|
- I therefore ask you all to respect your speaking times.
- Bu nedenle hepinizden konuşma sürelerinize uymanızı rica ediyorum.
- Moreover, you have kept to the speaking time given by the European Parliament.
- Üstelik Avrupa Parlamentosu tarafından verilen konuşma süresine de riayet ettiniz.
- I shall keep my comments brief, for small groups have little speaking time.
- Küçük grupların konuşma süresi az olduğu için yorumlarımı kısa tutacağım.
- Mr Korakas, I have no wish to get involved in a detailed discussion of how speaking times are allocated.
- Sayın Korakas, konuşma sürelerinin nasıl tahsis edileceğine ilişkin ayrıntılı bir tartışmaya girmek istemiyorum.
- If it were to allocate 20 minutes more speaking time than before, this would work out exactly.
- Eğer eskisinden 20 dakika daha fazla konuşma süresi ayrılacak olsaydı, bu tam olarak işe yarayacaktı.
- I was told I had three minutes' speaking time but no matter.
- Üç dakikalık konuşma sürem olduğu söylendi ama önemli değil.
- The position on my side is clear and, as it is already late, I shall forego the two minutes' speaking time.
- Benim tarafımın tutumu nettir ve zaten geç olduğu için iki dakikalık konuşma süresinden vazgeçiyorum.
- I shall stop there, for I have no more speaking time left.
- Burada duracağım, çünkü daha fazla konuşma sürem kalmadı.
- I will have to try to monitor your speaking times more closely.
- Konuşma sürelerinizi daha yakından takip etmeye çalışacağım.
- Mr Martinez, you see, I have not cut short anyone's speaking time this afternoon.
- Bay Martinez, görüyorsunuz, bu öğleden sonra kimsenin konuşma süresini kısaltmadım.
- The position on my side is clear and, as it is already late, I shall forego the two minutes' speaking time.
- Benim tarafımın tutumu da nettir ve saat geç olduğu için iki dakikalık konuşma süresinden vazgeçiyorum.
- So far, the speakers have not used up their speaking time.
- Şu ana kadar konuşmacılar konuşma sürelerini kullanmadılar.
- I shall stop there, for I have no more speaking time left.
- Burada duracağım, çünkü daha fazla konuşma zamanım kalmadı.
- I shall devote my one minute of speaking time to this topic.
- Bir dakikalık konuşma süremi bu konuya ayıracağım.
- That is why no further pressure should be placed upon available speaking time.
- Bu nedenle mevcut konuşma süresine daha fazla baskı yapılmamalıdır.
- I really must insist that Members observe the limits on their speaking time.
- Üyelerin konuşma sürelerindeki sınırlamalara riayet etmeleri konusunda gerçekten ısrar etmek zorundayım.
- Nevertheless, I shall try to keep within my allotted speaking time.
- Yine de bana ayrılan konuşma süresini aşmamaya çalışacağım.
- I find myself with the unexpected privilege this evening of speaking second in this debate.
- Bu akşam bu tartışmada ikinci konuşma yapma gibi beklenmedik bir ayrıcalığa sahibim.
- For a man with limited speaking time you did well!
- Kısıtlı konuşma süresi olan biri için iyi iş çıkardınız!
- Colleagues, I remind you that you have two minutes of speaking time.
- Meslektaşlarım, iki dakikalık konuşma süreniz olduğunu hatırlatmak isterim.
- Within the limitations of my speaking time I can mention just the major necessary amendments we adopted in committee.
- Konuşma süremin sınırları dahilinde, komitede kabul ettiğimiz başlıca gerekli değişikliklerden bahsedebilirim.
- I therefore suggest that you wait and I shall let you know when you may take your two minutes' speaking time.
- Bu nedenle beklemenizi öneriyorum ve iki dakikalık konuşma sürenizi ne zaman kullanabileceğinizi size bildireceğim.
