| 1 |
seat |
koltuk |
n. |
|
- You can't sit in the front seat until the age of 12.
- Ön koltuğa 12 yaşına kadar oturamazsınız.
- She was expected to have a seat on the board of directors.
- Yönetim kurulunda bir koltuğu olması bekleniyordu.
- Then I suggest that you make an exception and sit in another seat; perhaps the device there works.
- O zaman bir istisna yapmanızı ve başka bir koltuğa oturmanızı öneririm; belki oradaki cihaz çalışır.
- Now it is the turn of France to be in the hot seat.
- Şimdi sıcak koltukta oturma sırası Fransa'da.
- Surely it is time that Parliament has one seat.
- Parlamentonun da bir koltuğa sahip olmasının zamanı gelmiştir.
- I put it here on my seat and when I came back it was gone.
- Buraya koltuğumun üzerine koydum ve geri döndüğümde gitmişti.
- The seat behind the wheel in buses and lorries is a back-breaking place of work.
- Otobüs ve kamyonlarda direksiyonun arkasındaki koltuk yıpratıcı bir iş yeridir.
- Surely it is time that Parliament has one seat.
- Parlamentonun bir koltuğa sahip olmasının zamanı gelmiştir.
- We are calling for employers and employees to be given a seat on the board.
- İşverenlere ve çalışanlara kurulda bir koltuk verilmesi çağrısında bulunuyoruz.
- Never has the need for a European seat on the United Nations Security Council been so keenly felt.
- Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nde bir Avrupa koltuğuna duyulan ihtiyaç hiç bu kadar yoğun hissedilmemişti.
- I had not managed to reach my seat.
- Koltuğuma ulaşmayı başaramamıştım.
- You cannot ignore the facts, even if you think it might lose you your seat.
- Koltuğunuzu kaybedebileceğinizi düşünseniz bile gerçekleri görmezden gelemezsiniz.
- The Commission says it wants to retain its board seat.
- Komisyon, yönetim kurulu koltuğunu korumak istediğini söylüyor.
- We must cut the Gordian knot with regard to the seat of this Parliament once and for all.
- Bu Parlamento koltuğuna ilişkin Gordion düğümünü bir an önce çözmeliyiz.
- Tom jumped out of his seat.
- Tom koltuğundan atladı.
- I'd like a window seat.
- Pencere yanında koltuk istiyorum.
- You're sitting in my seat.
- Benim koltuğumda oturuyorsun.
- Please put your bag under your seat.
- Lütfen çantanızı koltuğunuzun altına koyunuz.
- Is there a vacant seat?
- Boş bir koltuk var mı?
- Give Tom your seat.
- Koltuğunu Tom'a ver.
- She found him a seat.
- Ona bir koltuk buldu.
- Mary jumped out of her seat.
- Mary koltuğundan fırladı.
- Is that seat free?
- O koltuk boş mu?
- I'd like a window seat, please.
- Pencerenin yanında bir koltuk istiyorum, lütfen.
- Tom saved a seat for me.
- Tom benim için bir koltuk ayırdı.
- Tom got up from his seat.
- Tom koltuğundan kalktı.
- She found me a good seat.
- O, bana iyi bir koltuk buldu.
- Put your bag under the seat in front of you.
- Çantanı önündeki koltuğun altına koy.
- Hey, that's my seat.
- Hey, burası benim koltuğum.
- This seat is free.
- Bu koltuk boş.
- I'd like to change my seat.
- Koltuğumu değiştirmek istiyorum.
- Tom reluctantly took his seat.
- Tom isteksizce koltuğuna oturdu.
- I think you're in my seat.
- Sanırım benim koltuğumdasın.
- Tom is in his seat.
- Tom koltuğunda.
- If cabin pressure should change, panels above your seat will open revealing oxygen masks.
- Kabin basıncının değişmesi durumunda, koltuğunuzun üzerindeki paneller açılarak oksijen maskelerini ortaya çıkaracaktır.
- Tom climbs into the driver's seat of the truck.
- Tom kamyonun şoför koltuğuna tırmanıyor.
- Tom reached under his seat.
- Tom koltuğunun altına uzandı.
- Why don't you give your seat to that old gentleman?
- Koltuğunu neden şu yaşlı beyefendiye vermiyorsun?
- Tom sat down in the pilot's seat.
- Tom pilot koltuğuna oturdu.
- Tom reserved a seat.
- Tom bir koltuk ayırdı.
- Find yourself a seat.
- Kendine bir koltuk bul.
- This seat isn't taken.
- Bu koltuk dolu değil.
- I booked a seat.
- Bir koltuk ayırttım.
- You're in my seat.
- Benim koltuğumdasın.
- But the seat is too big for him.
- Ama koltuk onun için fazla büyük.
- Tom went back to his seat.
- Tom koltuğuna döndü.
- Can you put the baby in the car seat?
- Bebeği araba koltuğuna koyabilir misin?
- Children can't ride in the front seat.
- Çocuklar ön koltuğa binemezler.
- Tom took the seat across from Mary.
- Tom, Mary'nin karşısındaki koltuğa oturdu.
- Excuse me, but this is my seat.
- Affedersiniz ama burası benim koltuğum.
