milyon hektar araziye sahip İngiliz, Hollanda, Alman ve Yunan kökenli 4.500 çiftçi bulunmaktadır.
- My third point concerns the cultivation of protein-rich crops on set-aside land.
- Değinmek istediğim üçüncü husus, protein bakımından zengin ürünlerin arazide ekilmesiyle ilgilidir.
- These are things that can easily be solved by looking at the way we use land.
- Bunlar, araziyi kullanma biçimimize bakarak kolayca çözülebilecek şeylerdir.
- The Commission has also participated in the UNDP land mission.
- Komisyon ayrıca UNDP'nin arazi misyonuna da katılmıştır.
- We will definitely follow up this matter and we have also had European workshops on land-use planning.
- Bu konuyu kesinlikle takip edeceğiz ve ayrıca arazi kullanım planlaması konusunda Avrupa'da atölye çalışmaları yaptık.
- It is also in the name of profit that Europe funds set-aside land in order to prevent a fall in prices.
- Avrupa'nın fiyatların düşmesini engellemek için arazi tahsisini finanse etmesi de kar amaçlıdır.
- Much of this could go to rural areas for agreed land resettlement.
- Bunun büyük bir kısmı, üzerinde anlaşmaya varılan arazilerin iskanı için kırsal alanlara gidebilir.
- If high land prices mean that young farmers are then unable to take over businesses, we have overshot the mark.
- Eğer yüksek arazi fiyatları genç çiftçilerin işletmeleri devralamamasına neden oluyorsa, hedefi aşmışız demektir.
- Why not allow the candidate countries to keep their laws concerning the purchase and sale of land.
- Neden aday ülkelerin arazi alım satımına ilişkin kanunlarını muhafaza etmelerine izin verilmesin ki.
- The Land Acquisition Act is even now preventing the harvesting of the crops to feed the hungry.
- Arazi Edinme Yasası şu anda bile açları doyurmak için ekinlerin toplanmasını engelliyor.
- We bought land from Deutsch-Ostafrika in 1876 and I still have a title deed.
- Deutsch-Ostafrika'dan 1876'da arazi satın aldık ve tapusu hâlâ bende.
- Genetically modified crops are currently being grown on over 50 million hectares of land around the world.
- Genetiği değiştirilmiş ürünler şu anda dünya çapında 50 milyon hektardan fazla arazide yetiştiriliyor.
- Global crop production cannot be increased by making the amount of land available for cultivation greater.
- Küresel bitkisel üretim, ekime elverişli arazi miktarını arttırarak arttırılamaz.
- If high land prices mean that young farmers are then unable to take over businesses, we have overshot the mark.
- Eğer yüksek arazi fiyatları, genç çiftçilerin işletmeleri devralamayacağı anlamına geliyorsa, hedefi aşmışız demektir.
- The rural population of the European Union will rise by 165% and rural land by 43%.
- Avrupa Birliği'nin kırsal nüfusu %165, kırsal arazisi ise %43 oranında artacaktır.
- We will definitely follow up this matter and we have also had European workshops on land-use planning.
- Bu konuyu kesinlikle takip edeceğiz ve ayrıca arazi kullanım planlaması konusunda Avrupa'da çalıştaylar düzenledik.
- We share the idea that such funds may be of use in environmentally friendly land-use planning.
- Bu tür fonların çevre dostu arazi kullanım planlamasında kullanılabileceği fikrini paylaşıyoruz.
- The last point regards the database for land-use planning.
- Son nokta ise arazi kullanım planlaması için veri tabanı ile ilgili.
- Fire prevention requires us to keep farming our land.
- Yangının önlenmesi, arazilerimizi işlemeye devam etmemizi gerektirir.
- The Land Acquisition Act is even now preventing the harvesting of the crops to feed the hungry.
- Arazi Edinme Yasası şu anda bile açları doyurmak için ekinlerin hasat edilmesini engelliyor.
- I would like to stress that this integrated coastal zone management is not a procedure for land-use planning per se.
- Bu entegre kıyı bölgesi yönetiminin kendi başına bir arazi kullanım planlaması prosedürü olmadığını vurgulamak isterim.
- In Finland, for example, 30% of the land area is bog.
- Örneğin Finlandiya'da arazi alanının %30'u bataklıktır.
- One hectare of land in the Netherlands costs 30 times as much as Polish agricultural land.
- Hollanda'da bir hektar arazi Polonya'daki tarım arazisinin 30 katına mal oluyor.
- Cultivable land will increase by 55%.
- Ekilebilir arazi %55 oranında artacaktır.
- In the Sudetenland agricultural land costs 10% of the price in neighbouring Germany.
- Sudetenland'da tarım arazileri komşu Almanya'daki fiyatların %10'una mal olmaktadır.
- Secondly, rules relating to the occupation of land.
- İkinci olarak arazinin işgaline ilişkin kurallar.
- So he used to dig up earth from fallow land and sell it.
- Bu yüzden nadas araziden toprak kazıyor ve satıyordu.
- These points are usually on the earth's surface and are used to establish property boundaries to show ownership of land.
- Bu noktalar genellikle yer yüzeyindedir ve arazi sahipliğini göstermek için mülk sınırlarını belirlemede kullanılır.
- Enterprising land owners have had success growing as well as packaging and marketing the sunflower seed.
- Girişimci arazi sahipleri, ayçiçeği tohumunu yetiştirmenin yanı sıra paketleme ve pazarlamada da başarılı oldular.
- So he used to dig up earth from fallow land and sell it.
- Bu yüzden nadasa bırakılmış arazilerden toprak kazar ve satardı.
- Apparently, all this land is owned by Tom.
- Görünüşe göre, bütün bu arazi Tom'a ait.
- This land belongs to her.
- Bu arazi ona ait.
- Tom doesn't want to sell his land.
- Tom arazisini satmak istemiyor.
- The land was converted into a park.
- Arazi bir park haline dönüştürüldü.
- Tom has had that land for more than thirty years.
- Tom otuz yıldan fazladır bu araziye sahip.
- Tom didn't know you owned that land.
- Tom o arazinin size ait olduğunu bilmiyordu.
- Tom bought this piece of land in 2013.
- Tom bu araziyi 2013'te satın aldı.
- Tom is the owner of this land.
- Tom bu arazinin sahibidir.
- This land was expropriated from its original owner decades ago.