- I had five minutes' speaking time at the beginning and obviously said a great deal.
- Başlangıçta beş dakikalık konuşma sürem vardı ve açıkçası çok şey söyledim.
- Since another member of my Group has given up his speaking time, I believe that I have accumulated additional time.
- Grubumun başka bir üyesi konuşma süresinden feragat ettiğinden ek süre kazandığıma inanıyorum.
- If it were to allocate 20 minutes more speaking time than before, this would work out exactly.
- Parlamento eskisinden 20 dakika daha fazla konuşma süresi ayırırsa bu iş tam olarak hallolur.
- Sir, your speaking time is up.
- Beyefendi, konuşma süreniz doldu.
- I have ten minutes' speaking time, as much as only a Group chairman can normally expect.
- Normalde sadece bir Grup başkanının bekleyebileceği kadar on dakikalık konuşma sürem var.
- Not only did you make an effort to remain in the House, but you also kept well within the speaking time allowed.
- Sadece Meclis'te kalmak için çaba sarf etmekle kalmadınız, aynı zamanda size tanınan konuşma süresine de riayet ettiniz.
- So far, the speakers have not used up their speaking time.
- Şu ana kadar konuşmacılar konuşma sürelerini doldurmadılar.
- Mr Martinez, you see, I have not cut short anyone's speaking time this afternoon.
- Sayın Martinez, görüyorsunuz, bu öğleden sonra kimsenin konuşma süresini kısaltmadım.
- I must ask you to stick strictly to your speaking time, as we are dreadfully behind schedule!
- Programın korkunç derecede gerisinde olduğumuz için konuşma sürenize sıkı sıkıya bağlı kalmanızı rica etmek zorundayım!
- We then had the privilege of the Prime Minister of Portugal speaking.
- Daha sonra Portekiz Başbakanı'nın konuşması ayrıcalığına sahip olduk.
- Many thanks for giving me a few minutes' speaking time.
- Bana birkaç dakikalık konuşma süresi verdiğiniz için çok teşekkür ederim.
- In the limited speaking time I have, I want to focus on just one aspect and that is the health aspects of flying.
- Sahip olduğum sınırlı konuşma süresinde sadece bir konuya odaklanmak istiyorum ve bu da uçmanın sağlıkla ilgili yönleri.
- I only have a small amount of speaking time left to devote to Taiwan.
- Tayvan'a ayıracak çok az bir konuşma sürem kaldı.
- We cannot enforce a speaking time on them.
- Onlara konuşma süresi dayatamayız.
- My colleagues can use my speaking time if they really want to.
- Meslektaşlarım gerçekten istiyorlarsa benim konuşma süremi kullanabilirler.
- For a former parliamentarian, all these debates with planned speaking times have been a misery.
- Eski bir parlamenter için, konuşma süreleri planlanmış tüm bu tartışmalar tam bir ızdıraptı.
- I am taking the liberty of speaking here in response to the problem of asylum seekers from the PECO countries.
- Burada PECO ülkelerinden gelen sığınmacılar sorununa cevaben konuşma cüretini gösteriyorum.
- Several Members have given up their speaking time, but there is a point of order.
- Bazı Üyeler konuşma sürelerinden feragat ettiler, ancak önemli bir husus var.
- I am going to raise a point of order; please do not take this off my speaking time.
- Bir yöntem sorununu gündeme getireceğim; lütfen bunu konuşma süremden çalmayın.
- Mr Korakas, I have no wish to get involved in a detailed discussion of how speaking times are allocated.
- Sayın Korakas, konuşma sürelerinin nasıl tahsis edileceğine ilişkin detaylı bir tartışmaya girmek istemiyorum.
- Having been promised adequate speaking time, it is thus that I am left with just one minute.
- Yeterli konuşma süresi sözü verilmiş olmasına rağmen bana sadece bir dakika kaldı.
- Because I have very little speaking time, I shall only discuss the main ones.
