| 1 |
complacency |
rehavet |
n. |
|
- For Europe complacency is also a real risk.
- Avrupa için rehavet de gerçek bir risktir.
- While a lot is now happening, there is no room for complacency.
- Şu anda pek çok şey gerçekleşiyor olsa da rehavete yer yok.
- His report rather smacks of complacency.
- Raporu daha ziyade rehavet kokuyor.
- The European Union must be totally unambiguous, unequivocal and show no complacency on this point.
- Avrupa Birliği bu konuda tamamen açık ve net olmalı ve hiçbir rehavete kapılmamalıdır.
- Naturally risk reduction must not lead to complacency, however.
- Ancak doğal olarak risk azaltma rehavete yol açmamalıdır.
- However, this does not give grounds for complacency.
- Ancak bu durum rehavete kapılmamızı gerektirmez.
- I think this is an unacceptable degree of complacency.
- Bunun kabul edilemez derecede bir rehavet olduğunu düşünüyorum.
Show More (4)
|
| 2 |
complacency |
kayıtsızlık |
n. |
|
- The feeling of complacency will get us nowhere.
- Kayıtsızlık bizi hiçbir yere götürmez.
- I do not think there is room for complacency.
- Kayıtsızlığa yer olduğunu düşünmüyorum.
- I think this is an unacceptable degree of complacency.
- Bence bu kabul edilemez derecede bir kayıtsızlık.
Show More (0)
|
| 3 |
complacency |
halinden memnun olma |
n. |
|
- All economic problems would be solved, if they made complacency taxable.
- Halinden memnun olmayı vergiye bağlasalar tüm ekonomik sorunlar çözülürdü.
Show More (-2)
|
