|
- I imagine that you have a similar situation where you live.
- Yaşadığınız yerde de benzer bir durum olduğunu tahmin ediyorum.
- It is unfortunate that my parents could not live to see this event.
- Ailemin bu olayı görecek kadar yaşayamamış olması büyük bir talihsizlik.
- What is this economic organisation which forces half of the world's population to live on less than two dollars a day?
- Dünya nüfusunun yarısını günde iki dolardan daha az bir parayla yaşamaya zorlayan bu ekonomik organizasyon nedir?
- This absurd situation does, however, reflect the times in which we live.
- Ancak bu absürd durum, içinde yaşadığımız zamanı yansıtmaktadır.
- We do not live in an ideal world in which everybody would welcome humanitarian action just like that.
- Herkesin bu şekilde insani bir eylemi memnuniyetle karşılayacağı ideal bir dünyada yaşamıyoruz.
- Today, half the world lives on less than two dollars a day.
- Bugün dünyanın yarısı günde iki dolardan daha az bir gelirle yaşamaktadır.
- One legal opinion is now being pitted against another, and that is something we will have to live with.
- Şu anda bir hukuki görüş diğeriyle karşı karşıya getiriliyor ve bununla yaşamak zorundayız.
- We must be able to live in these areas.
- Bu bölgelerde yaşayabilmeliyiz.
- The immigrant communities are living in fear and anxiety.
- Göçmen toplulukları korku ve endişe içinde yaşıyor.
- We can live with it quite nicely and, more to the point, it is a report which is conducive to consensus.
- Bununla gayet güzel bir şekilde yaşayabiliriz ve daha da önemlisi, uzlaşmaya elverişli bir rapordur.
- That is something we cannot live with.
- Bu durumla yaşayamayız.
- Nowadays, we know a very great deal indeed about the living world.
- Günümüzde içinde yaşadığımız dünya hakkında gerçekten de çok şey biliyoruz.
- These people live in areas which should benefit from these projects.
- Bu insanlar bu projelerden faydalanması gereken bölgelerde yaşamaktadır.
- The second question concerns political awareness of the times in which we live.
- İkinci soru, içinde yaşadığımız döneme ilişkin siyasi farkındalıkla ilgilidir.
- We encourage people to live, work and settle in states other than their own national Member State.
- İnsanları kendi ulusal Üye Devletleri dışındaki ülkelerde yaşamaya, çalışmaya ve yerleşmeye teşvik ediyoruz.
- The policy of emergency vaccination must be part of a strategy which allows animals to live.
- Acil aşılama politikası, hayvanların yaşamasına olanak tanıyan bir stratejinin parçası olmalıdır.
- Let us remember that the right to live as part of a family is a fundamental right which no country can deny.
- Bir ailenin parçası olarak yaşama hakkının hiçbir ülkenin reddedemeyeceği temel bir hak olduğunu unutmayalım.
- All too many people in the world are starving, and all too many are living in poverty.
- Dünyada çok sayıda insan açlık çekiyor ve çok sayıda insan da yoksulluk içinde yaşıyor.
- The dignity of all those living in poverty is injured and, to us, that is unacceptable.
- Yoksulluk içinde yaşayan herkesin onuru zedeleniyor ve bizim için bu kabul edilemez.
- They threaten the communities in which they live.
- İçinde yaşadıkları toplumları tehdit ediyorlar.
- I entirely regret this result, but one must live as a democrat with due process.
- Bu sonuca tamamen üzülsem de bir demokrat olarak hukuki prosedüre göre yaşanması gerekir.
- People living along the main roads in border areas have to cope with traffic jams, noise and gas emissions.
- Sınır bölgelerindeki ana yollarda yaşayan insanlar trafik sıkışıklığı, gürültü ve gaz salınımıyla baş etmek zorundadır.
- The people of Israel also live in a situation of insecurity.
- İsrail halkı da güvensizlik içinde yaşıyor.
- I welcome this report's dedication to a policy to vaccinate to live.
- Bu raporun yaşamak için aşı politikasına olan bağlılığını memnuniyetle karşılıyorum.
- If there were only 100 people living on this earth, 15 would be illiterate.
- Bu dünyada sadece 100 kişi yaşıyor olsaydı, 15'i okuma yazma bilmiyor olurdu.
- Nobody in the Europe in which we live would understand if we took a different approach today.
- Bugün farklı bir yaklaşım benimsemiş olsaydık içinde yaşadığımız Avrupa'da hiç kimse bunu anlamazdı.
- The Korean people lived in a unified country for over 1 300 years from the seventh century.
- Kore halkı yedinci yüzyıldan itibaren 1300 yılı aşkın bir süre boyunca birleşik bir ülkede yaşamıştır.
- There are very few Scottish families that do not have a relative, however distant, living in Canada.
- Uzak da olsa Kanada'da yaşayan bir akrabası olmayan çok az İskoç aile vardır.
- We live in a different world.
- Biz farklı bir dünyada yaşıyoruz.
- Those who have managed to flee are then forced to return to an area that is really impossible to live in.
- Kaçmayı başaranlar ise gerçekten yaşanması imkânsız bir bölgeye geri dönmek zorunda kalıyorlar.
- I would like to inform you once again of the difficulties of travelling to Strasbourg from the countries where we live.
- Yaşadığımız ülkelerden Strazburg'a seyahat etmenin zorlukları hakkında sizi bir kez daha bilgilendirmek isterim.
- We live in a world characterised by great material wealth, but the wealth is unevenly distributed.
- Büyük bir maddi zenginliğe sahip bir dünyada yaşıyoruz, ancak bu zenginlik eşitsiz bir şekilde dağılmış durumda.
- She lives in that area, which my son represents in the City Council.
- Kendisi, oğlumun Belediye Meclisi'nde temsil ettiği bölgede yaşıyor.
- Unfortunately, we live in an increasingly throw-away society where we produce more and more waste.
- Ne yazık ki, giderek daha fazla atık ürettiğimiz, kullan-at bir toplumda yaşıyoruz.
- Ninety-five per cent of those infected with HIV live in developing countries.
- HIV ile enfekte olanların yüzde doksan beşi gelişmekte olan ülkelerde yaşamaktadır.
- Over there, 1.2 billion people live on less than one dollar a day.
- Orada 1.2 milyar insan günde bir dolardan daha az bir gelirle yaşıyor.
- The poorest people in this world have to live on one dollar.
- Dünyanın en yoksul insanları bir dolarla yaşamak zorunda.
- It is self-evident that the Czechs are part of Europe, in the heart of which they live.
- Çeklerin, kalbinde yaşadıkları Avrupa'nın bir parçası oldukları aşikârdır.
- That is of inestimable value and helps peoples to live together in peace.
- Bu paha biçilemez bir değerdir ve halkların barış içinde bir arada yaşamasına yardımcı olur.
- The number of people living in poverty has tripled.
- Yoksulluk içinde yaşayan insanların sayısı üç katına çıktı.
- Two thirds of the world live in conditions of extreme poverty.
- Dünyanın üçte ikisi aşırı yoksulluk koşullarında yaşıyor.
- Increasingly, of course, we are all living in a continent of minorities.
- Elbette giderek artan bir şekilde hepimiz bir azınlıklar kıtasında yaşıyoruz.
- It may be a light-weight version of the first directive, but we have to live with it for legal reasons.
- Bu ilk direktifin hafif bir versiyonu olabilir ancak yasal nedenlerden dolayı bununla yaşamak zorundayız.
- We live in a society which for reasons of solidarity and on economic grounds takes whatever steps need to be taken.
- Dayanışma ve ekonomik gerekçelerle atılması gereken her türlü adımı atan bir toplumda yaşıyoruz.
- Only with this priority will a presidency be successful and worthy of the times we live in.
- Ancak bu önceliğe sahip bir başkanlık başarılı ve içinde yaşadığımız çağa yakışır olacaktır.
- Many of them live far from our prosperous Europe.
- Birçoğu bizim müreffeh Avrupa'mızdan uzakta yaşıyor.
- And I wonder why the people living in this area do not trust the European Union.
- Ve bu bölgede yaşayan insanların Avrupa Birliği'ne neden güvenmediklerini merak ediyorum.
- But the people who live in the Alpine regions also have a right to a healthy environment.
- Ancak Alp bölgelerinde yaşayan insanların da sağlıklı bir çevreye sahip olma hakkı vardır.
- Is it reasonable to create so much disquiet amongst people who we want to live within our society?
- Toplumumuzda yaşamasını istediğimiz insanlar arasında bu kadar huzursuzluk yaratmak mantıklı mı?
- We must bring hope to large parts of the world that have to live in despair.
- Dünyanın umutsuzluk içinde yaşamak zorunda kalan büyük bölümüne umut getirmeliyiz.
- This is about a Swede who wants to go and live and work in Italy, for example.
- Bu, örneğin İtalya'ya gidip orada yaşamak ve çalışmak isteyen bir İsveçli ile ilgili.
- We live in an internal market where there is free movement of people.
- İnsanların serbest dolaşımının olduğu bir iç pazarda yaşıyoruz.
- We must, however, be able to live with this compromise.
- Bununla birlikte, bu uzlaşmayla yaşayabilmeliyiz.
- On 1 May 2004 we will be living in a Community of up to 25 Member States.
- 1 Mayıs 2004 tarihinde 25 Üye Devletten oluşan bir Toplulukta yaşıyor olacağız.
- What sort of world are we living in?
- Nasıl bir dünyada yaşıyoruz?
- Anyway, I notice that they reflect a contradiction we all live with.
- Her neyse, hepimizin yaşadığı bir çelişkiyi yansıttıklarını fark ettim.
- By a diabolical coincidence, it is aeroplanes that illustrate what sort of a world we are living in today.
- Şeytani bir tesadüf eseri, bugün nasıl bir dünyada yaşadığımızı gösteren şey uçaklardır.
- We cannot and will not live with a system which condones stoning fellow human beings, wherever this may be.
- Her nerede olursa olsun, insan kardeşlerimizin taşlanmasına göz yuman bir sistemle yaşayamayız ve yaşamayacağız.
- Over the last decade, the number of women living in absolute poverty has risen.
- Son on yılda mutlak yoksulluk içinde yaşayan kadınların sayısı artmıştır.
- Seventy percent of the approximately one and a half billion people who live below the poverty line are women.
- Yoksulluk sınırının altında yaşayan yaklaşık bir buçuk milyar insanın yüzde yetmişini kadınlar oluşturuyor.
- We bear responsibility not only for those living today but also for the future of our children and our grandchildren.
- Sadece bugün yaşayanlar için değil, aynı zamanda çocuklarımızın ve torunlarımızın geleceği için de sorumluluk taşıyoruz.
- In the East Midlands of the United Kingdom, where I live, a number of small new airports are coming into being.
- Yaşadığım yer olan Birleşik Krallık'ın East Midlands bölgesinde bir dizi küçük yeni havalimanı hayata geçiyor.
- The incredibly inflexible budget ceilings we live with at present should not be turned into permanent fixtures.
- Şu anda yaşadığımız inanılmaz derecede esnek olmayan bütçe tavanları kalıcı demirbaşlara dönüştürülmemelidir.
- Whatever his nationality, he has the right to live with his parents.
- Uyruğu ne olursa olsun, ebeveynleriyle birlikte yaşama hakkına sahiptir.
- At least that is how Saddam's living victims see it.
- En azından Saddam'ın yaşayan kurbanları bunu böyle görüyor.
- We do live, after all, in the twenty-first century.
- Ne de olsa yirmi birinci yüzyılda yaşıyoruz.
- Whether we like it or not, we live in Huxley's Brave New World.
- Hoşumuza gitse de gitmese de Huxley'in Cesur Yeni Dünyası'nda yaşıyoruz.
- We must strike a balance between immigrants living in the European area legally and our societies.
- Avrupa bölgesinde yasal olarak yaşayan göçmenler ile toplumlarımız arasında bir denge kurmalıyız.
- Finally, we live in challenging and uncertain times and the political situation in the Middle East is very volatile.
- Son olarak zorlu ve belirsiz zamanlarda yaşıyoruz ve Orta Doğu'daki siyasi durum çok değişken.
- If anybody imagines that our drug policies are working, then they are living in cloud-cuckoo-land.
- Eğer birileri uyuşturucu politikalarımızın işe yaradığını düşünüyorsa, o zaman hayal aleminde yaşıyorlar demektir.
- Step down so that your compatriots can live in peace and freedom.
- Yurttaşlarınızın barış ve özgürlük içinde yaşayabilmesi için geri adım atın.
- I welcome this report's dedication to a policy to vaccinate to live.
- Bu raporun, yaşamak için aşılama politikasına olan bağlılığını memnuniyetle karşılıyorum.
- It should, once again, be pointed out that 70% of people infected with AIDS live in sub-Saharan Africa.
- AIDS ile enfekte olmuş insanların %70'inin Sahra altı Afrika'da yaşadığını bir kez daha belirtmek isterim.
- At any rate, it means that millions of foreigners live on our soil permanently and illegally.
- Her halükarda bu, milyonlarca yabancının topraklarımızda kalıcı ve yasadışı olarak yaşadığı anlamına geliyor.
- Those who were awarded the prize last year live under difficult circumstances, but they live in peace.
- Geçen yıl ödüle layık görülenler zor koşullar altında yaşıyorlar ama barış içinde yaşıyorlar.
- Many of them are farmers whose families have lived on their farms for centuries.
- Bunların birçoğu, aileleri yüzyıllardır çiftliklerinde yaşayan çiftçilerdir.
- This absurd situation does, however, reflect the times in which we live.
- Ancak bu absürt durum, içinde yaşadığımız zamanı yansıtmaktadır.
- This is a social tragedy for those who live by the sea and tourism.
- Bu, deniz kenarında yaşayanlar ve turizmciler için sosyal bir trajedidir.
- There are people there living in extraordinarily wretched conditions, both within Chechnya and outside.
- Orada hem Çeçenistan içinde hem de dışında olağanüstü kötü koşullarda yaşayan insanlar var.
- The Palestinians must be permitted to live freely, in peace, in the other quarter.
- Filistinlilerin diğer çeyrekte özgürce ve barış içinde yaşamalarına izin verilmelidir.
- We are living in a world of paradoxes.
- Bir paradokslar dünyasında yaşıyoruz.
- The poorest people in this world have to live on one dollar.
- Bu dünyadaki en yoksul insanlar bir dolarla yaşamak zorundadır.
- However, this is causing a problem for the many people who now live there.
- Ancak bu durum, şu anda orada yaşayan çok sayıda insan için bir soruna neden olmaktadır.
- This moral authority must be safeguarded if we want to live in a world of security and freedom.
- Eğer güvenlik ve özgürlük dolu bir dünyada yaşamak istiyorsak bu ahlaki otorite korunmalıdır.
- Therefore we have to live with that.
- Dolayısıyla bununla yaşamak zorundayız.
- They may work on one side and live on the other.
- Bir tarafta çalışıp diğer tarafta yaşayabilirler.
- One of these minorities who live in abject misery are, of course, the Roma in various candidate countries.
- Sefalet içinde yaşayan bu azınlıklardan biri de elbette çeşitli aday ülkelerdeki Romanlardır.
- Whether we like it or not, we live in Huxley's Brave New World.
- Hoşumuza gitse de gitmese de Huxley'in Cesur Yeni Dünyasında yaşıyoruz.
- Such medicines often cost more than the annual income of people living there.
- Bu tür ilaçların maliyeti genellikle orada yaşayan insanların yıllık gelirinden daha fazladır.
- We want to see two states living side by side, peaceful and prosperous.
- Yan yana, barış ve refah içinde yaşayan iki devlet görmek istiyoruz.
- For almost half a century we lived with an artificial division of Europe.
- Neredeyse yarım yüzyıl boyunca Avrupa'nın yapay bir bölünmüşlüğü ile yaşadık.
- Mr Bouwman mentioned an example from the one where he lives.
- Sayın Bouwman yaşadığı yerden bir örnek verdi.
- The ?U has insisted that suitable conditions for these people to return to and live in must be provided in advance.
- BM, bu insanların geri dönmeleri ve yaşamaları için uygun koşulların önceden sağlanması gerektiğinde ısrar etmiştir.
- They live under a military regime in the guise of a pseudo-democracy.
- Sözde demokrasi kisvesi altında askeri bir rejim altında yaşıyorlar.
- Personally, I am not entirely delighted with all these amendments, but I can live with them.
- Şahsen ben tüm bu değişikliklerden tam olarak memnun değilim, ancak bunlarla yaşayabilirim.
- It is not a matter of them being given a higher value, but they do live higher up.
- Mesele onlara daha yüksek bir değer verilmesi değil, ama onlar daha yüksekte yaşıyorlar.
- Yet the principle of the right to live as a family is simple.
- Oysa aile olarak yaşama hakkı ilkesi basittir.
- Increasingly, of course, we are all living in a continent of minorities.
- Elbette giderek artan bir şekilde, hepimiz bir azınlıklar kıtasında yaşıyoruz.
- The peoples of Europe are united there in all their cultural richness and live peacefully together.
- Avrupa halkları tüm kültürel zenginlikleriyle orada birleşmiş ve barış içinde bir arada yaşamaktadır.
- The monks and sisters who live in the religious community of Bethlehem cannot be considered hostages.
- Beytüllahim'deki dini cemaatte yaşayan rahip ve rahibeler rehine olarak kabul edilemez.
- Anyone who has ever lived there will recognise very little and will no longer feel at home there.
- Orada daha önce yaşamış olan herkes çok az şey tanıyacak ve artık orada kendini evinde hissetmeyecektir.
- Whatever his nationality, he has the right to live with his parents.
- Uyruğu ne olursa olsun, ailesiyle birlikte yaşama hakkına sahiptir.
- It was recognised that people too have rights, not just the states in which they live.
- Sadece yaşadıkları devletlerin değil, insanların da hakları olduğu kabul edildi.
- Three-quarters of the world's population now live in these two regions.
- Dünya nüfusunun dörtte üçü artık bu iki bölgede yaşamaktadır.
- Some of these have been living in Europe for over twenty years.
- Bunlardan bazıları yirmi yılı aşkın bir süredir Avrupa'da yaşıyor.
- Not only do we talk in those terms, but we live in solidarity and set definite dates.
- Sadece bu terimlerle konuşmakla kalmıyor, aynı zamanda dayanışma içinde yaşıyor ve kesin tarihler belirliyoruz.
- Women are often easy prey, given the poor conditions they live under.
- Kadınlar, yaşadıkları kötü koşullar göz önüne alındığında genellikle kolay avdır.
- We have to live in the real world.
- Gerçek dünyada yaşamak zorundayız.
- His Holiness the Dalai Lama left the country in 1959 and now lives, with his government-in-exile, in exile in India.
- Kutsal Dalai Lama 1959'da ülkeyi terk etti ve şimdi sürgündeki hükümetiyle birlikte Hindistan'da sürgünde yaşıyor.
- We live in an internal market with free movement of goods, persons, services and capital.
- Malların, kişilerin, hizmetlerin ve sermayenin serbest dolaşımının sağlandığı bir iç pazarda yaşıyoruz.
- One in five people who live in this global village still have no access to education or health care.
- Bu küresel köyde yaşayan her beş kişiden birinin hala eğitim veya sağlık hizmetlerine erişimi yok.
- Some damage, given human nature and the fallen world we live in, is inevitable.
- İnsan doğası ve içinde yaşadığımız düşmüş dünya göz önüne alındığında bir miktar zarar kaçınılmazdır.
- Is that the European Union that we want our citizens to live in?
- Vatandaşlarımızın içinde yaşamasını istediğimiz Avrupa Birliği bu mu?
- That is a fact, and we have to live with it.
- Bu bir gerçek ve bununla yaşamak zorundayız.
- They now live, much beloved by the public, as Liesl and Hiasl in an animal rescue centre in Vienna.
- Şimdi Liesl ve Hiasl olarak Viyana'daki bir hayvan kurtarma merkezinde halk tarafından çok sevilerek yaşıyorlar.
- Seventy percent of the approximately one and a half billion people who live below the poverty line are women.
- Yoksulluk sınırının altında yaşayan yaklaşık bir buçuk milyar insanın yüzde yetmişi kadındır.
- Moreover, efforts at village level, where the majority of the poor live, must be clearly prioritised.
- Ayrıca yoksulların çoğunluğunun yaşadığı köy düzeyindeki çabalara açık bir şekilde öncelik verilmelidir.
- It was recognised that people too have rights, not just the states in which they live.
- Sadece içinde yaşadıkları devletlerin değil, insanların da hakları olduğu kabul edilmiştir.
- In many ways, these show that they are living in a world of their own, detached from reality outside.
- Bunlar pek çok açıdan, dış gerçeklikten kopuk, kendilerine ait bir dünyada yaşadıklarını göstermektedir.
- We live in the same world as the women of Afghanistan.
- Afganistanlı kadınlarla aynı dünyada yaşıyoruz.
- It is also important to know which house the couple will live in, and that is the job of the Convention.
- Çiftin hangi evde yaşayacağını bilmek de önemlidir ve bu da Konvansiyon'un işidir.
- All the more so as we mostly live in a border-free area where decisions affect our neighbours.
- Çoğunlukla kararların komşularımızı etkilediği sınırların olmadığı bir bölgede yaşadığımız için bu daha da önemlidir.
- We should take an interest in the future of the people who live there.
- Orada yaşayan insanların geleceğiyle ilgilenmeliyiz.
- I could even have lived with the text proposed by the Council.
- Konsey tarafından önerilen metinle bile yaşayabilirdim.
- It is not a matter of them being given a higher value, but they do live higher up.
- Mesele onlara daha yüksek bir değer verilmesi değil ama onlar daha yüksekte yaşıyorlar.
- There are over 290 million people who live within the twelve new euro zone countries alone.
- Sadece on iki yeni Avro bölgesi ülkesinde yaşayan 290 milyondan fazla insan var.
- What did those of our parents who lived in occupied countries 60 years ago do?
- Bundan 60 yıl önce işgal altındaki ülkelerde yaşayan ebeveynlerimiz ne yaptı?
- Representatives of foreign donors and Vietnamese NGOs cannot travel freely in the area where they live.
- Yabancı bağışçıların ve Vietnamlı STK'ların temsilcileri yaşadıkları bölgelerde serbestçe seyahat edememektedir.
- The Serbs, Roma and other minorities have a right to live there!
- Sırpların, Romanların ve diğer azınlıkların orada yaşamaya hakkı var!
- As we know, most of Aceh's 4.2 million people live outside the two main towns.
- Bildiğimiz gibi Açe'nin 4.2 milyonluk nüfusunun çoğu iki ana kentin dışında yaşamaktadır.
- Coasts are not conurbation areas, but nevertheless around one third of the EU population live in coastal regions today.
- Kıyılar şehir merkezi değildir ancak yine de bugün AB nüfusunun yaklaşık üçte biri kıyı bölgelerinde yaşamaktadır.
- Both peoples must be able to live in peace and security.
- Her iki halk da barış ve güvenlik içinde yaşayabilmelidir.
- Yet what age are we living in?
- Oysa hangi çağda yaşıyoruz?
- I can live with these minimum standards, but I would ask the Commission to carefully monitor the situation.
- Bu asgari standartlarla yaşayabilirim ancak Komisyondan durumu dikkatle izlemesini rica ediyorum.
- Noise pollution caused by aircraft is mainly a problem for people who live near the airports.
- Uçakların neden olduğu gürültü kirliliği esas olarak havaalanlarının yakınında yaşayan insanlar için bir sorundur.
- In many ways, these show that they are living in a world of their own, detached from reality outside.
- Bunlar birçok yönden, dış gerçeklikten kopuk, kendi dünyalarında yaşadıklarını göstermektedir.
- Those who have managed to flee are then forced to return to an area that is really impossible to live in.
- Kaçmayı başaranlar ise yaşaması gerçekten imkansız olan bir bölgeye geri dönmek zorunda kalıyor.
- In my constituency in Wales, three out of five older people live in poverty.
- Galler'deki seçim bölgemde her beş yaşlıdan üçü yoksulluk içinde yaşamaktadır.
- Although most people live in rural areas, too little attention is given to food production.
- İnsanların çoğu kırsal alanlarda yaşamasına rağmen, gıda üretimine çok az önem verilmektedir.
- The greatest proportion of the world’s poor live in Asia.
- Dünyadaki yoksulların en büyük bölümü Asya'da yaşamaktadır.
- Is it a violation of human rights to allow an elderly, sick, retired person to live on a mere EUR 500 per month?
- Yaşlı, hasta, emekli bir kişinin ayda sadece 500 avro ile yaşamasına izin vermek insan hakları ihlali midir?
- We have to live and earn a living in these places.
- Bu yerlerde yaşamak ve hayatımızı kazanmak zorundayız.
- In other words, prosperity and stability so that all can live with dignity in their own lands.
- Başka bir deyişle herkesin kendi topraklarında onurlu bir şekilde yaşayabilmesi için refah ve istikrar.
- The people living along the transit routes are in despair.
- Geçiş güzergahlarında yaşayan insanlar umutsuzluk içinde.
- In our cities we have families living under canvas.
- Şehirlerimizde branda altında yaşayan ailelerimiz var.
- We also need to recognise that people who live in glasshouses should not throw stones.
- Ayrıca camdan evlerde yaşayan insanların taş atmaması gerektiğini de kabul etmeliyiz.