- Bu arazi yıllar önce asıl sahibinden kamulaştırıldı.
- I'll never give you my land.
- Arazimi sana asla vermeyeceğim.
- Tom owns a lot of land just outside of Boston.
- Tom'un Boston'un hemen dışında bir sürü arazisi var.
- Tom is the owner of this land.
- Tom bu arazinin sahibi.
- I'm the owner of this land.
- Bu arazinin sahibiyim.
- Tom lost his land.
- Tom arazisini kaybetti.
- Tom bought some land to build a house on.
- Tom, üzerine bir ev inşa etmek için bir arazi satın aldı.
- Please get off my land.
- Lütfen arazimden çıkın.
- He bought the land for the purpose of building a house on it.
- Araziyi üzerine bir ev inşa etmek amacıyla satın aldı.
- The duke holds a lot of land.
- Dükün elinde çok arazi var.
- He owns a lot of land just outside of Istanbul.
- İstanbul'un hemen dışında bir sürü arazisi var.
- He sold all his land.
- O bütün arazisini sattı.
- Tom has had that land for more than thirty years.
- Tom otuz yıldan daha fazla süredir o araziye sahip.
- Tom wanted his land back.
- Tom arazisini geri istedi.
- He holds a lot of land.
- O çok fazla arazi tutuyor.
- The law forbids the building of any skyscraper on this land.
- Yasalar bu araziye gökdelen inşa edilmesini yasaklıyor.
- Tom built a house on the land he bought three years ago.
- Tom üç yıl önce satın aldığı arazi üzerinde bir ev inşa etti.
- He sold all his land.
- Bütün arazisini sattı.
- He bought the land with the plan to build a house on it.
- Üzerine bir ev inşa etmeyi planlayarak bir arazi satın aldı.
- Tom has a lot of land.
- Tom'un bir sürü arazisi var.
- This is our land.
- Bu bizim arazimiz.
- Yanni was buying more land in Algeria.
- Yanni, Cezayir'de daha fazla arazi satın alıyordu.
- Tom is the legal owner of this piece of land.
- Tom bu arazinin yasal sahibi.
- Nobody wanted to buy land in my country.
- Kimse ülkemden arazi satın almak istemedi.
- People want to own land.
- İnsanlar arazi sahibi olmak istiyor.
- Tom owns a small piece of land in the country.
- Tom'un taşrada küçük bir arazisi var.
- They own a lot of land.
- Bir sürü arazileri var.
- He wants to dispose of his land.
- Arazisini elden çıkarmak istiyor.
- The sun scorched the land and withered the crops.
- Güneş araziyi kavurup ekinleri soldurmuş.
- Tom sold all his land.
- Tom bütün arazisini sattı.
- He is the owner of this land.
- Bu arazinin sahibi o.
- We need that land.
- O araziye ihtiyacımız var.
- Land prices are sky-high in Japan.
- Japonya'da arazi fiyatları çok yüksektir.
- I've bought some land near Boston.
- Ben Boston yakınlarında biraz arazi satın aldım.
- They disputed the ownership of the land for years.
- Arazinin mülkiyeti konusunda yıllarca tartıştılar.
- All this land is owned by Tom.
- Tüm bu arazinin sahibi Tom.
- They did not try to change the land.
- Araziyi değiştirmeye çalışmadılar.
- This part of the land belongs to my stepmother.
- Arazinin bu kısmı üvey anneme ait.
- Guerrilla gardening is gardening on another person's land without permission.
- Gerilla bahçeciliği, başka bir kişinin arazisinde izinsiz bahçecilik yapmaktır.
- Our land is being taken over.
- Arazimiz elimizden alınıyor.
- Guerrilla gardening is gardening on another person's land without permission.
- Gerilla bahçeciliği, başka birinin arazisinde izinsiz bahçecilik yapmaktır.
- I want to dispose of the land.
- Ben arazimi satmak istiyorum.
- This land belongs to Tom.
- Bu arazi Tom'a ait.
- This land is sacred to my people.
- Bu arazi halkım için kutsaldır.
- He owns a lot of land just outside of Istanbul.
- İstanbul'un hemen yamacında epey arazisi var.
- You can't build buildings on swampy land.
- Bataklık arazi üzerinde binalar yapamazsın.
- He owns a lot of land.
- Bir sürü arazisi var.
- I just acquired some land that's contiguous to your farm.
- Çiftliğinize bitişik bir arazi satın aldım.
- I saw land in the distance.
- Uzakta arazi gördüm.
- Mr Ford owns this land.
- Bay Ford bu arazinin sahibi.
- No one knew who owned the land.
- Kimse arazinin kime ait olduğunu bilmiyordu.
- I'm the owner of this land.
- Ben bu arazinin sahibiyim.
- Tom has sold all his land.
- Tom bütün arazisini sattı.
- Tom didn't know you owned that land.
- Tom, senin o araziye sahip olduğunu bilmiyordu.
- Don't walk on other people's land.
- Başkalarının arazisinde yürüme.
- George was tricked into buying the land.
- George araziyi satın alması için kandırıldı.
- Tom bought some land near Boston.
- Tom Boston'a yakın biraz arazi aldı.
- Tom is the one who owns all this land.
- Bütün bu arazinin sahibi Tom.
- This land belongs to him.
- Bu arazi ona ait.
- He has a lot of land.
- Bir sürü arazisi var.
- A quarrel arose about what to do with the land.
- Araziyle ne yapılacağı hakkında bir tartışma çıktı.
- The land became a slum.
- Arazi bir gecekondu oldu.
- Nearly 80 percent of the land is mountains.
- Arazinin yaklaşık %80'i dağlıktır.
- Tom once owned a lot of land.
- Tom'un bir zamanlar çok arazisi vardı.
- He owns this land.
- Bu arazinin sahibi o.
- He wants to dispose of his land.
- O, arazisini elden çıkarmak istiyor.
- He holds a lot of land.
- Çok fazla arazisi var.
- You can't build buildings on swampy land.
- Bataklık araziye bina inşa edemezsiniz.
- He bought land for the purpose of building a house.
- O, bir ev inşa etmek amacıyla arazi satın aldı.
- This land belongs to them.
- Bu arazi onlara ait.
- Tom bought this piece of land in 2013.
- Tom bu araziyi 2013'te aldı.
- Why hasn't this land been developed?