- Excuse me, is this seat still free?
- Affedersiniz, bu koltuk hâlâ boş mu?
- We saved you a seat.
- Sana bir koltuk kurtardık.
- I'm going to go back to my seat.
- Koltuğuma geri döneceğim.
- Do I need to book a seat?
- Bir koltuk ayırtmam gerekiyor mu?
- You must stay in your seat.
- Sen koltuğunda kalmalısın.
- Tom held a seat for me.
- Tom benim için bir koltuk tuttu.
- You're in the wrong seat.
- Yanlış koltuktasın.
- I half rose to my feet to leave my seat.
- Koltuğumdan kalkmak için kısmen ayağa kalktım.
- Get in the front seat.
- Ön koltuğa otur.
- We saved you a seat.
- Sana bir koltuk ayırdık.
- I'm saving this seat for them.
- Bu koltuğu onlar için ayırıyorum.
- Look under the seat.
- Koltuğun altına bak.
- Tom was found dead in the front seat of his car.
- Tom, arabasının ön koltuğunda ölü bulundu.
- A student with a crew cut was sitting in the front seat.
- Ön koltukta alabros tıraşlı bir öğrenci oturuyordu.
- Tom broke into Mary's car and stole what was hidden under the driver's seat.
- Tom, Mary'nin arabasına girdi ve şoför koltuğunun altında saklı olan şeyi çaldı.
- Please save a seat for me.
- Lütfen benim için bir koltuk ayırın.
- Please take this seat.
- Lütfen bu koltuğa oturun.
- Give her your seat.
- Ona koltuğunu ver.
- She gave her seat to an elderly person.
- O, koltuğunu yaşlı birine verdi.
- Luckily, he found a good seat.
- Neyse ki iyi bir koltuk buldu.
- You're in the wrong seat, aren't you?
- Yanlış koltuktasın, değil mi?
- Luckily, he found a good seat.
- Allahtan, o iyi bir koltuk buldu.
- Get out of my seat.
- Koltuğumdan kalk.
- Tom gave his seat to an old man.
- Tom koltuğunu yaşlı bir adama verdi.
- I returned to my seat.
- Koltuğuma döndüm.
- Every seat was full.
- Her koltuk doluydu.
- Please save a seat for me.
- Lütfen benim için bir koltuk ayır.
- This seat is taken.
- Bu koltuk dolu.
- Excuse me, is this seat free?
- Affedersiniz, bu koltuk boş mu?
- Mary may feel dizzy if she does not sit in the front seat.
- Mary ön koltuğa oturmazsa başı dönebilir.
- I'm saving this seat for him.
- Bu koltuğu onun için ayırıyorum.
- The worst seat in the auditorium is the middle seat in the 12th row right behind the sound engineer.
- Salondaki en kötü koltuk, ses mühendisinin hemen arkasındaki 12. sıradaki orta koltuktur.
- Get in the front seat.
- Ön koltukta oturun.
- I'm saving this seat for her.
- Bu koltuğu ona saklıyorum.
- Put the seat back.
- Koltuğu yerine koy.
- Everybody was on the edge of their seat.
- Herkes koltuklarının kenarındaydı.
- Would you please get out of my seat?
- Lütfen koltuğumdan kalkar mısın?
- Like a gentleman, he rose and offered her his seat.
- O, bir centilmen gibi kalktı ve koltuğunu ona teklif etti.
- He rose from his seat.
- O, koltuğundan kalktı.
- Go back to your seat.
- Koltuğuna geri dön.
- He held a seat for me.
- Benim için bir koltuk tuttu.
- Is this seat open?
- Bu koltuk boş mu?
- I saved you a seat.
- Sana bir koltuk ayırdım.
- She offered her seat to an old woman.
- O, koltuğunu yaşlı bir kadına teklif etti.
- Please remain seated.
- Lütfen koltuklarınızda kalın.
- He has a seat in the Diet.
- Mecliste bir koltuğu var.
- I kept the seat warm for you.
- Koltuğu senin için sıcak tuttum.
- I'm saving this seat for Tom.
- Bu koltuğu Tom için ayırıyorum.
- He gave his seat to the old man.
- O, koltuğunu yaşlı adama verdi.
- I should get back to my seat.
- Koltuğuma geri dönmeliyim.
- Please take me to my seat.
- Lütfen beni koltuğuma götür.
- You have to stay in your seat.
- Sen koltuğunda kalmak zorundasın.
- Sami's dictionary was sitting on the seat.
- Sami'nin sözlüğü koltuğun üstünde duruyordu.
- That's Tom's seat.
- O, Tom'un koltuğu.
- Is this seat empty?
- Bu koltuk boş mu?
- She gave her seat to a senior citizen.
- Koltuğunu yaşlı bir vatandaşa verdi.
- I'd like to reserve a seat.
- Ben bir koltuk rezervasyonu yaptırmak istiyorum.
- Any seat will do.
- Herhangi bir koltuk olur.
- Go back to the seat.
- Koltuğa geri dön.
- She gave up her seat for the old person.
- Koltuğunu yaşlı birine verdi.
- Tom hopped in the driver seat.
- Tom sürücü koltuğuna atladı.
- Tom found something on the front seat of his car.
