1 |
crunch |
çıtırdamak |
v. |
|
- Tom could hear Mary crunching on a carrot.
- Tom, Mary'nin bir havucu çıtırdattığını duyabiliyordu.
- Autumn leaves crunched under Tom's feet as he walked up the path to Mary's front door.
- Mary'nin ön kapısına giden yolda yürürken Tom'un ayaklarının altında sonbahar yaprakları çıtırdıyordu.
- Tom sat at his desk all day crunching numbers.
- Tom bütün gün masasında oturup rakamları çıtırdatıyordu.
- What's that crunching sound?
- Bu çıtırdama sesi de ne?
Show More (1)
|
2 |
crunch |
tıkırtı |
n. |
|
- Hearing the crunch of her steps, I ended my call.
- Adımlarının tıkırtısını duyunca aamayı sonlandırdım.
Show More (-2)
|
3 |
crunch |
sıkıntı |
n. |
|
- The lack of funds caused a big crunch.
- Fon eksikliği büyük bir sıkıntıya yol açtı.
Show More (-2)
|
4 |
crunch |
mekik |
n. |
|
- She managed to do 100 crunches in a row.
- Arka arkaya 100 mekik çekmeyi başardı.
Show More (-2)
|
5 |
crunch |
hışırdamak |
v. |
|
- Autumn leaves crunched under Tom's feet as he walked up the path to Mary's front door.
- Tom, Mary'nin evinin kapısına doğru yürürken, kurumuş yapraklar ayağının altında hışırdıyordu.
Show More (-2)
|