| 1 |
officer |
memur |
n. |
|
- Officer John went to the crime scene.
- Memur John olay yerine gitti.
- The latter is a problematic issue, since Turkey has an insufficient number of officers.
- İkincisi sorunlu bir konudur, zira Türkiye'de yeterli sayıda memur bulunmamaktadır.
- The GUE/NGL Group wants to scrap this possibility for authorising officers.
- GUE/NGL Grubu, yetkilendirme memurları için bu imkanı ortadan kaldırmak istemektedir.
- This involves the appointment of senior officers, something to which you referred.
- Bu, sizin de değindiğiniz gibi, üst düzey memurların atanmasını içermektedir.
- It is therefore vital that the accounting officer has a strong and independent position.
- Bu nedenle muhasebe memurunun güçlü ve bağımsız bir konuma sahip olması hayati önem taşımaktadır.
- Undercover secret police officers dressed as demonstrators mounted particularly brutal attacks.
- Gösterici kılığındaki gizli polis memurları özellikle acımasız saldırılar düzenlediler.
- It is therefore vital that the accounting officer has a strong and independent position.
- Bu nedenle muhasebe memurunun güçlü ve bağımsız bir konumda olması hayati önem taşımaktadır.
- There are also veterinary officers working at a district level.
- Ayrıca ilçe düzeyinde çalışan veteriner memurları da bulunmaktadır.
- Undercover secret police officers dressed as demonstrators mounted particularly brutal attacks.
- Gösterici kılığına girmiş gizli polis memurları özellikle acımasız saldırılar düzenledi.
- We do not support quotas or interference in the ways in which trades unions, for example, select their officers.
- Kotaları ya da örneğin sendikaların memurlarını seçme yöntemlerine müdahaleyi desteklemiyoruz.
- No, he's just been released from the hospital, officer.
- Hayır, hastaneden daha yeni çıktı, memur bey.
- No, he's just been released from the hospital, officer.
- Hayır, hastaneden henüz taburcu edildi, memur bey.
- Officer Williams, when did Dean Silo pass away?
- Memur Williams Dean Silo ne zaman öldü?
- Officer Williams, when did Dean Silo pass away?
- Memur Williams, Dean Silo ne zaman vefat etti?
- No, he's just been released from the hospital, officer.
- Hayır, hastaneden yeni taburcu oldu, memur bey.
- Tom is a corrections officer.
- Tom bir ceza infaz memuru.
- The arresting officer was Tom Jackson.
- Tutuklayan memur Tom Jackson'dı.
- The officers were satisfied.
- Memurlar memnundu.
- Three officers were wounded.
- Üç memur yaralandı.
- A general is a high-ranking military officer.
- Bir general yüksek rütbeli bir askeri memurdur.
- I'm not an officer.
- Ben memur değilim.
- They had become officers.
- Memur olmuşlardı.
- In 1990, Dan was still a rookie officer under Matt Smith.
- 1990'da Dan hâlâ Matt Smith'in emrinde çaylak bir memurdu.
- The officers were satisfied.
- Memurlar tatmin oldu.
- No officers were shot.
- Hiçbir memur vurulmadı.
- The officer shone his flashlight in the drunken man's face.
- Memur el fenerini sarhoş adamın yüzüne tuttu.
- The police officer on duty sensed an elderly man coming up behind him.
- Görevli memur arkasından yaşlı bir adamın geldiğini hissetti.
- The officer asked to see Tom's driver's license.
- Memur Tom'un ehliyetini görmek istedi.
- Police officer, I didn't do anything!
- Memur bey, ben hiçbir şey yapmadım!
- I'm not an officer.
- Ben bir memur değilim.
- Officers arrested one person.
- Memurlar bir kişiyi tutukladı.
- Who was the arresting officer?
- Tutuklayan memur kimdi?
- She suspended the officer.
- O, memuru işten uzaklaştırdı.
- No officers were hurt.
- Hiçbir memur yaralanmadı.
- Who was the arresting officer?
- Tutuklayan memur kimmiş?
- Have I broken a law, officer?
- Bir yasayı mı çiğnedim, memur bey?
- The officer shone his flashlight into the car.
- Memur el fenerini arabanın içine tuttu.
- The officers arrested three of the protesters.
- Memurlar protestoculardan üçünü tutukladı.
- He shot the officers.
- O memurları vurdu.
- Officer Tom Jackson made the arrest.
- Memur Tom Jackson tutuklamayı yaptı.
- Where are my officers?
- Benim memurlarım nerede?
- I wasn't driving as fast as the police officer said I was.
- Pois memurunun sürdüğümü söylediği kadar hızlı sürmüyordum.
Show More (39)
|
| 2 |
officer |
subay |
n. |
|
- His grandfather was a military officer.
- Büyükbabası bir subaydı.
- This was the idea of my own football intelligence unit officers.
- Bu benim kendi futbol istihbarat birimi subaylarımın fikriydi.
- Officers die in battlefields, so you get promoted fast.
- Savaş alanında subaylar ölüyor, bu yüzden sen de çabucak terfi edersin.
- Officers die in battlefields, so you get promoted fast.