- Tom arabasının ön koltuğunda bir şey buldu.
- She gave her seat to an elderly person.
- Koltuğunu yaşlı birine verdi.
- Do you want a seat by the window?
- Pencere kenarında bir koltuk ister misiniz?
- Tom was shown to his seat.
- Tom'a koltuğu gösterildi.
- The car and seat number are written on the ticket.
- Vagon ve koltuk numarası biletin üzerinde yazılı.
- Should I put this bag under the seat?
- Bu çantayı koltuğun altına koyayım mı?
- You're in my seat.
- Koltuğumdasın.
- Could you put your seat back up a little?
- Koltuğunuzu biraz geriye çeker misiniz?
- I should get back to my seat.
- Koltuğuma dönmeliyim.
- Can you stop kicking my seat?
- Koltuğumu tekmelemeyi keser misin?
- This is my seat.
- Bu benim koltuğum.
- Tom offered his seat to an old lady.
- Tom koltuğunu yaşlı bir kadına teklif etti.
- He is sitting in the front seat.
- O ön koltukta oturuyor.
- You are in my seat.
- Sen benim koltuğumdasın.
- I've saved you a seat next to me.
- Sana yanımda bir koltuk ayırdım.
- Go back to your seat.
- Koltuğunuza geri dönün.
- That's your seat.
- O senin koltuğun.
- I found myself a seat.
- Kendime bir koltuk buldum.
- I hope you've found a seat.
- Senin bir koltuk bulduğunu umuyorum.
- Is this seat vacant?
- Bu koltuk boş mu?
- Tom found himself a seat near the door.
- Tom kendine kapının yanında bir koltuk buldu.
- I had the best seat in the house.
- Evdeki en iyi koltuk bendeydi.
- He found me a good seat.
- Bana iyi bir koltuk buldu.
- He has a seat in the Diet.
- Kurultayda bir koltuğu var.
- I reserved a seat.
- Bir koltuk ayırttım.
- I gave my seat to the old lady.
- Koltuğumu yaşlı kadına verdim.
- Can you save a seat for me?
- Benim için bir koltuk ayırabilir misin?
- I couldn't find a seat, so I stood in the back of the auditoriumn.
- Bir koltuk bulamadım, o yüzden de oditoryumun arkasında durdum.
- Tom put his wallet under the car seat.
- Tom cüzdanını araba koltuğunun altına koydu.
- All that you have to do to get a good seat is to leave early.
- İyi bir koltuk kapmak için tek yapmanız gereken erken çıkmak.
- You can adjust the seat height by moving the adjustment lever up.
- Ayar kolunu yukarı doğru hareket ettirerek koltuk yüksekliğini ayarlayabilirsiniz.
- Grab a seat.
- Bir koltuk kapın.
- I asked for a seat in the no-smoking section.
- Sigara içilmeyen bölümde bir koltuk istedim.
- Will you hold this seat for me?
- Bu koltuğu benim için tutar mısın?
- Excuse me, but I believe that's my seat.
- Affedersiniz ama sanırım bu benim koltuğum.
- Don't put your bag on the seat next to you.
- Çantanı yanındaki koltuğa koyma.
- Tom took a seat across from Mary.
- Tom Mary'nin karşısında bir koltuk aldı.
- Would you like a window seat?
- Pencere kenarı koltuk ister misin?
- The pilot ejected his seat seconds before the plane crashed.
- Uçak kaza yapmadan saniyeler önce pilot koltuğunu fırlattı.
- Tom read the instructions on how to properly install an infant car seat.
- Tom bir bebek araba koltuğunun nasıl düzgün bir şekilde kurulacağına dair talimatları okudu.
- Please put your bag under your seat.
- Lütfen çantanızı koltuğunuzun altına koyun.
- I found myself a seat and sat down.
- Kendime bir koltuk buldum ve oturdum.
- Tom is in the copilot seat.
- Tom yardımcı pilot koltuğundadır.
- Tom held a seat for me.
- Tom, benim için bir koltuk ayırdı.
- Tom hopped in the front seat.
- Tom ön koltuğa atladı.
- Is this seat available?
- Bu koltuk boş mu?
- He found me a good seat.
- O bana iyi bir koltuk buldu.
- You must stay in your seat.
- Koltuğunuzda kalmalısınız.
- I want you to return to your seat.
- Koltuğuna dönmeni istiyorum.
- That's my seat.
- Bu benim koltuğum.
- Can you save this seat for me?
- Bu koltuğu benim için tutabilir misin?
- A student with a crew cut was sitting in the front seat.
- Ön koltukta asker tıraşlı bir öğrenci oturuyordu.
- I'm saving this seat for them.
- Bu koltuğu onlara saklıyorum.
- Tom read the instructions on how to properly install an infant car seat.
- Tom bebek arabası koltuğunun nasıl uygun biçimde kurulacağı konusundaki talimatları okudu.
- If you want a good seat, you should get there early.
- İyi bir koltuk istiyorsan, oraya erken gitmelisin.
- She slid into the seat next to him.
- Onun yanındaki koltuğa kayarak oturdu.
- But the seat is too big for him.
- Ama koltuk onun için çok büyüktür.
- This seat is free.
- Bu koltuk bedava.