- Neden bu arazi geliştirilmedi?
- This farm's land is very fertile.
- Bu çiftliğin arazisi çok verimlidir.
- She claimed to be the owner of the land.
- Arazinin sahibi olduğunu iddia etti.
- This land is Tom's.
- Bu arazi Tom'undur.
- This land was expropriated from its original owner decades ago.
- Bu arazi on yıllar önce asıl sahibinden kamulaştırılmıştır.
- He has a lot of land.
- Onun bir sürü arazisi var.
- This land isn't ours.
- Bu arazi bizim değil.
- This farm's land is very fertile.
- Bu çiftliğin arazisi çok verimli.
- Tom claimed to be the owner of the land.
- Tom arazinin sahibi olduğunu iddia etti.
- You're on my land.
- Benim arazimdesiniz.
- I have a lot of land.
- Benim büyük bir arazim var.
- He bought the land with the plan to build a house on it.
- Onun üzerinde bir ev inşa etme planıyla bir arazi satın aldı.
- Tom owns this land.
- Bu arazi Tom'un.
- This land yields a good crop of rice.
- Bu arazi iyi pirinç verir.
- He bought the land for the purpose of building his house on it.
- Araziyi, üzerine evini inşa etmek için satın aldı.
- Tom bought some land near Boston.
- Tom Boston yakınlarında bir arazi satın aldı.
- Tom owns a lot of land.
- Tom'un bir sürü arazisi var.
- I want you to have my land after I die.
- Ben öldükten sonra arazimin senin olmasını istiyorum.
- This part of the land belongs to my stepmother.
- Arazinin bu kısmı üvey anneme aittir.
- The most expensive thing is land.
- En pahalı şey arazidir.
- The farmer has a large amount of land.
- Çiftçinin büyük miktarda arazisi var.
- This land belongs to the Royal Family.
- Bu arazi Kraliyet Ailesi'ne ait.
- Why hasn't this land been developed yet?
- Bu arazi neden hala geliştirilmedi?
- The land is very fertile.
- Arazi çok verimlidir.
- This land is hers.
- Bu arazi ona aittir.
- He once had a lot of land.
- Bir zamanlar onun bir sürü arazisi vardı.
- Land prices are sky-high in Japan.
- Japonya'da arazi fiyatları çok yüksek.
- The settlers learned that the land in the valley was fertile.
- Yerleşimciler vadideki arazinin verimli olduğunu öğrendi.
- The president said that the land was in danger.
- Başkan arazinin tehlikede olduğunu söyledi.
- He distributed his land among his sons.
- Arazisini oğulları arasında paylaştırdı.
- This land is Tom's.
- Bu arazi Tom'un.
- Why hasn't this land been developed yet?
- Neden bu arazi henüz gelişmedi?
- He renounced the ownership of the land.
- Arazinin mülkiyetinden vazgeçti.
- Tom once owned this piece of land.
- Tom bir zamanlar bu arazinin sahibiydi.
- He once had a lot of land.
- Bir zamanlar çok arazisi vardı.
- This land gives good crops.
- Bu arazi iyi ürün verir.
- The land became a village.
- Arazi bir köye dönüştü.
- Tom bought a piece of land not far from where Mary lives.
- Tom, Mary'nin yaşadığı yerden çok uzakta olmayan bir arazi satın aldı.
- Is there some land for sale here?
- Burada satılık bir arazi var mı?
- They lost their land.
- Arazilerini kaybettiler.
- Don't walk on other people's land.
- Yabancıların arazisinde yürüme.
- This land is my property.
- Bu arazi benim mülkiyetimdir.
- The Jacksons have owned this land for generations.
- Jacksonlar bu arazinin nesillerdir sahibidir.
- The city hall authorized the sale of the land.
- Belediye arazinin satışına izin verdi.
- Tom wanted his land back.
- Tom arazisini geri istiyordu.
- This land gives good crops.
- Bu arazi iyi ürün veriyor.
- I used to own quite a lot land.
- Eskiden çok fazla arazim vardı.
- The land descended from father to son.
- Arazi, babadan oğula geçti.
- I just acquired some land that's contiguous to your farm.
- Çiftliğinize bitişik bir arazi aldım.
- Nearly 80 percent of the land is mountains.
- Arazinin neredeyse yüzde 80'i dağlardan oluşuyor.
- He owns a lot of land just outside of Istanbul.
- İstanbul'un hemen dışında birçok arazisi var.
- Tom bought a piece of land not far from where Mary lives.
- Tom Mary'nin yaşadığı yerden uzakta olmayan bir parça arazi aldı.
- The land did not cost much.
- Arazi çok fazlaya mal olmadı.
- He bought land for the purpose of building a house.
- Bir ev inşa etmek için arazi satın aldı.
- A quarrel arose about what to do with the land.
- Arazinin ne yapılacağı konusunda bir tartışma çıktı.
- No government land could be bought with paper money.
- Hiçbir hükümet arazisi kağıt para ile satın alınamıyordu.
- This land belongs to Mr Ikeda.
- Bu arazi Bay Ikeda'ya ait.
- Tom bought some land to build a house on.
- Tom ev yapmak için bir arazi aldı.
- I need to buy some land.
- Biraz arazi almam lazım.
- Land prices seem to just keep going up.
- Arazi fiyatları yükselecek gibi görünüyor.
- Dan didn't want to be taxed on the land he inherited from his mother.
- Dan, annesinden miras kalan arazi için vergilendirilmek istemedi.
- He inherited some hectares of land from his grandfather.
- Büyükbabasından birkaç hektar arazi miras kaldı.
- Tom bought this piece of land in 2013.
- Tom bu araziyi 2013 yılında satın aldı.
- Why hasn't this land been developed?
- Bu arazi neden geliştirilmedi?
- He renounced the ownership of the land.
- Arazinin mülkiyetinden feragat etti.
- Water irrigates the land.
- Su araziyi sular.
- This land belongs to us.
- Bu arazi bize ait.
- The land was converted into a park.
- Arazi bir parka çevrildi.
- We will divide the large area of family land equally between our children.
- Aile arazisinin geniş alanını çocuklar arasında eşit olarak böleceğiz.
- The two boys traveled throughout the land.
- İki çocuk araziyi baştan başa dolaştı.
- Please get off my land.
- Lütfen arazimi terk edin.
- Tom has sold all of his land.
