1 |
twist |
burkmak |
adj. |
|
- He twisted his ankle.
- Bileğini burktu.
- Tom twisted his ankle while hiking.
- Tom yürürken ayak bileğini burktu.
- Tom has twisted his ankle.
- Tom ayak bileğini burktu.
- I slipped and twisted my ankle.
- Kaydım ve bileğimi burktum.
- I tripped on a stone and twisted my ankle.
- Bir taşa takıldım ve bileğimi burktum.
- Tom twisted his ankle.
- Tom bileğini burktu.
- Tom twisted his ankle and it swelled up.
- Tom bileğini burktu ve bileği şişti.
- Tom twisted his ankle and it swelled up.
- Tom bileğini burktu ve o şişti.
- Tom has twisted his ankle.
- Tom bileğini burktu.
- I won't play because I've twisted my ankle.
- Bileğimi burktuğum için oynayamayacağım.
- I won't play because I've twisted my ankle.
- Bileğimi burktuğum için oynamayacağım.
- Tom twisted his ankle while hiking.
- Tom yürüyüş yaparken bileğini burktu.
- He twisted his ankle.
- O, ayak bileğini burktu.
- I slipped and twisted my ankle.
- Ben kaydım ve ayak bileğimi burktum.
- I twisted my ankle.
- Bileğimi burktum.
- I twisted my ankle.
- Ayak bileğimi burktum.
Show More (13)
|
2 |
twist |
çarpıtmak |
v. |
|
- I didn't mean that; don't twist my words!
- Öyle demek istemedim; sözlerimi çarpıtmayın!
- Unfortunately the results of this participation are still often twisted to mean the opposite.
- Ne yazık ki bu katılımın sonuçları hala sıklıkla tam tersi anlamlara gelecek şekilde çarpıtılmaktadır.
- Don't twist my words around.
- Benim sözlerimi çarpıtmayın.
- She twisted evidence.
- Kanıtları çarpıttı.
- Tom twisted the truth.
- Tom gerçeği çarpıttı.
- Stop twisting my words.
- Sözlerimi çarpıtmayı bırak.
- You always twist what I say.
- Söylediklerimi hep çarpıtıyorsun.
- You always twist what I say.
- Sen her zaman söylediklerimi çarpıtıyorsun.
- You're twisting the truth.
- Gerçeği çarpıtıyorsun.
- You're twisting my words.
- Sözlerimi çarpıtıyorsun.
- Don't twist my words around.
- Sözlerimi çarpıtma.
- She twisted evidence.
- O, delili çarpıttı.
Show More (9)
|
3 |
twist |
bükmek |
adj. |
|
- Tom twisted my arm.
- Tom kolumu büktü.
- The sculptor said the work represented a window to the sky, but to me it looked like a senseless twisted piece of metal.
- Heykeltıraş, eserin gökyüzüne açılan bir pencereyi temsil ettiğini söylemişti ama bana anlamsızca bükülmüş bir metal parçası gibi göründü.
- He twisted my arm.
- Kolumu büktü.
- How twisted is that?
- O ne kadar bükülmüş?
- That's really twisted.
- O gerçekten bükülmüş.
- Tom twisted Mary's arm and she agreed to donate some money to our charity.
- Tom Mary'nin kolunu büktü ve o hayır kurumumuza biraz para bağışlamayı kabul etti.
- Tom twisted Mary's arm and she agreed to donate some money to our charity.
- Tom Mary'nin kolunu büktü ve Mary hayır kurumumuza biraz para bağışlamayı kabul etti.
Show More (4)
|
4 |
twist |
bükmek |
v. |
|
- It is not an attempt to twist colleagues' arms at the eleventh hour.
- Bu, on birinci saatte meslektaşlarımızın kolunu bükme girişimi değildir.
- Stop twisting my arm!
- Kolumu bükmeyi bırak!
- Don't twist my elbow.
- Dirseğimi bükmeyin.
- Don't twist my elbow.
- Dirseğimi bükme.
Show More (1)
|
5 |
twist |
dönemeç |
n. |
|
- The raft turned upside down at the first twist.
- Sal ilk dönemeçte baş aşağı döndü.
- Since then our relation with the Chinese government has taken many twists and turns.
- O zamandan bu yana Çin hükûmeti ile ilişkilerimiz birçok dönemeçten geçmiştir.
Show More (-1)
|
6 |
twist |
dolamak |
v. |
|
- She twisted the threads into a rope.
- İpleri dolayarak halat haline getirdi.
- The nurse twisted the bandage around my elbow.
- Hemşire bandajı dirseğime doladı.
Show More (-1)
|
7 |
twist |
çevirmek |
v. |
|
- He twisted the nuts off the bolts.
- Cıvataların somunlarını çevirdi.
- Tom twisted the knob and opened the door.
- Tom kapı kolunu çevirdi ve kapıyı açtı.
Show More (-1)
|
8 |
twist |
çevirme |
n. |
|
- Twist that knob to the right and the box will open.
- Düğmeyi sağa çevirin, kutu açılır.
- Twist that knob to the right and the box will open.
- O düğmeyi sağa çevirin ve kutu açılacaktır.
Show More (-1)
|
9 |
twist |
kıvrılmak |
v. |
|
- The river twisted along the mountainside.
- Nehir dağ yamacı boyunca kıvrılıyordu.
Show More (-2)
|
10 |
twist |
beklenmedik gelişme |
n. |
|
- The day took a twist when the bride went missing.
- Gelinin ortadan kayboluşu günün seyrinde beklenmedik bir gelişmeydi.
Show More (-2)
|
11 |
twist |
bükülme |
n. |
|
- There was a proud twist on his lips.
- Dudaklarında gururlu bir bükülme vardı.
Show More (-2)
|
12 |
twist |
helezonik soyulmuş narenciye kabuğu |
n. |
|
- I'd like a whiskey with a twist of lime.
- Viskimi misket limonu kabuğuyla istiyorum.
Show More (-2)
|
13 |
twist |
dönmek |
v. |
|
- Carol twisted round in her seat and looked out the window.
- Carol koltuğunda dönerek pencereden dışarı baktı.
Show More (-2)
|
14 |
twist |
bükülmek |
v. |
|
- Her mouth twisted bitterly as she hung up the phone.
- Telefonu kapatırken ağzı acı bir şekilde büküldü.
Show More (-2)
|