- Save me a seat, won't you?
- Bana bir koltuk ayır, olur mu?
- Tom went back to his seat.
- Tom koltuğuna geri gitti.
- I'll save you a seat in the front row.
- Sana ön sırada bir koltuk ayıracağım.
- I'd like to reserve a seat on this train.
- Bu trende bir koltuk ayırtmak istiyorum.
- Grab a seat.
- Bir koltuk kap.
- The pilot ejected his seat seconds before the plane crashed.
- Pilot, uçak düşmeden saniyeler önce koltuğundan fırladı.
- The boy gave up his seat to the old man on the bus.
- Çocuk, otobüste koltuğunu yaşlı adama verdi.
- Children can't ride in the front seat.
- Çocuklar ön koltuğa binemez.
- I'm saving this seat for him.
- Bu koltuğu ona saklıyorum.
- Excuse me, this is my seat.
- Affedersiniz, bu benim koltuğum.
- Your seat's there.
- Senin koltuğun orada.
- Tom adjusted the seat, put in the key, and then drove away.
- Tom koltuğu ayarladı, anahtarı taktı ve arabayı sürerek uzaklaştı.
- Tom gave his seat to the old man.
- Tom koltuğunu yaşlı adama verdi.
- I can't see the stage well from this seat.
- Bu koltuktan sahneyi iyi göremiyorum.
- Can you save this seat for me?
- Benim için bu koltuğu ayırır mısın?
- That is my seat.
- O benim koltuğum.
- Tom decided to sit in another seat.
- Tom başka bir koltuğa oturmaya karar verdi.
- Excuse me, but I think this is my seat.
- Affedersiniz fakat sanırım bu benim koltuğum.
- Tom was found dead in the front seat of his car.
- Tom arabasının ön koltuğunda ölü bulundu.
- Get in the front seat.
- Ön koltuğa binin.
- He is sitting in the front seat.
- Ön koltukta oturuyor.
- Father found me a good seat.
- Babam bana iyi bir koltuk buldu.
- Get in the front seat.
- Ön koltuğa geç.
- Find yourselves a seat.
- Kendinize bir koltuk bulun.
- Tom helped Mary get up from her seat.
- Tom Mary'nin koltuğundan kalkmasına yardımcı oldu.
- Return to your seat.
- Koltuğuna geri dön.
- There's a seat over there.
- Orada bir koltuk var.
- I was lucky enough to get a good seat.
- İyi bir koltuk bulacak kadar şanslıydım.
- She put the infant in the child seat.
- O, çocuğu bebek koltuğuna koydu.
- Tom adjusted his seat.
- Tom koltuğunu ayarladı.
- She gave up her seat for the old person.
- Koltuğunu yaşlı bir kişiye bıraktı.
- Is this seat taken?
- Bu koltuk dolu mu?
- Excuse me, but I believe that is my seat.
- Affedersiniz ama sanırım bu benim koltuğum.
- I was in the front seat.
- Ön koltuktaydım.
- Tom's gun was under the seat.
- Tom'un silahı koltuğun altındaydı.
- Where is my seat?
- Benim koltuğum nerede?
- I'd like to reserve a seat.
- Bir koltuk ayırtmak istiyorum.
- This seat has a clear view of the stage.
- Bu koltuk sahneyi net bir şekilde görüyor.
- Tom put his duffle bag on the seat next to him.
- Tom çantasını yanındaki koltuğa koydu.
- Give your seat to the old man.
- Koltuğunu yaşlı adama ver.
- Are you saving this seat for someone?
- Bu koltuğu biri için mi ayırıyorsun?
- I'll save you a seat.
- Sana bir koltuk ayıracağım.
- Sami chose an aisle seat.
- Sami koridora bakan bir koltuğu seçti.
- Tom squirmed in his seat.
- Tom koltuğunda kıvrandı.
- That seat is taken.
- O koltuk dolu.
- Tom put his duffle bag on the seat next to him.
- Tom spor çantasını onun yanındaki koltuğa koydu.
- I'm saving this seat for her.
- Bu koltuğu onun için ayırıyorum.
- Your seat's there.
- Koltuğun orada.
- I got there early and was able to get a seat in front.
- Oraya erken gittim ve ön tarafta bir koltuk bulabildim.
- Tom squirmed in his seat.
- Tom koltuğunda kıvrıldı.
- Tom gave his seat to the old woman.
- Tom koltuğunu yaşlı kadına verdi.
- Tom got into the driver's seat and drove off.
- Tom şoför koltuğuna oturdu ve arabayı sürdü.
- Is that seat available?
- O koltuk müsait mi?
- Fadil was found dead in the front seat of his minivan.
- Fadıl minibüsünün ön koltuğunda ölü bulundu.
- I went there early to get a good seat.
- İyi bir koltuk almak için oraya erken gittim.
- That's my seat.
- O benim koltuğum.
- Is this seat free?
- Bu koltuk boş mu?
- The worst seat in the auditorium is the middle seat in the 12th row right behind the sound engineer.
- Konferans salonundaki en kötü koltuk ses mühendisinin tam arkasında 12. sıradaki orta koltuktur.
- Sami sat in an aisle seat.