- Tom bütün arazisini sattı.
- He distributed his land among his sons.
- O, arazisini oğulları arasında dağıttı.
- He is the owner of this land.
- O, bu arazinin sahibidir.
- This land belongs to me.
- Bu arazi bana ait.
- The land became a village.
- Arazi bir köy oldu.
- Tom is the legal owner of this piece of land.
- Tom bu arazinin yasal sahibidir.
- Skyscrapers and multi-story buildings are a very efficient use of land.
- Gökdelenler ve çok katlı binalar çok verimli bir arazi kullanımıdır.
- The land became a slum.
- Arazi bir gecekondu mahallesine dönüştü.
- No government land could be bought with paper money.
- Hiçbir devlet arazisi kağıt parayla satın alınamazdı.
- This land belongs to the Royal Family.
- Bu arazi kraliyet ailesi'ne aittir.
- Whose land is this?
- Burası kimin arazisi?
- Who owns this land?
- Bu arazinin sahibi kim?
- This land is my property.
- Bu arazi benim mülküm.
- This house and this land is mine!
- Bu ev ve bu arazi benim!
- I own this land.
- Bu arazi bana ait.
- I want to dispose of the land.
- Araziyi elden çıkarmak istiyorum.
- I've bought some land near Boston.
- Boston yakınlarında bir arazi satın aldım.
- The land was divided into 8 lots.
- Arazi 8 parçaya bölündü.
- This land belongs to Tom.
- Bu arazi Tom'a aittir.
- Apparently, all this land is owned by Tom.
- Görünüşe göre, tüm bu arazi Tom'a ait.
- This house and this land is mine!
- Bu ev ve bu arazi benimdir!
- Sami donated his lands to the mosque.
- Sami arazilerini camiye bağışladı.
- I have a lot of land.
- Bir sürü arazim var.
- I need to buy some land.
- Biraz arazi almam gerekiyor.
- Yanni was buying more land in Algeria.
- Yanni Cezayir'de daha fazla arazi satın alıyordu.
- A part of this land is mine.
- Bu arazinin bir kısmı benim.
Show More (205)
|
2 |
land |
toprak |
n. |
|
- This means indirectly a reduction in the value of this land.
- Bu da dolaylı olarak bu toprakların değerinde bir azalma anlamına gelmektedir.
- We lost land and property through nationalisation without compensation and I know what that means.
- Tazminatsız kamulaştırma yoluyla toprak ve mülk kaybettik ve bunun ne anlama geldiğini biliyorum.
- In that connection, land is still to lie fallow or be set aside on a rotating basis.
- Bu bağlamda, toprak hala nadasa bırakılmalı ya da dönüşümlü olarak bir kenara ayrılmalıdır.
- In that connection, land is still to lie fallow or be set aside on a rotating basis.
- Bu bağlamda, toprak hala nadasa bırakılmakta ya da dönüşümlü olarak bir kenara ayrılmaktadır.
- President Mugabe has just returned to Harare from Johannesburg claiming support for his land policies.
- Başkan Mugabe Johannesburg'dan Harare'ye döndü ve toprak politikalarına destek talep etti.
- Nobody wants to abandon their land, their culture or their family.
- Kimse toprağını, kültürünü ya da ailesini terk etmek istemez.
- A key issue for development, in fact, is to expand agriculture, which will take land away from opium cultivation.
- Aslında kalkınma için kilit bir konu, afyon ekiminden toprak alacak olan tarımı genişletmektir.
- Inland erosion and desertification again come down to the use of our land.
- İç bölgelerdeki erozyon ve çölleşme yine toprağımızın kullanımına bağlı olarak ortaya çıkmaktadır.
- It is therefore obvious that a regionalised land premium is far more progressive.
- Bu nedenle bölgeselleştirilmiş bir toprak priminin çok daha ilerici olduğu açıktır.
- This tragedy is about the redistribution of land and fair social justice.
- Bu trajedi, toprağın yeniden dağıtımı ve adil sosyal adaletle ilgilidir.
- They need to own their own land, their home and their farm.
- Kendi topraklarına, evlerine ve çiftliklerine sahip olmaları gerekir.
- There must be a recognition of their work and their rights on the land and within the country.
- Çalışmaları ve toprak üzerindeki ve ülke içindeki hakları tanınmalıdır.
- Geographically, Moldova is a narrow strip of land between Ukraine and Romania.
- Coğrafi olarak Moldova, Ukrayna ve Romanya arasında dar bir toprak şerididir.
- It is scarcely Polish farmers who are buying up Dutch land.
- Hollanda topraklarını satın alanlar pek Polonyalı çiftçiler değil.
- It is scarcely Polish farmers who are buying up Dutch land.
- Hollanda topraklarını satın alanların Polonyalı çiftçiler olduğu söylenemez.
- We must also see to it that land is made available to the people in these countries.
- Ayrıca bu ülkelerdeki insanların toprak sahibi olmasını da sağlamalıyız.
- Who will teach the people how to work the land?
- İnsanlara toprağı nasıl işleyeceklerini kim öğretecek?
- The Jukun and Tiv disputes are about land and ancient rivalries, not about religion.
- Jukun ve Tiv anlaşmazlıkları toprak ve eski rekabetlerle ilgili, dinle ilgili değil.
- He also wanted the Sultan to hand over the Land of Israel to him.
- Sultan'ın Yisrael toprağını ona vermesini de istemiştir.
- A thousand years ago this land was green and good.
- Bin yıl önce bu topraklar yeşil ve güzeldi.
- He also wanted the Sultan to hand over the Land of Israel to him.
- Ayrıca Sultan'dan İsrail topraklarını kendisine teslim etmesini istedi.
- Israel is stealing the land, destroying the two-state solution.
- İsrail toprakları çalıyor, iki devletli çözümü yok ediyor.
- The Jewish people had been exiled from the land of Israel, and upon their return faced many struggles.
- Yahudi halkı İsrail topraklarından sürgün edilmişti ve geri döndüklerinde birçok mücadeleyle karşılaştılar.
- A thousand years ago this land was green and good.
- Bin yıl önce bu topraklar yeşillik ve güzelmiş.
- He also wanted the Sultan to hand over the Land of Israel to him.
- Ayrıca padişahın İsrail topraklarını kendisine teslim etmesini istiyordu.
- Israel is stealing the land, destroying the two-state solution.
