| 1 |
preach |
vaaz etmek |
v. |
|
- What do we do with Islamic preachers who preach hatred and violence?
- Nefret ve şiddet vaaz eden İslami vaizlere ne yapacağız?
- What do we do with Islamic preachers who preach hatred and violence?
- Nefret ve şiddet vaaz eden İslami vaizleri ne yapacağız?
- Broadly speaking, that is what is being preached by the report that we are voting on.
- Genel anlamda oylamakta olduğumuz raporda vaaz edilen de budur.
- Political pluralism and cultural diversity are values preached by everybody in this House.
- Siyasi çoğulculuk ve kültürel çeşitlilik bu Meclisteki herkes tarafından vaaz edilen değerlerdir.
- Political pluralism and cultural diversity are values preached by everybody in this House.
- Siyasi çoğulculuk ve kültürel çeşitlilik bu Meclis'teki herkes tarafından vaaz edilen değerlerdir.
- If they think it is a wrong system they should practise what they are preach.
- Eğer bunun yanlış bir sistem olduğunu düşünüyorlarsa, vaaz ettiklerini uygulamalıdırlar.
- Tom doesn't practice what he preaches.
- Tom vaaz ettiklerini uygulamıyor.
- Tom practices what he preaches.
- Tom vaaz ettiği şeyi uygular.
- Tom practices what he preaches.
- Tom vaaz ettiklerini uygular.
- He was preaching God's Word to a small group of believers.
- Küçük bir inananlar grubuna Tanrı'nın Sözü'nü vaaz ediyordu.
- Sami practises what he preaches.
- Sami vaaz ettiği şeyi uyguluyor.
Show More (8)
|
| 2 |
preach |
vaaz vermek |
v. |
|
- He used to love listening to preaching priests.
- Eskiden vaaz veren rahipleri dinlemeyi severdi.
- We can preach morals from our ivory pulpit, but we have to realise that it does not work like that.
- Fildişi kürsümüzden ahlak vaazları verebiliriz, ancak bunun böyle işlemediğini fark etmeliyiz.
- We cannot preach in favour of democracy and liberty if we do not set an example ourselves.
- Kendimiz örnek olmazsak demokrasi ve özgürlük lehine vaaz veremeyiz.
- I can assure you that all members of the Court do go forth and preach.
- Sizi temin ederim ki, Sayıştay'ın tüm üyeleri gidip vaaz veriyorlar.
- John preached in the Desert of Judea.
- Yahya Yahudiye Çölü'nde vaaz verdi.
- You're the last person who should preach about political correctness.
- Politik doğruculuk konusunda vaaz verecek son kişi sensin.
- Tom doesn't practice what he preaches.
- Tom vaaz verdiğini uygulamıyor.
- John preached in the Desert of Judea.
- Yahya, Yahudiye çölü'nde vaaz verdi.
- Behaviour is the highest form of preaching.
- Davranış, vaaz vermenin en yüksek biçimidir.
- To preach is easier than to practice.
- Vaaz vermek, uygulamaktan daha kolaydır.
Show More (7)
|
| 3 |
preach |
öğütlemek |
v. |
|
- If they think it is a wrong system they should practise what they are preach.
- Bunun yanlış bir sistem olduğunu düşünüyorlarsa, öğütlediklerini uygulamalıdırlar.
- Tom practices what he preaches.
- Tom verdiği öğütleri uygular.
- Practice what you preach.
- Öğütlediğiniz şeyi uygulayın.
Show More (0)
|
| 4 |
preach |
öğüt vermek |
v. |
|
- The old man kept preaching about the importance of working hard.
- Yaşlı adam çok çalışmanın önemi hakkında öğüt vermeye devam etti.
- To preach is easier than to practice.
- Öğüt vermek, uygulamaktan daha kolaydır.
Show More (-1)
|
| 5 |
preach |
anlatmak |
v. |
|
- The professor was preaching the benefits of new research techniques.
- Profesör yeni araştırma tekniklerinin faydalarını anlatıyordu.
Show More (-2)
|
| 6 |
preach |
tavsiye etmek |
v. |
|
- Practice what you preach.
- Tavsiye ettiğini uygula.
Show More (-2)
|