- People living in Europe need to be protected from being subjected to that American system.
- Avrupa'da yaşayan insanların bu Amerikan sistemine maruz kalmaktan korunmaları gerekmektedir.
- I am fortunate to live in one of the most beautiful places in the Union, namely West Cork in Ireland.
- Avrupa Birliği'nin en güzel yerlerinden birinde, İrlanda'nın Batı Cork bölgesinde yaşadığım için şanslıyım.
- Representatives of foreign donors and Vietnamese NGOs cannot travel freely in the area where they live.
- Yabancı donörlerin ve Vietnamlı STK'ların temsilcileri yaşadıkları bölgede özgürce seyahat edememektedir.
- That is a fact that, alas, we have to live with.
- Bu, ne yazık ki, yaşamak zorunda olduğumuz bir gerçektir.
- This is a legitimate expectation of the 2.8 billion people who live on less than USD 2 per day.
- Bu, günde 2 ABD Dolarının altında bir gelirle yaşayan 2.8 milyar insanın meşru bir beklentisidir.
- As we are all too aware, we live in a dangerous world.
- Hepimizin farkında olduğu üzere, tehlikeli bir dünyada yaşıyoruz.
- The policy of emergency vaccination must be part of a strategy which allows animals to live.
- Acil aşılama politikası, hayvanların yaşamasına izin veren bir stratejinin parçası olmalıdır.
- The environment, and the people who live in the affected areas, will thank us for it.
- Çevre ve etkilenen bölgelerde yaşayan insanlar bunun için bize teşekkür edeceklerdir.
- The farm workers working on the white farms often have to live in unacceptable social conditions.
- Beyaz çiftliklerde çalışan tarım işçileri genellikle kabul edilemez sosyal koşullarda yaşamak zorundadır.
- Between 5 and 7% of the European citizens live in mountain regions, on average.
- Avrupa vatandaşlarının ortalama %5 ila %7'si dağlık bölgelerde yaşamaktadır.
- The monks and sisters who live in the religious community of Bethlehem cannot be considered hostages.
- Beytüllahim dini cemaatinde yaşayan rahip ve rahibeler rehine olarak kabul edilemez.
- How long will those who have lost their homes and are living in precarious conditions have to wait to be housed?
- Evlerini kaybeden ve güvencesiz koşullarda yaşayanlar ev sahibi olmak için ne kadar beklemek zorunda kalacak?
- We who live on the border with Eastern Europe know these countries very well.
- Doğu Avrupa sınırında yaşayan bizler bu ülkeleri çok iyi tanıyoruz.
- We are now living in a global market where companies have to be competitive.
- Artık şirketlerin rekabetçi olmak zorunda olduğu küresel bir pazarda yaşıyoruz.
- We live in an imperfect world, and the use of thresholds reflects the reality.
- Kusurlu bir dünyada yaşıyoruz ve eşik değerlerin kullanımı gerçeği yansıtmaktadır.
- My family has lived in Tanzania for 166 years, much longer than many white farmers in Zimbabwe.
- Ailem 166 yıldır Tanzanya'da yaşıyor, bu süre Zimbabwe'deki birçok beyaz çiftçiden çok daha uzun.
- Water is a scarce resource and its 2.2 million people are poor and live in rural areas.
- Su kıt bir kaynaktır ve 2,2 milyon insan yoksuldur ve kırsal alanlarda yaşamaktadır.
- Even after it has expired, its spirit must live on.
- Süresi dolmuş olsa bile ruhu yaşamaya devam etmelidir.
- Millions of human beings live in extreme poverty and every hour of the day many die of hunger.
- Milyonlarca insan aşırı yoksulluk içinde yaşamakta ve günün her saatinde birçoğu açlıktan ölmektedir.
- The Vietnamese people live in poverty, their society is in decline and the country is still under-developed.
- Vietnam halkı yoksulluk içinde yaşıyor, toplumları çöküşte ve ülke hala az gelişmiş durumda.
- If Parliament endorses it, it proves that it too is living on another planet.
- Parlamento bunu onaylarsa, bu onun da başka bir gezegende yaşadığını kanıtlar.
- I am fortunate to live in one of the most beautiful places in the Union, namely West Cork in Ireland.
- Avrupa Birliği'nin en güzel yerlerinden birinde, İrlanda'nın West Cork bölgesinde yaşadığım için şanslıyım.
- Noise dumping of this kind is obviously very harmful to citizens living close to these airports.
- Bu tür gürültü boşaltımlarının bu havalimanlarına yakın yaşayan vatandaşlar için çok zararlı olduğu açıktır.
- As I see it, Israel has many enemies to defeat before it can live in security and peace.
- Gördüğüm kadarıyla İsrail'in güvenlik ve barış içinde yaşayabilmesi için yenmesi gereken çok sayıda düşmanı var.
- The people of Israel also live in a situation of insecurity.
- İsrail halkı da güvensizlik içinde yaşamaktadır.
- That is how life is lived there.
- Orada hayat böyle yaşanıyor.
- Most of the 60 million people living beneath the poverty line in the EU are women.
- AB'de yoksulluk sınırının altında yaşayan 60 milyon kişinin çoğu kadındır.
- We must live in the real world.
- Gerçek dünyada yaşamalıyız.
- Most of the Kurdish population lives in the South-East of the country.
- Kürt nüfusun çoğunluğu, ülkenin güneydoğusunda yaşar.
- As long as people are living there in dreadful conditions, they will want to go on fleeing to Western countries.
- İnsanlar orada korkunç koşullarda yaşadıkları sürece Batı ülkelerine kaçmaya devam etmek isteyeceklerdir.
- It may be possible to live with silicone breasts if they are periodically replaced with new material.
- Periyodik olarak yeni malzeme ile değiştirildikleri takdirde silikon göğüslerle yaşamak mümkün olabilir.
- As some colleagues may know, I live in Cumbria at the heart of last year's foot and mouth outbreak.
- Bazı meslektaşlarımın bilebileceği gibi, geçen yılki şap salgınının merkezinde yer alan Cumbria'da yaşıyorum.
- We live at a vital juncture of European and international affairs.
- Avrupa ve uluslararası ilişkilerin hayati bir kavşağında yaşıyoruz.
- I myself live close to the Baltic, which matters to us all.
- Ben de hepimiz için önemli olan Baltık Denizi'ne yakın bir yerde yaşıyorum.
- In a few years, we shall live in a Europe which can be an area of stability and freedom.
- Birkaç yıl içinde istikrar ve özgürlük alanı olabilecek bir Avrupa'da yaşayacağız.
- This minority has however lived peacefully alongside the Muslim majority for decades.
- Ancak bu azınlık on yıllardır Müslüman çoğunluğun yanında barış içinde yaşamaktadır.
- That has not yet been forthcoming, but we live in hope.
- Bu henüz gerçekleşmedi ama umutla yaşıyoruz.
- How much longer must Israelis and Palestinians live in Gethsemane?
- İsrailliler ve Filistinliler Gethsemane'de daha ne kadar yaşamak zorunda?
- We are not unsympathetic to the fact that some foreign families have to live apart.
- Bazı yabancı ailelerin ayrı yaşamak zorunda kalmasına anlayışsız değiliz.
- Mr Bouwman mentioned an example from the one where he lives.
- Bay Bouwman yaşadığı yerden bir örnek verdi.
- Millions of people live on the Iranian side of the border, millions of others live on the Pakistani side.
- Milyonlarca insan sınırın İran tarafında milyonlarca insan da Pakistan tarafında yaşıyor.
- We must live in a positive way.
- Olumlu bir şekilde yaşamalıyız.
- Two thirds of the world live in conditions of extreme poverty.
- Dünyanın üçte ikisi aşırı yoksulluk koşullarında yaşamaktadır.
- They live under a military regime in the guise of a pseudo-democracy.
- Sözde demokrasi kisvesi altında askeri bir rejim altında yaşamaktadırlar.
- More than 60 million people are living at risk of poverty.
- 60 milyondan fazla insan yoksulluk riski altında yaşıyor.
- Nowadays, someone living in an old people's home is accommodated within the social field.
- Günümüzde huzurevinde yaşayan bir kişi sosyal alan içerisinde yer almaktadır.
- However, to quote a well-known philosopher, we do not live in the best of all possible worlds.
- Ancak, tanınmış bir filozoftan alıntı yapacak olursak, mümkün olan tüm dünyaların en iyisinde yaşamıyoruz.
- Millions of citizens are living in appalling conditions.
- Milyonlarca vatandaş korkunç koşullarda yaşıyor.
- We live in an age in which terrorism operates on an international scale.
- Terörizmin uluslararası ölçekte faaliyet gösterdiği bir çağda yaşıyoruz.
- That is the situation we are living in.
- İçinde yaşadığımız durum budur.
- We will all be grateful for the measures taken, especially those who live, work and suffer along our coasts.
- Hepimiz, özellikle de kıyılarımızda yaşayan, çalışan ve acı çeken insanlar, alınan tedbirler için minnettar olacağız.
- But we live in hope and that is why we are asking that these steps be taken.
- Ancak umutla yaşıyoruz ve bu nedenle bu adımların atılmasını istiyoruz.
- The system is ruthless and we have to live with it.
- Sistem acımasız ve biz bununla yaşamak zorundayız.
- For years, a brutal junta has been terrorising the people of Burma, who live in extreme poverty.
- Yıllardır acımasız bir cunta, aşırı yoksulluk içinde yaşayan Burma halkını terörize etmektedir.
- The Commission does not plan to create a single charter of rights for people living near airports.
- Komisyon, havaalanlarının yakınında yaşayan insanlar için tek bir haklar sözleşmesi oluşturmayı planlamamaktadır.
- We are seeking to dictate to others how they should live.
- Başkalarına nasıl yaşamaları gerektiğini dikte etmeye çalışıyoruz.
- We are not living in an era of autocratic regimes.
- Otokratik rejimlerin hüküm sürdüğü bir çağda yaşamıyoruz.
- I believe that this also corresponds to the times we are living in.
- Bunun aynı zamanda içinde yaşadığımız dönemle de örtüştüğüne inanıyorum.
- E-health and communication are essential in the world that we live in.
- E-sağlık ve iletişim, içinde yaşadığımız dünyanın vazgeçilmez unsurlarıdır.
- Only through an agreement based on equality can two peoples find a way to live peacefully as good neighbours.
- Sadece eşitliğe dayalı bir anlaşma yoluyla iki halk iyi komşular olarak barış içinde yaşamanın bir yolunu bulabilir.
- Some 7.2 million Zimbabweans, more than half the population, are living on the brink of starvation.
- Yaklaşık 7.2 milyon Zimbabveli, yani nüfusun yarısından fazlası açlık sınırında yaşıyor.
- European citizenship should also be an added extra for everyone living in the European Union.
- Avrupa vatandaşlığı da Avrupa Birliği'nde yaşayan herkes için ekstra bir hak olmalıdır.
- Taking the complaints of people living near airports seriously is just as important.
- Havalimanlarının yakınında yaşayan insanların şikayetlerini ciddiye almak da bir o kadar önemlidir.
- In any case, politically, we are already living in an enlarged Union.
- Her halükarda, siyasi olarak zaten genişlemiş bir Birlik içinde yaşıyoruz.
- This week we voted on the transit problems of Russians living in Kaliningrad.
- Bu hafta Kaliningrad'da yaşayan Rusların transit geçiş sorunlarını oyladık.
- We live in an imperfect world and the use of thresholds reflects that reality.
- Kusurlu bir dünyada yaşıyoruz ve eşik değerlerin kullanımı da bu gerçeği yansıtmaktadır.
- They live for extremely long periods of time and with very limited distributions.
- Son derece uzun süreler boyunca ve çok sınırlı dağılımlarla yaşarlar.
- They granted them their freedom and allowed them to live by their religious principles and culture.
- Onlara özgürlüklerini bahşettiler ve dini ilkelerine ve kültürlerine göre yaşamalarına izin verdiler.
- That is the only reason for a horse to live, kid.
- Bir atın yaşamasının tek nedeni budur evlat.
- So, you were living with this guy the whole time.
- Yani, başından beri bu adamın yanında yaşıyordunuz.
- I will personally find you a nice little place to live.
- Sana yaşaman için küçük, güzel bir yeri bizzat bulacağım.
- Indeed, our deepest desire is to live in loving relationships with one another.
- Aslında, en derin arzumuz birbirimizle sevgi dolu ilişkilerde yaşamaktır.
- Your family can live here in safety and peace.
- Aileniz burada güven ve huzur içinde yaşayabilir.
- We are living in a planet which have enough water and continents.
- Yeterince suyu ve kıtası olan bir gezegende yaşıyoruz.
- You have learned to recycle certain things and to live more in harmony with the planet in some areas.
- Bazı şeyleri geri dönüştürmeyi ve bazı alanlarda gezegenle daha uyumlu yaşamayı öğrendiniz.
- I was trying so hard to live a life of love.
- Aşk dolu bir hayat yaşamak için çok çabalıyordum.
- Our thoughts, feelings, and emotions affect the space we live in.
- Düşüncelerimiz, duygularımız ve duygularımız yaşadığımız yeri de etkiler.
- You live down by the beach, you have a beautiful wife, and nothing's ever good enough.
- Sahil kenarında yaşıyorsun, güzel bir karın var, ve hiçbiri sana yetmiyor.
- If you can live with that decision, so can I.
- Eğer sen bu kararla yaşayabilirsen, ben de yaşayabilirim.
- It makes our life new, rich, and worth living.
- Hayatımızı yeni, zengin ve yaşamaya değer kılar.
- You're the only one among us living like a decent human being.
- Aramızda düzgün bir insan gibi yaşayan tek kişi sensin.
- They are conspiring against you, but music is where freedom lives.
- Sana karşı komplo kuruyorlar ama müzik özgürlüğün yaşadığı yerdir.
- In fact, the world has never lived a single day of peace.
- Aslında dünya hiçbir zaman huzur dolu bir gün yaşamadı.
- And I'm going to go live with him there, after the season's over.
- Ve ben de bu dönem sonunda gidip onunla birlikte orada yaşayacağım.
- They are built on respect, courtesy, and how to live with one another.
- Bunlar saygı, nezaket ve birbirimizle nasıl yaşayacağımız üzerine inşa edilmiştir.
- Together we will live with respect for one another.
- Birlikte birbirimize saygı duyarak yaşayacağız.
- They say when you are a drug addict, you should think of something you want to live for.
- Uyuşturucu bağımlısı olduğunuzda, uğruna yaşamak isteyeceğiniz bir şey düşünmeniz gerektiğini söylerler.
- We live in an automated world now, so these things are necessary.
- Artık otomatikleşmiş bir dünyada yaşıyoruz, dolayısıyla bunlar gerekli.
- No one can eat that much sugar and live.
- Kimse o kadar şeker yiyerek yaşayamaz.
- Just pay the minimum and live to fight another month.
- Asgarisini ödeyip bir ay daha geçim mücadelesi vermek için yaşayacaksın.
- They are conspiring against you, but music is where freedom lives.
- Size karşı komplo kuruyorlar ama müzik özgürlüğün yaşadığı yerdir.
- It is a costly world to live in these days.
- Bugünlerde yaşamak pahalı bir dünya.
- I'm going to my house, where I live like a respectable human being.
- Saygıdeğer bir insan gibi yaşadığım evime gidiyorum.
- We are living in a planet which have enough water and continents.
- Yeterli suya ve kıtalara sahip bir gezegende yaşıyoruz.
- I will personally find you a nice little place to live.
- Sana yaşaman için küçük, güzel bir yeri bizzat ben bulacağım.
- Indeed, our deepest desire is to live in loving relationships with one another.
- Gerçekten de en derin arzumuz birbirimizle sevgi dolu ilişkiler içinde yaşamaktır.
- They granted them their freedom and allowed them to live by their religious principles and culture.
- Onlara hürriyetlerini tanıdılar, dini esaslarını ve kültürlerini yaşamalarına izin verdiler.
- We live in a place where these things never happen.
- Biz böyle şeylerin hiç yaşanmadığı bir yerde yaşıyoruz.
- If you can live with that decision, so can I.
- Eğer siz bu kararla yaşayabiliyorsanız, ben de yaşayabilirim.
- Your family can live here in safety and peace.
- Ailen burada, güvenli ve huzurlu bir şekilde yaşayabilir.
- You live in anarchy, murdering one another.
- Anarşi içinde yaşıyorsunuz, birbirinizi öldürüyorsunuz.
- So, you were living with this guy the whole time.
- Demek tüm bu süre boyunca bu adamla birlikte yaşıyordun.
- The name of this metropolis, where more than ten million people live, also means the "capital city" in Korean.
- On milyondan fazla insanın yaşadığı bu metropolün adı Korece'de "başkent" anlamına da gelmektedir.
- I thought we lived in such a nice small town.
- Küçük şirin bir yerde yaşıyoruz sanıyordum.
- The couple has been living happily together since.
- Çift o zamandan beri mutlu bir birliktelik yaşıyor.
- It is born, lives, and dies like all living things.
- Doğar, yaşar ve ölür, tıpkı diğer canlılar gibi.
- You live down by the beach, you have a beautiful wife, and nothing's ever good enough.
- Sahilde yaşıyorsun, güzel bir karın var ve hiçbir şey yeterince iyi değil.
- So, you were living with this guy the whole time.
- Yani onca zamandır bu adamla yaşıyordunuz.
- You have learned to recycle certain things and to live more in harmony with the planet in some areas.
- Bazı şeyleri geri dönüştürmeyi ve bazı bölgelerde gezegenle daha uyum içinde yaşamayı öğrendiniz.
- For Israel, to live with the Palestinians as equals inside a democratic system is equivalent to a suicide.
- İsrail için Filistinlilerle demokratik bir sistem içinde eşit olarak yaşamak intihar etmekle eşdeğerdir.
- I will personally find you a nice little place to live.
- Sana şahsen yaşaman için güzel bir yer bulacağım.
- The three-dimensional world we thought we lived in is only what we see.
- Yaşadığımızı sandığımız üç boyutlu dünya sadece gördüklerimizden ibarettir.
- But a person can't live two lives at once.
- Ama bir insan aynı anda iki hayat yaşayamaz.
- Just pay the minimum and live to fight another month.
- Sadece asgari tutarı ödeyin ve bir ay daha geçim mücadelesi vermek için yaşayın.
- I was trying so hard to live a life of love.
- Aşk dolu bir hayat yaşamak için çok uğraştım.
- It is born, lives, and dies like all living things.
- Tüm canlılar gibi doğar, yaşar ve ölür.
- I thought we lived in such a nice small town.
- Küçük ve güzel bir kasabada yaşadığımızı sanıyordum.
- They are conspiring against you, but music is where freedom lives.
- Size komplo kuruyorlar, ancak özgürlük, müzikte yaşıyor.
- No one can eat that much sugar and live.
- Kimse bu kadar şekeri yiyerek yaşayamaz.
- You have learned to recycle certain things and to live more in harmony with the planet in some areas.
- Belli ürünleri geri dönüştürmeyi ve bazı bölgelerde gezegenle daha fazla uyum içinde yaşamayı öğrendiniz.
- I thought we lived in such a nice small town.
- Çok güzel ve küçük bir kasabada yaşadığımızı sanıyordum.
- At the moment I feel like I'm living in two places.
- Şu anda iki yerde yaşıyormuşum gibi hissediyorum.
- The children of Palestine and Israel will live together in this region.
- Filistin ve İsrail'in çocukları bu bölgede bir arada yaşayacaklar.
- Our thoughts, feelings, and emotions affect the space we live in.
- Düşüncelerimiz, hislerimiz ve duygularımız yaşadığımız ortamı etkiliyor.
- My parents and I lived in the area, too, for a while.
- Annem ve babam da bir süre bu bölgede yaşadık.
- The couple has been living happily together since.
- Çift o zamandan beri beraber mutlu bir şekilde yaşıyor.
- Everyone living on the earth looks for ways of achieving happiness.
- Dünyada yaşayan herkes mutluluğa ulaşmanın yollarını arar.
- For Israel, to live with the Palestinians as equals inside a democratic system is equivalent to a suicide.
- İsrail için Filistinlilerle demokratik bir sistemde eşit bir şekilde yaşamak intiharla eşdeğerdir.
- That is the only reason for a horse to live, kid.
- Bir atın yaşamasının tek sebebi budur, evlat.
- And I'm going to go live with him there, after the season's over.
- Ve sezon bittikten sonra onunla orada yaşayacağım.
- You live down by the beach, you have a beautiful wife, and nothing's ever good enough.
- Sahilde yaşıyorsun, güzel bir karın var ve hiçbir şey yeterli gelmiyor.
- And I'm going to go live with him there, after the season's over.
- Ayrıca sezon bittikten sonra da onunla birlikte yaşayacağım.
- Everyone living on the earth looks for ways of achieving happiness.
- Dünya üzerinde yaşayan herkes mutluluğa ulaşmanın yollarını arar.
- For Israel, to live with the Palestinians as equals inside a democratic system is equivalent to a suicide.
- İsraillilere göre Filistinliler ile eşit şartlarda demokratik bir yapı içinde yaşamak intihara eşdeğerdir.
- Tom doesn't really want to live there, does he?
- Tom gerçekten orada yaşamak istemiyor, değil mi?
- Forget all grudges and begin living freely.
- Bütün kinleri unut ve özgürce yaşamaya başla.
- I'd like to live in a decent house.
- Düzgün bir evde yaşamak isterdim.
- My brother, who lives in Boston, is a carpenter.
- Boston'da yaşayan erkek kardeşim bir marangoz.
- To live is to fight.
- Yaşamak mücadele etmektir.
- If there was no sun, we would not be able to live.
- Güneş olmasa yaşayamayız.
- One can't live without water.
- Biri su olmadan yaşayamaz.
- Tom no longer lives here.
- Tom artık burada yaşamıyor.
- Twenty families live here.
- Burada yirmi aile yaşar.
- Tom lives in Paris.
- Tom, Paris'te yaşıyor.
- I live in this neighborhood.
- Ben bu mahallede yaşarım.
- Tom lives here.
- Tom burada yaşıyor.
- How do you know where I live?
- Nerede yaşadığımı nasıl biliyorsun?
- They easily adapted to living abroad.
- Yurt dışında yaşamaya kolayca adapte oldular.
- I live in Montenegro.
- Karadağ'da yaşıyorum.
- I don't want to live in a big mansion.
- Büyük bir malikanede yaşamak istemiyorum.
- He lives alone.
- Yalnız yaşıyor.
- Why do you think Tom doesn't live in Boston anymore?
- Neden Tom'un artık Boston'da yaşamadığını düşünüyorsun?
- Sami planned to return to Cairo to live with his family.
- Sami ailesiyle yaşamak için Kahire'ye dönmeyi planlıyordu.
- I finally was able to find out where Tom lives.
- Sonunda Tom'un nerede yaşadığını öğrenebildim.
- She lives in comfort.
- O konfor içinde yaşar.
- I thought you lived with your family.
- Ailenle yaşadığını sanıyordum.
- He lives according to the law of the Lord.
- Tanrı'nın kanunlarına göre yaşıyor.
- When I lived in Rome, I took the subway every day.
- Roma'da yaşarken her gün metroya binerdim.
- Tom told me that you probably know where Mary lives.
- Tom bana muhtemelen Mary'nin nerede yaşadığını bildiğini söyledi.
- It's been more than ten years since we came to live here.
- Buraya yaşamaya geleli on yıldan fazla oldu.
- Tom is the only one here who knows where Mary lives.
- Tom burada Mary'nin nerede yaşadığını bilen tek kişidir.
- I live quite close to Tom.
- Tom'a çok yakın yaşıyorum.
- Tom is the only one here who has never lived in Boston.
- Tom burada Boston'da hiç yaşamamış olan tek kişi.
- Sami lives about a block away from here.
- Sami buradan bir blok ötede yaşıyor.
- Tom was unable to hold a job or live by himself.
- Tom bir işte çalışamadığı gibi kendi başına da yaşayamıyordu.
- You have to live with it.
- Onunla yaşamayı öğrenmek zorundasın.
- As for living in Japan, I have nothing to complain about.
- Japonya'da yaşamaya gelince, şikâyet edecek bir şeyim yok.
- Tom asked me if I knew where Mary lived.
- Tom bana Mary'nin nerede yaşadığını bilip bilmediğimi sordu.
- Tom has been living here since 2013.
- Tom 2013'ten beri burada yaşıyor.
- If there were no air, man could not live even ten minutes.
- Hava yoksa insan on dakika bile yaşayamaz.
- I live in Australia.
- Ben Avustralya'da yaşıyorum.
- It is a great convenience to live near a station.
- Bir istasyonun yakınında yaşamak büyük bir kolaylık.
- My dog and cat live in harmony with each other.
- Köpeğim ve kedim birbirleriyle uyum içinde yaşıyorlar.
- Do any of you know where he lives?
- Nerede yaşadığını bileniniz var mı?
- Do you live a healthy lifestyle?
- Sağlıklı bir yaşam tarzı yaşıyor musunuz?
- Tom lives in Boston with his grandparents.
- Tom Boston'da büyükannesi ve büyükbabasıyla yaşıyor.
- I don't think anyone has lived in this house for years.
- Yıllardır bu evde kimsenin yaşadığını sanmıyorum.
- Michael is already an adult, but he still lives with his mother.
