1 |
distant |
uzak |
adj. |
|
- We hosted visitors from a distant country.
- Uzak bir ülkeden gelen ziyaretçileri ağırladık.
- Austria does not simply want to keep its ecopoint system well into the distant future.
- Avusturya sadece eko-nokta sistemini uzak bir geleceğe taşımak istemiyor.
- The prospects for sustainable development in Europe appear to be a distant hope.
- Avrupa'da sürdürülebilir kalkınmaya ilişkin beklentiler uzak bir umut gibi görünmektedir.
- Two hundred years ago our ancestors charged around the world, colonising and abusing distant countries.
- İki yüz yıl önce atalarımız dünyanın dört bir yanına hücum ederek uzak ülkeleri sömürgeleştirdi ve istismar etti.
- There is no distant water fleet.
- Uzak su filosu bulunmamaktadır.
- I think it is worth noting that the Spanish fleet has a historic tradition of distant water fishing.
- İspanyol filosunun uzak su balıkçılığı konusunda tarihi bir geleneğe sahip olduğunu belirtmekte fayda görüyorum.
- Today, that prospect seems all too distant.
- Bugün bu ihtimal çok uzak görünüyor.
- There are very few Scottish families that do not have a relative, however distant, living in Canada.
- Uzak da olsa Kanada'da yaşayan bir akrabası olmayan çok az İskoç aile vardır.
- The EU and its institutions are sometimes very distant from the people.
- AB ve kurumları bazen halktan çok uzak kalabiliyor.
- Women often see EU decision-making as too distant, abstract and highfalutin.
- Kadınlar AB'de karar alma süreçlerini genellikle çok uzak, soyut ve gösterişli olarak görüyorlar.
- The prospect of a serious political dialogue is becoming an increasingly distant possibility.
- Ciddi bir siyasi diyalog ihtimali giderek daha uzak bir olasılık haline gelmektedir.
- Modern methods of preservation make the export of meat even to distant areas thoroughly feasible.
- Modern muhafaza yöntemleri, uzak bölgelere bile et ihracatını tamamen mümkün kılmaktadır.
- I am going to a distant place, you don't want to ask where.
- Uzak bir yere gidiyorum, nerede olduğunu sormak istemezsin.
- We can see distant objects with a telescope.
- Bir teleskopla uzak nesneleri görebiliriz.
- Tom has been awfully distant lately.
- Tom son zamanlarda çok uzaktı.
- Tomorrow a distant cousin is coming.
- Yarın uzak bir kuzen geliyor.
- Tom is a distant relative of Mary's.
- Tom Mary'nin uzak bir akrabası.
- That's very distant.
- Bu çok uzak.
- A close neighbor is better than a distant relative.
- Yakın bir komşu, uzak bir akrabadan daha iyidir.
- He is a distant relation of hers.
- Onun uzak bir akrabası.
- This did not satisfy Tom, and the relationship between them became more distant.
- Bu Tom'u tatmin etmedi ve aralarındaki ilişki daha da uzaklaştı.
- That's very distant.
- O çok uzak.
- Tom looked distant and distracted while Mary told him her life story.
- Mary ona hayat hikayesini anlatırken Tom uzak ve dalgın görünüyordu.
- Would you like to travel to distant horizons?
- Uzak ufuklara seyahat etmek ister misiniz?
- The pilgrims brought gifts from distant lands.
- Hacılar uzak ülkelerden hediyeler getirdiler.
- Distant things look blurred.
- Uzak şeyler bulanık görünür.
- He tried climbing the distant mountain.
- O, uzak dağa tırmanmaya çalıştı.
- Would you like to travel to distant horizons?
- Uzak ufuklara seyahat etmek ister misin?
- Ants and giraffes are distant cousins.
- Karıncalar ve zürafalar uzak kuzenlerdir.
- This did not satisfy Mary, and the relationship between them became more distant.
- Bu Mary'yi tatmin etmedi ve aralarındaki ilişki daha da uzaklaştı.
- Tom was polite but distant.
- Tom kibar ama uzaktı.
Show More (28)
|
2 |
distant |
mesafeli |
adj. |
|
- He sounded very cold and distant on the phone.
- Telefonda sesi çok soğuk ve mesafeli geliyordu.
- Many of our citizens feel the European Union is distant and bureaucratic.
- Pek çok vatandaşımız Avrupa Birliği'nin mesafeli ve bürokratik olduğunu düşünüyor.
- You seem distant.
- Mesafeli görünüyorsun.
- Tom seems very distant today.
- Tom bugün çok mesafeli görünüyor.
- Tom was polite but distant.
- Tom kibardı ama mesafeliydi.
- You should apologize to her for being so distant.
- Bu kadar mesafeli olduğun için ondan özür dilemelisin.
- Tom has been awfully distant lately.
- Tom son zamanlarda çok mesafeli.
- Sami and Layla were rather distant.
- Sami ve Layla oldukça mesafeliydiler.
- Tom has a distant relationship with his father.
- Tom'un babasıyla mesafeli bir ilişkisi var.
Show More (6)
|
3 |
distant |
uzakta |
adj. |
|
- We live many miles distant from each other.
- Birbirimizden kilometrelerce uzakta yaşıyoruz.
- Distant things look blurred.
- Uzaktaki şeyler bulanık görünür.
- We can see distant objects with a telescope.
- Teleskopla uzaktaki nesneleri görebiliriz.
- Sami and Layla were rather distant.
- Sami ve Leyla oldukça uzaktaydılar.
- He tried climbing the distant mountain.
- Uzaktaki dağa tırmanmayı denedi.
- The moon is distant from the earth.
- Ay, Dünya'dan uzaktadır.
- What one cannot see is what is distant; instead, look at what is near.
- İnsanın göremediği şey uzaktaki şeydir; onun yerine yakındakine bakın.
- We live many miles distant from each other.
- Biz birbirimizden kilometrelerce uzakta yaşıyoruz.
Show More (5)
|
4 |
distant |
ilgisiz |
adj. |
|
- You seemed oddly distant and distracted at the meeting; are you OK?
- Toplantıda garip bir şekilde ilgisiz ve dalgın görünüyordunuz; iyi misiniz?
Show More (-2)
|
5 |
distant |
uzaktan |
adj. |
|
- Tory is a distant relative of mine.
- Tory benim uzaktan akrabamdır.
Show More (-2)
|
6 |
distant |
soğuk |
adj. |
|
- Tom looked distant and distracted while Mary told him her life story.
- Mary ona hayat hikayesini anlatırken Tom soğuk ve dikkati dağılmış görünüyordu.
Show More (-2)
|