Tureng - orange - İngilizce Türkçe Cümleler

Geçmiş

	İngilizce	Türkçe
1	orange	portakal	n.
	Emily ate an orange. Emily bir portakal yedi. He gave me an orange in exchange for a piece of cake. O bana bir parça pastaya karşılık bir portakal verdi. She tried to squeeze the juice from the orange. Portakalın suyunu sıkmaya çalıştı. The Earth is blue like an orange. Dünya portakal gibi mavidir. You can't eat the orange and throw the peel away—a man is not a piece of fruit. Portakalı yiyip kabuğunu atamazsın. İnsan bir meyve parçası değildir. The World is Blue as an Orange. Dünya bir portakal kadar mavidir. This fruit is shaped like an orange and tastes like a pineapple. Bu meyve portakal şeklinde ve tadı ananasa benziyor. She tried to squeeze the juice out of the orange. O, portakalın suyunu sıkmaya çalıştı. That is not an orange, either. O da portakal değil. The Earth is blue like an orange. Dünya, portakal gibi mavidir. Can I have this orange? Bu portakalı alabilir miyim? She tried to squeeze the juice out of the orange. Portakalın suyunu sıkmaya çalıştı. Can't you peel an orange? Bir portakalı soyamaz mısın? The orange appears rotten inside. Portakal içeriden çürümüş görünüyor. Can I eat that orange? O portakalı yiyebilir miyim? There is an orange on the table. Masada bir portakal var. This orange is really delicious. Bu portakal gerçekten çok lezzetli. Tom said that he asked Mary not to eat the last orange. Tom, Mary'den son portakalı yememesini istediğini söyledi. The orange is orange. Portakal turuncudur. May I eat that orange? Bu portakalı yiyebilir miyim? There is an orange on the table. Masanın üstünde bir portakal var. There's not even one orange on the table. Masada bir tane bile portakal yok. She tried to squeeze the juice from the orange. O, portakalın suyunu sıkmaya çalıştı. The earth is the shape of an orange. Dünya portakal şeklindedir. There is too much acid in this orange. Bu portakalda çok fazla asit var. Peel the orange. Portakalın kabuğunu soyun. There isn't an orange on the table. Masada portakal yok. This orange is too sour. Bu portakal çok ekşi. He gave me an orange in exchange for a piece of cake. Bir parça kek karşılığında bana bir portakal verdi. Can't you peel an orange? Portakal soyamaz mısın? Give me an orange. Bana bir portakal ver. We gave her the orange orange. Ona portakalı verdik. The globe is similar in shape to an orange. Dünyanın şekli portakala benzer. Peeling an orange can be tricky at times, you never know if it will squirt you in the face. Portakal soymak bazen zor olabiliyor, yüzünüze fışkırıp fışkırmayacağını asla bilemezsiniz. Emily ate an orange. Emily portakal yedi. It is an orange. Bu bir portakaldır. The earth is the shape of an orange. Dünya bir portakal şeklindedir. May I eat that orange? O portakalı yiyebilir miyim? The orange is orange. Portakal turuncu renklidir. Does she like orange? Portakal sever mi? It feels like an orange. O bir portakala benziyor. The orange is on the table. Portakal masanın üstünde. Peel the orange and give me a piece. Portakalı soy ve bana bir parça ver. It looks like an orange. O bir portakala benziyor. May I eat this orange? Bu portakalı yiyebilir miyim? The orange is on the table. Portakal masanın üzerinde. There's not even one orange on the table. Masada bir portakal bile yok. There isn't an orange on the table. Masada bir portakal yok. It is a kind of orange. Bir çeşit portakal. Tom ate the orange without peeling it first. Tom portakalı soymadan yedi. Have you ever squeezed an orange? Hiç bir portakal sıktın mı? This orange is delicious. Bu portakal çok lezzetli. You can't eat the orange and throw the peel away—a man is not a piece of fruit. Siz portakalı yiyemezsiniz ve kabuğunu atamazsınız. Bir insan bir parça meyve değildir. The orange left a strange taste in my mouth. Portakal ağzımda garip bir tat bıraktı. Tom ate an orange. Tom portakal yedi. The orange didn't taste either