| 1 |
nurture |
beslemek |
v. |
|
- Where it does not, they must be established and nurtured.
- Olmadığı yerlerde kurulmalı ve beslenmelidirler.
- We must nurture these small- and medium-sized enterprises because they deliver innovation.
- Bu küçük ve orta ölçekli işletmeleri beslemeliyiz çünkü bunlar inovasyon sağlıyorlar.
- That was the idea at Oslo and the idea that has been nurtured up to now.
- Oslo'daki fikir buydu ve bugüne kadar da bu fikir beslendi.
- Those reforms must continue and be nurtured by support from the European Union and the international community.
- Bu reformlar devam etmeli ve Avrupa Birliği ve uluslararası toplumun desteğiyle beslenmelidir.
- We must nurture these small- and medium-sized enterprises because they deliver innovation.
- Bu küçük ve orta ölçekli işletmeleri beslemeliyiz çünkü inovasyon sağlıyorlar.
- Nurture one another whenever possible and play this beautiful game together well.
- Mümkün olduğunca birbirinizi besleyin ve bu güzel oyunu birlikte iyi oynayın.
- It's a chemical that makes women want to nurture their young and stay close.
- Kadınların yavrularını beslemek ve onlara yakın olmak istemesini sağlayan bir kimyasal.
- It's a chemical that makes women want to nurture their young and stay close.
- Kadınların yavrularını beslemek ve onlara yakın durmak istemelerini sağlayan bir kimyasaldır.
- It's a chemical that makes women want to nurture their young and stay close.
- Bu, kadınların yavrularını beslemek ve onlara yakın kalmak istemelerini sağlayan bir kimyasaldır.
- Rest nurtures the body and the mind.
- İstirahat bedeni ve zihni besler.
- Sports nurture friendships.
- Spor arkadaşlıkları besler.
- Rest nurtures the body and the mind.
- Dinlenme vücudu ve aklı besler.
- Rest nurtures the body and the mind.
- Dinlenmek bedeni ve zihni besler.
- Rest nurtures the body and the mind.
- Dinlenme bedeni ve zihni besler.
- Sports nurture friendships.
- Spor dostlukları besler.
- Both body and spirit are nurtured.
- Hem beden hem de ruh beslenir.
Show More (13)
|
| 2 |
nurture |
yetiştirme |
n. |
|
- This is a classic case of 'nature versus nurture.'
- Bu klasik bir 'doğa mı yetiştirme mi' vakasıdır.
Show More (-2)
|
| 3 |
nurture |
geliştirmek |
v. |
|
- She had nurtured close relationships with her neighbours.
- Komşularıyla yakın ilişkiler geliştirmişti.
Show More (-2)
|
| 4 |
nurture |
bakmak |
v. |
|
- He nurtured his tropical plants for life.
- Tropik bitkilerine ömür boyu baktı.
Show More (-2)
|
| 5 |
nurture |
besleme |
n. |
|
- For that very reason, I will focus in my speech on a desire I was nurturing.
- Tam da bu nedenle, konuşmamda beslediğim bir arzuya odaklanacağım.
Show More (-2)
|