- Konuşma sürem çok az olduğu için sadece ana konulara değineceğim.
- Nevertheless, I shall try to keep within my allotted speaking time.
- Bununla birlikte bana ayrılan konuşma süresini aşmamaya çalışacağım.
- You have provided concise answers to all the points, and more or less within your allotted speaking time.
- Tüm noktalara özlü yanıtlar verdiniz ve bunu aşağı yukarı size ayrılan konuşma süresi içinde yaptınız.
- In the short speaking time granted to me as rapporteur, I can only present the main conclusions of this report.
- Raportör olarak bana tanınan kısa konuşma süresinde bu raporun yalnızca ana sonuçlarını sunabilirim.
- Please stick to your speaking time.
- Lütfen konuşma sürenize sadık kalın.
- However, I will use part of my speaking time to say that this has had short-term consequences.
- Bununla birlikte konuşma süremin bir kısmını bunun kısa vadeli sonuçları olduğunu söylemek için kullanacağım.
- Mr President, I have never before had the honour of speaking for three long minutes in this wonderful Chamber.
- Sayın Başkan, daha önce bu harika Meclis'te üç uzun dakika boyunca konuşma şerefine nail olmamıştım.
- Your speaking time is up.
- Konuşma süreniz doldu.
- Mr President, I have never before had the honour of speaking for three long minutes in this wonderful Chamber.
- Sayın Başkan, daha önce bu harika Meclis'te üç dakika boyunca konuşma onuruna erişmemiştim.
- It is true that some Members far exceeded their allotted speaking time.
- Bazı Üyelerin kendilerine ayrılan konuşma süresini fazlasıyla aştıkları doğrudur.
- Please do not include this in my speaking time.
- Lütfen bunu benim konuşma süreme dahil etmeyin.
- I could not interrupt a Hemingway quotation, but I would urge colleagues to keep to their speaking time!
- Hemingway'den bir alıntıyı kesemezdim, ancak meslektaşlarımı konuşma sürelerine uymaya çağırıyorum!
- I have tried to be as precise as possible and to keep to the speaking time.
- Mümkün olduğunca kesin olmaya ve konuşma süresine uymaya çalıştım.
- Everyone stopped speaking when Tom entered the room.
- Tom odaya girdiğinde herkes konuşmayı bıraktı.
- Travel and public speaking are integral parts of Tom's job.
- Seyahat ve toplum önünde konuşma, Tom'un işinin ayrılmaz parçalarıdır.
- I prefer speaking German with a native speaker.
- Anadili Almanca olan biriyle konuşmayı tercih ederim.
- I need to practice speaking Turkish.
- Türkçe konuşmayı pratik etmeye ihtiyacım var.
- Intonation is absent in his way of speaking.
- Konuşma tarzında tonlama yok.
- My speaking and listening in Turkish needs improvement.
- Türkçe konuşma ve dinlememin gelişmeye ihtiyacı var.
- I like speaking French.
- Fransızca konuşmayı seviyorum.
- I practiced speaking French with Tom.
- Tom ile Fransızca konuşma pratiği yaptım.
- Tom doesn't like speaking in French and I don't either.
- Tom Fransızca konuşmayı sevmiyor ve ben de sevmiyorum.
- To improve your fluency, you should try speaking with native speakers as often as you can.
- Akıcılığınızı geliştirmek için, mümkün olduğunca sık ana dili İngilizce olan kişilerle konuşmayı denemelisiniz.
- My speaking and listening in Turkish needs improvement.
- Türkçe konuşma ve dinlememin gelişmesi gerek.
- Tom's way of speaking gets on my nerves.
- Tom'un konuşma tarzı, sinirlerimi bozuyor.
- He was speaking.
- Konuşma yapıyordu.
- His way of speaking offended me.
- Konuşma tarzı beni rahatsız etti.
- His way of speaking got on my nerves.
- Konuşma tarzı sinirimi bozdu.