- Michael artık bir yetişkin ama hâlâ annesiyle yaşıyor.
- I want you to let her live.
- Onun yaşamasına izin vermeni istiyorum.
- Tom told me where Mary lives.
- Tom bana Mary'nin nerede yaşadığını söyledi.
- Tom spent years living on the streets of Boston.
- Tom yıllarını Boston sokaklarda yaşayarak geçirdi.
- I lived in happiness.
- Mutluluk içinde yaşadım.
- Tom doesn't like living in the country.
- Tom kırsalda yaşamayı sevmiyor.
- Tom booked a room for me at a hotel near where he lived.
- Tom yaşadığı yere yakın bir otelde benim için bir oda ayırttı.
- Would you like to live in Ukraine?
- Ukrayna'da yaşamak ister misin?
- Tom has lived in Boston since he was three.
- Tom üç yaşından beri Boston'da yaşıyor.
- I'm going to live in Namibia.
- Namibya'da yaşayacağım.
- I've always lived with my parents.
- Her zaman ailemle yaşadım.
- Her baby lived for one day.
- Bebeği bir gün yaşadı.
- How long have you lived in Boston?
- Ne kadar süre Boston'da yaşadın?
- Tom and Mary live on the same street.
- Tom ve Mary aynı sokakta yaşıyorlar.
- Tom never knew that Mary lived on the bad side of town.
- Tom Mary'nin kasabanın kötü tarafında yaşadığını zaten bilmiyordu.
- If it were not for water, we could not live.
- Eğer su olmasaydı, yaşayamazdık.
- They live nearby.
- Onlar yakında yaşarlar.
- I used to live with Tom.
- Tom'la birlikte yaşardım.
- A man just asked me where Tom lives.
- Az önce bir adam bana Tom'un nerede yaşadığını sordu.
- It's dangerous to live near a volcano.
- Bir yanardağın yakınında yaşamak tehlikelidir.
- I do not know how she manages to live telling lies.
- Yalan söyleyerek yaşamayı nasıl başarıyor bilmiyorum.
- He lives within earshot of my house.
- Evimin adeta dibinde yaşıyor.
- This is the house where I lived when I was a child.
- Çocukken yaşadığım ev burası.
- I live in a country where the cost of a liter of gasoline is cheaper than the cost of a liter of water.
- Bir litre benzinin maliyetinin bir litre suyun maliyetinden daha ucuz olduğu bir ülkede yaşıyorum.
- I can't live without my music.
- Müziğim olmadan yaşayamam.
- I know you used to live in Boston.
- Boston'da yaşadığını biliyorum.
- I'm living in Boston now.
- Artık Boston'da yaşıyorum.
- You realize Tom lives in Boston now, right?
- Tom'un artık Boston'da yaşadığının farkındasın, değil mi?
- He lives a long way away.
- O çok uzakta yaşıyor.
- Many young families live in this area.
- Bu bölgede birçok genç aile yaşıyor.
- Humans are asleep when they live, they wake up when they die.
- İnsanlar yaşarken uyurlar, ölünce uyanırlar.
- Tom lives in a house on the edge of town.
- Tom şehrin kenarında bir evde yaşıyor.
- Tom lives in a house that was built in the 1700s.
- Tom 1700'lerde inşa edilmiş bir evde yaşıyor.
- Tom certainly helped make this a better place to live.
- Tom kesinlikle bunu yaşanacak daha iyi bir yer yapmak için yardım etti.
- It seems that Mr Hatoyama is living in company housing.
- Görünüşe göre Bay Hatoyama şirket konutlarında yaşıyor.
- Are your kids still living with you?
- Çocuklarınız hâlâ sizinle mi yaşıyor?
- Have you ever wanted to live anywhere else?
- Hiç başka bir yerde yaşamak istedin mi?
- I live upstate.
- Şehir dışında yaşıyorum.
- Where do Mary and Tom live?
- Mary ve Tom nerede yaşıyorlar?
- Tom and Mary live close to the ocean.
- Tom ve Mary okyanusa yakın yaşarlar.
- I lived in Boston for many, many years.
- Uzun yıllar Boston'da yaşadım.
- He is living outside the city.
- Şehrin dışında yaşıyor.
- Sami's parents live in Cairo.
- Sami'nin anne ve babası, Kahire'de yaşıyor.
- Where does she live now?
- Şimdi nerede yaşıyor?
- Tom has lived in Boston since 2013.
- Tom 2013'ten beri Boston'da yaşıyor.
- They live in a rented house.
- Onlar kiralık bir evde yaşamaktadırlar.
- People can't live without air.
- İnsanlar hava olmadan yaşayamazlar.
- I'm the one who told Tom where you lived.
- Tom'a nerede yaşadığını söyleyen bendim.
- He lives in the suburbs of London.
- Londra'nın banliyölerinde yaşar.
- Tom lives and works in Boston.
- Tom Boston'da yaşar ve çalışır.
- How much longer do you plan to live in this house?
- Bu evde daha ne kadar yaşamayı planlıyorsun?
- It is clear that we cannot live without air.
- Havasız yaşayamayacağımız açıktır.
- Tom doesn't know where he's going to live next year.
- Tom gelecek yıl nerede yaşayacağını bilmiyor.
- He has lived here for a long time.
- Uzun zamandır burada yaşıyor.
- The girl that we were talking about lives here.
- Hakkında konuştuğumuz kız, burada yaşıyor.
- Do you live in Boston?
- Boston'da mı yaşıyorsun?
- I guess I've lived too long.
- Sanırım fazla uzun yaşadım.
- He lives off the grid.
- Şebekeden uzakta yaşıyor.
- Merely to breathe does not mean to live.
- Sadece nefes almak yaşamak demek değildir.
- Tom doesn't like the house that he lives in.
- Tom yaşadığı evi sevmiyor.
- Tom wouldn't tell me where he lived.
- Tom bana nerede yaşadığını söylemezdi.
- I can live without water.
- Susuz yaşayabilirim.
- Doesn't he live in Montmartre anymore?
- O artık Montmartre'da yaşamıyor mu?
- I think Tom knows where Mary lives.
- Tom'un Mary'nin yaşadığı yeri bildiğini düşünüyorum.
- I live kilometers away from the nearest station.
- En yakın istasyondan kilometrelerce uzakta yaşıyorum.
- Mary lives alone except for her cat.
- Mary kedisi dışında yalnız yaşıyor.
- Tom lived next to a library.
- Tom bir kütüphanenin yanında yaşıyordu.
- Tom lived a very frugal lifestyle.
- Tom çok tutumlu bir yaşam tarzı yaşadı.
- That house over there is where Tom lives.
- Oradaki o ev Tom'un yaşadığı yerdir.
- I never really thought I'd live this long.
- Bu kadar uzun yaşayacağımı gerçekten hiç düşünmedim.
- Nobody knows where he lives.
- Kimse onun nerede yaşadığını bilmiyor.
- Sami lived with Farid and Layla.
- Sami, Farid ve Layla ile yaşıyordu.
- Tom says he doesn't know where Mary lives.
- Tom, Mary'nin nerede yaşadığını bilmediğini söylüyor.
- I can't live without you.
- Sensiz yaşayamam.
- Do both Tom and Mary live in Boston?
- Tom ve Mary Boston'da mı yaşıyor?
- Tom lives quite close by.
- Tom oldukça yakında yaşıyor.
- She lives within a stone's throw of the school.
- Okula bir taş atımı mesafede yaşıyor.
- The apartment I live in isn't very large.
- İçinde yaşadığım daire çok büyük değil.
- Sami lived in a separate farmhouse owned by his father.
- Sami babasına ait ayrı bir çiftlik evinde yaşıyordu.
- Tom lived in Boston for many years.
- Tom yıllarca Boston'da yaşadı.
- I want to live in Boston or in Chicago.
- Ya Boston'da ya da Chicago'da yaşamak istiyorum.
- Canada is a good place to go if it's your first experience living abroad.
- İlk yurt dışında yaşama deneyiminiz olacaksa Kanada gitmek için iyi bir yer.
- People who go to bed early and get up early live a long time.
- Erken yatıp erken kalkan insanlar uzun süre yaşarlar.
- On average, women live longer than men.
- Ortalama olarak, kadınlar erkeklerden daha uzun yaşar.
- Her family lives in this city.
- Ailesi bu şehirde yaşıyor.
- This is the neighborhood where I lived when I was younger.
- Burası gençken yaşadığım mahalle.
- We know where your family lives.
- Ailenin nerede yaşadığını biliyoruz.
- She lives in the country.
- O kırsalda yaşıyor.
- He lived a moral life.
- O dürüst bir hayat yaşadı.
- I love living on campus.
- Kampüste yaşamayı seviyorum.
- We live in a very safe country.
- Çok güvenli bir ülkede yaşıyoruz.
- About seven billion people live on our planet.
- Gezegenimizde yaklaşık 7 milyar insan yaşıyor.
- Sami lived in an amazing apartment.
- Sami harika bir dairede yaşıyordu.
- Many strange animals live in Australia.
- Avustralya'da birçok tuhaf hayvan yaşıyor.
- Tango lives with a small boy in a little village.
- Tango küçük bir köyde küçük bir çocukla yaşıyor.
- We don't live in a perfect world.
- Kusursuz bir dünyada yaşamıyoruz.
- I'd like to live a quiet life in the country after retirement.
- Emekli olduktan sonra taşrada sakin bir hayat yaşamak istiyorum.
- Tom and Mary still live in Boston.
- Tom ve Mary hâlâ Boston'da yaşıyor.
- He lived in Ankara for six years.
- Ankara'da altı yıl yaşadı.
- We would like to live in this village and study the Kadazan language.
- Bu köyde yaşamak ve Kadazan dilini öğrenmek istiyoruz.
- I couldn't afford to live in that neighborhood.
- O mahallede yaşamaya gücüm yetmezdi.
- I didn't want to live in Boston.
- Boston'da yaşamak istemedim.
- Layla lived a few miles away.
- Leyla birkaç mil uzakta yaşıyordu.
- Can we live here?
- Burada yaşayabilir miyiz?
- My father lived in Nagoya for 30 years.
- Babam 30 yıl Nagoya'da yaşadı.
- He lives within a stone's throw of the sea.
- Denize bir taş atımı mesafede yaşıyor.
- That girl is Icelandic, but now she lives in the United States.
- Bu kız İzlandalı, ama şimdi o, Amerika Birleşik Devletleri'nde yaşıyor.
- Sami lived just six miles away.
- Sami sadece altı mil uzakta yaşıyordu.
- How long has Marcos lived here?
- Marcos burada ne kadar zamandır yaşıyor?
- We live in peace.
- Huzur içinde yaşıyoruz.
- Where do you think he lives?
- Sence nerede yaşıyor?
- People who live here know how to do that.
- Burada yaşayan insanlar bunun nasıl yapılacağını biliyor.
- They want to live close to the station.
- İstasyona yakın yaşamak istiyorlar.
- When Tom was in kindergarten, he lived in Boston.
- Tom anaokulundayken Boston'da yaşıyordu.
- My brother is living in Boston.
- Erkek kardeşim Boston'da yaşıyor.
- Tom lives here alone.
- Tom burada yalnız yaşıyor.
- I'd rather live in a small town than in a big city.
- Büyük bir şehirde yaşamaktansa küçük bir kasabada yaşamayı tercih ederim.
- My brother lives there.
- Erkek kardeşim orada yaşıyor.
- He lives in a big house.
- O, büyük bir evde yaşıyor.
- I don't remember where you live.
- Nerede yaşadığını hatırlamıyorum.
- I need to find out where Tom lives.
- Tom'un yaşadığı yeri bulmam gerek.
- I thought Tom might know where Mary lives.
- Tom'un Mary'nin nerede yaşadığını bilebileceğini düşündüm.
- Are you sure you don't want to live at home with your parents?
- Ailenle aynı evde yaşamak istemediğine emin misin?
- I didn't live with my mother when I was growing up.
- Büyürken annemle yaşamadım.
- Tom wasn't the one who told me where Mary lived.
- Mary'nin nerede yaşadığını bana söyleyen Tom değildi.
- Tom bought a piece of land not far from where Mary lives.
- Tom, Mary'nin yaşadığı yerden çok uzakta olmayan bir arazi satın aldı.
- Tom lives in the apartment above Mary.
- Tom, Mary'nin üst katındaki dairede yaşıyor.
- I hear some tribes in eastern Africa live on milk products.
- Doğu Afrika'da bazı kabilelerin süt ürünleri ile yaşadığını duydum.
- Do penguins live at the North Pole?
- Kuzey kutbunda penguenler yaşar mı?
- He lived in Azerbaijan for 4 years.
- O, Azerbaycan'da 4 yıl yaşadı.
- He is looking for a place to live.
- Yaşayacak bir yer arıyor.
- How long has George lived here?
- George ne kadar zamandır burada yaşıyor?
- Where did Tom live before he moved here?
- Tom buraya taşınmadan önce nerede yaşıyordu?
- I live in Dublin.
- Dublin'de yaşıyorum.
- Sami used to live in Cairo.
- Sami, Kahire'de yaşardı.
- I can live with that arrangement.
- Bu düzenlemeyle yaşayabilirim.
- Tom lives on his own.
- Tom kendi başına yaşıyor.
- I know where she lives.
- Nerede yaşadığını biliyorum.
- I had trouble finding a place to live in Boston.
- Boston'da yaşayacak bir yer bulmakta zorlandım.
- I didn't realize Tom lives here.
- Tom'un burada yaşadığını bilmiyordum.
- Tom is living here now, isn't he?
- Tom şu anda burada yaşıyor, değil mi?
- If it were not for water, we couldn't live.
- Su olmasaydı, yaşayamazdık.
- Do you still live with your parents?
- Hâlâ annenlerle mi yaşıyorsun?
- I live with my uncle.
- Eniştemle yaşarım.
- Now the old lady lives alone.
- Şimdi yaşlı kadın yalnız yaşıyor.
- Japan, for the most part, is a good place to live.
- Japonya çoğunlukla yaşamak için iyi bir yerdir.
- We have to live in the moment.
- Anı yaşamak zorundayız.
- How long have you lived in Sasayama?
- Ne kadar zamandır Sasayama'da yaşıyorsun?
- She is American, but she lives in England.
- O bir Amerikalı ama İngiltere'de yaşıyor.
- We can't live without oxygen.
- Oksijensiz yaşayamayız.
- To live is the rarest thing in the world; most people exist, that is all.
- Yaşamak dünyadaki en nadir şeydir; birçok insan sadece var olur, hepsi bu.
- Tom and Mary live in Boston with their father.
- Tom ve Mary, babaları ile birlikte Boston'da yaşıyorlar.
- Tom can't say for sure where Mary lives.
- Tom Mary'nin nerede yaşadığını kesin olarak söyleyemiyor.
- I don't live here anymore.
- Artık burada yaşamıyorum.
- I'll never forget that as long as I live.
- Yaşadığım sürece bunu asla unutmayacağım.
- Two little squirrels, a white one and a black one, lived in a large forest.
- İki küçük sincap, biri beyaz biri siyah, büyük bir ormanda yaşıyorlardı.
- Tom's great-great-great grandmother lived in Scotland.
- Tom'un büyük büyük büyükannesi İskoçya'da yaşamış.
- Tom lives in a small village.
- Tom küçük bir köyde yaşar.
- Where do you really live?
- Aslında nerede yaşıyorsun?
- I don't think Tom knows where I live.
- Tom'un nerede yaşadığımı bildiğini sanmam.
- I thought you lived with him.
- Onunla yaşadığını düşündüm.
- They live in constant dread of floods.
- Onlar sürekli sel korkusu içinde yaşarlar.
- Tom found a job not too far from where he lives.
- Tom yaşadığı yerden çok uzakta olmayan bir iş buldu.
- If it were not for air, we could not live on the earth.
- Eğer hava olmasa dünyada yaşayamayız.
- We lived in the country for many years.
- Biz uzun yıllar kırsalda yaşadık.
- My parents live outside the city.
- Ailem şehir dışında yaşıyor.
- George has lived there for six weeks.
- George altı haftadır orada yaşıyor.
- This is the house where I lived when I was a child.
- Burası çocukken yaşadığım ev.
- He lives in Morocco.
- Fas'ta yaşıyor.
- Tom lived with Mary and John for three years.
- Tom üç yıl boyunca Mary ve John ile yaşadı.
- No man lives in the building.
- Binada kimse yaşamıyor.
- You live across the street, don't you?
- Caddenin karşı tarafında yaşıyorsun, değil mi?
- Live free or die.
- Özgür yaşa veya öl.
- Tom is the only one who knows where Mary lives.
- Mary'nin nerede yaşadığını bilen tek kişi Tom.
- I have once lived in Beijing, but now live in Seoul.
- Bir zamanlar Pekin'de yaşadım ama şimdi Seul'de yaşıyorum.
- Layla lived in a comfortable house.
- Leyla konforlu bir evde yaşıyordu.
- Tom lived to a ripe old age.
- Tom olgunluk çağına kadar yaşadı.
- He doesn't want to live in a less developed country.
- Daha az gelişmiş bir ülkede yaşamak istemiyor.
- If there were no air, man could not live even ten minutes.
- Eğer hava olmasaydı, insan on dakika bile yaşayamazdı.
- Tom lives in Boston with his wife and his three children.
- Tom, karısı ve üç çocuğuyla birlikte Boston'da yaşar.
- I've decided not to live in Boston.
- Boston'da yaşamamaya karar verdim.
- 94% of China's population live east of the Heihe-Tengchong Line.
- Çin nüfusunun %94'ü Heihe-Tengchong Hattı'nın doğusunda yaşıyor.
- You still haven't told me where you live.
- Hâlâ nerede yaşadığını söylemedin.
- I have a lot of friends living in Boston.
- Boston'da yaşayan çok arkadaşım var.
- Tom lives in Australia with his family.
- Tom ailesiyle birlikte Avustralya'da yaşıyor.
- We are living in the atomic age.
- Atom çağında yaşıyoruz.
- Both Tom and Mary now live in Boston.
- Hem Tom hem de Mary şimdi Boston'da yaşıyor.
- I've lived a hard life.
- Ben zor bir hayat yaşadım.
- From the viewpoint of health, Tokyo is not such a good place to live.
- Sağlık açısından bakıldığında, Tokyo yaşamak için o kadar da iyi bir yer değildir.
- Tom lives in a small house by himself.
- Tom küçük bir evde tek başına yaşıyor.
- Tom is easy to live with.
- Tom ile yaşamak kolaydır.
- Noise is the most serious problem for those who live around the airports.
- Havaalanın yakınlarında yaşayanlar için gürültü en ciddi problemdir.
- Mary is still living at home with her parents.
- Mary hala ailesiyle birlikte yaşıyor.
- I used to live with her.
- Eskiden onunla yaşardım.
- I lived there for three years.
- Üç yıl boyunca orada yaşadım.
- Vampires live forever, unless they're killed.
- Vampirler, öldürülmedikleri sürece sonsuza kadar yaşarlar.
- Does Tom live far from here?
- Tom buradan uzakta mı yaşıyor?
- I will send a letter to my brother who lives in Sapporo.
- Sapparo'da yaşayan erkek kardeşime bir mektup göndereceğim.
- We don't live in a perfect world.
- Mükemmel bir dünyada yaşamıyoruz.
- This is the house in which the poet lived in his childhood.
- Bu, şairin çocukluğunda yaşadığı evdir.
- How long have you been living in Osaka?
- Ne zamandır Osaka'da yaşıyorsun?
- This house is very comfortable to live in.
- Bu evde yaşamak çok rahat.
- Who would want to live in a place like this?
- Böyle bir yerde kim yaşamak ister?
- Not a few people live to be over eighty.
- Birçok insan seksen yıldan fazla yaşamaz.
- Two families live in the house.
- Evde iki aile yaşıyor.
- I don't deserve to live.
- Yaşamayı hak etmiyorum.
- Both of my parents are still living.
- Annem de babam da hâlâ yaşıyor.
- Tom lives with his wife in Boston.
- Tom karısıyla birlikte Boston'da yaşamaktadır.
- We all live under the same sky, but we do not have the same horizon.
- Hepimiz aynı gökyüzünün altında yaşıyoruz ama aynı ufka sahip değiliz.
- He's rich, but he lives like a beggar.
- Zengin ama dilenci gibi yaşıyor.
- Tom intends to live in Boston for more than a year.
- Tom Boston'da bir yıldan fazla yaşamaya niyetli.
- Tom asked where Mary lived.
- Tom, Mary'nin nerede yaşadığını sordu.
- Tom and Mary live in a gated community.
- Tom ve Mary kapalı bir sitede yaşıyorlar.
- She lives in Kyoto.
- O, Kyoto'da yaşıyor.
- Do Tom and Mary live in the same apartment building?
- Tom ve Mary aynı apartmanda mı yaşıyor?
- Since I live on a farm, I don't have a lot of guests.
- Bir çiftlikte yaşadığımdan beri çok misafirim yok.
- Does Mary live next door to the bus driver that John worked with?
- Mary, John'un birlikte çalıştığı otobüs şoförünün yanında mı yaşıyor?
- Fadil lived just 50 miles south of Cairo.
- Fadıl Kahire'nin sadece 50 mil güneyinde yaşıyordu.
- He lives here, I suppose.
- Sanırım burada yaşıyor.
- This is the house in which the prime minister lives.
- Burası başbakanın yaşadığı ev.
- The Japanese live in harmony with nature.
- Japonlar doğa ile uyum içinde yaşarlar.
- We live in a beautiful city.
- Güzel bir şehirde yaşıyoruz.
- Tom has lived in the jungle for five months.
- Tom beş ay boyunca ormanda yaşadı.
- Who's living in Boston now?
- Boston'da şimdi kim yaşıyor?
- Tom lives near the ocean, but he can't swim.
- Tom okyanusa yakın yaşıyor ama yüzemiyor.
- He lives at the top of this hill.
- Bu tepenin üstünde yaşıyor.
- Sami's parents live in Cairo.
- Sami'nin ebeveynleri Kahire'de yaşıyor.
- Let us pray for him to live among us for a long time, because we really need him.
- Aramızda uzun bir süre yaşaması için dua edelim çünkü ona gerçekten ihtiyacımız var.
- I live across the street.
- Sokağın karşısında yaşıyorum.
- Tom told me that you probably know where Mary lives.
- Tom bana Mary'nin nerede yaşadığını muhtemelen bildiğini söyledi.
- He is condemned to live on a wheelchair.
- Tekerlekli sandalyede yaşamaya mahkum edildi.
- The old man lives by himself.
- Yaşlı adam tek başına yaşıyor.
- I told Tom I didn't know where Mary lived.
- Tom'a Mary'nin nerede yaşadığını bilmediğimi söyledim.
- Tom lives near here, doesn't he?
- Tom buraya yakın bir yerde yaşıyor, değil mi?
- The king and his family live in the royal palace.
- Kral ve ailesi kraliyet sarayında yaşar.
- Tom also lives in Boston.
- Tom da Boston'da yaşıyor.
- I think that Tom lives somewhere around here.
- Sanırım Tom buralarda bir yerde yaşıyor.
- Tom knows that I used to live in Boston.
- Tom eskiden Boston'da yaşadığımı biliyor.
- I think it's possible for people to live on the moon.
- İnsanların ayda yaşamasının mümkün olduğunu düşünüyorum.
- We've lived here for a long time.
- Uzun zamandır burada yaşıyoruz.
- It's been ten years since I came to live here.
- Buraya yaşamaya geleli on yıl oldu.
- Tom lives in a small town near Boston.
- Tom Boston yakınlarında küçük bir kasabada yaşıyor.
- I don't know exactly where Kyoko lives, but it's in the direction of Sannomiya.
- Ben tam olarak Kyoko'nun nerede yaşadığını bilmiyorum, ama Sannomiya yönünde.
- Tom became friends with Mary when he was living in Boston.
- Tom Boston'da yaşarken Mary ile arkadaş oldu.
- I have to do that every day to keep living.
- Yaşamayı sürdürmek için onu her gün yapmak zorundayım.
- Where do you think we should live?
- Nerede yaşamamız gerektiğini düşünüyorsun?
- Does he live in the same apartment building?
- Aynı apartmanda mı yaşıyor?
- Lajos said that he wants to live in Szeged.
- Lajos, Szeged'de yaşamak istediğini söyledi.
- What planet do you live on?
- Hangi gezegende yaşıyorsunuz?
- Would you really want to live forever?
- Gerçekten sonsuza kadar yaşamak ister misin?
- He lives comfortably.
- O konfor içinde yaşamaktadır.
- Tom and I don't live in the same state.
- Tom'la aynı eyalette yaşamıyoruz.
- My grandkids live in Boston.
- Torunlarım Boston'da yaşıyor.
- He must not live.
- O yaşamıyor olmalı.
- The Hittites are one of the civilizations of the ancient era that lived in Anatolia.
- Hititler, Anadolu'da yaşamış eski çağ uygarlıklarından bir tanesidir.
- I needed to know where Tom lived.
- Tom'un nerede yaşadığını bilmem gerekiyordu.
- What part of Boston does Tom live in?
- Tom Boston'un hangi bölgesinde yaşıyor?
- Tom doesn't want to live in Boston for more than a year.
- Tom bir yıldan daha fazla Boston'da yaşamak istemiyor.
- I will never forget you as long as I live.
- Yaşadığım sürece seni asla unutmayacağım.
