| 1 |
daring |
cesur |
adj. |
|
- Micah was daring while he rushed his dog to the vet quickly.
- Micah, köpeğini apar topar veterinere götürürken çok cesurdu.
- Annan is wearing a daring French cut with a plunging eye slit.
- Annan, derin yırtmaçlı, cesur bir Fransız kesimi giyiyor.
- Layla's daring plan worked.
- Leyla'nın cesur planı işe yaradı.
- He says daring things.
- Cesur şeyler söylüyor.
- Life is either a daring adventure or nothing.
- Hayat ya cesur bir maceradır ya da hiçbir şey.
- You're a daring man!
- Sen cesur bir adamsın!
- Life is either a daring adventure or nothing.
- Hayat ya cesur bir macera ya da hiçbir şeydir.
- He says daring things.
- O cesur şeyler söylüyor.
Show More (5)
|
| 2 |
daring |
cüretkar |
adj. |
|
- The daring painting was the centerfold of the exhibition.
- Bu cüretkâr resim, serginin odak noktası oldu.
- This is a particularly daring role reversal.
- Bu özellikle cüretkar bir rol değişimidir.
Show More (-1)
|
| 3 |
daring |
cesaret |
n. |
|
- Noone except for Milo had an idea of daring.
- Milo dışında hiç kimse risk almaya cesaret edemiyordu.
Show More (-2)
|
| 4 |
daring |
korkusuz |
adj. |
|
- I dare say he is innocent.
- Korkusuzca söylüyorum ki o masumdur.
Show More (-2)
|
