| 1 |
foremost |
önde gelen |
adj. |
|
- Cynthia Freivogel is one of the world's foremost violinist.
- Cynthia Freivogel dünyanın önde gelen kemancılarından biridir.
- He is the foremost authority on heart surgery.
- Kalp cerrahisinde en önde gelen otoritedir.
- He is the foremost authority on heart surgery.
- Kalp ameliyatı konusunda en önde gelen otoritedir.
- Mary is the country's foremost expert on the conflict in Syria.
- Mary, Suriye'deki çatışma konusunda ülkenin en önde gelen uzmanı.
- Subrahmanyan Chandrasekhar was one of the foremost astrophysicists of the twentieth century.
- Subrahmanyan Chandrasekhar yirminci yüzyılın önde gelen astrofizikçilerinden biriydi.
- Subrahmanyan Chandrasekhar was one of the foremost astrophysicists of the twentieth century.
- Subrahmanyan Chandrasekhar yirminci yüzyılın en önde gelen astrofizikçilerinden biriydi.
- Mary is the country's foremost expert on the conflict in Syria.
- Mary ülkenin Suriye'deki çatışma konusundaki en önde gelen uzmanıdır.
Show More (4)
|
| 2 |
foremost |
en önemli |
adj. |
|
- Therefore health and safety should be our foremost concern.
- Bu nedenle sağlık ve güvenlik en önemli kaygımız olmalıdır.
- Eurocontrol's foremost objective is specifically the improvement of traffic flow and safety.
- Eurocontrol'ün en önemli hedefi özellikle trafik akışının ve güvenliğinin iyileştirilmesidir.
- One of the foremost aims of the Swedish Presidency is enlargement.
- İsveç Dönem Başkanlığının en önemli amaçlarından biri genişlemedir.
- Customer service is one of our foremost priorities.
- Müşteri hizmetleri bizim en önemli önceliğimizden biridir.
- Customer service is one of our foremost priorities.
- Müşteri hizmetleri en önemli önceliklerimizden biridir.
Show More (2)
|
| 3 |
foremost |
en öndeki |
adj. |
|
- I was the foremost among the students in the manager's room.
- Müdürün odasında öğrenciler arasında en öndeki bendim.
Show More (-2)
|
