| 1 |
tide |
gelgit |
n. |
|
- The strong tides make it impossible to swim.
- Güçlü gelgitler yüzmeyi imkansız hale getiriyor.
- It is a new and low threshold in the tide of human affairs.
- Bu, insan ilişkilerinin gelgitinde yeni ve düşük bir eşiktir.
- The tide had turned.
- Gelgit dönmüştü.
- The tide is coming in.
- Gelgit içeri geliyor.
- The tide destroyed the sand castle.
- Gelgit kumdan kaleyi yıktı.
- The tide destroyed the sand castle.
- Gelgit, kum kaleyi yok etti.
- The tide is coming in.
- Gelgit geliyor.
- The highest tide in the world is in Canada.
- Dünyadaki en yüksek gelgit Kanada'dadır.
- Let's wait till high tide.
- Gelgite kadar bekleyelim.
- I walked along the beach when the tide ebbed.
- Gelgit çekildiği zaman plaj boyunca yürüdüm.
- Tom's sand castle was destroyed by the tide.
- Tom'un kumdan kalesi gelgit tarafından yıkıldı.
- The tide is rising fast.
- Gelgit hızlı yükseliyor.
- The tide is rising fast.
- Gelgit hızla yükseliyor.
Show More (10)
|
| 2 |
tide |
dalga |
n. |
|
- The support forces were called as the tide of crime got out of control.
- Suç dalgası kontrolden çıkınca destek kuvvetler çağrıldı.
Show More (-2)
|
| 3 |
tide |
yığın |
n. |
|
- A tide of protesters ran through the streets.
- Bir yığın protestocu sokaklarda koşuşturuyordu.
Show More (-2)
|
| 4 |
tide |
gidişat |
n. |
|
- The tide of the case developed in favour of the suspect.
- Davanın gidişatı şüphelinin lehine gelişti.
Show More (-2)
|
| 5 |
tide |
akıntı |
n. |
|
- He tried to swim against the tide.
- Akıntıya karşı yüzmeye çalıştı.
Show More (-2)
|
