part - Englisch Türkisch Sätze
Englisch Türkisch
part kısım n.
  • Finally, we would like genetic resources to be transferred to the non-obligatory part.
  • Son olarak, genetik kaynakların zorunlu olmayan kısma aktarılmasını istiyoruz.
  • We want to integrate, not leave part of the world standing on the doorstep.
  • Bütünleşmek istiyoruz, dünyanın bir kısmını kapının eşiğinde bırakmak değil.
  • The Commission can identify with the first part of the amendment.
  • Komisyon, değişikliğin ilk kısmıyla özdeşleşebilir.
Show More (366)
part bölüm n.
  • We spend a big part of our lives sleeping.
  • Hayatımızın büyük bir bölümünü uyuyarak geçiriyoruz.
  • Listen! Here comes the piano part!
  • Dinleyin! İşte piyano bölümü geliyor!
  • We already have the birds and habitats directives, which enable us to preserve a part of our biodiversity.
  • Biyolojik çeşitliliğimizin bir bölümünü korumamızı sağlayan kuşlar ve habitatlar direktifleri zaten elimizdedir.
Show More (182)
part rol n.
  • I'd love to play the part of Hamlet!
  • Hamlet rolünü oynamayı çok isterdim!
  • Post-market infrastructures do indeed play a fundamental part in the proper conclusion of transactions.
  • Piyasa sonrası altyapılar, işlemlerin düzgün bir şekilde sonuçlandırılmasında gerçekten de temel bir rol oynamaktadır.
  • Why is it that the present candidate countries should not, as new members, already play a full part with equal rights?
  • Neden mevcut aday ülkeler yeni üyeler olarak eşit haklara sahip tam bir rol oynamasınlar?
Show More (119)
part bölge n.
  • Much physical restoration is required in that sad part of Croatia.
  • Hırvatistan'ın bu üzücü bölgesinde çok fazla fiziksel restorasyon gerekmektedir.
  • Israel is the only true democracy in that part of the world.
  • İsrail dünyanın bu bölgesindeki tek gerçek demokrasidir.
  • The Afghan crisis, the war on terrorism, must not distract our attention from this part of the world.
  • Afgan krizi, terörizmle savaş, dikkatimizi dünyanın bu bölgesinden uzaklaştırmamalıdır.
Show More (38)
part ayrılmak v.
  • He's miserable ever since they parted.
  • Ayrıldıklarından beri perişan durumda.
  • The two students parted when they reached the corner.
  • İki öğrenci köşeye vardıklarında ayrıldılar.
  • It was night when he parted.
  • Ayrıldığında gece olmuştu.
Show More (25)
part parça n.
  • Dismantle your rifle and put each part on the table.
  • Tüfeğinizi sökün ve her bir parçasını masanın üzerine koyun.
  • After all, this is the aim of the whole exercise, of which this report is also a part.
  • Sonuçta, bu raporun da bir parçası olduğu tüm çalışmanın amacı budur.
  • Organised crime is part and parcel of the capitalist system, even where bourgeois justice is concerned.
  • Örgütlü suç, burjuva adaleti söz konusu olduğunda bile kapitalist sistemin ayrılmaz bir parçasıdır.
Show More (24)
part kesim n.
  • However, the situation is hardly better for other parts of the population.
  • Ancak nüfusun diğer kesimleri için durum pek de iyi değildir.
  • I divided my time equally between the Greek and Turkish parts of Cyprus.
  • Zamanımı Kıbrıs'ın Rum ve Türk kesimleri arasında eşit olarak paylaştırdım.
  • This has led to pressures from some parts of industry for protection.
  • Bu durum, sektörün bazı kesimlerinden koruma için baskı gelmesine yol açmıştır.
Show More (23)
part taraf n.
  • I come from that part of Denmark that was occupied by Germany.
  • Ben Danimarka'nın Almanya tarafından işgal edilen bölgesinden geliyorum.
  • I first thought it was a remarkably intelligent achievement on my part, but it was done by the machine.
  • İlk başta bunun benim açımdan son derece zekice bir başarı olduğunu düşündüm, ancak makine tarafından yapıldı.
  • I come from that part of Denmark that was occupied by Germany.
  • Danimarka'nın Almanya tarafından işgal edilen bölgesinden geliyorum.
Show More (10)
part pay n.
  • Statistical illusion also has a part in this.
  • Bunda istatistiksel yanılsamanın da payı var.
  • For our part, we shall do our very best during our presidency.
  • Kendi payımıza, başkanlığımız süresince elimizden gelenin en iyisini yapacağız.
  • For our part, we refuse to take part in this trickery.
  • Biz kendi payımıza bu oyuna gelmeyi reddediyoruz.
Show More (5)
part görev n.
  • This, then, is where Parliament also has a part to play.
  • İşte bu noktada Parlamento'ya da görev düşüyor.
  • We, for our part, believe that our main task is to protect our people.
  • Biz kendi adımıza, asıl görevimizin halkımızı korumak olduğuna inanıyoruz.
  • The Member States also have their part to play in this, and there is a need for good cooperation in this area.
  • Bu konuda Üye Devletlere de görev düşmektedir ve bu alanda iyi bir işbirliğine ihtiyaç vardır.
Show More (4)
part yan n.
  • The best part of the Environmental Action Programme for me is the concentration on better implementation.
  • Benim için Çevre Eylem Programının en iyi yanı, daha iyi uygulama üzerine yoğunlaşmasıdır.
  • The best part of Japan are their video games.
  • Japonya'nın en güzel yanı video oyunları.
  • To my mind, the worst part of air travel is the hanging around in airport lounges.
  • Bana göre uçak yolculuğunun en kötü yanı havaalanı bekleme salonlarında oyalanmaktır.
Show More (3)
part kısmen adj.
  • Otherwise, the six amendments are acceptable in principle or part.
  • Aksi takdirde altı değişiklik prensipte veya kısmen kabul edilebilir.
  • My grandfather was part Indian.
  • Benim büyükbabam kısmen Hintliydi.
  • Tom is part Native American.
  • Tom kısmen yerli Amerikalı.
Show More (0)
part ayırmak v.
  • I will love you for better for worse till death us do part.
  • Ölüm bizi ayırana kadar iyi ve kötü günde seni seveceğim.
  • I will love you for better for worse till death us do part.
  • Ölüm bizi ayırana kadar seni iyi günde de kötü günde de seveceğim.
Show More (-1)
part kısmen adv.
  • The keys were part hidden in the sand.
  • Anahtarları kısmen kuma gizlenmişti.
Show More (-2)
part ölçek n.
  • You should put two parts coffee and one part steamed milk for a flat white.
  • Flat white için iki ölçek kahve ve bir ölçek buharda pişirilmiş süt koymalısınız.
Show More (-2)
part aralamak v.
  • She parted the curtains to look at the garden.
  • Perdeleri aralayıp bahçeye baktı.
Show More (-2)
part yedek parça n.
  • Yanni owns an auto parts company.
  • Yanni'nin bir oto yedek parça şirketi var.
Show More (-2)