- Tom has lived here all his life.
- Tom bütün hayatını burada yaşadı.
- The Rosenfelders live in Wheaton, Indiana.
- Rosenfelderler Wheaton, Indiana'da yaşıyorlar.
- I wonder how long Tom has been living in Boston.
- Tom'un ne kadar zamandır Boston'da yaşadığını merak ediyorum.
- We were living in Osaka for ten years before we came to Tokyo.
- Tokyo'ya gelmeden önce on yıldır Osaka'da yaşıyorduk.
- Tom is living near Boston.
- Tom Boston yakınlarında yaşıyor.
- I thought you lived with her.
- Onunla yaşadığını sanıyordum.
- I'm living my dream.
- Hayalimi yaşıyorum.
- I live to eat, and I don't eat to live.
- Yemek için yaşıyorum, yaşamak için yemiyorum.
- No, we don't live on Albert street anymore.
- Hayır, artık Albert Caddesi'nde yaşamıyoruz.
- Tom told me where you live.
- Tom bana nerede yaşadığını söyledi.
- Fadil lives in a safe town.
- Fadıl güvenli bir kasabada yaşıyor.
- Those who have no goal in life, live only to die.
- Hayatta bir amacı olmayanlar, sadece ölmek için yaşarlar.
- Is Boston a good place to live?
- Boston yaşamak için iyi bir yer mi?
- He lives in a suburb of London.
- O, Londra'nın bir banliyösünde yaşıyor.
- I now live in Boston, but I'm originally from Chicago.
- Şimdi Boston'da yaşıyorum, ancak aslen Chicagoluyum.
- I won't live there ever again.
- Bir daha asla orada yaşamayacağım.
- Do you know how many people live in Australia?
- Avustralya'da kaç kişi yaşadığını biliyor musun?
- I would like to live in a large city.
- Büyük bir şehirde yaşamak isterdim.
- Where in Helsinki do you live?
- Helsinki'de nerede yaşıyorsun?
- I had no idea anyone lived in this cave.
- Bu mağarada birinin yaşadığını bilmiyordum.
- This is where my family used to live.
- Burası eskiden ailemin yaşadığı yer.
- Is Tom living in Boston?
- Tom Boston'da mı yaşıyor?
- You didn't tell me you lived in my neighborhood.
- Benim semtimde yaşadığını bana söylemedin.
- Mary and her husband live in Boston.
- Mary ve kocası Boston'da yaşıyor.
- I'm living in the city.
- Şehirde yaşıyorum.
- Tom lived in Boston when he was in college.
- Tom üniversitedeyken Boston'da yaşıyordu.
- Those who have no goal in life, live only to die.
- Hayatta amacı olmayanlar, sadece ölmek için yaşarlar.
- Tom and Mary live in a micro-apartment.
- Tom ve Mary bir mikro dairede yaşıyorlar.
- A pretty girl lived in that village.
- O köyde güzel bir kız yaşıyordu.
- Does your best friend live very far from you?
- En iyi arkadaşın senden çok uzakta mı yaşıyor?
- Nobody knows where he lives.
- Nerede yaşadığını kimse bilmiyor.
- I have no home to live in.
- Yaşayacak bir evim yok.
- She will forever live on in our memories.
- Sonsuza dek anılarımızda yaşayacak.
- Tom lives in Australia with his grandparents.
- Tom, büyükebeveynleriyle birlikte Avustralya'da yaşıyor.
- I do not like Mary's living there alone.
- Mary'nin orada yalnız yaşamasından hoşlanmıyorum.
- Tom lived in a small fishing village.
- Tom küçük bir balıkçı köyünde yaşadı.
- I'm still living on Park Street.
- Hâlâ Park Caddesi'nde yaşıyorum.
- My children live in Moscow.
- Çocuklarım Moskova'da yaşıyor.
- I've been living in a cave.
- Bir mağarada yaşıyorum.
- Mary lives alone with her cat, Tom.
- Mary, kedisi Tom'la yalnız yaşıyor.
- He lives at the yellow house.
- Sarı evde yaşıyor.
- I didn't know you didn't live in Boston anymore.
- Artık Boston'da yaşamadığını bilmiyordum.
- I wonder if I have any reason to live.
- Yaşamak için bir sebebim var mı acaba?
- This city is hard to live in.
- Bu şehirde yaşamak zor.
- Tom lives in the southern part of Boston.
- Tom Boston'un güney kesiminde yaşıyor.
- They live in another country.
- Onlar başka bir ülkede yaşıyor.
- Tom lives in a huge house.
- Tom çok büyük bir evde yaşıyor.
- I've lived in Realengo since 1993.
- 1993'den beri Realengo'da yaşıyorum.
- Didn't you know Tom lived with his aunt and uncle?
- Tom'un teyzesi ve amcasıyla yaşadığını bilmiyor muydun?
- I lived with Tom in Boston for three years.
- Boston'da üç yıl boyunca Tom'la yaşadım.
- The two sisters lived very quietly.
- İki kız kardeş çok sakince yaşadılar.
- Tom and Mary used to live in Boston.
- Tom ve Mary eskiden Boston'da yaşıyorlardı.
- The village I live in is very small.
- Yaşadığım köy çok küçük.
- I can hear traffic noise all night long where I live.
- Yaşadığım yerde bütün gece trafik gürültüsünü duyabiliyorum.
- I will never forget your kindness as long as I live.
- Yaşadığım sürece nezaketinizi asla unutmayacağım.
- Let's live life together!
- Hayatı birlikte yaşayalım!
- Tom lives with his aunt.
- Tom teyzesiyle yaşıyor.
- I don't want to live my life like this.
- Hayatımı bu şekilde yaşamak istemiyorum.
- I can't believe you live in that building.
- O binada yaşadığına inanamıyorum.
- Tom asked Mary if she knew where John lived.
- Tom Mary'ye John'un nerede yaşadığını bilip bilmediğini sordu.
- They live outside the city.
- Şehrin dışında yaşıyorlar.
- Tom stayed in Boston and continued living with his parents.
- Tom Boston'da kaldı ve ebeveynleriyle yaşamaya devam etti.
- Since when has Marcus been living here?
- Marcus ne zamandan beri burada yaşıyor?
- Sami lived in the outskirts of this sleepy town.
- Sami bu sakin kasabanın kenar mahallelerinde yaşıyordu.
- How many people live in your town?
- Kasabanızda kaç kişi yaşıyor?
- I'm currently living in Boston.
- Ben şu anda Boston'da yaşıyorum.
- He's too young to live by himself yet.
- O henüz kendi başına yaşamak için çok genç.
- They live in a beautiful area.
- Güzel bir bölgede yaşıyorlar.
- Tom told me where you live.
- Tom bana nerede yaşadığınızı söyledi.
- Tom lives in a small space.
- Tom küçük bir yerde yaşıyor.
- Does she live in Algeria?
- Cezayir'de mi yaşıyor?
- Would you want to live like that?
- Böyle yaşamak ister misiniz?
- Tom lived in Boston his whole life.
- Tom tüm hayatı boyunca Boston'da yaşadı.
- I can't live without her.
- Onsuz yaşayamam.
- You know that Tom used to live in Boston, don't you?
- Tom'un eskiden Boston'da yaşadığını biliyorsun, değil mi?
- Tom dislikes the house he's living in.
- Tom yaşadığı evi sevmiyor.
- Tom lives over there on that hill.
- Tom o tepede orada yaşıyor.
- In 2013, Tom was living in Boston.
- 2013'te Tom Boston'da yaşıyordu.
- Tom lives in a hovel.
- Tom bir viranede yaşıyor.
- Fish like carp and trout live in fresh water.
- Sazan ve alabalık gibi balıklar tatlı suda yaşar.
- Tom's grandmother is still living.
- Tom'un büyükannesi hala yaşıyor.
- Tom and Mary used to live in Boston.
- Tom ve Mary, Boston'da yaşardı.
- How long have you lived in Sanda?
- Ne zamandır Sanda'da yaşıyorsun?
- We live in the same house.
- Aynı evde yaşıyoruz.
- All of us live in the same neighborhood.
- Hepimiz aynı mahallede yaşarız.
- The Hittites are one of the civilizations of the ancient era that lived in Anatolia.
- Etiler, Anadolu'da yaşamış antik dönem medeniyetlerinden biridir.
- I can't live that kind of life.
- Ben böyle bir hayat yaşayamam.
- Women live longer than men in most countries.
- Çoğu ülkede, kadınlar erkeklerden daha uzun yaşar.
- I don't care if I live or die.
- Yaşamam ya da ölmem umurumda değil.
- Doctors do not always live long.
- Doktorlar her zaman uzun yaşamazlar.
- They live in a small town on the outskirts of Moscow.
- Moskova'nın eteklerinde küçük bir kasabada yaşıyorlar.
- I have more than enough to live on.
- Yaşamak için fazlasıyla param var.
- He was 12 years old when he came to live with us.
- O bizimle birlikte yaşamak için geldiğinde 12 yaşında idi.
- Tom and Mary became friends when they both lived in Boston.
- Tom ve Mary, ikisi de Boston'da yaşarken arkadaş olmuşlardı.
- Tom lived here for thirty years.
- Tom otuz yıl burada yaşadı.
- She seems to be living by the lake.
- Göl kenarında yaşıyormuş gibi görünüyor.
- I've lived a good life.
- Ben iyi bir hayat yaşadım.
- Many famous artists live in New York.
- Birçok ünlü sanatçı, New York'ta yaşıyor.
- I live in a small village.
- Ben küçük bir köyde yaşarım.
- Man cannot live forever.
- İnsan sonsuza dek yaşayamaz.
- He lives in a poor district of London.
- Londra'nın fakir bir bölgesinde yaşıyor.
- Tom lives somewhere near the park.
- Tom parka yakın bir yerde yaşıyor.
- How long have you lived here?
- Ne zamandır burada yaşıyorsunuz?
- I'm not sure where Tom lives.
- Tom'un nerede yaşadığından emin değilim.
- I live too far away.
- Çok uzakta yaşıyorum.
- I can't live without a woman.
- Bir kadın olmadan yaşayamam.
- I lived for more than a month in Nagoya.
- Bir aydan daha fazla bir süre Nagoya'da yaşadım.
- They live in a new house near the park.
- Parkın yakınında yeni bir evde yaşıyorlar.
- Mary now lives with her friend Sophie.
- Mary şu anda arkadaşı Sophie'yle yaşıyor.
- She is from Hokkaido, but is now living in Tokyo.
- Hokkaido'lu ama şimdi Tokyo'da yaşıyor.
- We all live on planet Earth.
- Hepimiz Dünya gezegeninde yaşıyoruz.
- Tom lives in North Carolina.
- Tom, Kuzey Karolina'da yaşıyor.
- We need to eat in order to live.
- Bizim yaşamak için yemek yememiz gerekir.
- Tom only lived in Boston for a short time.
- Tom Boston'da sadece kısa bir süre yaşadı.
- Half of the world's species live in tropical rainforests.
- Dünyadaki türlerinin yarısı tropikal yağmur ormanlarında yaşıyor.
- I used to live in a village.
- Eskiden bir köyde yaşardım.
- I plan to move back to Boston since my whole family lives there.
- Tüm ailem orada yaşadığı için Boston'a geri taşınmayı planlıyorum.
- Sami was living in that apartment.
- Sami o dairede yaşıyordu.
- Fish can't live out of water.
- Balıklar su dışında yaşayamaz.
- Many would jump at the chance to live in New York.
- Birçok kişi New York'ta yaşama şansını yakalamak için can atardı.
- It is expensive to live in Japan.
- Japonya'da yaşamak pahalıdır.
- You must befriend the bacteria that live in your gut.
- Bağırsaklarında yaşayan bakterilerle dost olmalısın.
- Mary lives in Cairo.
- Mary Kahire'de yaşıyor.
- I want him to live.
- Onun yaşamasını istiyorum.
- Sami and Layla lived apart.
- Sami ve Layla ayrı yaşıyorlardı.
- Begin at once to live, and count each separate day as a separate life.
- Bir kere yaşamaya başlayın ve her bir ayrı günü ayrı bir yaşam olarak sayın.
- Before she moved to France, she lived in Sweden.
- Fransa'ya taşınmadan önce, İsveç'te yaşıyordu.
- One hopes, as long as one lives.
- Biri yaşadığı sürece umar.
- I live in Tokyo.
- Ben Tokyo'da yaşıyorum.
- Tom didn't think he'd ever get used to living in Boston.
- Tom Boston'da yaşamaya alışacağını düşünmüyordu.
- Sami lived on a leafy avenue.
- Sami yapraklı bir caddede yaşıyordu.
- I think that Tom lives somewhere around here.
- Bence Tom buralarda bir yerlerde yaşıyor.
- I'm living in Boston.
- Ben Boston'da yaşıyorum.
- Give up smoking if you want to live long.
- Uzun yaşamak istiyorsan sigarayı bırak.
- Taro has lived in Obihiro for ten years.
- Taro, 10 yıldır Obihiro'da yaşıyor.
- I live by my own rules.
- Kendi kurallarıma göre yaşıyorum.
- This is the house where I lived when I was young.
- Bu gençken yaşadığım ev.
- I live within walking distance of school.
- Okula yürüme mesafesinde yaşıyorum.
- He makes enough money to live a luxurious life.
- O, lüks bir hayat yaşamaya yetecek kadar para kazanır.
- Tom found out that Mary used to live in Boston.
- Tom, Mary'nin Boston'da yaşadığını öğrendi.
- I didn't tell Tom where you live.
- Tom'a nerede yaşadığını söylemedim.
- I will live forever.
- Sonsuza kadar yaşayacağım.
- Aristocrats lived to the east and west of the imperial palace.
- Aristokratlar imparatorluk sarayının doğusunda ve batısında yaşarlardı.
- You aren't living here.
- Sen burada yaşamıyorsun.
- Fish such as carp and trout live in fresh water.
- Sazan ve alabalık gibi balıklar tatlı suda yaşar.
- Three small cats lived together in a tree.
- Üç küçük kedi bir ağaçta beraber yaşıyordu.
- This is the house where my uncle lives.
- Burası amcamın yaşadığı ev.
- Where do you live now?
- Siz nerede yaşıyorsunuz?
- She wants to live in the city.
- O, şehirde yaşamak istiyor.
- He is an Italian Jew who has lived in France for a long time.
- Kendisi uzun süredir Fransa'da yaşayan bir İtalyan Yahudisi.
- I want to live in Tampa.
- Tampa'da yaşamak istiyorum.
- They lived on farms or in small towns.
- Çiftliklerde ya da küçük kasabalarda yaşıyorlardı.
- I live in this house by myself.
- Bu evde yalnız yaşıyorum.
- Tom doesn't want to live next door to us.
- Tom yanımızda yaşamak istemiyor.
- He had no place to live.
- Onun yaşayacak bir yeri yoktu.
- I don't want to live this way.
- Bu şekilde yaşamak istemiyorum.
- Tom wants to live in the country after he retires.
- Tom emekli olduktan sonra taşrada yaşamak istiyor.
- How long has Afonso lived there?
- Afonso ne zamandır orada yaşıyor?
- I don't live in Boston yet.
- Henüz Boston'da yaşamıyorum.
- Have you ever lived in an old building?
- Hiç eski bir binada yaşadınız mı?
- Who do you live with?
- Kiminle yaşıyorsun?
- I live with my parents.
- Ebeveynlerimle birlikte yaşıyorum.
- We have the right to live where we please.
- İstediğimiz yerde yaşama hakkına sahibiz.
- I'm going to look for another place to live.
- Yaşamak için başka bir yer arayacağım.
- We need plants in order to live.
- Yaşamak için bitkilere ihtiyacımız var.
- How many bees live in a hive?
- Bir kovanda kaç tane arı yaşıyor?
- Tom says he doesn't want to live like that anymore.
- Tom artık böyle yaşamak istemediğini söylüyor.
- Tom lives across the river.
- Tom nehrin karşısında yaşıyor.
- Which live longer, chimpanzees or baboons?
- Hangisi daha uzun yaşar, şempanzeler mi babunlar mı?
- Does Tom live in Boston?
- Tom Boston'da yaşıyor mu?
- Tom lives in a luxurious home.
- Tom lüks bir evde yaşıyor.
- Where have you been living?
- Nerede yaşıyorsun?
- I've found a place to live.
- Yaşayacak bir yer buldum.
- He lived a happy life.
- O mutlu bir hayat yaşadı.
- Tom lived there.
- Tom orada yaşadı.
- The man living in the cottage is blind.
- Kulübede yaşayan adam kör.
- He will live up to his father's expectations.
- Babasının beklentilerine uyarak yaşayacak.
- In general, women tend to live ten years longer than men.
- Genel olarak, kadınlar erkeklerden on yıl daha uzun yaşamak eğilimindedir.
- Tom is the only Canadian living in our neighborhood.
- Tom mahallemizde yaşayan tek Kanadalı.
- Rather than live a hundred years as a rabbit, live one day as a tiger.
- Bir tavşan gibi yüz yıl yaşamaktansa, bir kaplan gibi bir gün yaşa.
- Since I used to live in Boston, I know that city pretty well.
- Boston'da yaşadığımdan beri, o şehri çok iyi tanıyorum.
- Tom wanted to know where I lived.
- Tom nerede yaşadığımı bilmek istedi.
- We want to live.
- Yaşamak istiyoruz.
- She asked him where he lived, but he was too smart to tell her.
- Ona nerede yaşadığını sormuş ama o söyleyemeyecek kadar akıllıymış.
- Sami knows where Layla lives.
- Sami, Layla'nın nerede yaşadığını biliyor.
- I was born in Boston, but I live in Chicago.
- Boston'da doğdum ama Şikago'da yaşıyorum.
- I'm afraid you'll have to learn to live with the pain.
- Korkarım acıyla yaşamayı öğrenmek zorunda kalacaksın.
- I wouldn't be able to live without music.
- Müziksiz yaşayamazdım.
- Bill was sent to live with his grandparents while his mother studied to become a nurse.
- Bill, annesi hemşire olmak için eğitim alırken büyükanne ve büyükbabasıyla yaşamaya gönderildi.
- Tom said Mary used to live in Boston.
- Tom, Mary'nin Boston'da yaşadığını söyledi.
- Tell Tom where you live.
- Nerede yaşadığını Tom'a söyle.
- Tom wants to go and live with his uncle.
- Tom gitmek ve amcasıyla yaşamak istiyor.
- Where exactly does Tom live?
- Tom tam olarak nerede yaşıyor?
- Where does your family live?
- Ailen nerede yaşıyor?
- If I were you, I wouldn't go live with him.
- Yerinde olsam, onunla yaşamaya gitmezdim.
- I think that it would be inconvenient to live in a city with no door.
- Kapısı olmayan bir şehirde yaşamanın sakıncalı olacağını düşünüyorum.
- I like living with her.
- Onunla yaşamayı seviyorum.
- Do you live in this neighborhood?
- Bu mahallede mi yaşıyorsun?
- Tom lived a sheltered life.
- Tom korunaklı bir hayat yaşıyordu.
- I forgot to tell you where I live.
- Nerede yaşadığımı sana söylemeyi unuttum.
- Deep water fish never see the light and live all their lives from the scraps that come from above.
- Derin su balıkları asla ışığı görmezler ve bütün hayatlarını yukarıdan gelen artıklarla yaşarlar.
- They live in constant dread of floods.
- Sürekli sel korkusu içinde yaşıyorlar.
- He's lived here his entire life.
- O hayatı boyunca burada yaşadı.
- Mary lives alone with her two children.
- Mary iki çocuğuyla yalnız yaşıyor.
- I live in this area.
- Bu bölgede yaşıyorum.
- I live in a city, but my parents lived in a village.
- Ben şehirde yaşıyorum ama ailem köyde yaşıyordu.
- You have to live here.
- Burada yaşamak zorundasın.
- If you live at a higher altitude, water boils at a lower temperature.
- Daha yüksek bir rakımda yaşıyorsanız, su daha düşük bir sıcaklıkta kaynar.
- Dan is considering living in London forever.
- Dan sonsuza kadar Londra'da yaşamayı düşünüyor.
- Elves live in the forest.
- Elfler ormanda yaşarlar.
- Tom doesn't live near his office.
- Tom ofisinin yakınında yaşamıyor.
- I haven't always lived like this.
- Her zaman böyle yaşamadım.
- He lives in England.
- İngiltere'de yaşıyor.
- My uncle lives in an apartment.
- Dayım bir apartman dairesinde yaşıyor.
- She lives in a large house.
- Büyük bir evde yaşıyor.
- Tom knows where I live.
- Tom nerede yaşadığımı biliyor.
- Cows live on grass.
- İnekler otla yaşar.
- Tom left Mary and went to live with another woman.
- Tom Mary'yi terk ederek başka bir kadınla beraber yaşamaya gitti.
- I'm pretty sure that Tom now lives in Boston.
- Tom'un şimdi Boston'da yaşadığına oldukça eminim.
- Where do the people who speak your language live?
- Dilinizi konuşan insanlar nerede yaşıyor?
- I could live anywhere.
- Ben her yerde yaşayabilirim.
- I learnt to live a more meaningful life.
- Daha anlamlı bir hayat yaşamayı öğrendim.
- He is a British citizen, but lives in India.
- O bir İngiliz vatandaşı fakat Hindistan'da yaşıyor.
- He lives for his computer.
- O, bilgisayarı için yaşar.
- I lived in Boston until three years ago.
- Üç yıl öncesine kadar Boston'da yaşıyordum.
- Live in the moment, live for eternity!
- Şu anda yaşa, sonsuza kadar yaşa!
- Many strange animals live in Australia.
- Avustralya'da birçok garip hayvan yaşar.
- Do you want to continue living like this?
- Böyle yaşamaya devam etmek ister misin?
- How long have you been living on this island?
- Ne zamandır bu adada yaşıyorsunuz?
- Tom wanted to live in Boston with his family.
- Tom ailesiyle birlikte Boston'da yaşamak istedi.
- They lived in a village close to a forest.
- Ormana yakın bir köyde yaşıyorlarmış.
- Tom lives with his parents in a small house.
- Tom ailesi ile küçük bir evde yaşıyor.
- She lives on the outskirts of the city.
- Şehrin dış mahallelerinde yaşıyor.
- I'm sure Tom wants to live with us.
- Tom'um bizimle yaşamak istediğinden eminim.
- Is it true that you wanted to live in Germany?
- Almanya'da yaşamak istediğin doğru mu?
- He lived with me for more than a year.
- O bir yıldan daha fazla bir süredir benimle yaşadı.
- I think Tom used to live in Boston.
- Sanırım Tom Boston'da yaşardı.
- People who go to bed early and get up early live a long time.
- Erken yatan ve erken kalkan insanlar uzun süre yaşarlar.
- I don't want to live anymore.
- Artık yaşamak istemiyorum.
- Once upon a time there lived a king and queen who had three very beautiful daughters.
- Bir zamanlar çok güzel üç kızı olan bir kral ve kraliçe yaşarmış.
- Tom is the one who helped me find a place to live.
- Yaşayacak bir yer bulmama yardım eden kişi Tom'du.
- This is the house in which the prime minister lives.
- Bu, başbakanın yaşadığı evdir.
- They live in tents.
- Çadırlarda yaşıyorlar.
- I had a similar problem when I lived in Boston.
- Boston'da yaşarken ben de benzer bir sorun yaşamıştım.
- I have an aunt who lives in Boston.
- Boston'da yaşayan bir teyzem var.
- I have little time left to live.
- Yaşamak için çok az zamanım kaldı.
- Tom said that Mary used to live in Boston.
- Tom, Mary'nin Boston'da yaşadığını söyledi.
- He knew he did not have much longer to live.
- Yaşamak için çok daha uzun zamanı olmadığını biliyordu.
- She used to live in Tel Aviv.
- Eskiden Tel Aviv'de yaşıyordu.
- Tom wanted to live on his own.
- Tom kendi başına yaşamak istiyordu.
- I hope to live in Boston someday.
- Bir gün Boston'da yaşamayı umuyorum.
- We have to live in the present.
- Şimdide yaşamalıyız.
- She used to live in Tel Aviv.
- O Tel Aviv'de yaşardı.
- I live next to Tom.
- Tom'un yanında yaşıyorum.
- They lived a very happy married life.
- Çok mutlu bir evlilik hayatı yaşamışlar.
- Will you live in Sasayama next year?
- Gelecek yıl Sasayama'da yaşayacak mısın?
- Bell lived in London, right?
- Bell Londra'da yaşıyordu, değil mi?
- Tom knew where Mary lived.
- Tom, Mary'nin nerede yaşadığını biliyordu.
- Tom didn't want to live on the street.
- Tom sokakta yaşamak istemiyordu.
- I've always wanted to live in this neighborhood.
- Her zaman bu mahallede yaşamak istemişimdir.
- There on the top of a high mountain they built a small town of their own and lived in peace.
- Orada yüksek bir dağın tepesinde kendilerine ait küçük bir kasaba inşa ettiler ve huzur içinde yaşadılar.
- Tom never really wanted to live in Boston.
- Tom gerçekten Boston'da hiç yaşamak istemedi.
- I don't live very far from here.
- Buradan çok uzakta yaşamıyorum.
- The people who live in the north of Japan enjoy skiing in the winter in the snow.
- Japonya'nın kuzeyinde yaşayan insanlar kışın karda kayak yapmanın tadını çıkarır.
