1 |
blur |
bulanıklaştırmak |
v. |
|
- People in this old picture have been blurred.
- Bu eski resimde yer alan insanlar bulanıklaştırılmış.
- Once you blur that distinction, it seems to me that you are on a very slippery slope indeed.
- Bu ayrımı bulanıklaştırdığınızda bana öyle geliyor ki gerçekten de çok kaygan bir yokuştasınız.
- This would blur what the European Union should be doing at this time.
- Bu, Avrupa Birliği'nin şu anda yapması gereken şeyi bulanıklaştıracaktır.
- This blurs the line between news and advertising.
- Bu, haber ve reklam arasındaki çizgiyi bulanıklaştırıyor.
- This blurs the line between news and advertising.
- Bu, haber ve reklam arasındaki çizgiyi bulanıklaştırır.
Show More (2)
|
2 |
blur |
belli belirsiz silüet |
n. |
|
- The blur of the boy confused the old woman.
- Çocuğun belli belirsiz silüeti yaşlı kadının kafasını karıştırdı.
Show More (-2)
|
3 |
blur |
hayal meyal anı |
n. |
|
- That terrible accident was a blur for Nathan.
- O korkunç kaza Nathan için hayal meyal bir anı idi.
Show More (-2)
|
4 |
blur |
görüşü bulanıklaşmak |
v. |
|
- The heavy fog was blurring my eyes while driving.
- Araba kullanırken yoğun sis gözlerimin görüşünü bulanıklaştırıyordu.
Show More (-2)
|
5 |
blur |
bulanıklaşmak |
v. |
|
- The distinction between right and wrong is blurred.
- Doğru ve yanlış ayrımı bulanıklaşmış durumdadır.
Show More (-2)
|
6 |
blur |
bulanık |
n. |
|
- The next three months were a blur.
- Sonraki üç ay bulanık geçti.
Show More (-2)
|