sweet or sour. Portakalın tadı ne tatlı ne de ekşiydi. I'll peel an orange for you. Sizin için bir portakal soyacağım. Before bearing fruit, orange trees bloom with orange blossoms. Meyve vermeden önce, portakal ağaçları portakal çiçekleri açar. I am squeezing an orange. Portakalı sıkıyorum. Mary asked Tom to peel an orange. Mary Tom'dan bir portakal soymasını istedi. There is an orange on the table. Masanın üzerinde bir portakal var. This orange is delicious. Bu portakal lezzetli. Please peel this orange for me. Lütfen benim için bu portakalı soyun. I'll peel an orange for you. Senin için bir portakal soyacağım. Tom ate an orange. Tom bir portakal yedi. The World is Blue as an Orange. Dünya bir portakal kadar mavi. Can I eat this orange? Bu portakalı yiyebilir miyim? Could you peel this orange for me? Bu portakalı benim için soyar mısın? I have an orange and an apple. Bir portakal ve bir elmam var. Have you ever squeezed an orange? Hiç portakal sıktın mı? Tom ate the orange without peeling it first. Tom, daha kabuğunu soymadan portakalı yedi. How much juice can you squeeze from one orange? Bir portakaldan sıktığında ne kadar su çıkarabilirsin? This orange is really delicious. Bu portakal gerçekten lezzetlidir. There's an orange on the table. Masanın üzerinde bir portakal var. There's an orange on the table. Masada bir portakal var. My breakfast usually consists of coffee with milk, a piece of bread and jam, a small banana, a piece of orange and some dried plums. Kahvaltım genellikle sütlü kahve, bir parça ekmek ve reçel, küçük bir muz, bir parça portakal ve biraz kuru erikten oluşur. It is a kind of orange. O, bir tür portakal. My breakfast usually consists of coffee with milk, a piece of bread and jam, a small banana, a piece of orange and some dried plums. Benim kahvaltım genellikle sütlü kahve, bir parça ekmek ve reçel, küçük bir muz, bir dilim portakal ve birkaç kurutulmuş erikten oluşur. The globe is similar in shape to an orange. Dünya şekil olarak bir portakala benzer. You're eating your orange. Portakalını yiyorsun. The orange appears rotten inside. Portakalın içi çürümüş görünüyor. It looks like an orange. Portakala benziyor. It is an orange. Bu bir portakal. I am squeezing an orange. Ben bir portakal sıkıyorum. Peel the orange. Portakalı soy. That is not an orange, either. O da bir portakal değildir. It feels like an orange. Portakal gibi hissettiriyor. This is the first time I've ever squeezed an orange. İlk defa portakal sıkıyorum. I will eat the orange. Portakalı yiyeceğim. How much juice can you squeeze from one orange? Bir portakaldan ne kadar meyve suyu sıkabilirsiniz? Please peel this orange for me. Lütfen bu portakalı benim için soy. Show More (88)
2	orange	turuncu	n.
	We accept the proposal of the orange box of recorders, which will be strengthened with the LRTMS. LRTMS ile güçlendirilecek olan kayıt cihazlarının turuncu kutu önerisini kabul ediyoruz. And I need you to bring that orange flash drive from the accordion file. Ve akordeon dosyadan turuncu flaş belleği getirmeni istiyorum. My favorite color is orange. En sevdiğim renk turuncu. The prisoner wore an orange jumpsuit. Mahkum turuncu bir tulum giyiyordu. A rainbow consists of red, orange, yellow, green, blue, indigo and violet. Bir gökkuşağı kırmızı, turuncu, sarı, yeşil, mavi, çivit ve mordan oluşur. Mary wore an orange dress. Mary turuncu bir elbise giydi. Tom is wearing an orange shirt. Tom bir turuncu gömlek giyiyor. Are these your orange pants? Bu senin turuncu pantolonun mu? I am wearing an orange t-shirt and green pants. Turuncu bir tişört ve yeşil bir pantolon giyiyorum. Tom was wearing an orange prison jumpsuit. Tom turuncu bir hapishane tulumu giyiyordu. The setting sun is not yellow, but orange. Batan güneş sarı değil, turuncu. Are these your orange pants? Bu turuncu pantolon senin mi? My tie is orange. Kravatım turuncu. A rainbow consists of red, orange, yellow, green, blue, indigo