|
- Secondly, why were the OAU and other international observers not allowed into the north of the country?
- İkinci olarak Afrika Birliği Örgütü ve diğer uluslararası gözlemcilerin ülkenin kuzeyine girmesine neden izin verilmedi?
- Today many Members are not allowed to speak in debates.
- Bugün birçok Üyenin tartışmalarda konuşmasına izin verilmiyor.
- A doctor was not allowed to attend to a bleeding man on the street until this man had bled to death.
- Bir doktorun sokakta kanaması olan bir adama, bu adam kan kaybından ölene kadar müdahale etmesine izin verilmemiştir.
- The tax deductibility of the contributions was not allowed by the Finnish authorities.
- Katkı paylarının vergiden düşülebilirliğine Fin makamları tarafından izin verilmemiştir.
- It is essential that the Intergovernmental Conference is not allowed to withdraw into the shadows.
- Hükümetlerarası Konferansın gölgeler arasına çekilmesine izin verilmemesi çok önemlidir.
- BST is not allowed in any other country apart from the US.
- BST'ye ABD dışında başka hiçbir ülkede izin verilmemektedir.
- However, Parliament must rubber-stamp this budget, yet it is not allowed to let its voice be heard fully on that score.
- Bununla birlikte Parlamento bu bütçeyi onaylamalıdır ancak bu konuda sesini tam olarak duyurmasına izin verilmemektedir.
- We were not allowed to see her because she was in prison.
- Onu görmemize izin verilmedi çünkü o hapisteydi.
- Mr Duff, you are not allowed to make any comments regarding the content.
- Sayın Duff, içerikle ilgili herhangi bir yorum yapmanıza izin verilmiyor.
- The President explained in the Committee that he too is not allowed to see every document.
- Başkan Komitede kendisinin de her belgeyi görmesine izin verilmediğini açıkladı.
- Meetings of representatives of indigenous peoples are either not allowed or are monitored by the security service.
- Yerli halkların temsilcilerinin toplantılarına ya izin verilmemekte ya da güvenlik güçleri tarafından izlenmektedir.
- Their current home insurer is not allowed to provide that cover.
- Şu anki ev sigortacılarının bu teminatı vermesine izin verilmiyor.
- They were not allowed to take part in the peaceful demonstrations.
- Barışçıl gösterilere katılmalarına izin verilmedi.
- If you do not have a certificate then you are not allowed to operate the vehicle.
- Eğer sertifikanız yoksa o zaman aracı kullanmanıza izin verilmez.
- Why not allow the 12 candidate countries to be involved in devising the basis for cooperation in the next treaty?
- Neden 12 aday ülkenin bir sonraki anlaşmada iş birliği temelinin oluşturulmasına katılmasına izin verilmiyor?
- We are not allowed to accept their way of reporting, unlike our Member States.
- Üye Devletlerimizin aksine, onların raporlama yöntemlerini kabul etmemize izin verilmiyor.
- Mr Léotard was almost not allowed into Macedonia.
- Bay Léotard'ın Makedonya'ya girmesine neredeyse izin verilmiyordu.
- It is essential that the Intergovernmental Conference is not allowed to withdraw into the shadows.
- Hükûmetlerarası Konferansın gölgeler arasına çekilmesine izin verilmemesi çok önemlidir.
- Why are we not allowed to use them when we, in actual fact, have major costs for the programmes to which we have agreed?
- Gerçekte kabul ettiğimiz programlar için büyük maliyetlerimiz varken neden bunları kullanmamıza izin verilmiyor?
- Many Zimbabweans queued for hours and were still not allowed to vote.
- Birçok Zimbabveli saatlerce kuyrukta beklemesine rağmen oy kullanmasına izin verilmedi.
- Their current home insurer is not allowed to provide that cover.
- Mevcut ev sigortacılarının bu teminatı sağlamasına izin verilmez.
- The export of arms was not allowed.
- Silah ihracatına izin verilmiyordu.
- I'm not allowed to do that.
- Onu yapmama izin verilmiyor.
- You're not allowed to do that here.
- Onu burada yapmanıza izin verilmez.
- Smoking on duty is not allowed.
- Çalışırken sigara içmeye izin verilmez.
- I'm not allowed to leave.
- Gitmeme izin verilmiyor.
- We're still not allowed to visit Tom.
- Hâlâ Tom'u ziyaret etmemize izin verilmiyor.
- Tom is still not allowed to talk to Mary.
- Tom'un hala Mary ile konuşmasına izin verilmiyor.
- We're still not allowed to enter.
- Hâlâ girmemize izin verilmiyor.
- Talking in the library is not allowed.
- Kütüphanede konuşmaya izin verilmiyor.
- He was not allowed to enroll in the college.
- Üniversiteye kaydolmasına izin verilmedi.
- In Canada, you're not allowed to drink until you are 20.
- Kanada'da, 20 yaşına kadar içki içmenize izin verilmez.
- You are not allowed to go into that room.
- O odaya girmene izin verilmez.
- Hunting is not allowed in national parks.
- Milli parklarda avlanmaya izin verilmez.
- I think I'm not allowed to do that.
- Onu yapmama izin verilmediğini düşünüyorum.
- You are not allowed to turn left on this street.
- Bu caddede sola dönmenize izin verilmez.
- I'm not allowed to tell you what you want to know.
- Bilmek istediğin şeyi sana söylemem için bana izin verilmiyor.
- Girls were not allowed to go out with boys without a chaperone.