- Man can't live without air.
- İnsan havasız yaşayamaz.
- He lives in the room above us.
- Üst katımızdaki odada yaşıyor.
- She had lived in Hiroshima until she was ten.
- On yaşına gelene kadar Hiroshima'da yaşadı.
- If it were not for plants, we wouldn't be able to live.
- Bitkiler olmasaydı, biz yaşayamazdık.
- I didn't say I used to live in Boston.
- Boston'da yaşadığımı söylemedim.
- I still live on Park Street.
- Hâlâ park caddesinde yaşıyorum.
- He lives like a monk.
- O bir keşiş gibi yaşıyor.
- Are you still living here?
- Sen hâlâ burada mı yaşıyorsun?
- Mary doesn't live in my neighborhood.
- Mary benim mahallemde yaşamıyor.
- Tom hopes he doesn't have to live in Boston for more than a year.
- Tom, Boston'da bir yıldan fazla yaşamak zorunda kalmamayı umuyor.
- Tom lives on his country estate.
- Tom kendi malikanesinde yaşıyor.
- Tom lives next to me.
- Tom bana bitişik yaşıyor.
- I don't like living in Boston.
- Boston'da yaşamayı sevmiyorum.
- Tom's problem is that he lives in his own bubble.
- Tom'un sorunu kendi balonunda yaşaması.
- How much longer do you want to live where you're living?
- Yaşadığın yerde daha ne kadar yaşamak istiyorsun?
- I live with my uncle.
- Amcamla yaşarım.
- You make life worth living.
- Hayatı yaşamaya değer kılıyorsun.
- Tom lives over there on that hill.
- Tom şu tepede yaşıyor.
- That girl is Icelandic, but now she lives in the United States.
- Bu kız İzlandalı, ama şimdi Amerika'da yaşıyor.
- How many years has Tom lived in Boston?
- Tom kaç yıldır Boston'da yaşıyor?
- Tom lived in Boston for many years.
- Tom uzun yıllar Boston'da yaşadı.
- Fadil and Layla lived in a very beautiful house in Cairo.
- Fadıl ve Leyla, Kahire'de çok güzel bir evde yaşıyorlardı.
- Are Tom and Mary still living with you?
- Tom ve Mary hâlâ sizinle mi yaşıyor?
- They lived in a dilapidated house.
- Harap bir evde yaşıyorlardı.
- The Yamada family lives in the apartment below this one.
- Yamada ailesi buranın altındaki dairede yaşıyor.
- Aren't you still living with your parents?
- Hâlâ ailenle yaşamıyor musun?
- Tom has no idea where Mary lives.
- Tom'un Mary'nin nerede yaşadığı hakkında bir fikri yok.
- I live in New Zealand.
- Ben Yeni Zelanda'da yaşıyorum.
- One in seven people in Canada live in poverty.
- Kanada'daki her yedi kişiden biri yoksulluk içinde yaşıyor.
- Even hell can be a nice place to live when you get used to it.
- Ona alıştığın zaman cehennem bile yaşanacak güzel bir yer olabilir.
- Tom lives in Boston, doesn't he?
- Tom Boston'da yaşıyor, değil mi?
- Peter lives with his friend.
- Peter, arkadaşıyla yaşıyor.
- They live on the floor above.
- Onlar yukarıdaki katta yaşıyor.
- Tom used to live in this neighborhood.
- Tom eskiden bu mahallede yaşardı.
- This is the house where I used to live when I was young.
- Bu, gençken yaşadığım ev.
- Are your parents still living?
- Ebeveynlerin hâlâ yaşıyor mu?
- He lives in a big house.
- Büyük bir evde yaşıyor.
- I live in Kobe.
- Ben Kobe'de yaşıyorum.
- Lida lived for many years in a small Native American village in eastern Nicaragua.
- Lida uzun yıllar Nikaragua'nın doğusundaki küçük bir Kızılderili köyünde yaşadı.
- Do you know the town where he lives?
- Onun yaşadığı şehri biliyor musun?
- I lived in Boston many years.
- Boston'da yıllarca yaşadım.
- Tom still lives on Park Street.
- Tom hala Park Caddesi'nde yaşıyor.
- Sami gave Layla a place to live.
- Sami, Layla'ya yaşaması için bir yer verdi.
- Tom lives in a RV.
- Tom bir karavanda yaşıyor.
- I want you to live more like a human being.
- Daha insan gibi yaşamanı istiyorum.
- Tom is looking for somewhere to live.
- Tom yaşayacak bir yer arıyor.
- Tom is looking for a cheap place to live in Boston.
- Tom, Boston'da yaşamak için ucuz bir yer arıyor.
- We live on what we take from the woods.
- Ormandan aldıklarımızın üzerinde yaşıyoruz.
- Tom lives in the woods all by himself.
- Tom ormanda tek başına yaşıyor.
- Tom and Mary live in the same part of town.
- Tom ve Mary şehrin aynı bölgesinde yaşıyorlar.
- I already know where you live.
- Nerede yaşadığını zaten biliyorum.
- Sami started to live the life of luxury he desired.
- Sami istediği lüks hayatı yaşamaya başladı.
- Tom owns the building I live in.
- Tom yaşadığım binanın sahibidir.
- Tom doesn't live in the city.
- Tom şehirde yaşamıyor.
- Tom lived just off Route 19.
- Tom 19. karayolunun hemen dışında yaşıyordu.
- He lives by himself.
- O tek başına yaşar.
- I have no idea where she lives.
- Nerede yaşadığına dair hiçbir fikrim yok.
- Tom lives in a bad part of town.
- Tom şehrin kötü bir yerinde yaşıyor.
- Tom didn't want to live on his own.
- Tom kendi başına yaşamak istemedi.
- Does Tom live alone?
- Tom yalnız mı yaşıyor?
- I don't live with Tom.
- Tom'la birlikte yaşamıyorum.
- She wants to live in the city.
- Şehirde yaşamak istiyor.
- Tom has lived in Boston for most of his life.
- Tom hayatının çoğu boyunca Boston'da yaşadı.
- He lived and died in obscurity.
- Bilinmezlik içinde yaşadı ve öldü.
- I'm old enough to live by myself.
- Tek başıma yaşayacak kadar büyüdüm.
- I don't know how many years Tom lived in Boston.
- Tom'un Boston'da kaç yıl yaşadığını bilmiyorum.
- That district is no longer a safe place to live in.
- O bölge artık yaşamak için güvenli bir yer değil.
- Doesn't Tom live in Boston?
- Tom Boston'da yaşamıyor mu?
- Tom and I both used to live on Park Street.
- Tom ve ben eskiden Park Caddesi'nde yaşardık.
- I'm glad that I still live here.
- Hâlâ burada yaşadığıma memnunum.
- Tom lives in a fantasy world.
- Tom hayal dünyasında yaşıyor.
- Tom found out where Mary lives.
- Tom Mary'nin nerede yaşadığını öğrendi.
- Please tell me where you live.
- Lütfen bana nerede yaşadığını söyle.
- Both Tom and I live in Boston.
- Hem Tom hem de ben Boston'da yaşıyoruz.
- Tom is now living in Boston with his father.
- Tom şimdi Boston'da babasıyla birlikte yaşıyor.
- The longer you live, the older you get.
- Ne kadar uzun yaşarsan, o kadar yaşlanırsın.
- You can't live forever.
- Sonsuza kadar yaşayamazsın.
- Sami lived in a nearby town.
- Sami yakın bir kasabada yaşıyordu.
- He plans to live there for more than a year.
- Orada bir yıldan fazla yaşamayı planlıyor.
- Now he has nothing to live for.
- Onun şimdi uğruna yaşayacağı hiçbir şey yok.
- Without water, you could not live.
- Su olmadan yaşayamazsın.
- Tom asked Mary where she lived, but she wouldn't tell him.
- Tom Mary'ye nerede yaşadığını sordu ama Mary ona söylemedi.
- The soul of a people lives in its language.
- Bir halkın ruhu dilinde yaşar.
- How many people live in Australia?
- Avustralya'da kaç kişi yaşıyor?
- It is impossible to live without water.
- Su olmadan yaşamak imkansızdır.
- Tom knew where Mary wanted to live.
- Tom, Mary'nin nerede yaşamak istediğini biliyordu.
- How much longer is Tom planning to live in Boston?
- Tom daha ne kadar Boston'da yaşamayı planlıyor?
- Tom lives in a tiny studio.
- Tom küçük bir stüdyo dairede yaşıyor.
- My dog and cat live in harmony with each other.
- Köpeğim ve kedim birbirleriyle uyum içinde yaşarlar.
- They live in a little village in England.
- İngiltere'de küçük bir köyde yaşıyorlar.
- I don't know if Tom still lives in Boston.
- Tom hala Boston'da mı yaşıyor bilmiyorum.
- He contracted malaria while living in the jungle.
- Ormanda yaşarken sıtmaya yakalandı.
- My daughter lives in Rio de Janeiro, which is four hundred miles away from Sao Paulo.
- Kızım Sao Paulo'dan 400 mil uzakta, Rio de Janeiro'da yaşıyor.
- That poet lived here a little over 20 years.
- O şair burada 20 yıldan biraz fazla yaşadı.
- Tom lives on a farm in California.
- Tom Kaliforniya'da bir çiftlikte yaşıyor.
- Sandy lives in San Diego.
- Sandy San Diego'da yaşıyor.
- He lives alone in the woods.
- O, ormanda tek başına yaşar.
- No rich people live here.
- Burada hiç zengin insan yaşamıyor.
- I live and work here.
- Burada yaşıyorum ve çalışıyorum.
- Do you want to live like slaves?
- Köle gibi mi yaşamak istiyorsun?
- In the early days of American history, blacks lived in slavery.
- Amerikan tarihinin ilk günlerinde siyahlar kölelik içinde yaşıyordu.
- You shall want for nothing as long as I live.
- Ben yaşadığım sürece hiçbir şeyin eksikliğini hissetmeyeceksin.
- I live with my uncle.
- Dayımla yaşıyorum.
- Tom never wanted to live in Boston.
- Tom asla Boston'da yaşamak istemedi.
- Forget about the past, live in the present, think about the future.
- Geçmişi unut, şimdide yaşa, geleceği düşün.
- I still live at my dad's place.
- Ben hâlâ babamın evinde yaşıyorum.
- Two girls and three boys live in the apartment, each one coming from a different country.
- Dairede iki kız ve üç erkek yaşıyor, her biri farklı bir ülkeden geliyor.
- Generally speaking, women live longer than men by almost ten years.
- Genel olarak konuşursak, kadınlar erkeklerden neredeyse on yıl daha uzun yaşar.
- I live in Maastricht.
- Maastricht'te yaşıyorum.
- I'll remember today for as long as I live.
- Yaşadığım sürece bugünü hatırlayacağım.
- Tom never told me where he lived.
- Tom bana nerede yaşadığını hiç söylemedi.
- Tom started to feel like his life wasn't worth living.
- Tom hayatının yaşamaya değer olmadığını düşünmeye başladı.
- He lives here.
- O burada yaşıyor.
- There are people of many different races living in America.
- Amerika'da yaşayan birçok farklı ırklarda insanlar vardır.
- This is the house where he lived.
- Bu onun yaşadığı evdir.
- I live in Moscow.
- Moskova'da yaşıyorum.
- Who lives in that house?
- O evde kim yaşıyor?
- Tom was living in Boston in those days.
- O günlerde Tom Boston'da yaşıyordu.
- I had many friends when I was living in Boston.
- Boston'da yaşarken çok arkadaşım vardı.
- I thought it would be fun to live in Boston for a year or two.
- Bir ya da iki yıl Boston'da yaşamanın eğlenceli olacağını düşünüyordum.
- We live in a cozy little house in a side street.
- Ara sokakta küçük şirin bir evde yaşıyoruz.
- I couldn't afford to live in that neighborhood.
- O mahallede yaşamayı karşılayamazdım.
- I live in Hyogo Prefecture.
- Hyogo vilayetinde yaşıyorum.
- Tom has been living here alone for the past six months.
- Tom son altı aydır burada yalnız yaşıyor.
- I'm a professor, I'm living in Uberlândia at present, and I love music.
- Ben bir profesörüm, şu anda Uberlândia'da yaşıyorum ve müziği seviyorum.
- He lives in a large house by himself.
- Büyük bir evde yalnız yaşıyor.
- Is Tom still living?
- Tom hâlâ yaşıyor mu?
- Tom's dream is to live in a small town in the south of France.
- Tom'un hayali Fransa'nın güneyinde küçük bir kasabada yaşamak.
- It's not possible to live forever.
- Sonsuza dek yaşamak mümkün değil.
- Does Tom live alone?
- Tom tek başına mı yaşıyor?
- As long as you live in my house, you'll follow my rules.
- Benim evimde yaşadığın sürece kurallarıma uyacaksın.
- What an awful world to live in!
- Yaşamak için ne korkunç bir dünya!
- He lives in a flat.
- Bir apartman dairesinde yaşıyor.
- Where do you live now?
- Şimdi nerede yaşıyorsun?
- Tom lives right next to us.
- Tom yanımızda yaşıyor.
- Do you live in Boston?
- Boston'da mı yaşıyorsunuz?
- He has been living in Ankara since 2006.
- O, 2006'dan beri Ankara'da yaşıyor.
- They lived in Boston.
- Boston'da yaşadılar.
- Where do you think Tom wants to live?
- Tom'un nerede yaşamak istediğini düşünüyorsun?
- Tom doesn't live in this neighborhood.
- Tom bu mahallede yaşamıyor.
- Tom and Mary live in different states.
- Tom ve Mary farklı eyaletlerde yaşıyorlar.
- He lives up there, up on that mountain.
- Orada, o dağın tepesinde yaşıyor.
- Tom and Mary used to live in the same apartment building.
- Tom ve Mary eskiden aynı apartmanda yaşıyorlardı.
- I used to live near a park.
- Bir parka yakın yaşardım.
- Tom said that he doesn't know where Mary lives.
- Tom, Mary'nin nerede yaşadığını bilmediğini söyledi.
- We will have lived here for ten years at the end of this month.
- Bu ayın sonunda on yıldır burada yaşıyor olacağız.
- They have lived here for a long time.
- Onlar uzun süredir burada yaşıyor.
- Tom is living abroad.
- Tom yurt dışında yaşıyor.
- If there was no air, people could not live for even ten minutes.
- Eğer hava olmasaydı, insanlar on dakika bile yaşayamazdı.
- Tom lived in a homeless shelter for a while.
- Tom bir süre evsizler sığınağında yaşadı.
- Tom lives a few miles away.
- Tom birkaç kilometre uzakta yaşıyor.
- He lives just across the road.
- O, tam yolun karşısında yaşıyor.
- The only way to escape air pollution is to live in the middle of nowhere.
- Hava kirliliğinden kurtulmanın tek yolu ıssız bir yerde yaşamaktır.
- Since when have you lived in Tokyo?
- Ne zamandan beri Tokyo'da yaşıyorsun?
- He doesn't know where Maria lives.
- O, Maria'nın nerede yaşadığını bilmiyor.
- The family is forced to live on his little salary.
- Aile onun azıcık maaşıyla yaşamak zorunda.
- 94% of China's population live east of the Heihe-Tengchong Line.
- Çin nüfusunun %94'ü Heihe-Tengçong Hattı'nın doğusunda yaşıyor.
- Tom is still living in Australia.
- Tom hâlâ Avustralya’da yaşıyor.
- He is likely to live to be ninety.
- Muhtemelen doksanına kadar yaşayacak.
- Tom lives alone.
- Tom yalnız yaşıyor.
- Some gazelles live in the mountains.
- Dağlarda bazı ceylanlar yaşıyor.
- Tell me again where you live.
- Nerede yaşadığını bana tekrar söyle.
- Tom has lived in Australia.
- Tom Avustralya'da yaşadı.
- She doesn't live here anymore.
- Artık burada yaşamıyor.
- Nobody wanted to live in my country.
- Kimse benim ülkemde yaşamak istemedi.
- We're now living in Tom's house.
- Artık Tom'un evinde yaşıyoruz.
- Tom and Mary live with their dad in Boston.
- Tom ve Mary Boston'da babalarıyla yaşıyorlar.
- Bears live in forests and do not like people.
- Ayılar ormanlarda yaşar ve insanları sevmezler.
- You're too young to live by yourself.
- Tek başına yaşamak için çok gençsin.
- The king lives inside a large castle.
- Kral büyük bir kalenin içinde yaşıyor.
- He lives in a small town in the hinterlands.
- O da iç bölgelerde küçük bir kasabada yaşıyor.
- The couple lived a happy life to the end.
- Çift, sonuna kadar mutlu bir hayat yaşadı.
- Because of her, he lived a miserable life.
- Onun yüzünden sefil bir hayat yaşadı.
- Her cousin lives in the U.S.
- Kuzeni Amerika'da yaşıyor.
- Tom doesn't want to live in Boston.
- Tom Boston'da yaşamak istemiyor.
- I don't live in Finland.
- Finlandiya'da yaşamıyorum.
- Tom lives outside the city.
- Tom şehir dışında yaşar.
- Tom has lived in Boston for three years.
- Tom üç yıldır Boston'da yaşıyor.
- Tom lives near the ocean, but he can't swim.
- Tom okyanusa yakın bir yerde yaşıyor ama yüzme bilmiyor.
- He lives here all alone.
- Burada tek başına yaşıyor.
- We live in a Muslim country and we are very happy.
- Müslüman bir ülkede yaşıyoruz ve çok mutluyuz.
- Why are people living longer?
- İnsanlar neden daha uzun yaşıyor?
- Tom said that he had never planned on living in Boston for so long.
- Tom, Boston'da bu kadar uzun süre yaşamayı hiç planlamadığını söyledi.
- I lived in São Paulo before, but now I live in Rio.
- Daha önce São Paulo'da yaşadım ama şimdi Rio'da yaşıyorum.
- It is ten years since I came to live in Shizuoka.
- Şizuoka'da yaşamaya başlayalı on yıl oldu.
- Do Tom and Mary still live with you?
- Tom ve Mary hâlâ sizinle birlikte yaşıyor mu?
- Layla still lives on in my heart.
- Layla hala kalbimde yaşıyor.
- I heard that Tom doesn't live in Boston anymore.
- Tom'un artık Boston'da yaşamadığını duydum.
- Tom lived a sheltered life.
- Tom korunaklı bir hayat yaşadı.
- I live on my own.
- Kendi başıma yaşıyorum.
- We used to live in Boston when you were a baby.
- Sen bebekken Boston'da yaşıyorduk.
- I live in the city.
- Şehirde yaşıyorum.
- I live in Viana, Espírito Santo.
- Ben Viana, Espirito Santo'da yaşıyorum.
- I have lived in Tokyo since 1985.
- 1985'ten beri Tokyo'da yaşıyorum.
- Tom lived in Boston for three years before moving back to Chicago.
- Tom Chicago'ya geri dönmeden önce Boston'da üç yıl yaşadı.
- If you eat well, you're likely to live longer.
- İyi beslenirseniz, daha uzun yaşarsınız.
- All of us live in the same dorm.
- Hepimiz aynı yurtta yaşıyoruz.
- Tom doesn't live too far from the station.
- Tom istasyondan çok uzakta yaşamıyor.
- This is where I want to live.
- Yaşamak istediğim yer burası.
- David Beckham now lives in America.
- David Beckham şimdi Amerika'da yaşıyor.
- This is the house in which he lives.
- Bu onun yaşadığı ev.
- I'm still living in Australia.
- Hâlâ Avustralya'da yaşıyorum.
- I have been living like a wolf trapped in a snare.
- Kapana kıstırılmış bir kurt gibi yaşıyorum.
- I may not have a lot of money, but at least I live on my own terms.
- Çok param olmayabilir ama en azından kendi kurallarım çerçevesinde yașıyorum.
- He doesn't want to live in a less developed country.
- O, az gelişmiş bir ülkede yaşamak istemez.
- He doesn't earn enough money to live on.
- Yaşamak için yeterli para kazanmıyor.
- You lived in Osaka until you were 6 years old.
- 6 yaşına kadar Osaka'da yaşadın.
- Does anyone live here?
- Burada kimse yaşıyor mu?
- I live in a quiet neighborhood.
- Sessiz bir semtte yaşıyorum.
- Sami was living in Cairo, Egypt, with his father.
- Sami babasıyla birlikte Kahire, Mısır'da yaşıyordu.
- Tom has never actually lived in Australia.
- Tom aslında Avustralya'da hiç yaşamadı.
- He lived in Kyoto in his college days.
- Üniversite yıllarında Kyoto'da yaşadı.
- Does she live here?
- Kız burada mı yaşıyor?
- As I'm sensitive to heat, I can't live comfortably without air-conditioning in summer.
- Ben sıcağa karşı hassas olduğum için yazın klimasız rahat yaşayamıyorum.
- Do you know why Tom doesn't live in Boston anymore?
- Tom'un artık neden Boston'da yaşamadığını biliyor musun?
- Where do you guys live?
- Siz nerede yaşıyorsunuz?
- There was a guy named Tom who used to live here.
- Eskiden burada yaşayan Tom adında bir adam vardı.
- If it were not for air, we could not live.
- Hava olmasa yaşayamayız.
- Tom lives on the third floor of this apartment building.
- Tom bu apartmanın üçüncü katında yaşıyor.
- I live in Rio de Janeiro.
- Rio de Janeiro'da yaşıyorum.
- How long are you going to live in Boston?
- Boston'da ne kadar yaşayacaksın?
- I live in Baku.
- Bakü'de yaşıyorum.
- Do you live in this building?
- Sen bu binada mı yaşıyorsun?
- I was getting used to living in America.
- Amerika'da yaşamaya alışıyordum.
- I don't want to live on this planet anymore.
- Artık bu gezegende yaşamak istemiyorum.
- He lives in the southern part of the city.
- O, kentin güney kesiminde yaşıyor.
- Do Tom and Mary know where you live?
- Tom ve Mary nerede yaşadığınızı biliyor mu?
- I want to live in Helsinki.
- Helsinki'de yaşamak istiyorum.
- Tom certainly can't expect to live with us.
- Tom kesinlikle bizimle yaşamayı bekleyemez.
- We can't live like this.
- Böyle yaşayamayız.
- We've lived here for a long time.
- Uzun süredir burada yaşıyoruz.
- If you push a button, either you will die or you will live.
- Bir düğmeye basarsan ya ölürsün ya da yaşarsın.
- Don't tell Tom where I live.
- Nerede yaşadığımı Tom'a söyleme.
- I used to live in a mountainous area.
- Eskiden dağlık bir bölgede yaşıyordum.
- I live close by.
- Bu civarda yaşıyorum.
- I've lived in this house for three years.
- Üç yıldır bu evde yaşıyorum.
- I began living by myself.
- Kendi başıma yaşamaya başladım.
- Who'd want to live in a place like this?
- Böyle bir yerde kim yaşamak ister?
- The new road will benefit the people living in the hills.
- Yeni yolun tepede yaşayan insanlara faydası olacaktır.
- I live here now.
- Şimdi burada yaşıyorum.
- I live in the town centre.
- Ben şehir merkezinde yaşıyorum.
- I just want an affordable place to live.
- Ben sadece yaşamak için uygun fiyatlı bir yer istiyorum.
- Why did he live in the United States?
- Neden o Amerika Birleşik Devletleri'nde yaşadı?
- I'd love to live in Boston.
- Ben Boston'da yaşamak istiyorum.
- After 2013, Tom lived and worked in Boston.
- 2013'ten sonra Tom Boston'da yaşadı ve çalıştı.
- Tom lived with his parents in Australia.
- Tom, Avustralya'da ailesiyle birlikte yaşıyordu.
- I don't know where they live.
- Nerede yaşadıklarını bilmiyorum.
- Sami wanted to live close to where he studied.
- Sami okuduğu yere yakın yaşamak istedi.
- He lives outside the city.
- Şehrin dışında yaşıyor.
- Tom probably won't live long enough to see his daughter get married.
- Tom muhtemelen kızının evlendiğini görecek kadar uzun yaşamayacak.
- He lives in a house far from the village.
- Köyden uzak bir evde yaşıyor.
- It is easier to fight for one's principles than to live according to them.
- Birinin ilkeleri için savaşmak, onlara göre yaşamaktan daha kolaydır.
- Where do you live, Tom?
- Nerede yaşıyorsun, Tom?
- I didn't like living in Boston.
- Boston'da yaşamayı sevmemiştim.
- I like living in this country.
- Bu ülkede yaşamayı seviyorum.
- This bird lives neither in Japan nor in China.
- Bu kuş ne Japonya'da yaşar ne de Çin'de.
- Tom's parents are both still living.
- Tom'un ebeveynlerinin ikisi de hâlâ yaşıyor.
- How many months has Tom been living here?
- Tom kaç aydır burada yaşıyor?
- Where exactly do you live?
- Sen tam olarak nerede yaşıyorsun?
- Tom's paternal grandparents live in Australia.
- Tom'un dedesi ve babaannesi Avustralya'da yaşıyor.
- Many squirrels live in this forest.
- Bu ormanda birçok sincap yaşıyor.
- He always seems to be living rent-free in somebody's house.
- O, her zaman birinin evinde kira vermeden yaşıyor gibi görünüyor.
- I want to live in Boston as much as you do.
- Ben de senin kadar Boston'da yaşamak istiyorum.