- Sami koridora bakan bir koltuğa oturdu.
- Sami's dictionary was sitting on the seat.
- Sami'nin sözlüğü koltukta duruyordu.
- You're sitting in my seat, aren't you?
- Benim koltuğumda oturuyorsun, değil mi?
- She put the infant in the child seat.
- Bebeği çocuk koltuğuna oturttu.
- The paint on the seat on which you are sitting is still wet.
- Oturduğun koltuktaki boya hâlâ ıslak.
- My seat is near the door.
- Benim koltuğum kapıya yakın.
- I'm afraid you've taken the wrong seat.
- Korkarım yanlış koltuğa oturdunuz.
- Mary may feel dizzy if she does not sit in the front seat.
- Eğer ön koltukta oturmazsa Mary'nin başı dönebilir.
- I can't see the stage from this seat.
- Bu koltuktan sahneyi göremiyorum.
- Hey, that's my seat.
- Hey, o benim koltuğum.
- We'll save a seat for you.
- Senin için bir koltuk ayıracağız.
- Tom hopped in the driver seat.
- Tom sürücü koltuğuna oturdu.
- All you have to do to secure a seat is to wait in line.
- Bir koltuk kapmak için tek yapmanız gereken sırada beklemek.
- Why don't you give your seat to that old gentleman?
- Neden koltuğunu o yaşlı beyefendiye vermiyorsun?
- Is the seat high?
- Koltuk yüksek mi?
- They prefer a window seat.
- Onlar bir pencere koltuğu tercih ediyorlar.
- Excuse me, is this seat taken?
- Affedersiniz, bu koltuk dolu mu?
- Can I reserve a seat to Hawaii for Christmas?
- Noel için Hawaii'ye bir koltuk rezervasyonu yaptırabilir miyim?
- Did you request a seat by the window?
- Pencere tarafından bir koltuk istedin mi?
- He was in the hot seat.
- O sıcak koltuktaydı.
- Will you keep this seat for me?
- Bu koltuğu benim için ayırır mısın?
- Is this my seat or yours?
- Bu benim koltuğum mu senin mi?
- I'd like an aisle seat, please.
- Koridorda bir koltuk istiyorum, lütfen.
- I can't fix the seat.
- Koltuğu tamir edemiyorum.
- He always took a seat in the front row.
- O her zaman ön sırada bir koltuk aldı.
- Tom found himself a seat.
- Tom kendine bir koltuk buldu.
- Where is my seat?
- Koltuğum nerede?
- You can adjust the seat height by moving the adjustment lever up.
- Ayar kolunu yukarı hareket ettirerek koltuk yüksekliğini ayarlayabilirsiniz.
- Sami chose an aisle seat.
- Sami koridora bakan bir koltuk seçti.
- Save me a seat.
- Bana bir koltuk ayırın.
- I reserved a seat.
- Bir koltuğu ayırttım.
- I came early so I could get a good seat.
- Erken geldim, böylece iyi bir koltuk alabildim.
- Someone's sitting in my seat.
- Birisi benim koltukta oturuyor.
- Tom gave his seat to an old woman.
- Tom koltuğunu yaşlı bir kadına verdi.
- I hope this seat is not occupied.
- Umarım bu koltuk dolu değildir.
- I looked under my seat.
- Koltuğumun altına baktım.
- You're sitting in my seat.
- Benim koltuğumda oturuyorsunuz.
- I booked a seat.
- Ben bir koltuk ayırttım.
- Give him your seat.
- Ona koltuğunu ver.
- Tom saved Mary a seat.
- Tom, Mary'ye bir koltuk kurtardı.
- I'm afraid you've taken the wrong seat.
- Maalesef yanlış koltuğa oturdunuz.
- You have to stay in your seat.
- Koltuğunuzda kalmalısınız.
- Pardon me, is that seat taken?
- Affedersiniz, o koltuk dolu mu?
- I can't fix the seat.
- Koltuğu tamir edemem.
- Tom looked under his seat.
- Tom koltuğunun altına baktı.
- You can have the seat by the window if you want.
- İstersen cam kenarındaki koltuğu alabilirsin.
- Is this my seat or yours?
- Bu benim koltuğum mu yoksa sizin mi?
- That's Tom's seat.
- Bu Tom'un koltuğu.
- Tom took the only free seat left in the room.
- Tom odada kalan tek boş koltuğa oturdu.
- Get out of my seat.
- Koltuğumdan çekil.
- Tom found me a good seat.
- Tom bana iyi bir koltuk buldu.
- Tom gave his seat to an elderly lady.
- Tom koltuğunu yaşlı bir hanımefendiye verdi.
- Tom climbed into the driver's seat of the truck.
- Tom kamyonun şoför koltuğuna tırmandı.
- Everybody was on the edge of their seat.
- Herkes koltuğunun ucundaydı.
- Tom is in his seat, isn't he?
- Tom kendi koltuğunda, değil mi?
- Tom leaped from his seat.
- Tom koltuğundan sıçradı.
- Are you saving this seat for someone?
- Bu koltuğu biri için mi tutuyorsun?
- Give Tom your seat.
- Tom'a koltuğunu ver.
- I'd prefer a window seat.
- Bir pencere koltuğu tercih ederim.