- İsrail toprağı çalıyor, iki devletli çözümü ortadan kaldırıyor.
- The Jewish people had been exiled from the land of Israel, and upon their return faced many struggles.
- Yahudi halkı İsrail topraklarından sürgün edilmiş ve geri döndüklerinde birçok mücadeleyle karşı karşıya kalmıştı.
- The Jewish people had been exiled from the land of Israel, and upon their return faced many struggles.
- Yahudi halkı Yisrael toprağından sürülmüşlerdi ve geri döndüklerinde birçok sıkıntıyla karşılaştılar.
- No one is a prophet in their own land.
- Hiç kimse kendi topraklarında peygamber değildir.
- Tom has sold all his land.
- Tom bütün topraklarını sattı.
- This is Palestinian land.
- Burası Filistin toprağı.
- This is our land.
- Bu bizim toprağımız.
- Civilization has flourished for hundreds of years in this hidden land.
- Medeniyet bu gizli topraklarda yüzlerce yıldır gelişti.
- Civilization has flourished for hundreds of years in this hidden land.
- Bu saklı topraklarda medeniyet yüzlerce yıldır gelişti.
- Who owns this land?
- Bu toprakların sahibi kimdir?
- Settlers were forced off their land.
- Yerleşimciler topraklarından zorla çıkarıldı.
- This is our land now.
- Burası artık bizim toprağımız.
- The most expensive thing is land.
- En pahalı şey topraktır.
- This land is my home.
- Bu topraklar benim evim.
- The government took our land.
- Hükümet bizim toprağımızı aldı.
- This land is sacred to my people.
- Bu topraklar halkım için kutsaldır.
- The natives have to defend their land against invaders.
- Yerliler topraklarını işgalcilere karşı savunmak zorundadır.
- Tom is the one who owns all this land.
- Bütün bu topraklara sahip olan kişi Tom'dur.
- Our land gave a high yield this year.
- Toprağımız bu yıl yüksek verim verdi.
- People want to own land.
- İnsanlar toprak sahibi olmak istiyor.
- They lost their land.
- Topraklarını kaybettiler.
- He owns this land.
- O, bu toprağın sahibidir.
- This land belongs to us.
- Bu topraklar bize ait.
- The natives have to defend their land against invaders.
- Yerliler topraklarını istilacılara karşı savunmak zorundalar.
- This land belongs to him.
- Bu topraklar ona ait.
- This land belongs to me.
- Bu topraklar bana ait.
- Capital, land and labor are the three key factors of production.
- Sermaye, toprak ve emek üretimin üç temel faktörüdür.
- We have to drive the enemy out of our land.
- Biz toprağımızdan düşmanı atmaya mecburuz.
- Tom lost his land.
- Tom topraklarını kaybetti.
- This land yields a good crop of rice.
- Bu topraklar iyi pirinç mahsulü verir.
- Water irrigates the land.
- Su toprağı suluyor.
- To defend their land has now become a sin?
- Topraklarını savunmak şimdi günah mı oldu?
- I want to see the land and the sun.
- Toprağı ve güneşi görmek istiyorum.
- The Jacksons have owned this land for generations.
- Jacksonlar nesillerdir bu topraklara sahiptir.
- Our land gave a high yield this year.
- Topraklarımız bu yıl yüksek verim verdi.
- They have owned this land for generations.
- Onlar nesillerdir bu topraklara sahip.
- The land did not cost much.
- Toprak çok pahalı değildi.
- Palestinians, too, have a right of return to their own land.
- Filistinlilerin de kendi topraklarına geri dönüş hakkı vardır.
- The settlers learned that the land in the valley was fertile.
- Göçmenler vadideki toprağın verimli olduğunu öğrendiler.
- We have to drive the enemy out of our land.
- Düşmanı topraklarımızdan kovmalıyız.
- The land descended from father to son.
- Toprak, babadan oğula geçti.
- The law forbids the building of any skyscraper on this land.
- Yasa, bu topraklar üzerinde herhangi bir gökdelenin inşasını yasaklar.
- Algeria is a large country in land.
- Cezayir toprak olarak büyük bir ülke.
- About one third of the earth's surface is land.
- Yaklaşık olarak dünya yüzeyinin üçte biri topraktır.
- My ancestors were the pioneers of this land.
- Atalarım bu toprakların öncüleriydi.
- A prophet is not recognized in his own land.
- Bir peygamber kendi toprağında tanınmaz.
- This land is Tom's.
- Bu toprak Tom'un.
- This land is hers.
- Bu topraklar onun.
- The land is very fertile.
- Toprak çok verimli.
- Tom has sold all of his land.
- Tom tüm topraklarını sattı.
- Nobody wanted to buy land in my country.
- Kimse ülkemden toprak satın almak istemedi.
- Palestinians, too, have a right of return to their own land.
- Topraklarına geri dönmek Filistinlilerin de hakkı.
- I own this land.
- Bu toprağa sahibim.
- Palestinians aren't foreigners on their own land.
- Filistinliler kendi topraklarında yabancı statüsünde değiller.
- The sun scorched the land and withered the crops.
- Güneş toprağı kavurdu ve ekinleri soldurdu.
- This land isn't ours.
- Bu toprak bizim değil.
- Capital, land and labor are the three key factors of production.
- Sermaye, toprak ve iş gücü üretiminin üç ana faktörüdür.
- This land belongs to them.
- Bu topraklar onlara ait.
- I'll never give you my land.
- Topraklarımı asla sana vermeyeceğim.
- The government took our land.
- Hükümet toprağımızı aldı.
- Palestinians aren't foreigners on their own land.
- Filistinliler kendi topraklarında yabancı değiller.
- And Cain went out from the presence of the Lord, and dwelt in the land of Nod, on the east of Eden.
- Kayin RAB'bin huzurundan ayrıldı. Aden bahçesinin doğusunda, Nod topraklarına yerleşti.
- They have owned this land for generations.
- Bu topraklar nesillerdir onların.
Show More (85)
|
3 |
land |
inmek |
v. |
|
- A drone landed in our yard.
- Bahçemize bir drone indi.
- Have a good flight, and kiss the soil when you land.
- İyi uçuşlar ve indiğinizde toprağı öpün.
- Have a good flight and kiss the soil when you land.
- İyi uçuşlar ve indiğinizde toprağı öpün.