- Tom is going to come live with us.
- Tom gelip bizimle yaşayacak.
- Tom has lived here for years.
- Tom yıllardır burada yaşıyor.
- Tom lives three miles east of here.
- Tom buradan 3 mil doğuda yaşıyor.
- Hiroshi has lived in the US for a long time, but he still speaks Engrish.
- Hiroşi uzun zaman Amerika'da yaşadı, ama hâlâ İngirizce konuşuyor.
- They live in a mansion.
- Onlar bir köşkte yaşamaktadırlar.
- My dog and cat live in harmony with each other.
- Köpeğim ve kedim uyum içerisinde yaşıyorlar.
- When I lived in America I played golf with my friends.
- Amerika'da yaşarken arkadaşlarımla golf oynardım.
- Tom lived there all by himself.
- Tom tek başına orada yaşadı.
- And Jared lived after he begot Henoch, eight hundred years, and begot sons and daughters.
- Jared Henoh'u doğurduktan sonra sekiz yüz yıl yaşadı, oğulları ve kızları oldu.
- I can't believe you really want to live here all by yourself.
- Burada gerçekten yalnız yaşamak istediğinize inanamıyorum.
- I will live in the city.
- Kentte yaşayacağım.
- The doctors told Tom that Mary didn't have long to live.
- Doktorlar Tom'a Mary'nin yaşamak için fazla zamanı kalmadığını söyledi.
- I want to live a relaxed life in the country after I retire.
- Emekli olduktan sonra taşrada rahat bir hayat yaşamak istiyorum.
- I'm not living on welfare.
- Sosyal yardımla yaşamıyorum.
- I came to Tokyo three years ago and I've been living here since.
- Tokyo'ya üç yıl önce geldim ve o zamandan beri burada yaşıyorum.
- If we were to live on the moon, how large would the earth look?
- Ayda yaşasak dünya ne kadar büyük görünür?
- Why do we live?
- Neden yaşıyoruz?
- He is not old enough to live alone.
- Tek yaşayacak kadar büyük değil.
- You didn't tell me Tom was living with you.
- Tom'un seninle yaşadığını bana söylemedin.
- I have a friend who lives in Sapporo.
- Sapparo'da yaşayan bir arkadaşım var.
- Tom is now living in Switzerland.
- Tom şimdi İsviçre'de yaşıyor.
- They live in a beautiful area.
- Onlar güzel bir bölgede yaşıyorlar.
- Tom lives in the apartment next door.
- Tom yan dairede yaşıyor.
- His family has to live on his small income.
- Ailesi onun küçük geliriyle yaşamak zorunda.
- Sami lived with Farid and Layla.
- Sami, Ferit ve Leyla'yla yaşıyordu.
- Tom is living apart from his wife.
- Tom eşinden ayrı yaşıyor.
- Language is the world in which men live.
- Dil, insanların yaşadığı dünyadır.
- Tom didn't live in Boston last year.
- Tom geçen yıl Boston'da yaşamadı.
- Tom lives less than thirty minutes away.
- Tom otuz dakikadan daha az bir mesafede yaşıyor.
- Tom can't live much longer.
- Tom çok daha uzun yaşayamaz.
- Two little squirrels, a white squirrel and a black squirrel, lived in a large forest.
- İki küçük sincap, bir beyaz sincap ve bir siyah sincap, büyük bir ormanda yaşıyorlarmış.
- He is the bravest soldier that ever lived.
- O şimdiye kadar yaşamış en cesur asker.
- Tom says Mary has always lived in Boston.
- Tom, Mary'nin hep Boston'da yaşadığını söylüyor.
- I wish I could live in a house that nice.
- Keşke ben de böyle güzel bir evde yaşayabilseydim.
- Sami lived with his parents in this small house.
- Sami bu küçük evde anne ve babasıyla birlikte yaşıyordu.
- I'm not sure I'd want to live here.
- Burada yaşamak istediğimden emin değilim.
- Does Tom still live here with you?
- Tom hala burada seninle mi yaşıyor?
- Tom lives in Australia with his parents.
- Tom ailesiyle birlikte Avustralya'da yaşıyor.
- He lived in Matsue for seven years.
- Yedi yıl boyunca Matsue'de yaşadı.
- I have been living in Canada for almost five years.
- Neredeyse beş yıldır Kanada'da yaşıyorum.
- Tom lives with his father in Boston.
- Tom babasıyla Boston'da yaşıyor.
- Generally speaking, a woman will live longer than a man.
- Genel olarak konuşursak, bir kadın bir erkekten daha uzun yaşar.
- Hippopotamuses live in Africa.
- Hipopotamlar Afrika'da yaşarlar.
- She has lived here for more than a year.
- Bir seneden fazladır burada yaşıyor.
- He had no place to live.
- Yaşayacak bir yeri yoktu.
- I once lived in Rome.
- Ben bir zamanlar Roma'da yaşadım.
- The town in which I live is rather small.
- Yaşadığım kasaba oldukça küçük.
- I live in a small apartment.
- Ben küçük bir dairede yaşıyorum.
- I tried to find out how many people really live in this town.
- Bu kasabada gerçekten kaç kişinin yaşadığını öğrenmeye çalıştım.
- Tom isn't used to living in the city.
- Tom şehirde yaşamaya alışkın değil.
- Which house did you live in?
- Sen hangi evde yaşıyordun?
- Tom is a Canadian living in Boston.
- Tom, Boston'da yaşayan bir Kanadalıdır.
- She lives in a large house.
- O, büyük bir evde yaşıyor.
- Tom lives on the same street as me.
- Tom benimle aynı caddede yaşıyor.
- He is the greatest man who has ever lived.
- O şimdiye kadar yaşamış en büyük adam.
- You've lived a charmed life, Tom.
- Büyülü bir hayat yaşadın, Tom.
- I have two uncles; one lives in Boston and the other lives in Chicago.
- İki amcam var; biri Boston'da, diğeri Chicago'da yaşıyor.
- Tom doesn't know where Mary used to live.
- Tom, Mary'nin eskiden nerede yaşadığını bilmiyor.
- Jackson lived for eight more years.
- Jackson sekiz yıl daha yaşadı.
- If I were to live again, I would like to be a musician.
- Eğer tekrar yaşayacak olsaydım, müzisyen olmak isterdim.
- I would often visit the museum when I lived in Kyoto.
- Kyoto'da yaşarken müzeyi sık sık ziyaret ederdim.
- What is the planet called you live on?
- Yaşadığınız gezegenin adı ne?
- One hopes, as long as one lives.
- İnsan yaşadığı sürece umut eder.
- I live outside of the city.
- Kentin dışında yaşıyorum.
- A king lived in an old castle.
- Eski bir kalede bir kral yaşarmış.
- Don't tell her where you live.
- Nerede yaşadığını ona söyleme.
- It's very pleasant to live in a beautiful city at the foot of a mountain ridge.
- Bir dağ sırtı eteğinde güzel bir şehirde yaşamak çok hoştur.
- Tom no longer lives with me.
- Tom artık benimle yaşamıyor.
- I've lived here for 30 years.
- Otuz yıldır burada yaşıyorum.
- I'm from Boston, but now I live in Chicago.
- Ben Boston'luyum ama şimdi Chicago'da yaşıyorum.
- Tom said Mary has always lived in Boston.
- Tom, Mary'nin hep Boston'da yaşadığını söyledi.
- I would often visit the museum when I lived in Kyoto.
- Kyoto'da yaşadığım zamanlarda,müzeyi sıklıkla ziyaret ederim.
- What can't you live without?
- Ne olmadan yaşayamazsın?
- They live in a new house near the park.
- Onlar parkın yakınında yeni bir evde yaşıyor.
- She lives near the beach, but she can't swim.
- O, kumsalın yanında yaşar ama yüzmeyi bilmez.
- I live in America.
- Amerika'da yaşıyorum.
- He lived in obscurity.
- Belirsizlikler içinde yaşadı.
- I lived in Osaka until I was six.
- Altı yaşıma kadar Osaka'da yaşadım.
- How warm is it where you live?
- Yaşadığınız yer ne kadar sıcak?
- I want to live a relaxed life in the country after I retire.
- Emekli olduktan sonra sessiz sakin bir köy hayatı yaşamak istiyorum.
- I asked him where he lived.
- Ona nerede yaşadığını sordum.
- Tom lives in Boston.
- Tom Boston'da yaşar.
- He lives for nothing but pleasure.
- O, zevkten başka hiçbir şey için yaşamaz.
- I lived in Boston for thirty years.
- Otuz yıl Boston'da yaşadım.
- In this village, they lived a happy life.
- Bu köyde, onlar mutlu bir hayat yaşadılar.
- Hey, you only live once.
- Hey, sadece bir kez yaşarsın.
- I live close to an old bookshop.
- Eski bir kitapçıya yakın yaşıyorum.
- Don't tell her where you live.
- Ona nerede yaşadığını söyleme.
- Tom lived on the west coast.
- Tom batı kıyısında yaşıyordu.
- I won't live in Boston next year.
- Seneye Boston'da yaşamayacağım.
- Prices have risen in Japan and Tokyo is very expensive to live in.
- Japonya'da fiyatlar yükseldi ve Tokyo yaşamak için çok pahalı.
- Antarctica is an unpleasant place to live.
- Antarktika yaşamak için uygun olmayan bir yerdir.
- Jack has been living in New York for six years.
- Jack altı yıldır New York'ta yaşıyor.
- I'd like to live in a warmer climate.
- Daha sıcak bir iklimde yaşamak isterdim.
- Do you want to live in Germany?
- Almanya'da yaşamak istiyor musun?
- Tom lives with Mary in Memphis.
- Tom, Mary ile Memphis'te yaşıyor.
- They live like dogs because they are dogs.
- Köpek gibi yaşıyorlar çünkü onlar köpek.
- Unfortunately, she lives abroad.
- Ne yazık ki yurt dışında yaşıyor.
- There doesn't seem to be anyone living around here.
- Buralarda yaşayan kimse yok gibi görünüyor.
- I'm not living with her anymore.
- Ben artık onunla yaşamıyorum.
- I'm still not used to living in Boston.
- Boston'da yaşamaya hâlâ alışamadım.
- We live near the large library.
- Geniş kütüphanenin yakınında yaşıyoruz.
- If it were not for the sun, we could not live at all.
- Güneş olmasaydı, biz asla yaşayamazdık.
- Many animals that lived thousands of years ago are now extinct.
- Binlerce yıl önce yaşamış çoğu hayvanın şimdi nesli tükendi.
- His parents live in the main county town.
- Ailesi şehir merkezinde yaşıyor.
- We live in the atomic age.
- Atom çağında yaşıyoruz.
- Tom and Mary live in Australia.
- Tom ve Mary Avustralya'da yaşıyor.
- Who would want to live here?
- Burada kim yaşamak ister?
- He lives by himself.
- Yalnız yaşıyor.
- You used to live in Boston, didn't you?
- Eskiden Boston'da yaşıyordun, değil mi?
- I've been living here for five years.
- Beş yıldır burada yaşıyorum.
- He has a brother who lives in Tokyo.
- Onun Tokyo'da yaşayan bir erkek kardeşi var.
- We've always lived in Boston.
- Hep Boston'da yaşadık.
- Tom lives three miles east of here.
- Tom buradan üç mil doğuda yaşıyor.
- Tom wants to live in a French-speaking country, so he can practice speaking French with native speakers every day.
- Tom Fransızca konuşulan bir ülkede yaşamak istiyor, böylece her gün anadil konuşucularıyla Fransızca konuşma pratiği yapabilecek.
- Tom wouldn't tell Mary where he lived.
- Tom nerede yaşadığını Mary'ye söylemeyecek.
- Tom used to live with us.
- Tom bizimle yaşardı.
- I love living on campus.
- Ben kampüste yaşamayı seviyorum.
- Lions live on other animals.
- Aslanlar diğer hayvanları yiyerek yaşarlar.
- Tom lives in a big house all by himself.
- Tom büyük bir evde tamamen tek başına yaşıyor.
- Two American students live in this dorm.
- Bu yurtta iki Amerikalı öğrenci yaşıyor.
- Women generally live longer than men.
- Kadınlar genel olarak erkeklerden daha uzun yaşamaktadır.
- Tom lives in a small house.
- Tom küçük bir evde yaşar.
- He lived a moral life.
- Ahlaklı bir hayat yaşadı.
- I live miles away from the nearest station.
- En yakın istasyondan millerce uzakta yaşıyorum.
- He lives in the ghetto.
- O, gettoda yaşıyor.
- I thought you lived by yourself.
- Tek başına yaşadığını sanıyordum.
- What will you live on while you are there?
- Oradayken neyle yaşayacaksın?
- Tom and I live nearby.
- Tom ve ben yakında yaşıyoruz.
- Tom is living with his parents.
- Tom ailesiyle birlikte yaşıyor.
- We rented an apartment when we lived in New York.
- New York'ta yaşarken bir daire kiralamıştık.
- She lives far from me.
- Benden uzakta yaşıyor.
- Have you lived here?
- Burada yaşadın mı?
- I don't know if she still lives there.
- Hâlâ orada mı yaşıyor bilmiyorum.
- Tom decided that he wanted to live in Boston.
- Tom Boston'da yaşamak istediğine karar verdi.
- He lives in England.
- O, İngiltere'de yaşıyor.
- Tom no longer lives with his parents.
- Tom artık ailesiyle yaşamıyor.
- Tom lived in Boston about three years ago.
- Tom yaklaşık üç yıl önce Boston'da yaşıyordu.
- Tom has been living in Boston since he was a kid.
- Tom çocukluğundan beri Boston'da yaşıyor.
- Tom wanted to go live with his dad.
- Tom gidip babasıyla yaşamak istiyordu.
- Are Tom and Mary living with you?
- Tom ve Mary seninle mi yaşıyor?
- I live in Boston but I'm from L.A.
- Boston'da yaşıyorum ama Los Angeleslıyım.
- Do you like living in Rome?
- Roma'da yaşamayı seviyor musun?
- Tom lived a simple life.
- Tom basit bir hayat yaşıyordu.
- What would happen if all the people of the world lived like Americans?
- Dünyadaki tüm insanlar Amerikalılar gibi yaşasaydı ne olurdu?
- Tom never lived in Boston.
- Tom hiç Boston'da yaşamadı.
- I lived in Vancouver for two months.
- Ben iki ay boyunca Vancouver'da yaşadım.
- Tom has lived there for three years.
- Tom üç yıldır orada yaşıyor.
- He's lived there all his life.
- Bütün ömrü boyunca orada yaşadı.
- Tom lives three blocks from here.
- Tom buradan üç blok ötede yaşıyor.
- Where do you live, exactly?
- Tam olarak nerede yaşıyorsun?
- We know where you live.
- Nerede yaşadığını biliyoruz.
- I have lived with several Zen masters, all of them cats.
- Birkaç Zen üstadıyla birlikte yaşadım, hepsi de kediydi.
- I've lived abroad for ten years.
- On yıldır yurt dışında yaşamaktayım.
- We will be living in England.
- İngiltere'de yaşayacağız.
- They live across the river.
- Nehrin karşısında yaşıyorlar.
- To live is to feel.
- Yaşamak hissetmektir.
- Tom doesn't know where Mary wants to live.
- Tom, Mary'nin nerede yaşamak istediğini bilmiyor.
- He lives in a small town near Osaka.
- Osaka yakınlarında küçük bir kasabada yaşıyor.
- He lives in a closed community.
- Kapalı bir toplulukta yaşıyor.
- Dan and Linda lived in a rundown apartment.
- Dan ve Linda yıkık bir dairede yaşadı.
- I have lived here for ten years.
- On yıldır burada yaşıyorum.
- Are there any Olympic size swimming pools near where you live?
- Yaşadığınız yere yakın olimpik yüzme havuzu var mı?
- Tom currently lives with his uncle.
- Tom şu anda amcasıyla birlikte yaşıyor.
- Tom likes Boston better than any other place he's lived.
- Tom Boston'u yaşadığı diğer yerlerden daha çok seviyor.
- Mary lived in a convent for a few months.
- Mary birkaç ay manastırda yaşadı.
- I would live here with you if I could.
- Elimde olsa burada seninle yaşardım.
- She didn't live a single day of her life without violence.
- O, hayatının bir gününde bile şiddetsiz yaşamadı.
- Where have you been living?
- Nerede yaşıyorsunuz?
- I lived in Australia for a few years.
- Birkaç yıl için Avustralya'da yaşadım.
- I learned to live without her.
- Onsuz yaşamayı öğrendim.
- I have lived here for thirty years.
- Otuz yıldır burada yaşıyorum.
- Tom doesn't think Mary can live without him.
- Tom, Mary'nin onsuz yaşayabileceğini düşünmüyor.
- She lives with him in a small apartment.
- Onunla küçük bir dairede yaşıyor.
- How long have you been living in Italy?
- Ne kadar süredir İtalya'da yaşıyorsun?
- Tom says he doesn't know where Mary lives.
- Tom Mary'nin nerede yaşadığını bilmediğini söylüyor.
- Tom lives alone.
- Tom yalnız yaşamaktadır.
- They live in peace.
- Huzur içinde yaşıyorlar.
- Tom has never actually lived in Australia.
- Tom aslında Avustralya'da hiç yaşamamış.
- Tom lives on his own.
- Tom tek başına yaşıyor.
- Tom wondered where Mary wanted to live.
- Tom, Mary'nin nerede yaşamak istediğini merak etti.
- Noise is the most serious problem for those who live around the airports.
- Gürültü, havaalanlarının çevresinde yaşayanlar için en ciddi sorun.
- It is not possible to live without air.
- Havasız yaşamak mümkün değil.
- No one lives in that house.
- O evde kimse yaşamıyor.
- Those who live in houses made of glass mustn't throw stones at the houses of other people.
- Camdan yapılmış evlerde yaşayanlar başkalarının evlerine taş atmamalı.
- I'm fairly certain Tom lives on Park Street.
- Tom'un Park Street'te yaşadığından oldukça eminim.
- Tom lives in Wales.
- Tom Galler'de yaşıyor.
- Fish live in the water.
- Balıklar suda yaşar.
- Where did Tom live?
- Tom nerede yaşıyordu?
- Sami was living the high life he always wanted.
- Sami her zaman istediği lüks hayatı yaşıyordu.
- He doesn't live with his parents.
- Ailesiyle birlikte yaşamıyor.
- There's only one way to live.
- Yaşamanın tek bir yolu var.
- Does it snow where you live?
- Yaşadığın yerde kar yağar mı?
- Tom lived on the west coast.
- Tom batı yakasında yaşadı.
- The people he is living with in London are coming to see me.
- Londra'da birlikte yaşadığı insanlar, beni görmeye geliyorlar.
- The apartment I live in isn't very large.
- İçinde yaşadığım daire çok geniş değil.
- I've been living in this dormitory for three and a half years.
- Üç buçuk yıldır bu yurtta yaşıyorum.
- His nephew lives in America.
- Yeğeni Amerika'da yaşıyor.
- He didn't live to say another word.
- Başka bir kelime söyleyecek kadar yaşamadı.
- Tom went to live with his brother in Boston.
- Tom kardeşi ile Boston'da yaşamak için gitti.
- How long have you been living here?
- Ne kadar süredir burada yaşıyorsun?
- I thought that you lived in Boston.
- Boston'da yaşadığını sanıyordum.
- Tom isn't the easiest person to live with.
- Tom birlikte yaşaması pek kolay biri değil.
- Tom found me a good place to live.
- Tom bana yaşamak için iyi bir yer buldu.
- Would you like to live here with us?
- Burada bizimle birlikte yaşamak ister misin?
- A great variety of plants and animals live in the tropical rain forest.
- Çok çeşitli bitkiler ve hayvanlar tropikal yağmur ormanlarında yaşıyor.
- I'm living in an adobe house.
- Kerpiç bir evde yaşıyorum.
- I don't like living in Boston and Tom doesn't either.
- Boston'da yaşamayı sevmiyorum ve Tom da sevmiyor.
- Scientists have just discovered a colony of flying penguins living in Antarctica.
- Bilim adamları Antarktika'da yaşayan bir uçan penguen kolonisi keşfetti.
- Do you live with your son?
- Oğlunla birlikte mi yaşıyorsun?
- Man cannot live by bread alone.
- İnsan sadece ekmekle yaşayamaz.
- How did Tom find out where I live?
- Nerede yaşadığımı Tom nasıl anladı?
- There are many lakes in the area where you live.
- Yaşadığınız bölgede birçok göl var.
- I can't live without my cat.
- Kedim olmadan yaşayamam.
- Many animals that lived thousands of years ago are now extinct.
- Binlerce yıl önce yaşamış birçok hayvanın nesli tükendi.
- I have no idea where he lives.
- Onun nerede yaşadığı hakkında hiçbir fikrim yok.
- Tom and Mary apparently both lived in Boston.
- Tom ve Mary görünüşe göre Boston'da yaşıyorlarmış.
- Does Tom still live here?
- Tom hala burada yaşıyor mu?
- Tom used to live in this neighborhood.
- Tom bu semtte yaşardı.
- Tom says he likes living by himself.
- Tom tek başına yaşamayı sevdiğini söylüyor.
- I have lived here a long time.
- Uzun zamandır burada yaşıyorum.
- I would live here with you if I could.
- Elimde olsa burada seninle yaşarım.
- I have no idea how many skunks live in this area.
- Bu bölgede kaç tane kokarca yaşadığı hakkında hiçbir fikrim yok.
- He lives somewhere about here.
- O, burada bir yerde yaşıyor.
- We live in the suburbs.
- Banliyöde yaşıyoruz.
- I lived in Boston for years.
- Yıllarca Boston'da yaşadım.
- Do Tom and Mary still live with you?
- Tom ve Mary hala seninle mi yaşıyor?
- I've been living with my uncle for a month.
- Bir aydır amcamla yaşıyorum.
- I didn't know that Tom was still living in Boston.
- Tom'un hâlâ Boston'da yaşadığını bilmiyordum.
- I want Tom to live.
- Tom'un yaşamasını istiyorum.
- They used to live next door to us.
- Bizim bitişiğimizde yaşarlardı.
- I sometimes wish I could live a quiet retired sort of life but I doubt I could stand it for more than a few days.
- Bazen sessiz bir emekli hayatı yaşayabilmeyi düşünüyorum fakat buna birkaç günden daha fazla dayanabileceğimden şüpheliyim.
- I'd like to live in Europe.
- Avrupa'da yaşamak istiyorum.
- Do you actually live here?
- Gerçekten burada mı yaşıyorsun?
- Tom has been living by himself since Mary died.
- Tom Mary öldüğünden beri yalnız yaşıyor.
- The inactive child is far more inclined to live in a world of fantasy.
- Hareketsiz çocuk hayal dünyasında yaşamaya çok daha meyillidir.
- It is ten years since I came to live in Shizuoka.
- Shizuoka'da yaşamak için geldiğimden beri on yıl oldu.
- I really don't want to live here.
- Gerçekten burada yaşamak istemiyorum.
- I've never lived anywhere but Boston.
- Boston dışında hiçbir yerde yaşamadım.
- The new road will benefit the people living in the hills.
- Yeni yol tepelerde yaşayan insanlara fayda sağlayacak.
- Does Tom live far from here?
- Tom buradan uzakta mı yaşar?
- Did you know that Tom was living in Boston?
- Tom'un Boston'da yaşadığını biliyor muydunuz?
- Tom doesn't live in the city.
- Tom bu şehirde yaşamıyor.
- His higher salary allows him to live comfortably.
- Yüksek maaşı rahat yaşamasını sağlıyor.
- I lived in Sasayama two years ago.
- İki yıl önce Sasayama'da yaşadım.
- I'll remember today as long as I live.
- Bugünü yaşadığım müddetçe unutmayacağım.
- Tom lived a long life.
- Tom uzun bir hayat yaşadı.
- Her mother lives in the country all by herself.
- Annesi taşrada tek başına yaşıyor.
- We live near the dike.
- Biz setin yakınında yaşıyoruz.
- Tom lived in Boston when he was a child.
- Tom çocukken Boston'da yaşadı.
- Tom lived thirty miles south of Boston.
- Tom, Boston'un otuz mil güneyinde yaşıyordu.
- Tom will have to learn to live with the pain.
- Tom acıyla yaşamayı öğrenmek zorunda kalacak.
- I don't live in Helsinki.
- Helsinki'de yaşamıyorum.
- Tom hasn't lived in Boston for many years.
- Tom yıllardır Boston'da yaşamadı.
- Since I live near Canada, I'd prefer to learn the kind of French spoken in Canada.
- Kanada yakınlarında yaşadığım için Kanada'da konuşulan Fransızcayı öğrenmeyi tercih ederim.
- I think it's time for me to reconsider how I've been living.
- Sanırım nasıl yaşadığımı yeniden gözden geçirme zamanım geldi.
- I want to live in either Boston or Chicago.
- Ya Boston'da ya da Chicago'da yaşamak istiyorum.
- Thiago lives in Madrid with his wife.
- Thiago, karısıyla birlikte Madrid'de yaşıyor.
- She has lived here for more than a year.
- Bir yıldan fazladır burada yaşıyor.
- The police found out where the criminal lived.
- Polis suçlunun nerede yaşadığını öğrendi.
- People often live comfortably in the suburbs.
- İnsanlar genellikle banliyölerde rahat yaşarlar.
