1 |
turbulent |
çalkantılı |
adj. |
|
- The political changes caused turbulent times.
- Politik değişiklikler çalkantılı zamanlara yol açtı.
- It is going to be a turbulent year.
- Çalkantılı bir yıl olacak.
- The Union and the euro zone have contributed to the stabilisation of the economy in a turbulent period.
- Birlik ve Avro bölgesi, çalkantılı bir dönemde ekonominin istikrara kavuşmasına katkıda bulunmuştur.
- These are turbulent times.
- Bunlar çalkantılı zamanlar.
Show More (1)
|
2 |
turbulent |
türbülanslı |
adj. |
|
- The turbulent air alarmed the pilot.
- Türbülanslı hava pilotu alarma geçirdi.
Show More (-2)
|
3 |
turbulent |
çok çalkantılı |
adj. |
|
- European farmers have had a very turbulent few years, following on from the BSE and foot-and-mouth crisis.
- Avrupalı çiftçiler, BSE ve şap krizlerinin ardından çok çalkantılı bir kaç yıl geçirdiler.
Show More (-2)
|