- She found me a good seat.
- Bana iyi bir koltuk buldu.
- Tom took the only free seat left in the room.
- Tom odada kalan tek boş koltuğu aldı.
- The car and seat number are written on the ticket.
- Biletin üzerinde araba ve koltuk numarası yazıyor.
- Tom is in the copilot seat.
- Tom yardımcı pilot koltuğunda.
- I'm saving this seat for Tom.
- Bu koltuğu Tom için saklıyorum.
- That's your seat.
- Bu senin koltuğun.
- I went to the theater quite early with a view to getting a good seat.
- İyi bir koltuk bulabilmek için tiyatroya oldukça erken gittim.
- Would you please get out of my seat?
- Lütfen koltuğumdan kalkar mısınız?
- I asked for a seat in the smoking section.
- Sigara içilen bölümde bir koltuk istedim.
- She slid into the seat next to him.
- O yanındaki koltuğa kaydı.
- I went there early so I could get a good seat.
- Oraya erken gittim, böylece iyi bir koltuk alabildim.
- He kept a seat for me.
- Benim için bir koltuk ayırdı.
- Find yourselves a seat.
- Kendine bir koltuk bul.
- Can you stop kicking my seat?
- Koltuğumu tekmelemeyi bırakır mısın?
- Will you keep this seat for me?
- Bu koltuğu benim için tutar mısın?
- Is there still a free seat in this compartment, please?
- Bu kompartımanda hala ücretsiz bir koltuk var mı, lütfen?
Show More (299)
|
| 2 |
seat |
yer |
n. |
|
- Secondly, the issue of the seat of the European Parliament requires urgent attention.
- İkinci olarak Avrupa Parlamentosunun yeri konusuna acilen dikkat edilmesi gerekmektedir.
- I would like to start by asking when a final decision will be taken on the seat of the Police Academy.
- Polis Akademisi'nin yeri konusunda nihai kararın ne zaman alınacağını sorarak başlamak istiyorum.
- Then I looked around the Chamber and realised that there would be no problem in finding seats for them in this House.
- Sonra Meclis'in etrafına baktım ve onlar için bu Meclis'te yer bulmakta hiçbir sorun olmayacağını fark ettim.
- I have changed my usual seat in the Chamber.
- Meclisteki yerimi değiştirdim.
- Other actors are trying to get seats on that board, so there is some pressure.
- Diğer aktörler de o kurulda yer almaya çalışıyor, yani biraz baskı var.
- The members of the delegation have taken their seats in the Distinguished Visitors' Gallery.
- Heyet üyeleri Seçkin Ziyaretçiler Galerisi'ndeki yerlerini aldılar.
- We should instead be working towards being able to reduce the costs of a seat for Parliament.
- Bunun yerine Parlamento'da yer almanın maliyetini azaltabilmek için çalışmalıyız.
- We want to determine our own seat.
- Kendi yerimizi kendimiz belirlemek istiyoruz.
- Whilst you have been talking, your fellow Members have taken their seats and we shall now proceed to the vote.
- Siz konuşurken, Üye arkadaşlarınız yerlerini aldılar ve şimdi oylamaya geçeceğiz.
- Tom asked Mary to see about getting front row seats at the Lady Gaga concert.
- Tom Mary'den Lady Gaga konserinde ön sıralardan yer bulmasını istedi.
- Excuse me, this is my seat.
- Affedersiniz, burası benim yerim.
- The train was so crowded that none of us could get a seat.
- Tren o kadar kalabalıktı ki hiçbirimiz bir yer bulamadı.
- He kept a seat for me.
- O benim için bir yer ayırdı.
- Emi gave her seat to a handicapped man.
- Emi yerini özürlü bir adama verdi.
- The head is the seat of all the senses.
- Baş, tüm duyuların yeridir.
- I'm sorry we couldn't get you a seat on first class.
- Üzgünüm, sana birinci sınıfta bir yer alamadık.
- I gave up my seat to an old lady.
- Yerimi yaşlı bir kadına bıraktım.
- Give her your seat.
- Ona yerini ver.
- The boy gave up his seat to the old man on the bus.
- Oğlan otobüste yaşlı adama yerini verdi.
- Tom and Mary took their seats.
- Tom ve Mary yerlerine oturdular.
- Return to your seat.
- Yerinize dönün.
- He offered his seat to an old woman.
- Yerini yaşlı bir kadına vermeyi teklif etti.
- I'd like to change my seat.
- Yerimi değiştirmek istiyorum.
- On crowded buses young people should give their seats to old people.
- Kalabalık otobüslerde gençler yerlerini yaşlılara vermelidir.
- She offered her seat to an old woman.
- Yerini yaşlı bir kadına verdi.
- We situated ourselves in the seats nearest the exit.
- Biz çıkışa en yakın yerlerde oturduk.
- I exchanged seats with Tom.
- Tom'la yer değiştirdik.
- Excuse me, but this is my seat.
- Affedersiniz ama burası benim yerim.
- Emi gave her seat to a handicapped man.
- Emi, özürlü bir adama yerini verdi.
- There were no more free seats.
- Başka boş yer kalmadı.
- Is there still a free seat in this compartment, please?
