1 |
lovely |
güzel |
adj. |
|
- In Denmark, we have a lovely song that our family often sings.
- Danimarka'da ailemizin sık sık söylediği güzel bir şarkımız vardır.
- A lovely girl like that with no one else in the whole world.
- Böyle güzel bir kızın dünyada başka kimsesi yok.
- How nice of you and this lovely lady to join us.
- Bu sevimli hanımla beraber bize katılmanız ne kadar güzel.
- No, we're out for a lovely walk, nothing suspicious about that.
- Hayır, güzel bir yürüyüşe çıktık, bunda şüpheli bir şey yok.
- No, we're out for a lovely walk, nothing suspicious about that.
- Hayır, güzel bir yürüyüşe çıktık, bunda şüphelenilecek bir şey yok.
- You'd make a lovely couple.
- Sizden güzel bir çift olurdu.
- That girl has a lovely doll.
- O kızın güzel bir bebeği var.
- It was a lovely ceremony.
- O güzel bir törendi.
- It's a lovely day.
- Güzel bir gün.
- We had a lovely meal.
- Güzel bir yemek yedik.
- Isn't the weather lovely?
- Hava çok güzel değil mi?
- I had never seen her look so lovely.
- Onun bu kadar güzel göründüğünü hiç görmemiştim.
- What lovely flowers you brought.
- Ne güzel çiçekler getirdin.
- I hope this lovely weather will continue.
- Umarım bu güzel hava devam eder.
- That is one of the loveliest paintings I have ever seen.
- O şimdiye kadar gördüğüm en güzel tablolardan biridir.
- It was a lovely ceremony.
- Çok güzel bir törendi.
- It's a lovely day today.
- Bugün çok güzel bir gün.
- There's a lovely park in the centre of the town.
- Şehrin merkezinde çok güzel bir park var.
- They admired the lovely scenery.
- Onlar güzel manzaraya hayran kaldı.
- Those oranges look lovely.
- Şu portakallar çok güzel görünüyor.
- Those birds sound lovely.
- O kuşlar güzel ses çıkarıyor.
- The building is built of marble of a most lovely color.
- Bina çok güzel renkte mermerden inşa edilmiş.
- The woods are just as lovely in winter as in summer.
- Orman kışın da yazın olduğu kadar güzel.
- Because you're a sweet and lovely girl.
- Çünkü sen, tatlı ve güzel bir kızsın.
- Those apples look lovely.
- O elmalar güzel görünüyor.
- There was a large stove that gave lovely warmth and coziness.
- Güzel sıcaklık ve rahatlık veren büyük bir soba vardı.
- Those oranges look lovely.
- O portakallar güzel görünüyor.
- Isn't the weather lovely?
- Hava güzel değil mi?
- What lovely weather!
- Ne güzel bir hava!
- Everything was lovely.
- Her şey güzeldi.
- Her lovely voice was a real feast to the ears.
- Onun güzel sesi kulaklar için gerçek bir bayramdı.
- The woods are just as lovely in winter as in summer.
- Ormanlar kışın yaz aylarında olduğu kadar güzeldir.
- You have a lovely home.
- Çok güzel bir evin var.
- Ania is a lovely girl.
- Ania çok güzel bir kız.
- It was lovely.
- Çok güzeldi.
- What lovely flowers!
- Ne kadar güzel çiçekler!
- You make such a lovely couple.
- Sizden güzel bir çift olur.
- There are four lovely children in this photo.
- Bu fotoğrafta dört güzel çocuk var.
- Tom and Mary make a lovely couple.
- Tom ve Mary'den güzel bir çift olur.
- Tom has a lovely daughter.
- Tom'un güzel bir kızı var.
- Meg has a lovely face.
- Meg'in çok güzel bir yüzü var.
- Dan and Linda adopted a lovely little girl.
- Dan ve Linda güzel küçük bir kızı evlat edindi.
- What a lovely gift!
- Ne güzel bir hediye!
- Whenever we have such lovely rain, I recall the two of us, several years ago.
- Ne zaman böyle güzel yağmur yağsa, birkaç yıl önceki ikimizi hatırlıyorum.
- Do you still remember the lovely girls who were dancing?
- Dans eden güzel kızları hala hatırlıyor musun?
- We had a lovely meal.
- Biz güzel bir yemek yedik.
- It's a lovely country.
- Çok güzel bir ülke.
- Ixtli has a lovely face.
