| 1 |
precious |
değerli |
adj. |
|
- They made full use of their precious time.
- Değerli zamanlarını çok iyi kullandılar.
- Her earrings were studded with precious stones.
- Küpeleri değerli taşlarla süslüydü.
- The lock of hair was infinitely precious to him.
- Bir tutam saç onun gözünde dünyalar kadar değerliydi.
- All defenders of democracy must protect our precious civilisation and uphold the civilised rule of law.
- Demokrasinin tüm savunucuları değerli medeniyetimizi korumalı ve medeni hukukun üstünlüğünü desteklemelidir.
- For example, we deleted the precious point on Tendenzschutz, which we would have liked to have seen scrapped.
- Örneğin Tendenzschutz'a ilişkin değerli noktayı sildik ki bunun hurdaya çıkarıldığını görmek isterdik.
- Human life is precious and the death of innocent civilians, wherever it occurs, is simply not acceptable.
- İnsan hayatı değerlidir ve nerede olursa olsun masum sivillerin ölümü kabul edilemez.
- It is this precious resource that I should like to turn to.
- İşte bu değerli kaynağa başvurmak istiyorum.
- In these countries people must be made aware of the need to save precious drinking water resources.
- Bu ülkelerde insanlar, değerli içme suyu kaynaklarının korunması gerektiği konusunda bilinçlendirilmelidir.
- But more precious than peace are freedom and justice.
- Ama barıştan daha değerli olan özgürlük ve adalettir.
- But more precious than peace are freedom and justice.
- Ancak barıştan daha değerli olansa özgürlük ve adalettir.
- He is so precious that he has his private bodyguards.
- O kadar değerli ki özel korumaları var.
- It is often said that nothing is more precious than time.
- Genellikle hiçbir şeyin zamandan daha değerli olmadığın söylenilir.
- Nothing is more precious to her than the brooch.
- Onun için hiçbir şey broştan daha değerli değil.
- You're precious to me.
- Sen benim için değerlisin.
- Language death is loss of precious scientific data.
- Dil ölümü, değerli bilimsel verilerin kaybedilmesidir.
- The most precious thing in life is moments.
- Hayattaki en değerli şey anlardır.
- You can't destroy the precious bond between mother and child.
- Anne ve çocuk arasındaki değerli bağları yok edemezsiniz.
- Health is the most precious thing.
- Sağlık en değerli şeydir.
- It's said that nothing is more precious than time.
- Hiçbir şeyin zamandan daha değerli olmadığı söylenir.
- There is no treasure more precious than a child.
- Bir çocuktan daha değerli hazine yoktur.
- You're wasting precious time.
- Değerli zamanı boşa harcıyorsun.
- Sometimes water becomes a precious commodity.
- Bazen su değerli bir meta haline gelir.
- Love is more precious than gold.
- Aşk altından daha değerlidir.
- Tom is precious to us.
- Tom bizim için değerli.
- Water is more precious than oil here.
- Su burada yağdan daha değerlidir.
- You're wasting precious time.
- Değerli zamanımızı boşa harcıyorsun.
- Thanksgiving is a precious family time.
- Şükran günü, değerli bir aile zamanıdır.
- Nothing is as precious as love.
- Hiçbir şey aşk kadar değerli değildir.
- Time is a precious thing, so we should make the best use of it.
- Zaman değerli bir şeydir, bu yüzden onu en iyi şekilde değerlendirmeliyiz.
- This region produces precious minerals.
- Bu bölge değerli mineraller üretiyor.
- Time is precious.
- Zaman değerlidir.
- Our health is our most precious possession.
- Sağlığımız bizim en değerli varlığımız.
- Health is the most precious thing we have.
- Sağlık sahip olduğumuz en değerli şey.
- Nothing is as precious as friendship.
- Arkadaşlık kadar değerli bir şey yoktur.
- Gold is the most precious of all metals.
- Altın tüm metallerin en değerlisidir.
- It is often said that nothing is more precious than time.