- Did you find out where Tom lives?
- Tom'un nerede yaşadığını öğrendiniz mi?
- My father has lived in Nagoya for 30 years.
- Babam otuz yıldır Nagoya'da yaşamaktadır.
- He lives in a luxury apartment close to Central Park.
- Central Park'a yakın lüks bir dairede yaşıyor.
- Tom may be living in Boston next year.
- Tom gelecek yıl Boston'da yaşıyor olabilir.
- He is living apart from his wife.
- Eşinden ayrı yaşıyor.
- He lives in his car.
- Arabasında yaşıyor.
- I heard that Tom is living in Boston.
- Tom'un Boston'da yaşadığını duydum.
- We live in a very safe country.
- Biz çok güvenli bir ülkede yaşıyoruz.
- Tom never lived in Boston.
- Tom, hiç Boston'da yaşamadı.
- Tom didn't want to live in Boston.
- Tom, Boston'da yaşamak istemiyordu.
- Some believe that Nessie lives in this lake.
- Bazıları Nessie'nin bu gölde yaşadığına inanıyor.
- Coal, natural gas and oil are the remains of plants and animals that lived millions of years ago.
- Kömür, doğal gaz ve petrol milyonlarca yıl önce yaşamış bitki ve hayvanların kalıntılarıdır.
- Tom lives with his parents in a small house.
- Tom ebeveynleriyle birlikte küçük bir evde yaşıyor.
- Tom can't live here anymore.
- Tom artık burada yaşayamaz.
- If you could live anywhere in the world, where would you live?
- Dünyada herhangi bir yerde yaşayabilsen, nerede yaşarsın?
- Tom won't live long.
- Tom uzun yaşamayacak.
- At that time a primitive people lived there.
- O zamanlar orada ilkel bir halk yaşıyordu.
- Hope while you live.
- Yaşarken umut et.
- We live in a house.
- Biz bir evde yaşarız.
- Tom lives in Boston with his parents.
- Tom ebeveynleriyle birlikte Boston'da yaşıyor.
- I happen to live here.
- Ben burada yaşıyorum.
- Tom used to live in Boston.
- Tom eskiden Boston'da yaşardı.
- The family lived in poverty.
- Aile yoksulluk içinde yaşıyordu.
- Women usually live longer than men.
- Kadınlar genellikle erkeklerden daha uzun yaşar.
- Are you sure this is where Tom lives?
- Bunun Tom'un yaşadığı yer olduğundan emin misiniz?
- Tom didn't seem to remember where Mary lived.
- Tom, Mary'nin nerede yaşadığını hatırlamıyor gibiydi.
- You can not live at all if you do not learn to adapt yourself to your life as it happens to be.
- Kendinizi yaşamınızın mevcut durumuna adapte etmeyi öğrenmezseniz yaşıyor sayılmazsınız.
- I've lived in Boston all my life.
- Bütün hayatım boyunca Boston'da yaşadım.
- It lives inside an apple.
- O bir elmanın içinde yaşıyor.
- He's always been living in Tokyo.
- Her zaman Tokyo'da yaşıyordu.
- According to Tom, Mary used to live in Boston.
- Tom'a göre Mary eskiden Boston'da yaşıyormuş.
- I've lived here most of my life.
- Hayatımın çoğunu burada yaşadım.
- Once there lived a very wicked king in England.
- Bir zamanlar İngiltere'de çok kötü bir kral yaşarmış.
- I've always lived in Boston.
- Ben hep Boston'da yaşadım.
- I wish I lived in a big city.
- Keşke büyük bir şehirde yaşasam.
- They live like dogs because they are dogs.
- Onlar köpek oldukları için köpek gibi yaşıyorlar.
- This is where Tom says he wants to live.
- Bu, Tom'un yaşamak istediğini söylediği yer.
- I do not like Mary's living there alone.
- Mary'nin orada tek başına yaşamasından hoşlanmıyorum.
- I want you to come and live with me.
- Gelip benimle yaşamanı istiyorum.
- I didn't know Tom used to live in Boston.
- Tom'un eskiden Boston'da yaşadığını bilmiyordum.
- It's not possible to live forever.
- Sonsuza kadar yaşamak mümkün değil.
- Tom lives near the airport.
- Tom havaalanı yakınlarında yaşıyor.
- He lives far away from his hometown.
- Doğduğu yerden uzakta yaşıyor.
- I know his true name and where he lives.
- Gerçek adını ve nerede yaşadığını biliyorum.
- Tom lived with his parents in a small house.
- Tom ebeveynleriyle birlikte küçük bir evde yaşıyordu.
- Sami lived with his parents in this small house.
- Sami ailesiyle birlikte bu küçük evde yaşıyordu.
- I've heard that the most beautiful women in the world live in Boston.
- Dünyanın en güzel kadınlarının Boston'da yaşadığını duydum.
- Tom said Mary was living in Boston.
- Tom Mary'nin Boston'da yaşadığını söyledi.
- Nobody lives forever.
- Hiç kimse sonsuza kadar yaşamaz.
- Is her mother still living?
- Onun annesi hala yaşıyor mu?
- Tom and Mary now live in Boston.
- Tom ve Mary şimdi Boston'da yaşıyorlar.
- I won't live like that.
- Böyle yaşamayacağım.
- I'd like to live in China.
- Çin'de yaşamak isterdim.
- I'm glad I'm going to live here.
- Burada yaşayacağım için mutluyum.
- Sami lived in a Muslim country.
- Sami Müslüman bir ülkede yaşıyordu.
- Mary lived a long and happy life.
- Mary uzun ve mutlu bir hayat yaşadı.
- When I lived in Rome, I took the subway every day.
- Ben Roma'da yaşarken, her gün metroya bindim.
- This is the house I live in.
- Bu benim yaşadığım ev.
- Tom says that he doesn't want to live like that anymore.
- Tom artık böyle yaşamak istemediğini söylüyor.
- There aren't any fish living in this river anymore.
- Artık bu nehirde yaşayan herhangi bir balık yok.
- Who do you think she lives with?
- Onun kimle yaşadığını düşünüyorsunuz?
- I'd like to live on a farm.
- Bir çiftlikte yaşamak isterdim.
- How long do butterflies live?
- Kelebekler ne kadar yaşar?
- Learn to live with it.
- Onunla yaşamayı öğren.
- I'm always living in the world of dreams.
- Ben hep hayal dünyasında yaşıyorum.
- Her baby lived for one day.
- Onun bebeği bir gün yaşadı.
- I'm not used to living here yet.
- Henüz burada yaşamaya alışamadım.
- I live with a hedgehog.
- Bir kirpi ile yaşıyorum.
- Here's the house where she used to live.
- İşte onun önceden yaşadığı ev.
- I live in Warsaw.
- Varşova'da yaşıyorum.
- She lives beyond her means.
- İmkânlarının ötesinde yaşıyor.
- You must live according to your income.
- Gelirine göre yaşamalısın.
- I live in Boston.
- Ben de Boston'da yaşıyorum.
- Tom lives in our neck of the woods.
- Tom bizim ormanda yaşıyor.
- Tom is living in a cockroach-infested apartment.
- Tom hamam böceği kaynayan bir dairede yaşıyor.
- You'll soon get used to living in the country.
- Yakında kırsalda yaşamaya alışırsın.
- I don't want to live all by myself.
- Tek başıma yaşamak istemiyorum.
- Tom lived abroad for many years.
- Tom uzun yıllar yurt dışında yaşadı.
- Do you want to live here with us?
- Burada bizimle yaşamak istiyor musun?
- A dragon lives inside the cavern.
- Mağaranın içinde bir ejderha yaşıyor.
- I'll live with the consequences.
- Sonuçlarıyla yaşayacağım.
- This is the hut in which he lived.
- Bu onun yaşadığı kulübe.
- We live in a big city.
- Büyük bir şehirde yaşıyoruz.
- He lives in Kyoto.
- O, Kyoto'da yaşıyor.
- Do you live in this building?
- Bu binada mı yaşıyorsun?
- He lives in another state.
- O başka bir devlette yaşıyor.
- I've been living here for a long time.
- Uzun zamandır burada yaşıyorum.
- Tom used to live at that address.
- Tom eskiden bu adreste yaşıyordu.
- Aren't you still living with your parents?
- Hala ebeveynlerinle yaşamıyor musun?
- Is Tom still living with his parents?
- Tom hâlâ ailesi ile birlikte mi yaşıyor ?
- Elvis lives!
- Elvis yaşıyor!
- According to this study, people who have children live longer than those who do not.
- Bu araştırmaya göre, çocukları olan insanlar olmayanlardan daha uzun yaşamaktadır.
- Niall lives in Dublin.
- Niall, Dublin'de yaşıyor.
- I want to know where you live.
- Senin nerede yaşadığını bilmek istiyorum.
- I live in Paris, France.
- Fransa’da, Paris’te yaşıyorum.
- This is the house in which they lived when they were children.
- Bu, onların çocukken yaşadıkları evdir.
- A savage tribe lived there in those days.
- O günlerde orada vahşi bir kabile yaşıyordu.
- Who lives with Tom?
- Tom'la kim yaşıyor?
- Don't do that if you want to live!
- Yaşamak istiyorsan bunu yapma!
- Sami knew where I lived.
- Sami yaşadığım yeri biliyordu.
- All of us want to live as long as possible.
- Hepimiz mümkün olduğunca uzun yaşamak isteriz.
- We had lived there for ten years when the war broke out.
- Savaş başladığında on yıldır orada yaşıyorduk.
- Where do you live if you have no home?
- Eviniz yoksa nerede yaşıyorsunuz?
- We live on planet Earth.
- Biz dünya gezegeninde yaşıyoruz.
- Sami still lived in Egypt with his father.
- Sami hâlâ babasıyla birlikte Mısır'da yaşıyordu.
- Tom has found a new place to live.
- Tom yaşayacak yeni bir yer buldu.
- Didn't you know Tom lived by himself?
- Tom'un kendi başına yaşadığını bilmiyor muydun?
- If you push a button, either you will die or you will live.
- Eğer bir düğmeye basarsan, ya yaşayacak ya da öleceksin.
- Sami and Layla married and lived in a large home in Cairo.
- Sami ve Leyla evliydiler ve Kahire'deki büyük bir evde yaşıyorlardı.
- We lived in the country for many years.
- Uzun yıllar taşrada yaşadık.
- I have a friend who lives in Tokyo.
- Tokyo'da yaşayan bir arkadaşım var.
- Boston is a great place to live.
- Boston yaşamak için harika bir yer.
- Tony has lived in Kumamoto since last year.
- Tony geçen yıldan beri Kumamoto'da yaşıyor.
- Tom lived on a small island for a few years.
- Tom birkaç yıl küçük bir adada yaşadı.
- Where do your folks live?
- Sizinkiler nerede yaşıyor?
- They both lived happily ever after.
- İkisi de sonsuza dek mutlu yaşadılar.
- No creature can live without air.
- Hiçbir yaratık hava olmadan yaşayamaz.
- I want people to live.
- İnsanların yaşamalarını istiyorum.
- Tom lives here all by himself.
- Tom burada tek başına yaşıyor.
- The house I'm living in isn't very large.
- Yaşadığım ev çok büyük değil.
- Did you know Tom was living in Boston?
- Tom'un Boston'da yaşadığını biliyor muydun?
- Nobody lives in this house.
- Bu evde hiç kimse yaşamıyor.
- I'll never forget your kindness as long as I live.
- İyiliğini yaşadığım sürece unutmayacağım.
- Tom didn't want to live any longer.
- Tom artık yaşamak istemiyordu.
- Tom and Mary don't live in the same state.
- Tom ve Mary aynı eyalette yaşamıyor.
- Tom asked where Mary lived.
- Tom Mary'nin nerede yaşadığını sordu.
- I used to live on Park Street.
- Park Caddesi'nde yaşardım.
- Tom lives at home with his mom.
- Tom evde annesiyle yaşıyor.
- I want to know more about the man who lives in that house.
- O evde yaşayan adam hakkında daha fazla şey öğrenmek istiyorum.
- Tom and Mary have lived in Boston for three years.
- Tom ve Mary üç yıldır Boston'da yaşıyorlar.
- Who wouldn't want to live here?
- Kim burada yaşamak istemez ki?
- I only lived in Boston for about three months.
- Boston'da yaklaşık üç ay yaşadım sadece.
- He is living in Tokyo.
- Tokyo'da yaşıyor.
- I think Tom doesn't know where Mary lives.
- Sanırım Tom Mary'nin nerede yaşadığını bilmiyor.
- I live in Milan.
- Milano'da yaşıyorum.
- I live at home with my parents.
- Ailemle birlikte evde yaşıyorum.
- Her sister lives in Scotland.
- Kız kardeşi İskoçya'da yaşıyor.
- Tom is becoming accustomed to living in Boston.
- Tom Boston'da yaşamaya alışıyor.
- I've never lived in Australia.
- Avustralya'da hiç yaşamadım.
- Tom doesn't like Mary's living there alone.
- Tom, Mary'nin orada yalnız yaşamasından hoşlanmıyor.
- They live in a white house with a brick facade on the left at the end of the street.
- Sokağın sonunda solda tuğla cepheli beyaz bir evde yaşıyorlar.
- I live with him.
- Onunla yaşıyorum.
- I live in Turkey.
- Türkiye'de yaşıyorum.
- He lived to be 95.
- Doksan beşine kadar yaşadı.
- He lived in Kobe for three years.
- Üç yıl boyunca Kobe'de yaşadı.
- Tom is now living in Boston.
- Tom şimdi Boston'da yaşıyor.
- I think Tom knows where Mary lives.
- Sanırım Tom, Mary'nin yaşadığı yeri biliyor.
- I lived with the Jacksons for three years.
- Üç yıl Jackson'larla yaşadım.
- I have to find out where Tom lives.
- Tom'un nerede yaşadığını öğrenmeliyim.
- Ask him whether they still live in Tokyo.
- Ona hala Tokyo'da yaşayıp yaşamadıklarını sor.
- In which house did you live previously?
- Daha önce hangi evde yaşıyordun?
- Tom doesn't live nearby.
- Tom yakınlarda yaşamıyor.
- He lived with you for more than a year.
- O bir yıldan daha uzun süre sizinle birlikte yaşadı.
- I lived in Boston for three years while I was in graduate school.
- Yüksek lisans yaparken üç yıl Boston'da yaşadım.
- He went to Italy ten years ago and has lived there ever since.
- O on yıl önce İtalya'ya gitti ve o zamandan beri orada yaşıyor.
- Does Tom live in Boston?
- Tom Boston'da mı yaşıyor?
- Without you, I have no reason to live.
- Sen olmadan yaşamam için bir sebep yok.
- Do you still live with Tom?
- Hâlâ Tom'la mı yaşıyorsun?
- I thought Tom had a place to live.
- Tom'un yaşayacak bir yeri olduğunu düşündüm.
- Only one who lives here, knows the coldness.
- Buranın soğuğunu ancak burada yaşayan bilir.
- So long as the human spirit thrives on this planet, music in some living form will accompany and sustain it and give it expressive meaning.
- İnsan ruhu bu gezegende yaşadığı sürece, müzik de ona eşlik edecek, onu sürdürecek ve ona etkileyici bir anlam katacaktır.
- Tom and Mary live in different states.
- Tom ve Mary farklı eyaletlerde yaşar.
- He lived in Iceland very long.
- İzlanda'da çok uzun süre yaşadı.
- Sami knows where Layla lives.
- Sami, Leyla'nın yaşadığı yeri biliyor.
- We may need to live in Boston for a few years.
- Birkaç yıl boyunca Boston'da yaşamamız gerekebilir.
- I want to live in a world where people love one another.
- İnsanların birbirini sevdiği bir dünyada yaşamak istiyorum.
- Tom will forever live in my heart.
- Tom daima kalbimde yaşayacak.
- While living on his island, Brahe built a castle and an observatory.
- Brahe adasında yaşarken bir kale ve bir gözlemevi inşa etti.
- I want to live in Kyoto or in Nara.
- Kyoto'da ya da Nara'da yaşamak istiyorum.
- Don't live like you want to, live how you can.
- İstediğin gibi değil, yaşayabildiğin gibi yaşa.
- We live on a farm.
- Bir çiftlikte yaşıyoruz.
- He seems to live in Britain.
- İngiltere'de yaşıyor gibi görünüyor.
- Both of the brothers are still living.
- Erkek kardeşlerin her ikisi de hâlâ yaşıyor.
- My friend wants to live in Azerbaijan.
- Arkadaşım Azerbaycan'da yaşamak istiyor.
- I was still living in Boston at that time.
- O zamanlar hala Boston'da yaşıyordum.
- I have lived here since 1990.
- 1990'dan beri burada yaşıyorum.
- My children live in London.
- Çocuklarım Londra'da yaşıyor.
- We live in a beautiful city.
- Güzel bir kentte yaşıyoruz.
- Would you like to live the life you live now for eternity?
- Şimdi yaşadığın hayatı sonsuza dek yaşamak ister misin?
- He doesn't live there anymore.
- Artık orada yaşamıyor.
- I can't imagine living like that.
- Böyle yaşamayı hayal bile edemiyorum.
- I'll live with it.
- Onunla yaşayacağım.
- I've lived here for more than three years.
- Üç yıldan fazladır burada yaşıyorum.
- Does he live here?
- Burada mı yaşıyor?
- Many young families live in this area.
- Birçok genç aile bu bölgede yaşar.
- She used to live here.
- Eskiden burada yaşıyordu.
- We've always lived in Boston.
- Biz hep Boston'da yaşıyoruz.
- This is the first time I've ever followed someone to know where they live.
- İlk defa birini nerede yaşadığını öğrenmek için takip ettim.
- She lives two doors down.
- O, iki kapı aşağıda yaşar.
- My father lives and works in Tokyo.
- Babam Tokyo'da yaşıyor ve çalışıyor.
- I wonder where she lives.
- Nerede yaşadığını merak ediyorum.
- I want to live alone.
- Tek başıma yaşamak istiyorum.
- I've finally gotten used to living here.
- Sonunda burada yaşamaya alıştım.
- I'm starting to get used to living here.
- Ben burada yaşamaya alışmaya başlıyorum.
- Tom has been living with us since 2013.
- Tom, 2013'ten beri bizimle yaşıyor.
- Where do Mary and Tom live?
- Mary ve Tom nerede yaşıyor?
- He lives all by himself in the country.
- Taşrada tek başına yaşıyor.
- It's going to be hard to live without Tom.
- Tom'suz yaşamak zor olacak.
- Tom still doesn't live in Boston.
- Tom hala Boston'da yaşamıyor.
- Tom thinks he knows where Mary lives.
- Tom, Mary'nin nerede yaşadığını bildiğini sanıyor.
- My grandmother lives alone in a huge, old house.
- Büyükannem büyük, eski bir evde yalnız yaşıyor.
- She lived a long life.
- Uzun bir hayat yaşadı.
- I'm living in Kunming at the moment.
- Şu anda Kunming'de yaşıyorum.
- Is this how you want to live the rest of your life?
- Hayatının geri kalanını böyle mi yaşamak istiyorsun?
- She plans to live there for more than a year.
- Orada bir yıldan çok yaşamayı düşünüyor.
- Now he has nothing to live for.
- Artık uğruna yaşayacağı hiçbir şey yok.
- Tom lived in Japan for ten years.
- Tom, on yıl boyunca Japonya'da yaşadı.
- Oppressive regimes don't live forever.
- Baskıcı rejimler sonsuza dek yaşamaz.
- Live free or die.
- Ya özgür yaşa ya da öl.
- Tom lives above me.
- Tom benim üstümde yaşıyor.
- I no longer live here.
- Artık burada yaşamıyorum.
- As long as I write, I live.
- Yazdığım sürece yaşıyorum.
- I couldn't live with myself if I didn't do something about that.
- Bu konuda bir şey yapmasam vicdan azabından yaşayamazdım.
- Sami's parents live in Cairo.
- Sami'nin ailesi, Kahire'de yaşıyor.
- Tom never told me he used to live in Boston.
- Tom bana Boston'da yaşadığını hiç söylemedi.
- I want to live in the country.
- Ben kırsalda yaşamak istiyorum.
- I live in the nearby city.
- Ben de yakın bir şehirde yaşıyorum.
- Tom and Mary live with their dad in Boston.
- Tom ve Mary babalarıyla Boston'da yaşıyorlar.
- I lived in Boston when I was young.
- Ben gençken Boston'da yaşadım.
- He who lives by the sword shall die by the sword.
- Kılıçla yaşayan kılıçla ölecek.
- Do you happen to know where she lives?
- Onun nerede yaşadığını biliyor musun?
- Do you want to live in Boston?
- Boston'da yaşamak ister misin?
- The princess lives at the top of the tower.
- Prenses kulenin tepesinde yaşıyor.
- I'm afraid you'll have to learn to live with the pain.
- Korkarım acıyla yaşamayı öğrenmen gerekecek.
- He lives in a port town.
- Bir liman kentinde yaşıyor.
- I can't live in this house anymore.
- Bu evde artık yaşayamam.
- When I was a young girl, I always wanted to live underwater.
- Genç bir kızken hep su altında yaşamak isterdim.
- I do not know where Mary lives.
- Mary'nin nerede yaşadığını bilmiyorum.
- I live in this hotel.
- Ben bu otelde yaşıyorum.
- It's just impossible to live with you!
- Seninle yaşamak imkansız!
- Tom lives in an apartment not far from my place.
- Tom benim evimden çok uzak olmayan bir apartmanda yaşıyor.
- Foxes, squirrels, hedgehogs, and many other small animals live in this forest.
- Bu ormanda tilkiler, sincaplar, kirpiler ve diğer birçok küçük hayvan yaşar.
- We need food, clothes and a home in order to live.
- Yaşamak için yiyeceğe, giyeceğe ve bir eve ihtiyacımız var.
- Tom doesn't like Mary's living there alone.
- Tom Mary'nin orada yalnız yaşamasından hoşlanmıyor.
- I want to live in Australia.
- Avustralya'da yaşamak istiyorum.
- Tom lives a few blocks from here.
- Tom buradan birkaç blok ötede yaşıyor.
- The people he is living with in London are coming to see me.
- Onun Londra'da birlikte yaşadığı insanlar, beni görmeye geliyorlar.
- I live in Savigny-sur-Orge, a small town in the Paris suburbs.
- Paris banliyölerinde küçük bir kasaba olan Savigny-sur-Orge'de yaşıyorum.
- Better to die standing than to live on your knees.
- Diz çökerek yaşamaktansa ayakta ölmek daha iyidir.
- Poets cannot live without love.
- Şairler aşksız yaşayamaz.
- I've always wanted to live in a mansion.
- Her zaman bir malikanede yaşamak istemişimdir.
- Marie's sister has been living in Berlin since 2010.
- Marie'nin kız kardeşi 2010'dan beri Berlin'de yaşıyor.
- We used to live in Kobe.
- Biz Kobe'de yaşıyorduk.
- He doesn't want to live in the city.
- Şehirde yaşamak istemiyor.
- I intend to live forever.
- Sonsuza kadar yaşamaya niyetliyim.
- I was living in Boston at the time.
- O zaman Boston'da yaşıyordum.
- I'm not living with her anymore.
- Artık onunla yaşamıyorum.
- Dan didn't even live in London.
- Dan Londra'da bile yaşamıyordu.
- She lives near the beach.
- Sahile yakın bir yerde yaşıyor.
- I'm having trouble finding a place to live.
- Yaşamak için bir yer bulmakta zorlanıyorum.
- You live outside the city.
- Sen şehir dışında yaşıyorsun.
- Mother Teresa was a Catholic nun who lived and worked in Calcutta, India.
- Rahibe Teresa, Hindistan'ın Kalküta şehrinde yaşamış ve çalışmış Katolik bir rahibeydi.
- Tony lives in Kobe.
- Tony Kobe'de yaşıyor.
- Bell lived in London, right?
- Bell, Londra'da yaşamış, değil mi?
- Tom has lived in Boston for over a year.
- Tom bir yıldan fazladır Boston'da yaşıyor.
- Sylvia lives in Alsace.
- Sylvia, Alsace'ta yaşıyor.
- Do both Tom and Mary still live in Boston?
- Tom ve Mary hala Boston'da mı yaşıyor?
- I'm pretty sure that Tom now lives in Boston.
- Tom'un artık Boston'da yaşadığına eminim.
- We live in Belfast.
- Belfast'ta yaşıyoruz.
- Tom has lived in Boston all his life.
- Tom bütün hayatı boyunca Boston'da yaşadı.
- Sami lived in a makeshift shelter.
- Sami derme çatma bir barınakta yaşıyordu.
- We're looking for somewhere to live.
- Yaşayacak bir yer arıyoruz.
- I told Tom that I wanted to live on Park Street.
- Tom'a Park Caddesi'nde yaşamak istediğimi söyledim.
- Tom doesn't live near his office.
- Tom ofisine yakın bir yerde yaşamıyor.
- Nobody seems to know where Tom lives.
- Kimse Tom'un nerede yaşadığını bilmiyor.
- From 1988 to 1994 he lived in Lebanon.
- 1988'den 1994'e kadar Lübnan'da yaşadı.
- Would you like to live in Mumbai?
- Mumbai'de yaşamak ister misin?
- He lives three doors from the post office.
- Postaneden üç kapı ötede yaşıyor.
