1 |
verge |
üzere |
n. |
|
- She was on verge of fainting.
- Bayılmak üzereydi.
- She was on verge of fainting.
- O, bayılmak üzereydi.
Show More (-1)
|
2 |
verge |
sınır |
n. |
|
- We know that the oil for food programme means that the Iraqi people are being kept on the verge of starvation.
- Gıda karşılığı petrol programının Irak halkının açlık sınırında tutulması anlamına geldiğini biliyoruz.
Show More (-2)
|
3 |
verge |
eşik |
n. |
|
- The serious financial crisis in 1997 brought Albania to the verge of total collapse as a state.
- 1997'deki ciddi mali kriz Arnavutluk'u bir devlet olarak tamamen çöküşün eşiğine getirdi.
Show More (-2)
|