- Sıklıkla hiçbir şeyin zamandan daha değerli olmadığı söylenir.
- Nothing is more precious to her than the brooch.
- Ona hiçbir şey broşundan daha değerli değildir.
- We have precious little time.
- Zamanımız çok az ve değerli.
- Our health is our most precious possession.
- Sağlığımız en değerli varlığımızdır.
- Gold is more precious than any other metal.
- Altın diğer bütün metallerden daha değerlidir.
- A mine is where you find precious minerals.
- Maden, değerli minerallerin bulunduğu yerdir.
- Every language is equally precious and valuable to its speakers.
- Her dil, konuşanlar için eşit derecede değerli ve kıymetlidir.
- Time is the most precious thing of all.
- Zaman hepsinin en değerlisidir.
- Nothing is as precious as love.
- Hiçbir şey sevgi kadar değerli değildir.
- Water is a precious resource.
- Su değerli bir kaynaktır.
- You can't destroy the precious bond between mother and child.
- Anne ve çocuk arasındaki değerli bağı yok edemezsiniz.
- Time is the most precious thing.
- Zaman en değerli şeydir.
- Honor is the most precious thing we possess.
- Onur, sahip olduğumuz en değerli şeydir.
- Tom stole a precious stone and pawned it.
- Tom değerli bir taş çaldı ve onu rehin bıraktı.
- Friendship is as precious as anything else.
- Arkadaşlık her şey kadar değerlidir.
- Freedom is precious.
- Özgürlük değerlidir.
- Language death is loss of precious scientific data.
- Dillerin ölümü, değerli bilimsel verilerin kaybı demektir.
- Honor is the most precious thing we possess.
- Onur sahip olduğumuz en değerli şey.
- You're losing precious time.
- Değerli zamanınızı kaybediyorsunuz.
- There is no treasure more precious than a child.
- Bir çocuktan daha değerli bir hazine yoktur.
- The diamond is a precious stone.
- Elmas değerli bir taştır.
- Time is more precious than anything else.
- Zaman başka her şeyden daha değerlidir.
- Perry obtained precious information from him.
- Perry, ondan değerli bilgiler elde etti.
- Time is the most precious thing of all.
- Zaman en değerli şeydir.
- A kiss is one of life's most precious gifts.
- Bir öpücük yaşamın en değerli armağanlarından biridir.
- Water is as precious as air.
- Su da hava kadar değerlidir.
- Nothing is so precious as time.
- Hiçbir şey zaman kadar değerli değildir.
- Time is the most precious thing in the world.
- Zaman dünyadaki en değerli şeydir.
- Oil is more precious than human life to you, right?
- Petrol sizin için insan hayatından daha değerlidir, değil mi?
- There's nothing as precious as love.
- Aşk kadar değerli bir şey yoktur.
- Tom stole a precious stone and pawned it.
- Tom değerli bir taş çaldı ve rehin bıraktı.
- Time is the most precious thing in the world.
- Zaman, dünyadaki en değerli şeydir.
- Thanksgiving is a precious family time.
- Şükran Günü değerli bir aile zamanıdır.
- Every language is equally precious and valuable to its speakers.
- Her dil konuşanları için eşit ölçüde değerli ve kıymetlidir.
- My father used to say that time is precious.
- Babam zamanın değerli olduğunu söylerdi.
- Time is more precious than anything else.
- Zaman her şeyden daha değerlidir.
- Water is more precious than oil here.
- Burada su petrolden daha değerli.
- He is precious to us.
- O bizim için değerlidir.
- Nothing is as precious as friendship.
- Hiçbir şey arkadaşlık kadar değerli değildir.
- The beauty of nature is precious.
- Doğanın güzelliği değerlidir.
- We're wasting precious time.
- Değerli zamanımızı boşa harcıyoruz.
- A kiss is one of life's most precious gifts.
- Bir öpücük hayatın en değerli hediyelerinden biridir.
- Water is as precious as air.
