1 |
stifle |
bastırmak (bir duyguyu/isyanı) |
v. |
|
- I am not trying to stifle debate or limit minorities.
- Tartışmaları bastırmaya veya azınlıkları sınırlandırmaya çalışmıyorum.
- Should it be necessary to stifle all differences of opinion to be a true European?
- Gerçek bir Avrupalı olmak için tüm görüş farklılıklarını bastırmak mı gerekir?
- The debate must not stifle pluralism, quite the contrary.
- Tartışma çoğulculuğu bastırmamalı, tam tersini yapmalıdır.
- I had to stifle my anger in front of him.
- Onun önünde öfkemi bastırmak zorunda kaldım.
Show More (1)
|
2 |
stifle |
engellemek |
v. |
|
- Over-regulation stifles initiative and, therefore, progress and prosperity.
- Aşırı düzenleme inisiyatifi ve dolayısıyla ilerleme ve refahı engeller.
- High taxes stifle economic growth.
- Yüksek vergiler ekonomik büyümeyi engelliyor.
- High taxes stifle economic growth.
- Yüksek vergiler ekonomik büyümeyi engeller.
Show More (0)
|
3 |
stifle |
boğulmak |
v. |
|
- There is always a risk that one can stifle an initiative by too much bureaucracy.
- Bir girişimin çok fazla bürokrasi ile boğulma riski her zaman vardır.
Show More (-2)
|
4 |
stifle |
tutmak |
v. |
|
- We cannot stifle these countries at such a decisive moment as this.
- Böylesine belirleyici bir anda bu ülkeleri baskı altında tutamayız.
Show More (-2)
|
5 |
stifle |
boğucu atmosfer |
n. |
|
- In the stifling atmosphere, I can barely breath.
- Boğucu atmosferde zar zor nefes alabiliyorum.
Show More (-2)
|