live - Englisch Türkisch Sätze
Englisch Türkisch
live yaşamak v.
  • I imagine that you have a similar situation where you live.
  • Yaşadığınız yerde de benzer bir durum olduğunu tahmin ediyorum.
  • It is unfortunate that my parents could not live to see this event.
  • Ailemin bu olayı görecek kadar yaşayamamış olması büyük bir talihsizlik.
  • What is this economic organisation which forces half of the world's population to live on less than two dollars a day?
  • Dünya nüfusunun yarısını günde iki dolardan daha az bir parayla yaşamaya zorlayan bu ekonomik organizasyon nedir?
Show More (1904)
live oturmak v.
  • What floor does he live on?
  • Kaçıncı katta oturuyor?
  • Does he live near here?
  • Buraya yakın mı oturuyor?
  • I've lived here for a long time.
  • Uzun zamandır burada oturuyorum.
Show More (43)
live canlı adj.
  • We therefore support a pilot project to broadcast plenary sittings live.
  • Bu nedenle genel kurul oturumlarının canlı yayınlanmasına yönelik bir pilot projeyi destekliyoruz.
  • With regard to agriculture, the committee gave export aid for live cattle its own separate budget heading.
  • Tarımla ilgili olarak komite canlı sığır ihracat yardımına ayrı bir bütçe başlığı vermiştir.
  • Live animals should only have to endure very short spells of transport.
  • Canlı hayvanlar sadece çok kısa süreli nakillere katlanmak zorunda kalmalıdır.
Show More (26)
live geçinmek v.
  • The twenty thousand people who live from fishing in Galicia do not understand you very well.
  • Galiçya'da balıkçılıkla geçinen yirmi bin kişi sizi pek iyi anlamıyor.
  • Tom lives on SSI.
  • Tom engelli aylığıyla geçiniyor.
  • They live from hand to mouth.
  • Onlar güçlükle geçiniyorlar.
Show More (1)
live geçirmek v.
  • In fact, the world has never lived a single day of peace.
  • Aslında dünya hiçbir zaman huzurlu bir gün geçirmemiştir.
  • I lived those days in a hut on the beach.
  • O günleri sahilde bir kulübede geçirdim.
  • Tom has lived in Boston for most of his life.
  • Tom hayatının çoğunu Boston'da geçirdi.
Show More (0)
live beslenmek v.
  • Most Japanese live on rice.
  • Çoğu Japon, pirinçle beslenir.
  • We Japanese live on rice.
  • Biz Japonlar pirinçle besleniyoruz.
  • They live on potatoes around here.
  • Onlar bu çevrede patatesle beslenirler.
Show More (0)
live canlı olarak adv.
  • I believe that our proceedings in this Chamber today are being broadcast live.
  • Sanırım bugün bu Meclisteki görüşmelerimiz canlı olarak yayınlanıyor.
  • The concert was broadcast live.
  • Konser, canlı olarak yayınlandı.
Show More (-1)
live sürmek (yaşam/ömür) v.
  • I was living the high life.
  • Lüks hayat sürüyordum.
  • Do you live a healthy lifestyle?
  • Sağlıklı bir yaşam tarzı mı sürüyorsunuz?
Show More (-1)
live hayat geçirmek v.
  • I was trying so hard to live a life of love.
  • Sevgi dolu bir hayat geçirmek için çok çaba harcadım.
Show More (-2)
live hayat sürmek v.
  • Tom lived a lonely life.
  • Tom yalnız bir hayat sürüyordu.
Show More (-2)
live ikamet etmek v.
  • Do you live in this building?
  • Bu binada mı ikamet ediyorsun?
Show More (-2)
live elektrikli (tel) adj.
  • This cable is live.
  • Bu kabloda elektrik var.
Show More (-2)