- Ixtli'nin güzel bir yüzü var.
- What a lovely day it is today!
- Bugün ne güzel bir gün!
- It's a lovely flower.
- Bu güzel bir çiçek.
- You're missing all the lovely snow.
- Bütün o güzel karı kaçırıyorsun.
- I had never seen her look so lovely.
- Onu hiç bu kadar güzel görmemiştim.
- Mary is a lovely girl.
- Mary çok güzel bir kız.
- That was lovely.
- O güzeldi.
- What lovely flowers you brought.
- Ne güzel çiçekler getirmişsin.
- What a lovely day it is!
- Ne güzel bir gün!
- A really lovely story!
- Gerçekten çok güzel bir hikaye!
- Doesn't Mary look lovely?
- Mary çok güzel görünmüyor mu?
- That is one of the loveliest paintings I have ever seen.
- Bu şimdiye kadar gördüğüm en güzel resimlerden biri.
- She had two lovely children.
- Onun iki tane güzel çocuğu vardı.
- You're a very lovely woman.
- Çok güzel bir kadınsın.
- She is, indeed, a lovely girl.
- Gerçekten de çok güzel bir kız.
- She's got such lovely eyes.
- Çok güzel gözleri var.
- At the noise, a window opened and a lovely maiden looked out.
- Gürültü üzerine bir pencere açıldı ve güzel bir kız dışarı baktı.
- That was lovely.
- Çok güzeldi.
- It's a lovely day.
- Bu güzel bir gün.
- It was a lovely evening.
- Çok güzel bir akşamdı.
- Sami and Layla lived in a lovely home.
- Sami ve Leyla güzel bir evde yaşıyorlardı.
- That's a lovely book.
- Çok güzel bir kitap.
- What a lovely doll!
- Ne güzel bir bebek!
- What lovely flowers!
- Ne güzel çiçekler!
Show More (68)
|
2 |
lovely |
hoş |
adj. |
|
- No, we're out for a lovely walk, nothing suspicious about that.
- Hayır, hoş bir yürüyüşe çıktık, bunda şüpheli bir durum yok.
- I think you make a lovely couple.
- Bence çok hoş bir çift olursunuz.
- I think it sounds lovely.
- Bence kulağa hoş geliyor.
- That sounds lovely.
- Kulağa hoş geliyor.
- You're such a lovely audience.
- Siz çok hoş bir seyircisiniz.
- These flowers are lovely.
- Bu çiçekler hoş.
- That would be lovely, wouldn't it?
- Çok hoş olurdu, değil mi?
- That would be lovely.
- Bu, çok hoş olurdu.
- They make a lovely couple.
- Çok hoş bir çift olurlardı.
- You're a very lovely woman.
- Çok hoş bir kadınsın.
- She greeted me with a lovely smile.
- Beni hoş bir gülümsemeyle karşıladı.
- That would be lovely.
- Hoş olurdu.
- This morning we went for a lovely stroll around this part of the mountain.
- Bu sabah dağın bu bölümü etrafında hoş bir gezintiye gittik.
- This is a lovely surprise.
- Bu hoş bir sürpriz.
- Mary is a lovely woman.
- Mary çok hoş bir kadın.
- You'd make a lovely couple.
- Çok hoş bir çift olurdunuz.
- You make such a lovely couple.
- Çok hoş bir çift olursunuz.
Show More (15)
|
3 |
lovely |
sevimli |
adj. |
|
- I noticed they're brown and lovely, like her daughter's.
- Kızınınki gibi kahverengi ve sevimli olduklarını fark ettim.
- There are four lovely children in this photo.
- Bu fotoğrafta dört sevimli çocuk var.
- The two boys lived alone with a lovely cat.
- İki oğlan, sevimli bir kediyle yalnız yaşıyordu.
- She looked lovely.
- O sevimli görünüyordu.
- You have a lovely daughter.
- Sevimli bir kızın var.
- You're my lovely little baby.
- Sen benim küçük sevimli bebeğimsin.
- Do you still remember the lovely girls who were dancing?
- Dans eden sevimli kızları hala hatırlıyor musun?
- Mary is lovely.
- Mary sevimli.
- She wished the lovely dog belonged to her.
- O, sevimli köpeğin kendine ait olmasını diledi.
Show More (6)
|
4 |
lovely |
şirin |
adj. |
|
- What a lovely doll!
- Ne şirin bir bebek!
Show More (-1)
|