- Bu kompartımanda hala boş yer var mı, lütfen?
- We'll save a seat for you.
- Sizin için bir yer ayıracağız.
- We went to the theater early to get good seats.
- İyi bir yer bulabilmek için tiyatroya erken gittik.
- This is my seat.
- Burası benim yerim.
- Please go back to your seats.
- Lütfen yerlerinize dönün.
- Are there any seats left for tonight?
- Bu gece için hiç yer kaldı mı?
- I returned to my seat.
- Yerime döndüm.
- I didn't think this was your seat.
- Bunun sizin yeriniz olduğunu düşünmedim.
- He showed up early so he could get a good seat.
- İyi bir yer kapabilmek için erkenden geldi.
- Tom would like to change seats with Mary.
- Tom, Mary ile yer değiştirmek istiyor.
- Save me a seat, won't you?
- Bana da bir yer ayırın, olur mu?
- Let's take our seats.
- Yerlerimize oturalım.
- Tom and Mary exchanged seats with each other.
- Tom ve Mary birbirleriyle yer değiştirdiler.
- She showed him to his seat.
- Ona yerini gösterdi.
- I went there early so I could get a good seat.
- Oraya erken gittim, böylece iyi bir yer bulabildim.
- Please take me to my seat.
- Lütfen beni yerime götürün.
- I found myself a seat and sat down.
- Kendime bir yer bulup oturdum.
- I exchanged seats with Tom.
- Tom'la yer değiştirdim.
- We saved you a seat right here.
- Sana burada bir yer ayırdık.
- Will you exchange seats with me?
- Benimle yerleri değiştirir misin?
- Tom showed up early so he could get a good seat.
- Tom iyi bir yer kapabilmek için erkenden geldi.
- Tom exchanged seats with Mary.
- Tom, Mary ile yer değiştirdi.
- If I wait, what's the possibility I can get a seat?
- Beklersem, yer bulma şansım nedir?
- He showed up early so he could get a good seat.
- İyi bir yer kapabilmek için erken geldi.
- We went to the theater early so we could get good seats.
- İyi bir yer bulabilmek için tiyatroya erkenden gittik.
- Save me a seat.
- Bana bir yer ayır.
- He gave his seat to the old man.
- Yerini yaşlı adama verdi.
- Tom and Mary found their seats.
- Tom ve Mary yerlerini buldular.
- Please return to your seats.
- Lütfen yerlerinize dönün.
- Go back to your seats.
- Yerlerinize dönün.
- He showed up early so he could get a good seat.
- Erken geldiği için güzel bir yer kapmayı başardı.
- Please return to your seat.
- Lütfen yerinize dönün.
- Tom asked Mary to see about getting front row seats at the Lady Gaga concert.
- Tom, Mary'den Lady Gaga konserinde ön sıralardan yer bulmasını istedi.
- They exchanged seats with each other.
- Birbirleriyle yer değiştirdiler.
- You have only to leave early to get a good seat.
- İyi bir yer kapmak için erken çıkmanız yeterli.
- I exchanged seats with her.
- Onunla yer değiştirdim.
- I went back to my seat.
- Yerime geri döndüm.
- Will you exchange seats with me?
- Benimle yer değişir misiniz?
- I'm sorry we couldn't get you a seat on first class.
- Size birinci sınıfta yer bulamadığımız için üzgünüm.
- I gave my seat to the old lady.
- Yerimi yaşlı kadına verdim.
- Excuse me, but I think this is my seat.
- Affedersiniz ama sanırım burası benim yerim.
- I came early so I could get a good seat.
- İyi bir yer bulabilmek için erken geldim.
- He exchanged seats with the next person.
- Yanındaki kişi ile yer değiştirdi.
- It is very kind of you to give me your seat.
- Bana yerinizi vermeniz büyük incelik.
- I went to the theater early to get a good seat.
- İyi bir yer kapmak için tiyatroya erken gittim.
- Tom saved Mary a seat.
- Tom Mary'ye bir yer ayırdı.
- I went to the theater early so I could get a good seat.
- İyi bir yer bulabilmek için tiyatroya erken gittim.
- They are in their seats at the table.
- Masadaki yerlerindeydiler.
- Tom and Mary returned to their seats.
- Tom ve Mary yerlerine döndüler.
- Will you exchange seats with me?
- Benimle yer değiştirir misin?
- Are there any seats left for tonight?
- Bu gece için hiç yer var mı?
- I went there early to get a good seat.
- İyi bir yer kapmak için oraya erken gittim.
- Will you switch seats with me?
- Benimle yer değişir misiniz?
- My seat is near the door.
- Benim yerim kapıya yakın.
- I exchanged seats with Tom.
- Ben de Tom'la yer değiştirdim.
- Will you exchange seats with me?
- Benimle yer değişir misin?
- The sooner we get there, the more likely are we to get seats.
- Oraya ne kadar erken gidersek, yer bulma ihtimalimiz o kadar artar.
- When the bell rang, the audience took their seats.
- Zil çaldığında, seyirciler yerlerine oturdu.
- I want to get a good seat, so I plan to arrive early.
- İyi bir yer kapmak istiyorum, bu yüzden erken gelmeyi planlıyorum.
- It is very kind of you to give me your seat.
