1 |
vaguely |
belli belirsiz |
adv. |
|
- We only have vaguely given statements.
- Elimizde sadece belli belirsiz ifadeler var.
- Mr Berlusconi has spoken vaguely about cofinancing under the Community budget.
- Sayın Berlusconi, Topluluk bütçesi kapsamında ortak finansmandan belli belirsiz bahsetti.
- Tom looked vaguely embarrassed.
- Tom belli belirsiz mahcup görünüyordu.
- That man looks vaguely familiar.
- Bu adam belli belirsiz tanıdık geliyor.
- That man looks vaguely familiar.
- Şu adam belli belirsiz tanıdık görünüyor.
- Sounds vaguely familiar.
- Belli belirsiz tanıdık geliyor.
- Tom looked vaguely embarrassed.
- Tom belli belirsiz utanmış görünüyordu.
Show More (4)
|
2 |
vaguely |
hayal meyal |
adv. |
|
- I vaguely remember another man waiting at the back of the bus.
- Otobüsün arkasında bekleyen başka bir adamı hayal meyal hatırlıyorum.
- Tom vaguely remembers meeting Mary.
- Tom Mary ile tanıştığını hayal meyal hatırlıyor.
- I vaguely remember meeting him.
- Onunla karşılaştığımı hayal meyal hatırlıyorum.
- Tom vaguely remembers meeting Mary.
- Tom, Mary ile tanıştığını hayal meyal hatırlıyor.
- Tom vaguely remembers meeting Mary.
- Tom, Mary ile buluştuğunu hayal meyal anımsıyor.
Show More (2)
|
3 |
vaguely |
boş bir ifadeyle |
adv. |
|
- He was vaguely looking at the television when I entered the room.
- Odaya girdiğimde boş bir ifadeyle televizyona bakıyordu.
Show More (-2)
|