- Kızların refakatçi olmadan erkeklerle dışarı çıkmasına izin verilmezdi.
- You're not allowed to carry food into the library.
- Kütüphaneye yiyecek taşımanıza izin verilmiyor.
- Tom said he's not allowed to do that.
- Tom bunu yapmasına izin verilmediğini söyledi.
- People who drink alcoholic beverages are not allowed to enter.
- Alkollü içki içen İnsanların girmesine izin verilmez.
- Smoking is not allowed here.
- Burada sigara içilmesine izin verilmez.
- Why is swimming not allowed in this river?
- Neden bu nehirde yüzmeye izin verilmez?
- You are not allowed to enter that room.
- O odaya girmene izin verilmez.
- Tom is still not allowed to visit Mary.
- Tom'un Mary'yi ziyaret etmesine hala izin verilmiyor.
- I'm not allowed to go there.
- Oraya gitmeme izin verilmiyor.
- You're not allowed to park on this side of the street.
- Sokağın bu tarafında park etmenize izin verilmiyor.
- You're not allowed to smile either.
- Senin de gülümsemene izin verilmiyor.
- I'm not allowed to be here by myself after dark.
- Karanlıktan sonra tek başıma burada olmama izin verilmiyor.
- You are not allowed to go in there!
- Oraya gitmene izin verilmez!
- I'm not allowed to drive anymore.
- Artık sürmeme izin verilmiyor.
- People who drink alcoholic beverages are not allowed to enter.
- Alkollü içki içenlerin girmesine izin verilmiyor.
- In Massachusetts, a man is not allowed to marry his wife's grandmother.
- Massachusetts'te bir adamın, karısının büyükannesi ile evlenmesine izin verilmez.
- We're not allowed to do that anymore.
- Bunu yapmamıza artık izin verilmiyor.
- You are not allowed to leave here.
- Buradan ayrılmanıza izin verilmiyor.
- I'm not allowed to say anything.
- Bir şey söylememe izin verilmiyor.
- I'm not allowed to talk about that.
- O konuda konuşmama izin verilmiyor.
- The natives were not allowed to enter the district.
- Yerlilerin bölgeye girişine izin verilmemiştir.
- In Massachusetts, a man is not allowed to marry his wife's grandmother.
- Massachusetts'te bir erkeğin karısının büyükannesiyle evlenmesine izin verilmez.
- I'm not allowed to go to Tom's house.
- Tom'un evine gitmeme izin verilmiyor.
- The boy smoked even though it was not allowed.
- Çocuk, izin verilmemesine rağmen sigara içti.
- The natives were not allowed to enter the district.
- Yerlilerin bölgeye girmesine izin verilmedi.
- I'm not allowed to help you.
- Sana yardım etmeme izin verilmiyor.
- You're not allowed to speak French here.
- Burada Fransızca konuşmanıza izin verilmiyor.
- Tom is actually not allowed to be here.
- Aslında Tom'un burada olmasına izin verilmiyor.
- We're not allowed to go there.
- Oraya gitmemize izin verilmiyor.
- I'm not allowed to drive my father's car.
- Babamın arabasını sürmeme izin verilmiyor.
- That's not allowed here.
- Ona burada izin verilmez.
- It goes without saying that pets are not allowed.
- Evcil hayvanlara izin verilmediğini söylemeye gerek yok.
- The press is not allowed inside.
- Basının içeri girmesine izin verilmiyor.
- Cameras are not allowed inside the prison.
- Hapishane içerisinde kameralara izin verilmemektedir.
- We're not allowed to do that.
- Onu yapmamıza izin verilmiyor.
- Dogs are not allowed in his city.
- Köpeklere bu şehirde izin verilmez.
- He was not allowed to enroll in the college.
- Üniversiteye kayıt yaptırmasına izin verilmedi.
- The export of arms was not allowed.
- Silah ihracatına izin verilmedi.
- Visitors to the zoo are not allowed to feed the animals.
- Hayvanat bahçesine gelen ziyaretçilerin hayvanları beslemesine izin verilmiyor.
- Dogs are not allowed in his city.
- Onun şehrinde köpeklere izin verilmiyor.
- I'm not allowed to tell you.
- Sana söylememe izin verilmiyor.
- You're not allowed to speak French here.
- Burada Fransızca konuşmana izin verilmiyor.
- Is it true you're not allowed to tell me?
- Bana söylemene izin verilmediği doğru mu?
- He was not allowed to remain silent.
- Sessiz kalmasına izin verilmedi.
- It's not allowed.
- Buna izin verilmez.
- I'm not allowed to drink alcohol.
- Alkol almama izin verilmez.
- I'm not allowed to speak to Tom.
- Tom'la konuşmama izin verilmiyor.
- Cameras are not allowed inside the prison.
- Cezaevi içinde kameralara izin verilmiyor.
- PDA is not allowed at school.
- Okulda kişisel dijital yardımcıya izin verilmez.
- Tom is actually not allowed to be here.
- Aslında Tom'un burada bulunmasına izin verilmiyor.
- I'm not allowed to tell what you want to know.
- Bilmek istediğin şeyi söylememe izin verilmiyor.
- Swimming is not allowed in this river.
- Bu nehirde yüzmeye izin verilmiyor.
- You're not allowed to eat in here.
- Burada yemek yemenize izin verilmez.
- It is not allowed to stop in a tunnel.
- Bir tünelde durmaya izin verilmez.
- PDA is not allowed at school.
- Okulda PDA'ya izin verilmiyor.
Show More (89)
|