- Bana yerinizi vermeniz çok nazik bir davranış.
- Will you exchange seats with me?
- Benimle yerleri değişir misin?
- Would you like to trade seats?
- Yerlerimizi değişmek ister misiniz?
- There were enough seats for all of us.
- Hepimize yetecek yer vardı.
- Would you mind if I changed seats now?
- Şimdi yer değiştirsem sorun olur mu?
- Go early in order to get a good seat.
- İyi bir yer kapmak için erken gidin.
- He held a seat for me.
- Bana bir yer ayırttı.
- Let me exchange seats with you.
- Sizinle yer değiştirelim.
- Tom gave his seat to an old man.
- Tom yerini yaşlı bir adama verdi.
- I found myself a seat.
- Kendime bir yer buldum.
- I asked for a seat in the non-smoking section.
- Sigara içilmeyen bölümde bir yer istedim.
- Rosa Parks refused to give up her seat for a white passenger.
- Rosa Parks beyaz bir yolcu için yerini vermeyi reddetti.
- Tom found himself a seat near the door.
- Tom kendine kapıya yakın bir yer buldu.
- Will you switch seats with me?
- Benimle yer değişir misin?
Show More (100)
|
| 3 |
seat |
sandalye |
n. |
|
- In the parliamentary elections, the NLD won most of the parliamentary seats.
- Parlamento seçimlerinde NLD parlamentodaki sandalyelerin çoğunu kazandı.
- We should instead be working towards being able to reduce the costs of a seat for Parliament.
- Bunun yerine Parlamento'da sandalye sahibi olmanın maliyetini azaltabilmek için çalışmalıyız.
- We should also support Malta's claim to six seats in the European Parliament.
- Malta'nın Avrupa Parlamentosu'ndaki altı sandalye talebini de desteklemeliyiz.
- My third and final point is the question of the number of seats in this Parliament for Hungary and the Czech Republic.
- Üçüncü ve son husus ise Macaristan ve Çek Cumhuriyeti'nin bu Parlamentodaki sandalye sayılarına ilişkindir.
- Every list that obtains seats, even if this is only one, is recognised as a group.
- Sadece bir tane bile olsa sandalye elde eden her liste bir grup olarak kabul edilir.
- Now it is the turn of France to be in the hot seat.
- Sorgu sandalyesine oturma sırası artık Fransa'da.
- The number of candidates does not exceed the number of seats to be filled.
- Adayların sayısı doldurulacak sandalye sayısını aşmamaktadır.
- You're sitting in my seat.
- Benim sandalyemde oturuyorsun.
- There were enough seats for all of us.
- Hepimize yetecek kadar sandalye vardı.
- We have seats in the gallery.
- Galeride sandalyelerimiz var.
- Excuse me, is this seat taken?
- Afedersiniz, bu sandalye dolu mu?
Show More (8)
|
| 4 |
seat |
merkez |
n. |
|
- Strasbourg is and must remain the seat of the European Parliament.
- Strazburg Avrupa Parlamentosu'nun merkezidir ve öyle kalmalıdır.
- Strasbourg is and must continue to be the seat of the European Parliament.
- Strazburg Avrupa Parlamentosunun merkezidir ve öyle olmaya devam etmelidir.
- Strasbourg is and must continue to be the seat of the European Parliament.
- Strazburg Avrupa Parlamentosu'nun merkezidir ve öyle olmaya devam etmelidir.
- The head is the seat of all the senses.
- Baş, tüm duyuların merkezidir.
Show More (1)
|
| 5 |
seat |
oturacak yer |
n. |
|
- The train was so crowded that none of us could get a seat.
- Tren o kadar kalabalıktı ki hiçbirimiz oturacak yer bulamadık.
- I couldn't find a seat, so I stood in the back of the auditoriumn.
- Oturacak yer bulamadığım için salonun arka tarafında bekledim.
Show More (-1)
|
| 6 |
seat |
yerine oturtmak |
v. |
|
- They seated me near the door at the wedding.
- Düğünde beni kapıya yakın bir yere oturttular.
Show More (-2)
|
| 7 |
seat |
sele |
n. |
|
- You should change your bicycle seat.
- Bisikletinin selesini değiştirmen gerek.
Show More (-2)
|
| 8 |
seat |
pantolon kıçı |
n. |
|
- There was a hole in the seat of his trousers.
- Pantolonunun kıçında bir delik vardı.
Show More (-2)
|
| 9 |
seat |
kır malikanesi |
n. |
|
- They have a big family seat in the suburbs.
- Banliyöde ailelerine ait büyük bir kır malikanesi var.
Show More (-2)
|
| 10 |
seat |
almak (salon) |
v. |
|
- The hall seats 500, so we should immediately buy our tickets.
- Salon 500 kişi alıyor, bu yüzden hemen biletlerimizi satın alalım.
Show More (-2)
|
| 11 |
seat |
mevki |
n. |
|
- He was in the hot seat.
- O çok sorumlulukları olan önemli bir mevkideydi.
Show More (-2)
|
| 12 |
seat |
yerleştirmek |
v. |
|
- We can seat you soon.
- Yakında sizi yerleştirebiliriz.
Show More (-2)
|