- The Atlantic Dawn and the Veronica are landing in Las Palmas.
- Atlantik Şafağı ve Veronica Las Palmas'a iniyor.
- The Atlantic Dawn and the Veronica are landing in Las Palmas.
- Atlantic Dawn ve Veronica Las Palmas'a iniyor.
- He lands in a garden and knocks at the door.
- Bir bahçeye iniyor ve kapıyı çalıyor.
- The plane will land before long.
- Uçak çok geçmeden inecek.
- I felt relieved when my plane landed safely.
- Uçağım güvenle indiğinde rahatlamış hissettim.
- We'll be landing in fifteen minutes.
- On beş dakika içinde ineceğiz.
- The flight attendant shook Tom awake and told him that the plane had landed.
- Uçuş görevlisi Tom'u sallayarak uyandırdı ve ona uçağın indiğini söyledi.
- Ladies and Gentlemen, we have now landed at Tokyo International Airport.
- Bayanlar ve Baylar, şu anda Tokyo Uluslararası Havaalanı'na inmiş bulunuyoruz.
- I do know when your plane will land, but not when it takes off.
- Uçağın ne zaman ineceğini biliyorum, ama ne zaman kalktığını değil.
- Text me after your flight lands.
- Uçağın indikten sonra bana mesaj at.
- What time is the plane scheduled to land?
- Uçak ne zaman inecek?
- We just landed.
- Daha yeni indik.
- You're not a good enough pilot to be able to land there.
- Oraya inebilmek için yeterince iyi bir pilot değilsin.
- Our plane couldn't land on account of the dense fog.
- Uçağımız yoğun sis nedeniyle inemedi.
- We'll be landing in 15 minutes.
- 15 dakika içinde ineceğiz.
- The pilot landed the plane safely.
- Pilot uçağı güvenle indirdi.
- The plane needs to land so that it can refuel.
- Uçağın yakıt ikmali yapabilmesi için inmesi gerekiyor.
- I do know when your plane will land, but not when it takes off.
- Uçağının ne zaman ineceğini biliyorum ama ne zaman kalkacağını bilmiyorum.
- By the time you land at Narita, it will be dark.
- Narita'ya indiğinizde hava kararmış olacak.
- Tom landed his helicopter on a desert island.
- Tom, helikopterini ıssız bir adaya indirdi.
- You can't land there.
- Oraya inemezsin.
- Tell these people to move away, so that the helicopter can land.
- Helikopterin inebilmesi için bu insanlara uzaklaşmalarını söyle.
- When are we going to land?
- Ne zaman ineceğiz?
- Tell those people to back off so that the helicopter can land.
- O insanlara geri çekilmelerini söyle ki helikopter inebilsin.
- Ladies and Gentlemen, we have now landed at Tokyo International Airport.
- Bayanlar ve Baylar, şu anda Tokyo Uluslararası Havaalanı'na inmiş bulunmaktayız.
- Airplanes land at airports.
- Uçaklar havaalanlarına iner.
- I felt relieved when my plane landed safely.
- Uçağım sağ salim indiğinde rahatladım.
- What time is your plane landing?
- Uçağınız saat kaçta iniyor?
- You can't land there.
- Oraya inemezsiniz.
- The pilot landed the plane safely.
- Pilot uçağı güvenli bir şekilde indirdi.
- We are about to land.
- İnmek üzereyiz.
- Well, we managed to land at the last moment.
- Son anda inmeyi başardık.
- The pilot landed the airplane in the field.
- Pilot, uçağı alana indirdi.
- We're looking desperately for a place to land.
- Biz inmek için çaresizce bir yer arıyoruz.
- You're not a good enough pilot to be able to land there.
- Oraya inebilecek kadar iyi bir pilot değilsin.
- We are about to land.
- Biz inmek üzereyiz.
- The pilot landed the airplane in the field.
- Pilot, uçağı tarlaya indirdi.
- In a few minutes we'll be landing at New Tokyo International Airport.
- Birkaç dakika içinde yeni Tokyo Uluslararası Havalimanına iniyor olacağız.
- We will be landing in 15 minutes.
- 15 dakika içinde inmiş olacağız.
- What time is your plane landing?
- Uçağınız ne zaman iniyor?
- Tom should be landing in Boston right about now.
- Tom şu anda Boston'a iniyor olmalı.
- Tom landed his helicopter on a desert island.
- Tom helikopterini ıssız bir adaya indirdi.
- Tell those people to back off so that the helicopter can land.
- Şu insanlara helikopterin inebilmesi için geri çekilmelerini söyleyin.
- Well, we managed to land at the last moment.
- Peki, biz son anda inmeyi başardık.
- In 1969, the United States won when Neil Armstrong and Buzz Aldrin landed the Lunar Module Eagle on the Moon's surface.
- 1969'da Neil Armstrong ve Buzz Aldrin, Ay Modülü Eagle'la ay yüzeyine indiğinde, Amerika Birleşik Devletleri galip geldi.
- He lands in a garden and knocks at the door.
- Bir bahçeye iner ve kapıyı çalar.
- Planes land at the airport.
- Uçaklar havalimanına inerler.
- We're looking desperately for a place to land.
- Umutsuzca inecek bir yer arıyoruz.
- What time is the plane scheduled to land?
- Uçak saat kaçta inecek?
- What time do you land in Perth?
- Ne zaman Perth'e inersiniz?
- In 1969, the United States won when Neil Armstrong and Buzz Aldrin landed the Lunar Module Eagle on the Moon's surface.
- 1969'da Neil Armstrong ve Buzz Aldrin Ay Modülü Eagle'ı Ay'ın yüzeyine indirdiğinde Amerika Birleşik Devletleri kazandı.
- Tom will land in Boston in an hour and a half.
- Tom bir buçuk saat içinde Boston'a inecek.
- Tom landed his helicopter on the roof.
- Tom helikopterini çatıya indirdi.
- What time do you land in Perth?
- Perth'e ne zaman iniyorsun?
- Text me after your flight lands.
- Uçağın indikten sonra mesaj at.
Show More (55)
|
4 |
land |
kara |
n. |
|
- It has been months since he set foot on land.
- Karaya ayak basalı aylar oldu.
- Several Member States are working with Slovakia and Poland to police the external land borders.
- Bazı Üye Devletler Slovakya ve Polonya ile birlikte dış kara sınırlarını denetlemek üzere çalışmaktadır.
