| 1 |
dot |
nokta |
n. |
|
- A dot on the map marked the plane's position.
- Haritadaki bir nokta uçağın konumunu gösteriyordu.
- Knowledge is a dot multiplied by the ignorant.
- İlim bir noktadır, onu cahiller çoğaltmaktadır.
- Knowledge is a dot multiplied by the ignorant.
- Bilgi, cahille çarpılan bir noktadır.
- Tom used a page of dot points to jog his memory when he made his speech.
- Tom konuşmasını yaparken hafızasını canlandırmak için bir sayfa dolusu nokta işareti kullandı.
- A line is a dot that has gone for a walk.
- Çizgi yürüyüşe çıkmış bir noktadır.
- A line is a dot that has gone for a walk.
- Çizgi, yürüyüşe çıkmış bir noktadır.
Show More (3)
|
| 2 |
dot |
ufacık şey |
n. |
|
- All the trees became dots as we drove farther.
- Arabayla uzaklaştıkça ağaçlar ufacık şeylere dönüştü.
Show More (-2)
|
| 3 |
dot |
nokta koymak |
v. |
|
- Why don't you dot the i's?
- Neden i'nin üzerine nokta koymuyorsun?
Show More (-2)
|
| 4 |
dot |
(tereyağı) sürmek |
v. |
|
- After that, dot the chicken with butter.
- Ardından, tavuğun üzerine tereyağı sürün.
Show More (-2)
|
| 5 |
dot |
her yeri kaplamak |
v. |
|
- The park was dotted with skaters and bikes.
- Kaykay ve bisikletler parkın her yerini kaplamıştı.
Show More (-2)
|