- I love speaking Spanish.
- İspanyolca konuşmayı seviyorum.
- I need to practice speaking French more often.
- Daha sık Fransızca konuşma pratiği yapmalıyım.
- Tom has a strange way of speaking.
- Tom'un garip bir konuşma şekli var.
- Why do you dislike his way of speaking?
- Niçin onun konuşma şeklinden hoşlanmıyorsun?
- Tom's way of speaking got on my nerves.
- Tom'un konuşma şekli, sinirlerime dokundu.
- Tom wants to live in a French-speaking country, so he can practice speaking French with native speakers every day.
- Tom Fransızca konuşulan bir ülkede yaşamak istiyor, bu yüzden her gün anadilini konuşan insanlarla Fransızca konuşmayı pratik yapabilir.
- Tom prefers speaking French.
- Tom Fransızca konuşmayı tercih ediyor.
- I like speaking in French.
- Fransızca konuşmayı seviyorum.
- I love speaking French.
- Fransızca konuşmayı seviyorum.
- Everyone stopped speaking when Tom entered the room.
- Tom odaya girdiğinde herkes konuşmayı kesti.
- His way of speaking annoys me.
- Onun konuşma şekli beni sinirlendiriyor.
- Her way of speaking irritates us.
- Konuşma tarzı bizi rahatsız ediyor.
- Tom prefers speaking French.
- Tom Fransızca konuşmayı tercih eder.
- Stop speaking right now.
- Hemen konuşmayı kes.
- Stop speaking right now.
- Derhal konuşmayı kes.
- Tom seemed to like speaking French.
- Tom Fransızca konuşmayı seviyor gibiydi.
- Intonation is absent in his way of speaking.
- Onun konuşma şeklinde tonlama bulunmamaktadır.
- I don't know anybody I can practice speaking French with.
- Fransızca konuşma pratiği yapabileceğim kimseyi tanımıyorum.
- Tom has a strange way of speaking.
- Tom'un garip bir konuşma tarzı var.
- Her way of speaking irritates us.
- Onun konuşma şekli bizi sinirlendiriyor.
- Why do you dislike his way of speaking?
- Neden onun konuşma tarzından hoşlanmıyorsun?
- He went to France to brush up on his speaking ability.
- Konuşma yeteneğini tazelemek için Fransa'ya gitti.
- I have recently become accustomed to his way of speaking.
- Son zamanlarda onun konuşma tarzına alıştım.
- I like speaking French.
- Ben Fransızca konuşmayı seviyorum.
- He tried speaking French to us.
- Bizimle Fransızca konuşmayı denedi.
- Tom dislikes speaking in public.
- Tom topluluk önünde konuşmayı sevmiyor.
- Tom told me he didn't like speaking French.
- Tom bana Fransızca konuşmayı sevmediğini söyledi.
- Tom doesn't like speaking French.
- Tom Fransızca konuşmayı sevmez.
- Tom says he likes speaking French.
- Tom, Fransızca konuşmayı sevdiğini söylüyor.
- I prefer speaking French.
- Fransızca konuşmayı tercih ederim.
- Her manner of speaking gets on my nerves.
- Onun konuşma tarzı benim sinirlerimi bozuyor.
- His way of speaking offended me.
- Konuşma tarzı beni gücendirdi.
- He had a calm way of speaking.
- Onun sakin bir konuşma şekli var.
- When he finished speaking, there was a silence.
- Konuşmayı bitirdiğinde sessizlik vardı.
- His way of speaking offended me.
- Onun konuşma şekli beni rencide etti.
- Do you like speaking French?
- Fransızca konuşmayı sever misin?
- Stop speaking French.
- Fransızca konuşmayı kes.
- Tom stopped speaking.
- Tom konuşmayı bıraktı.
- His way of speaking annoys me.
- Konuşma tarzı beni rahatsız ediyor.
- She had an individual style of speaking.