- He and his sisters are currently living in Tokyo.
- O ve kız kardeşleri şu anda Tokyo'da yaşıyorlar.
- Tom said that he didn't know where Mary lived.
- Tom, Mary'nin nerede yaşadığını bilmediğini söyledi.
- Tom isn't living here anymore.
- Tom artık burada yaşamıyor.
- My sister still lives with our parents.
- Kız kardeşim hâlâ ailemizle birlikte yaşıyor.
- I wish you didn't live so far away.
- Keşke çok uzakta yaşamasan.
- My father has lived in Nagoya for 30 years.
- Babam 30 yıldır Nagoya'da yaşıyor.
- Are Tom and Mary still living with you?
- Tom ve Mary hâlâ seninle yaşıyor mu?
- I live in Ethiopia.
- Ben Etiyopya'da yaşıyorum.
- Tom lived in Boston when he was a child.
- Tom çocukken Boston'da yaşıyordu.
- Tom lives and works in Boston.
- Tom Boston'da yaşıyor ve çalışıyor.
- She has lived there for seven years.
- Yedi yıldır orada yaşıyor.
- Tom wondered if he could find a place to live in Boston.
- Tom Boston'da yaşamak için bir yer bulup bulamayacağını merak ediyordu.
- We have no choice other than thinking of how we'll live here.
- Burada nasıl yaşayacağımızı düşünmekten başka seçeneğimiz yok.
- I came to Boston three years ago and have been living here ever since.
- Boston'a üç yıl önce geldim ve o zamandan beri burada yaşıyorum.
- How long have you been living in Osaka?
- Ne kadar süredir Osaka'da yaşıyorsun?
- Tom used to live near Mary.
- Tom Mary'nin yanında yaşardı.
- I live in Sarajevo.
- Ben Saraybosna'da yaşıyorum.
- Her mother lives in the country all by herself.
- Onun annesi ülkede tek başına yaşıyor.
- Where are Tom and his family living now?
- Tom ve ailesi şu an nerede yaşıyor?
- This is the house where my uncle lives.
- Bu, amcamın yaşadığı evdir.
- Long, long ago, there lived an old man and his wife.
- Uzun, uzun zaman önce yaşlı bir adam ve karısı yaşarmış.
- You'll soon be used to living in a big city.
- Yakında büyük bir şehirde yaşamaya alışacaksın.
- Tom still doesn't know where Mary lives.
- Tom hâlâ Mary'nin nerede yaşadığını bilmiyor.
- Sami and Layla live on the same floor.
- Sami ve Leyla aynı katta yaşıyorlar.
- I live in Malta.
- Ben Malta'da yaşıyorum.
- We live on this long street.
- Biz bu uzun sokakta yaşıyoruz.
- Tom lives in the yellow house across the street.
- Tom sokağın karşısındaki sarı evde yaşıyor.
- I could probably get used to living here.
- Muhtemelen burada yaşamaya alışabilirim.
- I can live with that.
- Ben onunla yaşayabilirim.
- Tom doesn't want to live on his own.
- Tom kendi başına yaşamak istemiyor.
- He lived in England when the war started.
- O, savaş başladığında İngiltere'de yaşıyordu.
- I live upstate.
- Taşrada yaşıyorum.
- Why do you like living in Boston?
- Neden Boston'da yaşamayı seviyorsun?
- A nymph lives there.
- Orada bir su perisi yaşamaktadır.
- I do not live to eat, but eat to live.
- Yemek için yaşamam ama yaşamak için yerim.
- It is very expensive to live here.
- Burada yaşamak çok pahalı.
- Meerkats live in Africa.
- Mirketler Afrika'da yaşar.
- Tom hopes to live there someday.
- Tom bir gün orada yaşamayı umuyor.
- I think I shouldn't have told Tom where I live.
- Sanırım Tom'a nerede yaşadığımı söylememeliydim.
- Tom didn't want Mary to know where he lived.
- Tom, Mary'nin nerede yaşadığını bilmesini istemedi.
- Sami has been living on campus for years.
- Sami yıllardır kampüste yaşıyor.
- You must live up to your principles.
- İlkelerine uyarak yaşamalısın.
- Tom lives near the airport.
- Tom havaalanına yakın bir yerde yaşıyor.
- I've lived in here since 2013.
- 2013'ten beri burada yaşıyorum.
- I don't have a place to live.
- Yaşayacak bir yerim yok.
- He does not want to live in a less developed country.
- O, az gelişmiş bir ülkede yaşamak istemiyor.
- I have no desire to live in Boston.
- Boston'da yaşamak istemiyorum.
- Tom is a Canadian living in Boston.
- Tom Boston'da yaşayan bir Kanadalı.
- You don't need a lot of money to live a comfortable life.
- Rahat bir hayat yaşamak için çok paraya ihtiyacın yok.
- My brother lives in Kabylie.
- Kardeşim Kabylie'de yaşıyor.
- I would like to live in a castle.
- Bir şatoda yaşamak istiyorum.
- We live in a digital age.
- Dijital bir çağda yaşıyoruz.
- I've been living in Canada for five years.
- Beş yıldır Kanada'da yaşıyorum.
- Tom wants to live.
- Tom yaşamak istiyor.
- He died so that we could live.
- Biz yaşayabilelim diye o öldü.
- Tom lives in his own world.
- Tom kendi dünyasında yaşıyor.
- Tom lives in a three-story house in the city center.
- Tom şehir merkezinde üç katlı bir evde yaşıyor.
- She wants to live in the city.
- O şehirde yaşamak istiyor.
- I wanted to ask Tom how long he had lived in India.
- Tom'a Hindistan'da ne kadar süredir yaşadığını sormak istedim.
- I lived in Vancouver for two months.
- Vancouver'da iki ay yaşadım.
- Tom has never lived in Boston.
- Tom hiç Boston'da yaşamadı.
- I have a friend who lives in England.
- İngiltere'de yaşayan bir arkadaşım var.
- He was living in London when the war began.
- Savaş başladığında Londra'da yaşıyordu.
- Please tell me where you live.
- Lütfen yaşadığın yeri bana söyle.
- Both Tom and Mary lived in Boston when they were kids.
- Hem Tom hem de Mary çocukken Boston'da yaşıyorlardı.
- He is rich yet he lives like a beggar.
- Zengin olmasına rağmen bir dilenci gibi yaşıyor.
- Tom found Mary a job not too far from where she lives.
- Tom, Mary'ye yaşadığı yerden çok uzakta olmayan bir iş buldu.
- Tom has no house to live in.
- Tom'un yaşayacak bir evi yok.
- He lives in a three-bedroom house on the outskirts of the city.
- Şehrin dışında üç yatak odalı bir evde yaşıyor.
- We live in a global community.
- Biz küresel bir toplumda yaşarız.
- Many people in the world still live in poverty.
- Dünyadaki birçok insan hala yoksulluk içinde yaşar.
- I still live here.
- Ben hâlâ burada yaşıyorum.
- Sami lived very close to the location where Layla's body was found.
- Sami, Layla'nın cesedinin bulunduğu yere çok yakın bir yerde yaşıyordu.
- Can you show me where you live on this map?
- Bana bu haritada nerede yaşadığını gösterebilir misin?
- I want to come and live here.
- Gelip burada yaşamak istiyorum.
- We'll have to live with that.
- Bununla yaşamak zorundayız.
- Where I live, we have snow in January.
- Yaşadığım yerde Ocak ayında kar yağar.
- Once upon a time, there lived a beautiful princess.
- Bir zamanlar güzel bir prenses yaşarmış.
- Tom no longer lives with his parents.
- Tom artık ebeveynleriyle yaşamıyor.
- Bedouins live in the desert.
- Bedeviler çölde yaşar.
- Tom lived a remarkable life.
- Tom olağanüstü bir hayat yaşadı.
- I've lived in this house for two years.
- İki yıldır bu evde yaşıyorum.
- I wanted to live by myself.
- Yalnız başıma yaşamak istiyordum.
- I live just outside Boston.
- Boston'ın hemen dışında yaşıyorum.
- Tom lives three blocks from the beach.
- Tom plajdan üç blok ötede yaşıyor.
- Tom had a nice place to live.
- Tom'un yaşamak için güzel bir yeri vardı.
- I lived in Boston for a few years.
- Boston'da birkaç sene yaşadım.
- I will never forget your kindness so long as I live.
- Yaşadığım sürece nezaketini asla unutmayacağım.
- I know where Tom lives.
- Tom'un nerede yaşadığını biliyorum.
- I currently live in Algeria.
- Şu anda Cezayir'de yaşıyorum.
- Sami and Layla live on the same floor.
- Sami ve Layla aynı katta yaşıyorlar.
- I live in the middle of nowhere.
- Kuş uçmaz, kervan geçmez bir yerde yaşıyorum.
- Mr Thompson had lived in Tokyo for two years before he went back to Scotland.
- Bay Thompson İskoçya'ya geri dönmeden önce iki yıl boyunca Tokyo'da yaşamıştı.
- Tom now lives with his mom.
- Tom artık annesiyle birlikte yaşıyor.
- The town where I live is very quiet and resembles a village.
- Yaşadığım kasaba çok sessiz ve bir köyü andırıyor.
- How long have Tom and Mary been living in Boston?
- Tom ve Mary ne zamandır Boston'da yaşıyorlar?
- Tom lives in the southern part of Australia.
- Tom Avustralya'nın güneyinde yaşıyor.
- Tom has lived in Boston for over 30 years.
- Tom 30 yılı aşkın bir süredir Boston'da yaşıyor.
- Tom says he's lived in Boston his whole life.
- Tom bütün hayatı boyunca Boston'da yaşadığını söylüyor.
- I live in the middle of nowhere.
- Hiçbir yerin ortasında yaşıyorum.
- I could live with that.
- Bununla yaşayabilirim.
- Generally speaking, women live longer than men.
- Genel olarak konuşulursa, kadınlar erkeklerden daha uzun yaşarlar.
- I thought that you lived in Boston.
- Senin Boston'da yaşadığını düşündüm.
- I plan to live in the city.
- Bu kentte yaşamayı planlıyorum.
- He has been living in the cabin by himself for more than ten years.
- On yıldan fazladır kulübede tek başına yaşıyordu.
- I live in the nearby city.
- Yakındaki şehirde yaşıyorum.
- You live in Belfast.
- Belfast'ta yaşıyorsun.
- Where does he live in Germany?
- O, Almanya'da nerede yaşar?
- He lives there alone.
- Orada yalnız yaşamaktadır.
- Some wild cats live under my neighbor's house.
- Bazı vahşi kediler komşumun evinin altında yaşarlar.
- She lives near the beach, but she can't swim.
- Sahile yakın bir yerde yaşıyor ama yüzme bilmiyor.
- There lived a king in an old castle.
- Bir kale içinde bir kral yaşarmış.
- Tom wouldn't like to live here.
- Tom burada yaşamak istemezdi.
- Tom lives in a house without running water.
- Tom, akan suyu olmayan bir evde yaşıyor.
- Live while you can.
- Yaşayabiliyorken yaşa.
- I'm trying to understand why you don't want to live with us.
- Neden bizimle yaşamak istemediğini anlamaya çalışıyorum.
- He lived a hard life.
- Zor bir hayat yaşadı.
- Tom didn't want to live in Boston.
- Tom Boston'da yaşamak istemedi.
- I think Beethoven is the greatest composer who ever lived.
- Ben Beethoven'ın şimdiye kadar yaşamış en büyük besteci olduğunu düşünüyorum.
- Sami lived in a fantasy world.
- Sami bir hayal dünyasında yaşıyordu.
- Tom has been trying to live a normal life.
- Tom normal bir hayat yaşamaya çalışıyordu.
- Is it necessary to live in a French-speaking country to become fluent in French?
- Fransızcada akıcı olmak için Fransızca konuşan bir ülkede yaşamak gerekli midir?
- Tom couldn't live without Mary.
- Tom, Mary olmadan yaşayamazdı.
- How long has Tom lived here?
- Tom ne kadar zamandır burada yaşıyor?
- I would like to live in a castle.
- Bir kalede yaşamak isterdim.
- She has two sisters, both of whom live in Tokyo.
- Onun iki kız kardeşi var, ikisi de Tokyo'da yaşıyor.
- I can't live there.
- Orada yaşayamam.
- Where do you think Tom is going to live?
- Tom'un nerede yaşayacağını düşünüyorsun?
- People also live behind the mountain.
- Dağın arkasında da insanlar yaşıyor.
- He abandoned his family and went to live in Tahiti.
- O, ailesini terk etti ve Tahiti'de yaşamaya gitti.
- I have lived in this village for the past ten years.
- Son on yıldır bu köyde yaşıyorum.
- How long have you lived here?
- Ne kadar süredir burada yaşamaktasın?
- Does Tom live here with you?
- Tom burada seninle mi yaşıyor?
- My dream is to live a quiet life in the country.
- Hayalim kırsalda sakin bir hayat yaşamak.
- He lived with me for more than a year.
- Benimle bir yıldan fazla yaşadı.
- I didn't know your uncle lived in Eger.
- Amcanızın Eger'de yaşadığını bilmiyordum.
- Man cannot live forever.
- İnsan sonsuza kadar yaşayamaz.
- I lived in Boston for only about three months.
- Boston'da yaklaşık üç ay yaşadım sadece.
- Sami lived in a gated community.
- Sami güvenlikli bir sitede yaşıyordu.
- Where do you wanna live?
- Nerede yaşamak istersin?
- Where are you going to live?
- Nerede yaşayacaksınız?
- You probably live in South Carolina.
- Muhtemelen Güney Carolina'da yaşıyorsun.
- Tom lives in the house where he was born.
- Tom doğduğu evde yaşıyor.
- Tom is living apart from his wife.
- Tom karısından ayrı yaşıyor.
- Tom lives in the country now.
- Tom artık köyde yaşıyor.
- Tom knows that I used to live in Boston.
- Tom Boston'da yaşadığımı biliyor.
- That's the house they were living in.
- Bu, onların içinde yaşamış oldukları ev.
- Tom found a good place for me live.
- Tom benim yaşamam için iyi bir yer buldu.
- She wanted him to live with her in Arkhangelsk.
- Onunla birlikte Arkhangelsk'te yaşamasını istedi.
- We lived in Osaka for ten years before we came to Tokyo.
- Tokyo'ya gelmeden önce Osaka'da on yıl yaşadık.
- He always seems to be living rent-free in somebody's house.
- Her zaman birinin evinde kirasız yaşıyor gibi görünür.
- We can't live without water for even one day.
- Susuz bir gün bile yaşayamayız.
- That district is no longer a safe place to live in.
- O semt, yaşamak için artık güvenli bir yer değil.
- I live in Yerevan.
- Ben Erivan'da yaşıyorum.
- We live near Tom.
- Tom'un yakınlarında yaşıyoruz.
- Tom has been living with us for the past three years.
- Tom son üç yıldır bizimle birlikte yaşıyor.
- How many people live in Austin Texas?
- Austin Texas'ta kaç kişi yaşıyor.
- Ask Tom if he knows where Mary lives.
- Tom'a Mary'nin nerede yaşadığını bilip bilmediğini sor.
- They live in a very beautiful house.
- Onlar çok güzel bir evde yaşarlar.
- Most of my children live in Boston.
- Çocuklarımın çoğu Boston'da yaşıyor.
- Without water, you could not live.
- Susuz yaşayamazsın.
- We all need air and water to live.
- Yaşamak için hepimizin havaya ve suya ihtiyacı var.
- Where are you living?
- Nerede yaşıyorsunuz?
- Tom lives in Australia with his family.
- Tom, ailesiyle birlikte Avustralya'da yaşıyor.
- They live in Helsinki, Finland.
- Onlar Helsinki, Finlandiya'da yaşarlar.
- I've never lived anywhere except Boston.
- Boston dışında hiçbir yerde yaşamadım.
- I'm not the only Canadian living in Boston.
- Boston'da yaşayan tek Kanadalı ben değilim.
- He lives in that yellow house.
- O sarı evde yaşıyor.
- You live in a fantasy world.
- Hayal dünyasında yaşıyorsun.
- We live far from the airport.
- Havaalanından uzakta yaşıyoruz.
- I'm living in a small town.
- Ben küçük bir kasabada yaşıyorum.
- Tom lived with us for three months.
- Tom üç ay bizimle yaşadı.
- I live in an apartment.
- Ben bir apartman dairesinde yaşıyorum.
- Tom left Mary and went to live with another woman.
- Tom Mary'yi terk etti ve başka bir kadınla birlikte yaşamaya gitti.
- She lived with her father for more than twenty years.
- Yirmi yıldan fazla bir süre babasıyla yaşadı.
- Tom lived a simple life.
- Tom basit bir hayat yaşadı.
- Tom lives in a very large house.
- Tom çok büyük bir evde yaşıyor.
- I'll be looking for a new place to live as soon as I graduate from college.
- Üniversiteden mezun olur olmaz yaşamak için yeni bir yer arıyor olacağım.
- He lives with his grandmother.
- Babaannesiyle birlikte yaşıyor.
- The Queen lives in Buckingham Palace.
- Kraliçe Buckingham Sarayında yaşamaktadır.
- I want to see how Tom lives.
- Tom'un nasıl yaşadığını görmek istiyorum.
- She lives in Dubai.
- Dubai'de yaşıyor.
- I wouldn't want to live with Tom.
- Tom'la yaşamak istemezdim.
- Tom wanted to learn how people in other countries live.
- Tom diğer ülkelerdeki insanların nasıl yaşadığını öğrenmek istedi.
- Tom lives in a log cabin.
- Tom bir kulübede yaşıyor.
- I'm not going to live here.
- Burada yaşamayacağım.
- I can't live without a TV.
- Televizyon olmadan yaşayamam.
- I think that it would be inconvenient to live in a city with no door.
- Kapısız bir şehirde yaşamak uygunsuz olurdu diye düşünüyorum.
- Naoki was poor and lived in a small cabin.
- Naoki fakirdi ve küçük bir kulübede yaşıyordu.
- I found a place to live.
- Yaşayacak bir yer buldum.
- I won't live much longer.
- Daha fazla yaşamayacağım.
- Tom was living in Boston at that time.
- Tom o zamanlar Boston'da yaşıyordu.
- Tom has never lived anywhere but Australia.
- Tom Avustralya dışında hiçbir yerde yaşamadı.
- He is living apart from his wife.
- Eşinden ayrı yaşamaya başladı.
- I know Tom has lived in Boston.
- Tom'un Boston'da yaşadığını biliyorum.
- He lives alone in his flat.
- Dairesinde yalnız yaşıyor.
- I live in Boston in America right now, but I plan on going back to Japan later this year.
- Şu anda Amerika'da Boston'da yaşıyorum ama bu yıl içinde Japonya'ya dönmeyi planlıyorum.
- Our teacher lives at the extreme end of the street.
- Öğretmenimiz sokağın sonunda yaşıyor.
- I didn't even know that you used to live in Boston.
- Eskiden Boston'da yaşadığını bile bilmiyordum.
- Does anyone live here?
- Burada yaşayan biri var mı?
- Sami lives on his own.
- Sami kendi başına yaşıyor.
- I am living in Volgograd.
- Ben Volgograd'da yaşıyorum.
- Tom doesn't have a house to live in.
- Tom'un içinde yaşayacak bir evi yok.
- Do you want to live forever?
- Sonsuza kadar yaşamak ister misin?
- The doctor said I needed to learn to live with the pain.
- Doktor acı ile yaşamayı öğrenmem gerektiğini söyledi.
- Tom used to live with his grandparents in Boston.
- Tom Boston'da büyükannesi ve büyükbabasıyla yaşardı.
- He lives in the yellow house.
- O, sarı evde yaşıyor.
- Have you ever lived in another country?
- Hiç başka bir ülkede yaşadın mı?
- We live ten minutes away from him.
- Ondan on dakika uzaklıkta yaşıyoruz.
- He lives with his mother.
- Annesiyle birlikte yaşıyor.
- Here's the house where she used to live.
- İşte eskiden yaşadığı ev.
- It's often said that women live longer than men.
- Kadınların erkeklerden daha uzun yaşadığı söylenir.
- I don't care if I live or die.
- Yaşasam da ölsem de umurumda değil.
- I'd like to live in a better neighborhood.
- Daha iyi bir mahallede yaşamak istiyorum.
- I'm living with my uncle this month.
- Bu ay amcamla yaşıyorum.
- Mennad lives here.
- Mennad burada yaşıyor.
- Tom has always lived in Boston.
- Tom her zaman Boston'da yaşadı.
- Tom lives with his parents in a small house on Park Street.
- Tom ailesiyle birlikte Park Caddesi'nde küçük bir evde yaşıyor.
- A great variety of plants and animals live in the tropical rain forest.
- Tropikal yağmur ormanlarında çok çeşitli bitki ve hayvanlar yaşar.
- She lives around here somewhere.
- Buralarda bir yerde yaşıyor.
- I want to live in the same neighborhood where Tom lives.
- Tom'un yaşadığı mahallede yaşamak istiyorum.
- The only country Tom has ever lived in is Australia.
- Tom'un şimdiye kadar yaşadığı tek ülke Avustralya'dır.
- I am living in Volgograd.
- Volgograd'da yaşıyorum.
- Tom lives in a bad neighborhood.
- Tom kötü bir semtte yaşamaktadır.
- Tom has lived here for three years.
- Tom üç yıldır burada yaşıyor.
- Everybody knows I used to live in Boston.
- Herkes Boston'da yaşadığımı biliyor.
- I live in Tripoli, Lebanon.
- Lübnan'daki Trablus'ta yaşıyorum.
- They live in a rented house.
- Kiralık bir evde yaşıyorlar.
- She is living in London.
- Londra'da yaşıyor.
- It's a nice area to live in.
- Yaşamak için güzel bir bölge.
- Tom's parents live in Boston.
- Tom'un ailesi Boston'da yaşıyor.
- He can live without his computer for a day.
- Bilgisayarı olmadan bir gün yaşayabilir.
- Tom lives in Boston, too.
- Tom da Boston'da yaşıyor.
- Is this where Tom lives?
- Tom'un yaşadığı yer burası mı?
- I've had three different jobs since I started living in Boston.
- Boston'da yaşamaya başladığımdan beri üç farklı işim oldu.
- Tom lives really far from here.
- Tom buradan çok uzakta yaşıyor.
- I know someone who lives in Boston.
- Boston'da yaşayan birini tanıyorum.
- How many Eskimos live in Greenland?
- Grönland'da kaç tane eskimo yaşıyor?
- I currently live in Algeria.
- Şu an Cezayir'de yaşıyorum.
- I've lived a long life.
- Ben uzun bir hayat yaşadım.
- I can live with that arrangement.
- Bu şekilde yaşayabilirim.
- Tom stayed in Boston and continued living with his parents.
- Tom Boston'da kaldı ve ailesiyle yaşamaya devam etti.
- Tom lives in a big house all by himself.
- Tom büyük bir evde tek başına yaşıyor.
- The king once lived in that palace.
- Kral, bir zamanlar o sarayda yaşıyordu.
- First, we have to find out where they live.
- Önce nerede yaşadıklarını öğrenmeliyiz.
- Tom lived there.
- Tom orada yaşıyordu.
- You can't live without love.
- Sen aşk olmadan yaşayamazsın.
- I live near a park.
- Ben bir parkın yakınında yaşıyorum.
- Tom lives near you, doesn't he?
- Tom sana yakın yaşıyor, değil mi?
- Long, long ago, there lived an old man in a village.
- Uzun zaman önce köyün birinde yaşlı bir adam yaşarmış.
- You should come and live with me.
- Gelip benimle yaşamalısın.
- Tom has lived abroad for many years.
- Tom uzun yıllar yurt dışında yaşadı.
- Tom has been living out of a suitcase for the past two months.
- Tom son iki aydır bir bavulla yaşıyor.
- The cellphone is an invention we can't live without.
- Cep telefonu onsuz yaşayamayacağımız bir icat.
- Tom might still be living in Boston.
- Tom hala Boston'da yaşıyor olabilir.
- Tom doesn't want to live in an apartment.
- Tom bir apartman dairesinde yaşamak istemiyor.
- We live in a very complicated world.
- Çok karmaşık bir dünyada yaşıyoruz.
- He lives somewhere near that park.
- Parka yakın bir yerde yaşar.
- I'm not the only one who doesn't know where Tom lives.
- Burada Tom'un nerede yaşadığını bilmeyen tek kişi ben değilim.
- How would you like to live in Boston?
- Boston'da yaşamaya ne dersin?
- Hippopotamuses live in rivers.
- Hipopotamlar nehirlerde yaşar.
- I lived in Australia for a few years.
- Birkaç yıl Avustralya'da yaşadım.
- Does he live near here?
- O buraya yakın bir yerde mi yaşıyor?
- Most people live in pursuit of happiness.
- Çoğu insan, mutluluğun peşinde yaşıyor.
- This is my life and no one has the right to tell me how to live it.
- Bu benim hayatım ve kimsenin bana nasıl yaşayacağımı söylemeye hakkı yok.
- I don't want him to know where I live.
- Nerede yaşadığımı bilmesini istemiyorum.
- Mennad doesn't want to live in a cave.
- Mennad bir mağarada yaşamak istemiyor.
- Who was the greatest philosopher that ever lived?
- Yaşamış en büyük filozof kimdi?
Show More (1904)
|