- Good progress has also been made in the land armament and naval sectors.
- Kara silahları ve denizcilik sektörlerinde de iyi düzeyde ilerleme kaydedilmiştir.
- This must be applied not only at airports but also at land and sea borders.
- Bu sadece havaalanlarında değil, kara ve deniz sınırlarında da uygulanmalıdır.
- It is true; we opened up the issue of self-handling for companies with land-based personnel.
- Doğrudur; kara personeli olan şirketler için kendi kendine elleçleme konusunu açtık.
- The Commission’s initial proposal referred to self-handling with on-board and land-based personnel.
- Komisyonun ilk teklifi gemide ve karada çalışan personelin self-handling uygulamasına atıfta bulunuyordu.
- I believe we also have to consider land-based regular personnel equally.
- Karada görev yapan düzenli personeli de aynı şekilde değerlendirmemiz gerektiğine inanıyorum.
- The Commission’s initial proposal referred to self-handling with on-board and land-based personnel.
- Komisyon'un ilk teklifi gemide ve karada çalışan personelin kendi kendine elleçlemesine atıfta bulunuyordu.
- Land came in sight.
- Kara göründü.
- Holding on to the rope firmly, I came safely to land.
- İpe sıkıca tutunarak karaya güvenli bir şekilde geldim.
- Glaciers, land ice and icebergs are made of fresh water.
- Buzullar, kara buzları ve buzul dağları tatlı sudan yapılmıştır.
- The British began with a land attack against Baltimore.
- İngilizler Baltimore'a karşı bir kara saldırısıyla başladılar.
- At that time, the Romans ruled land and sea.
- O zamanlar Romalılar karaya ve denize hükmediyordu.
- He went to Italy by land.
- O, kara yolu ile İtalya'ya gitti.
- The British began with a land attack against Baltimore.
- İngilizler, Baltimore'a karşı bir kara saldırısıyla başladılar.
- The sailors saw land.
- Denizciler karayı gördü.
- The land ends where the sea begins.
- Denizin başladığı yerde kara biter.
- The sailors saw land.
- Denizciler karayı gördüler.
- The elephant is the largest land animal.
- Fil en büyük kara hayvanıdır.
- Glaciers, land ice and icebergs are made of fresh water.
- Buzullar, kara buzları ve buzdağları tatlı sudan oluşur.
- On the horizon, I see land.
- Ufukta karayı görüyorum.
- On the horizon, I see land.
- Ben ufukta kara görüyorum.
- He went to Italy by land.
- İtalya'ya kara yoluyla gitti.
- Algeria has very long land borders.
- Cezayir'in çok uzun kara sınırları vardır.
- I found a land planarian in the garden.
- Bahçede bir kara planaryası buldum.
- The African elephant is the largest land mammal on earth.
- Afrika fili dünyadaki en büyük kara memelisidir.
- About one third of the earth's surface is land.
- Dünya yüzeyinin yaklaşık üçte biri karadır.
Show More (24)
|
5 |
land |
ülke |
n. |
|
- The word Afghanistan translates correctly into the words 'the land of sorrow and suffering'.
- Afganistan kelimesi doğru bir şekilde 'keder ve acılar ülkesi' anlamına gelmektedir.
- For women Afghanistan is becoming, yet again, the land of their deepest sorrow and suffering.
- Kadınlar için Afganistan bir kez daha en derin üzüntü ve acılarının ülkesi haline geliyor.
- The Europe of the future must become a land of exchange, of meetings and mixing.
- Geleceğin Avrupa'sı bir değişim, buluşma ve kaynaşma ülkesi olmalıdır.
- America is a land of immigrants.
- Amerika bir göçmenler ülkesidir.
- Tom and Mary had their honeymoon in a foreign land.
- Tom ve Mary balaylarını yabancı bir ülkede geçirdiler.
- Brazil is the land of the future.
- Brezilya geleceğin ülkesidir.
- There is no foreign land; it is the traveller only that is foreign.
- Yabancı bir ülke yoktur; yabancı olan sadece gezgindir.
- Germany is known as a land of poets and philosophers.
- Almanya şairler ve filozoflar ülkesi olarak bilinir.
- In the land of the blind, the one-eyed man is king.
- Körler ülkesinde, tek gözlü adam kraldır.
- Spain is the land of castles.
- İspanya kaleler ülkesidir.
- Land of liberty, land of the future, I salute you!
- Özgürlükler ülkesi, geleceğin ülkesi, sizi selamlıyorum!
- She was the most beautiful woman in the whole land.
- Tüm ülkedeki en güzel kadındı.
- After all, this is the land of diabetes.
- Ne de olsa burası diyabet ülkesi.
- The youth of our land are not interested in politics.
- Ülkemizin gençleri politikayla ilgilenmiyor.
- Italy is a beautiful land.
- İtalya güzel bir ülke.
- They did not try to change the land.
- Onlar ülkeyi değiştirmeye çalışmadılar.
- She was the most beautiful woman in the whole land.
- O bütün ülkedeki en güzel kadındı.
- Land of liberty, land of the future, I salute you!
- Özgürlük ülkesi, geleceğin ülkesi, seni selamlıyorum!
- And Cain went out from the presence of the Lord, and dwelt in the land of Nod, on the east of Eden.
- Kayin Rabbin huzurundan ayrılıp Aden'in doğusundaki Nod ülkesine yerleşti.
- A prophet is not recognized in his own land.
- Bir peygamber kendi ülkesinde tanınmaz.
- The pilgrims brought gifts from distant lands.
- Hacılar uzak ülkelerden hediyeler getirdiler.
- This land is my home.
- Bu ülke benim evim.
- She was the fairest in the whole land.
- O tüm ülkedeki en güzel kadındı.
- Tom and Mary are planning to travel to the land of stoats next month.
- Tom ve Mary gelecek ay geyiklerin ülkesine seyahat etmeyi planlıyorlar.
Show More (21)
|
6 |
land |
düşmek |
v. |
|
- I thought that everything was sorted out, but then this news lands on my desk.
- Her şeyin hallolduğunu sanıyordum ama bu haber masama düştü.
- A snowflake landed on the tip of Tom's nose.
- Tom'un burnunun ucuna bir kar tanesi düştü.
- Cats almost always land on their feet.
- Kediler neredeyse her zaman ayaklarının üzerine düşer.