- Onun kişisel bir konuşma tarzı vardı.
- Tom doesn't like speaking in public.
- Tom topluluk önünde konuşmayı sevmez.
- Sakura's way of speaking gets on my nerves.
- Sakura'nın konuşma tarzı beni sinirlendiriyor.
- He belongs to the ESS (English Speaking Society).
- ESS'ye (İngilizce Konuşma Topluluğu) üye.
- I haven't finished speaking yet.
- Ben henüz konuşmayı bitirmedim.
- I really don't like speaking French.
- Gerçekten Fransızca konuşmayı sevmiyorum.
- I don't know anyone I can practice speaking French with.
- Fransızca konuşma pratiği yapabileceğim kimseyi tanımıyorum.
- I'll stop speaking to you in French.
- Seninle Fransızca konuşmayı bırakacağım.
- When he finished speaking, he stood up and walked away.
- Konuşması bitince ayağa kalktı ve uzaklaştı.
- Tom says he likes speaking French.
- Tom Fransızca konuşmayı sevdiğini söylüyor.
- Tom doesn't like speaking in French and I don't either.
- Tom Fransızca konuşmayı sevmiyor ve ben de.
- He prefers speaking Turkish.
- Türkçe konuşmayı tercih ediyor.
- Tom's way of speaking gets on my nerves.
- Tom'un konuşma şekli, benim sinirlerimi bozuyor.
- I haven't finished speaking yet.
- Henüz konuşmayı bitirmedim.
- Tom's way of speaking got on my nerves.
- Tom'un konuşma tarzı, sinirlerimi bozdu.
- His way of speaking got on my nerves.
- Konuşma tarzı sinirlerimi bozdu.
- Tom wants to live in a French-speaking country, so he can practice speaking French with native speakers every day.
- Tom Fransızca konuşulan bir ülkede yaşamak istiyor, böylece her gün anadil konuşucularıyla Fransızca konuşma pratiği yapabilecek.
- He had a calm way of speaking.
- Sakin bir konuşma tarzı vardı.
- Tom practices speaking French every chance he gets.
- Tom her fırsatta Fransızca konuşma pratiği yapıyor.
- I like speaking Welsh.
- Galce konuşmayı seviyorum.
- I need to practice speaking Turkish.
- Türkçe konuşma pratiği yapmam lazım.
- Tom hates speaking in public.
- Tom halk içinde konuşmayı sevmez.
- She had an individual style of speaking.
- Bireysel bir konuşma tarzı vardı.
- I don't like speaking French.
- Fransızca konuşmayı sevmiyorum.
- Tom doesn't like speaking French.
- Tom Fransızca konuşmayı sevmiyor.
- My speaking and listening are not as good as my writing.
- Konuşmam ve dinlemem yazmam kadar iyi değil.
- Do you prefer speaking in French or in English?
- Fransızca mı yoksa İngilizce mi konuşmayı tercih edersin?
- Her manner of speaking gets on my nerves.
- Konuşma tarzı sinirlerimi bozuyor.
- My speaking and listening are not as good as my writing.
- Konuşmam ve dinlemem, yazım kadar iyi değildir.
- I need to practice speaking French more often.
- Fransızca konuşmayı daha sık pratik yapmalıyım.
- I really don't like speaking French.
- Fransızca konuşmayı gerçekten sevmiyorum.
- He has a natural gift for speaking.
- Konuşma konusunda doğal bir yeteneği var.
- Do you like speaking French?
- Fransızca konuşmayı seviyor musun?
- Sakura's way of speaking gets on my nerves.
- Sakura'nın konuşma tarzı sinirlerimi bozuyor.
- I prefer speaking German with a native speaker.
- Anadil olarak bilen biriyle Almanca konuşmayı tercih ederim.
- When he finished speaking, everyone was silent.
- O, konuşmayı bitirdiğinde, herkes sessizdi.
Show More (143)
|