- Subaylar savaş alanlarında ölür, bu yüzden hızlı bir şekilde terfi edersiniz.
- Officers die in battlefields, so you get promoted fast.
- Subaylar savaş meydanlarında ölür, bu yüzden çabucak terfi alırsınız.
- Tom's grandfather was a signal officer in the army.
- Tom'un büyükbabası orduda işaret subayıymış.
- Tom's grandfather was a signal officer in the army.
- Tom'un dedesi kara irtibat subayıydı.
- Tom's grandfather was a signal officer in the army.
- Tom'un dedesi orduda irtibat subayıydı.
- The officer aroused courage in his soldiers.
- Subay askerlerinde cesaret uyandırdı.
- Tom is an officer.
- Tom bir subaydır.
- The officers arrested three of the protesters.
- Subaylar protestoculardan üçünü tutukladı.
- Tom's grandfather was a signal officer in the army.
- Tom'un dedesi kara muhabere subayıydı.
- Were you an officer in the army?
- Orduda subay mıydın?
- Tom is the ranking officer.
- Tom rütbeli bir subay.
- Some of his officers protested.
- Bazı subaylar protesto etti.
- Tom isn't an officer.
- Tom bir subay değil.
- Three officers were wounded.
- Üç subay yaralandı.
- The officer encouraged his men.
- Subay adamlarını cesaretlendirdi.
- British officers received their orders in April, 1775.
- İngiliz subaylar Nisan 1775'te emirlerini aldılar.
- Tom was my commanding officer.
- Tom benim komuta subayımdı.
- She suspended the officer.
- Subayı açığa aldı.
- Do you still want to be an officer?
- Hâlâ subay olmak istiyor musun?
- Officers of the navy wear white uniforms.
- Donanma subayları beyaz üniformalar giyer.
- Where are my officers?
- Subaylarım nerede?
- Do you still want to be an officer?
- Hala subay olmak istiyor musun?
- The officer ordered the soldiers to attack the fortified position.
- Subay askerlerin müstahkem pozisyonunda saldırması için emretti.
- Officers of the navy wear white uniforms.
- Donanma subayları beyaz üniforma giyerler.
- British officers received their orders in April, 1775.
- İngiliz subaylar, emirleri Nisan 1775'te aldılar.
- Some of his officers protested.
- Onun subaylarından bazıları protesto etti.
- Tom became an officer.
- Tom bir subay oldu.
- Tom is an officer.
- Tom bir subay.
- Tom's grandfather was a signal officer in the army.
- Tom'un büyükbabası orduda bir muhabere subayıydı.
- Were you an officer in the army?
- Sen orduda bir subay mıydın?
- She fell in love with a young officer.
- Genç bir subaya aşık oldu.
- Tom's grandfather was a signal officer in the army.
- Tom'un büyükbabası orduda bir işaret subayıydı.
- The officer ordered the soldiers to attack the fortified position.
- Subay askerlere müstahkem mevkiye saldırmalarını emretti.
- He shot the officers.
- Subayları vurdu.
- I'm an officer.
- Ben bir subayım.
Show More (35)
|
| 3 |
officer |
polis memuru |
n. |
|
- The officer will ask you some questions about the accident.
- Polis memuru size kaza ile ilgili bazı sorular soracaktır.
- You didn't kill him like a peace officer.
- Onu bir polis memuru gibi öldürmediniz.
- The officer asked to see Tom's driver's license.
- Polis memuru Tom'un ehliyetini görmek istedi.
- The officer shone his flashlight in the drunken man's face.
- Polis memuru el fenerini sarhoş adamın yüzüne tuttu.
- Tom's son, John, also works as an officer with the Boston police.
- Tom'un oğlu John da Boston polisinde memur olarak çalışıyor.
- The officer encouraged his men.
- Polis memuru adamlarını teşvik etti.
- The officer shone his flashlight into the car.
- Polis memuru el fenerini arabaya tuttu.
- Dan was the first officer to arrive at the crime scene.
- Dan olay yerine gelen ilk polis memuruydu.
- Dan was the first officer to arrive at the crime scene.
- Dan olay yerine varan ilk polis memuruydu.
Show More (6)
|
| 4 |
officer |
görevli |
n. |
|
- Should there not be a clearer dividing line between the accountant and the authorising officer?
- Muhasebeci ile yetkilendirme görevlisi arasında daha net bir ayrım çizgisi olması gerekmez mi?
- You didn't kill him like a peace officer.
- Onu bir asayiş görevlisi gibi öldürmedin.
- Tom is a public relations officer.
- Tom bir halkla ilişkiler görevlisi.
- Tom is a public relations officer.
- Tom halkla ilişkiler görevlisi.
Show More (1)
|
| 5 |
officer |
yetkili |
n. |
|
- You should send mail to an officer.
- Yetkililerden birine posta göndermelisiniz.
- The individual Directors-General, the Budget Directorate-General, or the accounting officer?
- Bireysel Genel Müdürler mi, Bütçe Genel Müdürlüğü mü, yoksa muhasebe yetkilisi mi?
Show More (-1)
|