- Tom landed face-first.
- Tom yüzünün üzerine düştü.
- Cats almost always land on their feet.
- Kediler neredeyse her zaman ayaklarının üzerine düşerler.
- Tom landed on his head.
- Tom tepetaklak düştü.
- Sami landed on the ground.
- Sami yere düştü.
- Tom landed on his head.
- Tom kafasının üzerine düştü.
- A snowflake landed on Tom's nose.
- Bir kar tanesi Tom'un burnunun üzerine düştü.
- We landed a little behind schedule.
- Programın biraz gerisine düştük.
- Tom landed on his head.
- Tom kafasının üstüne düştü.
Show More (8)
|
7 |
land |
yer |
n. |
|
- Tom landed face-first.
- Tom yüzükoyun yere kapaklandı.
- Tom landed face-first.
- Tom yüzüstü yere yapıştı.
- Tom fell over and landed flat on his face.
- Tom düştü ve yüz üstü yere çakıldı.
- Tom landed on his head.
- Tom kafaüstü yere çakıldı.
- Tom landed on his head.
- Tom kafaüstü yere düştü.
- Tom landed face-first.
- Tom yüzüstü yere çakıldı.
- Riparian zones are narrow strips of land located along the banks of rivers.
- Nehir kıyısı bölgeleri, nehir kıyıları boyunca yer alan dar arazi şeritleridir.
- Tom fell over and landed flat on his face.
- Tom yüz üstü yere kapaklandı.
Show More (5)
|
8 |
land |
diyar |
n. |
|
- Exploring foreign lands is his favorite pursuit.
- Yabancı diyarları keşfetmek en sevdiği uğraş.
- In the land of the blind, the one-eyed man is king.
- Körler diyarında, tek gözlü adam kraldır.
- Tom and Mary are planning to travel to the land of stoats next month.
- Tom ve Mary önümüzdeki ay gelincikler diyarına seyahat etmeyi planlıyorlar.
- It was the custom in old times that as soon as a Japanese boy reached manhood he should leave his home and roam through the land in search of adventures.
- Eski zamanlarda bir Japon delikanlısı erkekliğe erişir erişmez evinden ayrılır ve macera aramak için diyar diyar dolaşırdı.
- Books can transport you to faraway lands, both real and imagined.
- Kitaplar sizi uzak diyarlara götürebilir, hem gerçek hem de hayali.
Show More (2)
|
9 |
land |
memleket |
n. |
|
- I order you to exterminate storks from our land at once.
- Memleketteki leylekleri derhâl itlaf etmenizi emrediyorum.
- Italy is a beautiful land.
- İtalya güzel bir memlekettir.
- No one is a prophet in their own land.
- Kimse kendi memleketinde peygamber olmaz.
- My ancestors were the pioneers of this land.
- Benim atalarım bu memleketin öncüleriydi.
Show More (1)
|
10 |
land |
arsa |
n. |
|
- He bought the land for the purpose of building a house on it.
- O, üzerine ev inşa etmek amacıyla arsayı aldı.
- He bought the land for the purpose of building his house on it.
- O, üzerine ev inşa etmek amacıyla arsayı aldı.
- George was tricked into buying the land.
- George arsa satın alırken kandırıldı.
- Tom built a house on the land he bought three years ago.
- Tom üç yıl önce satın aldığı arsaya bir konut inşa etti.
Show More (1)
|
11 |
land |
karaya çıkarmak |
v. |
|
- It is costing more and more to land fewer and fewer fish.
- Gittikçe daha az balığı karaya çıkarmak gittikçe daha pahalıya mal oluyor.
- It costs more and more to land fewer and fewer fish.
- Giderek daha az balığı karaya çıkarmak giderek daha pahalıya mal oluyor.
Show More (-1)
|
12 |
land |
indirmek (gemiden yük/yolcu vb'ni) |
v. |
|
- Is it possible to land a plane on this island?
- Bir uçağı bu adaya indirmek mümkün mü?
- Is it possible to land a plane on this island?
- Bu adaya uçak indirmek mümkün mü?
Show More (-1)
|
13 |
land |
karaya indirmek |
v. |
|
- The combat soldiers were landed at midnight.
- Muharip askerler gece yarısı karaya indirildi.
Show More (-2)
|
14 |
land |
(balık) tutmak |
v. |
|
- I don't believe he landed that large fish on his own.
- O büyük balığı tek başına tuttuğuna inanmıyorum.
Show More (-2)
|
15 |
land |
fırsatını kapmak |
v. |
|
- The band landed a gig at the Arcadian Bar.
- Grup Arcadian Bar'da bir konser fırsatı kaptı.
Show More (-2)
|
16 |
land |
(uçak vb.) inmek |
v. |
|
- His flight landed earlier than expected.
- Uçağı beklenenden erken iniş yaptı.
Show More (-2)
|
17 |
land |
iniş |
v. |
|
- We might experience a shaky landing.
- Sarsıntılı bir iniş yaşayabiliriz.
Show More (-2)
|
18 |
land |
yanaşmak (gemi) |
v. |
|
- I saw a few boats landing at Parliament this week and notified the security service.
- Bu hafta Parlamentoya birkaç teknenin yanaştığını gördüm ve durumu güvenlik birimlerine bildirdim.
Show More (-2)
|
19 |
land |
karaya çıkmak |
v. |
|
- Holding on to the rope firmly, I came safely to land.
- İpe sıkıca tutunarak güvenli bir şekilde karaya çıktım.
Show More (-2)
|
20 |
land |
iniş yapmak |
v. |
|
- Our plane couldn't land on account of the dense fog.
- Uçağımız yoğun sis yüzünden iniş yapamadı.
Show More (-2)
|
21 |
land |
yere inmek |
v. |
|
- The eagle is about to land.
- Kartal yere inmek üzere.
Show More (-2)
|
22 |
land |
konmak |
v. |
|
- The paraglider landed in the tree.
- Yamaç paraşütü ağaca kondu.
Show More (-2)
|
23 |
land |
tutup karaya çıkarmak (balık) |
v. |
|
- Tom landed a big trout.
- Tom büyük bir alabalığı tutup karaya çıkardı.
Show More (-2)
|
24 |
land |
kara parçası |
n. |
|
- I saw land in the distance.
- Uzakta bir kara parçası gördüm.
Show More (-2)
|