- Su hava kadar değerlidir.
- There's nothing as precious as love.
- Sevgi kadar değerli hiçbir şey yoktur.
- Friendship is more precious than anything else.
- Dostluk her şeyden daha değerlidir.
Show More (77)
|
| 2 |
precious |
(kıymetli taş) çok değerli |
adj. |
|
- What our predecessors constructed in Europe is too precious to us for that.
- Atalarımızın Avrupa'da inşa ettikleri bizim için çok değerlidir.
- These books are very precious to us.
- Bu kitaplar bizim için çok değerli.
- Perry obtained precious information from him.
- Perry, ondan çok değerli bilgiler aldı.
- You're precious to me.
- Sen benim için çok değerlisin.
- My children are very precious to me.
- Çocuklarım benim için çok değerlidir.
- My children are very precious to me.
- Çocuklarım benim için çok değerli.
- All socks are very precious.
- Tüm çoraplar çok değerlidir.
- Everything is so precious.
- Her şey çok değerli.
- He is precious to us.
- O bizim için çok değerli.
- Time is precious.
- Zaman çok değerli.
- Silk is very precious.
- İpek çok değerlidir.
- Tom is precious to us.
- Tom bizim için çok değerli.
- Your friendship is most precious to me.
- Arkadaşlığın benim için çok değerli.
- Time is a precious thing, so we should make the best use of it.
- Zaman çok değerli bir şeydir, bu yüzden onu en iyi şekilde kullanmamız gerekir.
- All socks are very precious.
- Bütün çoraplar çok değerlidir.
Show More (12)
|
| 3 |
precious |
kıymetli |
adj. |
|
- That is too precious to become the plaything of wealthy, western tourists.
- Bu, zengin ve batılı turistlerin oyuncağı olamayacak kadar kıymetlidir.
- But more precious than peace are freedom and justice.
- Fakat barıştan daha kıymetli olan da hürriyet ve adalettir.
- Gold is more precious than iron.
- Altın demirden daha kıymetlidir.
- Oil is more precious than human life to you, right?
- Petrol senin için insan hayatından daha kıymetli, değil mi?
- Water is a precious resource.
- Su çok kıymetli bir kaynaktır.
- Water is as precious as air.
- Su da hava kadar kıymetlidir.
- The diamond is a precious stone.
- Elmas kıymetli bir taştır.
- Sometimes water becomes a precious commodity.
- Bazen su kıymetli bir meta olur.
Show More (5)
|
| 4 |
precious |
çok |
adj. |
|
- Precious little has happened in this area over the past six months under the presidency that is about to come to an end.
- Sona ermek üzere olan başkanlık döneminde geçtiğimiz altı ay boyunca bu alanda çok az şey oldu.
- We have done this often here, with precious little result.
- Bunu burada daha önce de yaptık ama çok az sonuç aldık.
- We should admit that the previous reforms of the European Parliament have achieved precious little.
- Avrupa Parlamentosu'nun önceki reformlarının çok az şey başardığını kabul etmeliyiz.
Show More (0)
|
| 5 |
precious |
pek kıymetli |
adj. |
|
- I never wanted your precious jacket anyway!
- Zaten senin o pek kıymetli ceketini hiç istememiştim!
Show More (-2)
|
| 6 |
precious |
abartı |
adj. |
|
- Her outfit seemed precious and juvenile.
- Kıyafeti abartı ve çocuksu görünüyordu.
Show More (-2)
|
| 7 |
precious |
canım |
adj. |
|
- What is bothering you, precious?
- Seni rahatsız eden ne, canım?
Show More (-2)
|
| 8 |
precious |
sevimli |
adj. |
|
- This is my dog Bubbles. Isn't she precious?
- Bu benim köpeğim Bubbles. Çok sevimli değil mi?
Show More (-2)
|
| 9 |
precious |
çok pahalı |
adj. |
|
- Everything is so precious.
- Her şey çok pahalı.
Show More (-2)
|