and violet. Gökkuşağı kırmızı, turuncu, sarı, yeşil, mavi, çivit mavisi ve menekşeden oluşur. I am wearing an orange t-shirt and green pants. Turuncu bir tişört ve yeşil pantolon giyiyorum. Tom wore an orange hat, and his coat was orange, too. Tom turuncu bir şapka giymişti ve paltosu da turuncuydu. There are many orange fishes in the river. Nehirde bir sürü turuncu balık var. The book is orange. Kitap turuncu. Tom drives an orange Lamborghini. Tom turuncu bir Lamborghini kullanıyor. The prisoner wore an orange jumpsuit. Mahkum turuncu bir tulum giydi. Tom drives an orange Lamborghini. Tom'un turuncu bir Lamborghini'si var. Tom was wearing an orange jumpsuit. Tom turuncu bir tulum giyiyordu. In the fall, when the days grew shorter and the nights colder, she watched the first frost turn the leaves to bright yellow and orange and red. Sonbaharda, günler kısalıp geceler soğuduğunda, ilk donun yaprakları parlak sarı, turuncu ve kırmızıya dönüştürmesini izledi. The visible colors of the rainbow are red, orange, yellow, green, blue, indigo, and violet. Gökkuşağının görünen renkleri kırmızı, turuncu, sarı, yeşil, mavi, çivit mavisi ve menekşedir. My favourite colour is orange. Favori rengim turuncudur. The suspect was last seen wearing blue jeans and an orange sweatshirt. Şüpheli en son üzerinde mavi kot pantolon ve turuncu sweatshirt ile görülmüş. The sky is orange. Gökyüzü turuncu. Go through the orange door. Turuncu kapıdan geç. I'm wearing an orange T-shirt. Turuncu bir tişört giyiyorum. I'm wearing an orange T-shirt. Turuncu tişört giyiyorum. Tom wore an orange hat, and his coat was orange, too. Tom turuncu bir şapka takıyordu ve ceketi de turuncuydu. She's wearing an orange dress. Turuncu bir elbise giyiyor. There are many orange fishes in the river. Nehirde birçok turuncu balık vardır. The suspect was last seen wearing blue jeans and an orange sweatshirt. Şüpheli en son mavi kot pantolon ve turuncu bir kazak giyerken görüldü. The security level, as established by the Department of Homeland Security, is orange. İç Güvenlik Bakanlığı tarafından belirlenen güvenlik seviyesi turuncu. Tom was wearing an orange jumpsuit and his hands were cuffed in front of him. Tom turuncu bir tulum giyiyordu ve elleri önünde kelepçeliydi. Tom likes to wear brightly colored orange pants. Tom parlak renkli turuncu pantolon giymeyi seviyor. Go through the orange door. Turuncu kapıdan git. I like the color orange. Turuncuyu severim. My favourite colour is orange. En sevdiğim renk turuncu. Mary wore an orange dress. Mary turuncu bir elbise giymiş. Tom has an orange tan. Tom'un turuncu bir bronzluğu var. My shirt is orange. Gömleğim turuncu. Tom is wearing an orange shirt. Tom turuncu bir gömlek giyiyor. Where did you get that orange scarf? O turuncu atkıyı nereden aldın? The visible colors of the rainbow are red, orange, yellow, green, blue, indigo, and violet. Gökkuşağının görünür renkleri kırmızı, turuncu, sarı, yeşil, mavi, çivit ve mordur. The security level, as established by the Department of Homeland Security, is orange. Güvenlik seviyesi İç Güvenlik Bakanlığı tarafından belirlendiği gibi, turuncudur. Show More (44)
3	orange	portakal rengi	n.
	Tom was wearing an orange prison jumpsuit. Tom portakal rengi bir cezaevi tulumu giyiyor. She's wearing an orange dress. Portakal rengi bir elbise giyiyor. Show More (-1)
4	orange	oranj	n.
	If I talk of things like Agent Orange, you will know exactly what I mean. Agent Orange gibi şeylerden bahsedersem, tam olarak ne demek istediğimi anlayacaksınız. Show More (-2)
5	orange	turuncu kıyafet	n.
	Everyone in this cult wears orange clothes, just like in jail. Bu tarikattaki herkes turuncu kıyafetler giyiyor, tıpkı hapishanedeki gibi. Show More (-2)
6	orange	turuncu giysi	n.
	Everyone in this cult wears orange clothes, just like in jail. Bu tarikattaki herkes, hapishanedekiler gibi turuncu giysiler giyer. Show More (-2)